@hiyera212
|
Deniz ile Arda dışarı sigara içmeye çıkınca ben de Zeynep ile bulaşıkları yıkadım, ardından da çay demleyerek fıstık kavurduk. Eğer Osmaniyeliyseniz fıstık sizin aşkınız olabiliyor, tabii ki sadece yiyorsanız yoksa fıstık toplamaya gitmek can vermek gibiydi. Salon bizimkine kıyasla çok genişti, balkona açılan kapı mutfak tarafına düşüyordu. Üç tane üçlü koltuk u şeklinde dizilmişti ve duvarda asılı televizyona dönüklerdi. Yerde kocaman açık pembe ile gri desenli halı koltukların arasında kalıyordu. Ev sade aynı zamanda şıktı da. Köyde neden yaşamaya karar verdikleri anlamasam da merak etmiyor değildim. "Arda ile nasıl tanıştınız, ikinizde bu köyde büyüdük falan demeyin." dedim. Başka açıklama bulamamıştım. "Aslında biz lisedeyken arkadaştık, üniversitede tekrar karşılaşınca bunun tesadüf değil bir kader olduğunu düşündüm. Çünkü hangi üniversiteye gideceğini ya da nereyi tercih edeceğini bilmiyordum ve bambaşka bir şehirde aynı fakültenin içinde beraberdik. Nasıl bir cesaret olduysa gittim bütün hislerimi, bütün duygularımı döktüm ona. Bir bakmışım evlilik hazırlıkları yapıyoruz. Yanlış anlama nikahımız kıyılalı uzun zaman oldu ama biliyorsun düğün olmadan millet seni evlendi saymıyor!" Bakar mısınız şu millete, ne kadar da köylüler? O milletin içinde bir yerlerde ben de varım tabii. "Umarım ağabeyim izin verir de ben gelirim düğüne." Diye inledim, gerçekten gelmeyi çok istiyordum. Belki böylelikle Deniz’le dans etme şerefine erişebilirdim. "İnşallah gelirsin ya." Dudaklarını büzmüştü, ben de aynı şekil ona baktım. Gece çaylarımızı yudumlarken edilen sohbetin yanında kavrulmuş fıstık gibisi yoktu lakin gece uzadıkça esnemeler de bir o kadar arttı. Yataklarımıza gittiğimizde gözlerimden resmen uyku akmıyordu, fışkırıyordu. Bu evde gözlerimi açtığım odadaydım, odayı o zaman pek inceleme fırsatım olmamıştı ama şu an inceleyebilirdim. Burası misafir odasıydı, pencerenin odluğu köşede tek kişilik baza vardı. Benim odama kıyasla çok sade bir odaydı, küçük çam ağacından yapılma bir dolap vardı ve çok hoş kokuyordu. Beyaz bir masa yatağın biraz uzağında aynı duvara yaslanmış bir şekilde duruyordu. Masanın üzerinde Deniz'in ceketi, telefonu ve cüzdanı duruyordu. Masanın kenarında üç çekmece vardı, ilk ikisi kilitli olsa da diğer açıktı ama içi boştu. Merak iyi bir şey değildi, her yeri kurcalamama neden oluyordu. Diğer tarafta ise bir tane berjer koltuk vardı, koyu yeşil renkliydi ve ikinci elim diye bağırıyordu. Rengini çok beğenmiştim ama eski olduğu da belliydi. Her halükârda güzeldi işte. Daha fazla ayakta kalmamak adına yatağa geçip oturduğumda Deniz'de yanıma geçip oturdu. Şaşkın bir şekilde ona bakarken onun gözleri telaşla bana bakıyordu. “Deniz neden geldin ki buraya?” Şaşırmama şaşırmamıştı. “Bir şey demek için,” Meraklı bakışlarım yüzünde geziniyordu, elimle işaret edip devam etmesini