@hiyera212
|
Pazartesi gününe uyandığımda yatağımda sağa sola debelenerek "Neden hafta sonu bu kadar çabuk bitti ki!" diye sitem ettim, bu kadar kısa geçmesinin nedeni hiç yataktan çıkmadan pazar gününü katletmemdi. Annem yüksek sesle, tüm mahallenin duyacağı bir sesle, "Tuana kalk artık, bu ne ya! Her gün aynı şeyler, bıktım artık! Kalk çabuk, okula geç kalacan! Eşek kadar oldun ya!" Annemi bir müddet sonra dinlememeye kadar verdim ve yataktan kalktığım gibi tuvaletin yolunu tuttum. Okulda sesleri dinlememeye o kadar alışmıştım ki annemi duymamaya çalışmak hiç de zor olmamıştı. Odama geri dönüp ağabeyimin bana bıraktığı bilgisayardan müzik açtım; hoparlörden yükselen müzik sesi tüm mahalleye konser vermeye başlayınca evimizi taşlamamaları için dua ettim. Burada böyle şeylere çok takılan olmazdı ama delinin birisi çıkıp laf da atabilirdi. Kocaman esnediğimde yeterli olmayacağını anlayıp telefonumdan Deniz'in fotoğrafını açtım, aklıma gelen fikirle YouTube'dan Deniz'in şarkı söylediği videoyu açtım. İşte şu an kesinlikle uykum dağılmıştı, aşkla izlerken gözlerim saate takılı kaldı. Son yarım saat! Bugün de geç kalsam hocalardan kaç ton azar işitebilirdim ki? Hemen üzerimdekileri çıkarıp beyaz atletimi üstüne beyaz gömleğimi giydim, yağmur yağıyordu; okul hırkamı gömleğin üzerinden geçirdim. Aslında okul kış için uzun kollu sweetshirt almamızı söylese de son senem olduğu için almamıştık. Sınıfta sırf hatıra kalsın diye alanlar olsa da benim görüşlerim önemli olmadığı için annem gerek görmemişti. Eteğimi giyip ardından kalın siyah kilotlu çorabımı ayaklarımdan geçirdim. Dengemi kaybedip popomun üzerine düştüğüm ara annem kapıyı açıp bana kızmaya başladı: "Allah’ım sen bana sabır ver, dersin başlamasına on beş dakika kaldı bu deli oturmuş kıçının üzerine şarkı dinliyor!" Gidip bilgisayarın fişini çektiğinde şok olmuş bir şekilde ona baktım. “Anne sen ne yaptın ya, o bilgisayar öyle mi kapatılır? Tekrar aç açabiliyorsan, bozulursa yaptıracaksın artık!” deyip kalktım yerden. Canım milattan kalan bilgisayarım fişten çekilmeye gelmiyordu, bir keresinde neredeyse bir ay açılmamıştı. "Bilgisayara el koymadan okuluna git!" diye söylendi ve kapıdan çekip gitti. Şaşkınlıktan açılmış ağzımı kapadım, yani hem suçlu hem güçlüydü. Ah ah, ağabeyim burada olsa annemle papaz olurdu bu yüzden. Sanki bilerek düşmüşüm gibi, sanki bilerek geç kalmışım gibi, sanki bilerek... Her neyse; böyle giderse sabaha kadar bunu devam ettirebilirdim ve gerçekten de geç kalabilirdim. Akşamdan hazırladığım krem rengindeki çantamı sırtıma alıp odamdan çıktım, ayakkabılıktan koyu renkli ayakkabılarımı ayağıma geçirerek hızlı adımlarla dışarı attım kendimi. Bir iki dakika yürümüştüm ki Denizgilin arabası yanımda durdu; bunlar da iyi alışkanlık edinmişlerdi babalarının arabasını almaya ha, bir gün izin vermemeye başlayacaktı ve büyük bir kavgaya tutuşacaklardı. Neyse ki Deniz’in ehliyeti vardı da polisler tarafından bir sıkıntı yoktu, ehliyeti olmasa boku çoktan yemişti. Hava kara bulutlarla örtülüydü ve hafiften yağmur damlaları atıyordu, yerimde zıplayarak üşüdüğümü belli ettim, şoför koltuğunun oradaki cam aşağı indi ve "Kızım ne duruyorsun, binsene arabaya!" diye sinirle soluyan Deniz'e gözlerimi devirerek baktım ve hemen arkasındaki kapıyı aralayıp içeri kendimi attım. Babaanne olayından sonra ilk defa konuşuyorduk ve