bekledim. “Bugün olanlar için lütfen beni affet, o kadının bu kadar ileriye gidebileceğini tahmin etmemiştim. Ayrıca sen onu döversin gibime gelmişti.” Kaşlarını çatmıştı, ilk başta telaşlı olan yüzü sonlara doğru şaşkınlığa bürünmüştü. “Ben de onu döverim gibi bir vibe almıştım ama seri katil gibi boğazıma yapışacağını bilemezdim.” “Haklısın, gerçekten böyle bir işi de hak etmiyor. Biz kendi canımızı ona emanet ediyoruz ama onun yaptığına bak. Amiri ile babam konuştu, umarım görevden alınır.” “Umarım.” Diyebildim. “Bu arada neden beni sevgilin sanmalarına izin verdin?” Sorum karşısında ilk başta afallayıp gözlerini kaçırsa da diretmem üzerine yüzüme bakıp “Arkadaşım deseydim de inanmayacaklardı, üzerimize gelip duracaklardı.” Dedi. Haklıydı. İnsanlar bir kız ve bir erkeğin arkadaş olmalarına katlanamazdı, illaki sevgili olmalılardı ya da evlenmelilerdi. İki karşı cins asla arkadaş olamazdı, buna ne kadar karşı çıksam da Deniz ile olan duygularım onları haklı çıkartıyordu. Lakin Burak benim arkadaşımdı, Toprak ve Mert’te aynı şekilde. Toplumun biraz geri kafalılıktan çıkması gerekiyordu. Odunsu kokusuna sigara kokusu da eklenince bir değişik olan o aroma nedense bende tiksinti uyandırmak yerine içimi kıpır kıpır etmişti. Buna da yükselmemeliydim ama ne yapayım, gece vakti herkes uyuyordu ve ben sevdiğim çocukla aynı odadaydım. Şu an Deniz’in düşüncelerini okumak için neler vermezdim neler. Benimle bir odada yalnız olmak onda ne gibi hisler uyandırıyordu, benim gibi heyecanlı mıydı, kalbi yerinden çıkıyor muydu? Ah ne geçiyor o aklından, bir bilsem. “Ne zaman uyuyacaksın?” Sorusunu ayağa kalkarak sormuştu ve koltuğa doğru ilerleyip yatak olacak şekilde ayarlamıştı. “Birazdan.” Yeni fark ediyordum, üzerinde siyah ince bir eşofman altı ile mavi bisiklet yaka sweatshirt vardı. Bunları evden getirmiş olmalıydı, ben ise Zeynep’ten yedek pijama takımı istemiştim. Üzerimde çilek desenli polar pijama takımları vardı ve çocuk gibi gözüktüğüme emindim. Deniz hep tarz giyinirdi, ben de elime ne geçerse onu giyerdim. Ne kadar da zıt karakterliydik. Yatağa uzanıp yorganı üzerime çekmiştim, Deniz ise üzerinde bir pike ile uzanıyordu. Kolunu kafasının altına almış tavanı seyrediyordu, ben de avcumun üzerine başımı koymuş ona aşkla bakıyordum. Işığı neden söndürmediğini bilmesem de şu anlık böyle olsa daha iyi olurdu. “Biraz daha beni izleyecek misin yoksa uyuyacak mısın? Bak sabah erkenden babaannemi hastaneye götüreceğiz.” “Yarın cumartesi değil mi?” “Acile götüreceğiz!” “Kötü bir şeyi mi var ebeciğimin?” dalga geçmiyordum. “Yavrucuğum kadın 75 yaşında, ne bekliyorsun, genç kız gibi olmasını mı?” Dudaklarımı büzüp yerdeki içeri terliğini ona fırlattım, sanırım annelerden kızına gen aktarımı olarak aktarılan en mühim özellik buydu. “Oha, götüme geldi!” Gerçekten de götüne gelmişti, o da arkasını döndüğü için, ya dönmeseydi? İleride olacak çocuklarımız artık olmayacaktı! “Affet, çok güldüm.” Dedim. “Affetmedim.” Dedi. “Öpeyim de geçsin,” “Öpme anasını satayım, manyak mısın?” Acayip telaşlanmasına güldüm. “Manyak olan sensin, cidden öpeceğimi mi sandın!” Taklidimi yaptığında daha yüksek sesle gülsem de beni hemen susturdu. “Kız manyak, birisi yanlış anlar şimdi, ne diye kikir kikir gülüyon?” “Güldürme oğlum o zaman beni.” “Tuana, Allah, din, peygamber, kutsal kitap ne varsa hepsi için sus da uyu. Sabah kalk, dediğimde kalkmış ol.” Öküzlüğü karşısında daha fazla direnemedim ve arkamı ona dönerek duvarla bakışmaya başladım. “Işığı söndürünüz öküz bey hazretleri.” Tek kelime etmeden ışığı söndürdüğünde içimden ona hakaret etsem de bir şey söylemedim. Ne de olsa benim aşkımdı. Mükemmel kelimesinin sözlükteki karşılığı kendisiydi ama aynı zamanda öküzün de tekiydi. Bu çocuk çift karakterli olabilir miydi, yanlışlıkla üçüzünü mü yemişti? Yirmi dakika, otuz dakika derken zaman geçmiyor bense uyuyamıyordum. Nasıl uyuyabilirim, sevdiğim adamla aynı odadayım, nefes alışverişi bile beni kudurturken burada uykuya dalmak ne mümkün. “Deniz, uyumuş olabilir misin?” Deniz soruma karşılık vermese de hızla yattığı yerden kalkıp yanıma doğru resmen uçtu, yataktaki bedenimi ittirerek arkası dönük bir şekilde yatağa uzandı. “Biraz daha orada kalsam ya soğuktan ölecektim ya da korkudan. Eskiden burada hayaletler dolaşırmış, küçükken babaannem anlatırdı.” Hayaletlere inanmak için biraz büyük değil miydi bu çocuk? “Deniz sen az önce benim yanıma mı yattın?” Şok içerisinde olmamı maruz görmeniz lazım. “İlk defa aynı yatakta yatmıyoruz, hava aşırı soğuk ve ısınmamız için bu şart.” Deyip bana döndü ve kollarını yatağın içine alarak belime doladı, kalbim sanki bedenimden çıkmış tekrar girmişti. Ağzım şaşkınlıkla aralanmış ona bakıyordum, içeriyi aydınlatan bir ışık olmasa da gözlerim karanlığa alışmıştı ve onu ayırt edebiliyordum. “Deniz, şu an hiç iyi bir konumda değiliz bilmem farkında mısın?” Artık çocuk değildik, herkesin kendi özel alanı vardı. Mesela göğüslerim onun göğsü ile neredeyse birleşmişti ve kalplerimiz karşılıklı halay çekiyordu. Aynı zamanda bacaklarımız birbirine değdiği için bedenimde şimşekler çakıyor, karıncalanmalar meydana geliyordu. “Hiçbir şekilde kımıldamadan uyusan sorun yok!” Bu imkansızdı ve o bunu iyi bilirdi. “Umarım dediğin gibi olur,” Dakikalar saatleri alıp götürmüştü ve sabah olmuştu, ben ne zaman uyuduğumu bilmiyordum. Deniz sırtüstü yatmış, iki elini birleştirmiş başının üstüne koymuş hâlâ uyuyordu. Üzerindeki yorganı göbeğine kadar itmişti ve göğsü açıkta kalmıştı. Yorganı üzerine çekip ellerini de başının altından yavaşça çekip yorganın içine koydum. Elleri buz gibi olmuştu, aslında yüzü de bembeyaz kesilmişti. Yoksa? Hemen kulağımı göğsüne koyup kalbi atıyor mu diye kontrol ettim, salak olduğum için göğsü nefes alıp vermesiyle inip kalkıyordu ve bunu ben fark etmiyordum, öyle bir geri zekalılıktı benimkisi. Rahatça nefesimi verip yavaşça kafamı kaldırıp yüzüne baktım, gözleri hafif aralık bir şekildeydi, dudakları da aynı şekilde aralıktı ve dudağının kenarında beyaz bir leke oluşmuştu. “Çenin ağzının suyu mu aktı, senin ağzının suyunu yerim ben.” İçimden söylediğimi sandığım cümlem kulaklarıma ulaştığında onu incelemekten ve taciz etmekten vazgeçerek büyük bir utançla yataktan kalktım. Bu söylediklerimi duysa bana deli, derdi. Ben deliydim. Yataktan zorda olsa inip içeri terliklerini ayağıma geçirip arkama bakmadan -baksam gider öperim diye korktuğumdan- odadan çıktım, telefonumu içeride unuttuğumu hatırlayıp yavaşça kapıyı açıp masanın üzerinde şarjdaki telefonumu elime alıp aynı hızla geri çıktım. Telefonumu ne zaman şarja taktığımı bile hatırlamıyordum ama kim takmışsa Allah razı olsun. Telefonumun ekranını açtığımda saatin henüz yeni altı olduğunu görüp şok içerisinde gözlerimi kırpıştırdım. Hayatımda bu kadar erken kalktığımı hatırlamıyordum. Telefonu uçak modundan çıkarıp şebekeyi kontrol ettim ve neyse ki bir diş çektiğini görüp gülümsedim. İnterneti açıp mesaj var mı diye kontrol ettim. Ağabeyim belki görüntülü aramıştır da bana ulaşamayınca jandarmalara haber vermiştir, hiç belli olmazdı. WhatsApp’ta birkaç grup mesajı dışında mesaj atan Merve ve Nihan’dı, onlara cevap yazıp telefonu tam kapatmış önüme dönmüştüm ki Zeynep ablanın silüeti ile olduğum yerde kalakaldım. “Günaydın cancağızım, daha erken değil mi neden uyandın?” Hay Allah seni napmasın be kadın, ölecektim korkudan, bir anda insanın karşısına öyle pat diye çıkılır mı? “Ay Allah seni!” diye seslice söylenip baş parmağımla üst dişlerimi ittirdim, korkunca bunu yapardım. “Kız korktun mu, ne dedim sanki?” “Ay abla ne bileyim uyanık olduğunu, cinler bastı sandım.” “Sus kız, ben bu evde en az on yıl kalacağım, korkutma beni.” Elimi dudaklarımın üstüne fermuar çeker gibi yaptım. “Üşüdün mü, elektrikli sobayı verecektim de uzatma kablosu bulamadım ondan veremedim.” Dedi, dudaklarımı birbirine bastırıp “Sağlık olsun,” dedim. Eğer o soba olsa Deniz üşümezdi ve aynı yatakta uyumamış olurduk, iyi ki bulamamışsın ablacığım. “Deniz babaannesini hastaneye götüreceğini söylemişti, ne zaman götüreceklermiş?” “Saat dokuzdan sonra gideceklermiş,” Kafamı sallayarak “Anladım abla.” Diye yanıtlayıp kapının önünde daha fazla gürültü yapmamak adına salona doğru ilerledim. Zeynep’te peşimden gelmişti. “Kahvaltı hazırlayacak mıyız?” Dediğinde hiç acıkmadığımı fark ederek -dünkü yediklerimi henüz sindiremediğimden- başımı olumsuz anlamda salladım. “Daha erken değil mi?” “Birazdan uyanırlar, sen istersen biraz daha uyu.” Bu teklif ne kadar çok cazip gelse de ona yardım etme fikri daha elle yutulur olduğu için “Yok, en iyisi kahvaltıyı hazırlayalım.” Dedim. Birlikte kahvaltı için bir sürü yiyecek hazırlamış ve mutfaktaki masaya yerleştirmiştik. Masaya son kez baktığımda eksik bir şey var mı, diye kontrol ettim. Patates, kabak, patlıcan, biber kızartması, kalem börek, soğanlı yumurta, yumurtasız menemen, peynir, zeytin… Olmayan tek şey süttü, kuş sütü değil inek sütüne de razıydım ama sütü yoğurt yaptığı için evde hiç yokmuş. Üzüntüyle masadaki eksik olan bardakları yerleştirip çaydanlığı da masanın üzerine bıraktım. “Arda Bey yüzünü yıkayacakmış, Deniz’e de seslendim ama uyandıramadım. Bir de sen dene ablam ya vallahi delirtecek bunlar beni.” Dişlerimi göstererek sırıttım, bir de beni uyandırmayı deneseydin en son terlikle beni kovalardın be abla. “Tabii abla, bir de ben gidip bakayım.” Pıtı pıtı odaya döndüğümde Deniz’i düzelttiğim pozisyonda görünce gözlerime inanamadım. Bir insan nasıl iki elini yastık yapardı aklım almıyordu, parmakları kangren olacaktı. “Deniz Efendi Hazretleri, uyanır mısınız, size paşa kahvaltısı hazırladık.” Dalga geçercesine söylediğim sözler duvara çarpmış yere düşmüş gibi tınlamadı bile. İnsan biraz kıpırdar, inler, bir şey yapar. Kapıdan seslenince uyanmayacağını anlayıp yanına gittim, bir insan evladı bu kadar yakışıklı olmamalı. Şu endama, şu seyir zevki veren sanat eserine bakın yahu. Maşallah, maşallah. Uyurken bile karizmatikti. Kaşlarının ortası yine birleşmişti, rüyasında birilerini dövüyorsa şaşırmazdım. İşaret parmağımla kaşlarının ortasında yer alan kırışıklığı düzeltmeye çalıştım. Çatık kaşları daha da çatılınca gülmeden edemedim. “Uyurken bile kaşların nasıl çatık olabilir?” “Mımmh.” “Uyanmaz mısınız beyefendi?” “Uyanmam.” Söylediği ile ofladım ve söylenmeye başladım. “O kadar börek yaptım vallahi hepsi soğudu, peyniri dondu.” “Sen yapmışsan içine zehir koymadığın ne malum?” “Kendim de yiyeceğim, niye koyayım?” “Mantıklı.” Ellerini başından çekip kapalı gözlerini açtı, koyu kahverengi gözlerinin ak yerleri kızarmıştı. “Git yüzünü yıka, her yerin çapaklı çapaklı!” Bu bir yalandı, ben uyandığımda gözlerimin içine kadar olan çapak Deniz Efe’mde hiç yoktu. Gözlerini eli ile kapayıp “Çık dışarı o zaman, bakma bana.” Dediğinde kahkahalarıma engel olamadım. Sanki o bir kız ben erkektim. “Deniz saçmalama, sabah da ağzından salyan akmış, onu görmüşüm ne olmuş yani.” Evet, onu utandırmak hoşuma gidiyordu. Genelde bu görevi o üstlenirdi ama elime geçen fırsatı da değerlendirirdim. Yorganı ucundan çekip kafasını örttü. “Lütfen çıkar mısın dışarı, on dakika beni görmeni istemiyorum.” “Ben odadan çıkıyorum o zaman, sen yüzünü yıkayıp gelirsin.” “Tamam.” Yere sağlam adımlar atarak kapıya gittim, kapıyı açıp kapattım ama odadan çıkmamıştım. “Hay böyle işin anasını…” deyip yorganı kafasından attığında beni görmesi ile tekrar yorganı suratına kapattı. Koşarak yorganın üzerine atlayıp “İlk defa mı görüyorum, ne bu tepki?” diye kıkırdadım. “Kalk kız, şimdi birisi görecek!” Haklıydı. “Pardon.” Deyip yataktan kalktığım gibi koşarcasına odadan çıktım, bu utanç bana bir ay yeterdi. Artık on yaşında değil de on yedi yaşında olduğumu unutmamalıydım. “Deniz kalkmadı mı ablacım?” “Kalktı abla, yüzünü yıkayıp gelecekmiş.” Hızlı bir şekilde kahvaltı etmiştik, üzerimizi değiştirip babaannenin evine gittiğimizde Toprak ile ikisini hazır bir şekilde gördük. Toprak ile biraz ayaküstü dünkü meseleden konuşup laf dalaşına girdik. Solmaz’a azıcık küfür ettiğimde babaanne duyduğu ve benim ne kadar terbiyesiz olduğumu söylediği için de susmuş bir daha ağzımı açmamıştım. Beni hatırlamadığına emindim, gidip kendimi hatırlatıp helallik alacaktım ama o kadar utanmıştım ki asla o cüreti kendimde göremeyip susup kalmıştım. Hatta onlar hastaneye giderken bile peşlerine düşmeyip köyde Zeynep ablanın yanında kalmayı tercih etmiştim. Kadının kulağı duymuyor diye ağzıma geleni saymıştım ama çok güzel duyuyormuş çünkü kadının kulağında cihaz varmış. Eve gitmek istiyordum hem de hemen, bir an önce eve gidip banyoya kendimi atıp hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Bir daha kimsenin yanında küfür etmeyecektim, nasıl rezil olmuştum ama. Asla aklımdan çıkmıyordu kadının dedikleri. “Kız sen ne kadar edepsizsin öyle, kime ne sövüyorsun?” “Ay oğlum çıkarın şu kızı evden, erkek mi kesildi başımıza?” İçimden en yüksek kaç desibele çıkıyorsa o kadar yüksek sesle çığlık attığımı hayal ettim, o an yer yarılsa da içine girseydim, dedim ama yarılan tek yer benim edep damarımdı. O kadar utanmışım ki direkt evi terk edip Zeynep’in evine kadar arkama dönmeden koşmuştum. Arda ağabey de babaannegille hastaneye gidince Zeynep abla ile tek kalmıştık, ben ağlamak üzereydim o ise telaşla evi temizleme derdinde. En son dayanamayıp Burak’a mesaj atmıştım beni buradan alması için. Arabanın yakıt parasını vermem karşılığında beni alabileceğini söylemiş öyle de olmuştu. “Kanka petrolde durmayı unuttum ama sen yine de sonra ver gaz parasını, eniştem uyuyordu bak, gösterge eksik bir dişi gösterirse ağzımın orta yerine boklu kürekle çarpar.” “Lan amma dırdır yaptın ha, ben neyin derdindeyim sen neyin derdinde.” Ellerimi dizime vurup “Vay başıma gelenler, daha ne yaşayacağım ya Rabbim.” diye feryat figan bağırmaya başladım, çok bile tutmuştum içimde. “Kız Allah için söyle ne oldu, vallahi korkuyorum ha? İnşallah düşündüğüm şeyi yapmamışsındır?” Kafamı hızla ona çevirdim, bu olan şey tahmin edilebilir bir olay da değildi. Allah bilir o salak kafasında neler geçiyordu. “Ne diyon Burak ya?” “Kız sen yoksa Deniz’e mi verdin, ondan mı ağlıyorsun!” Göz yaşlarımı elimin tersiyle ittiğim gibi Burak’a da elimin içiyle bir tane indirdim. Ben ne diyorum o ne düşünüyor ne kadar fesat bir yaratık bu. “Burak, lütfen defol git. Ağzına sıçırtmadan eve bırak beni.” Bu kesinlikle küfür sayılmazdı öyle değil mi? |
0% |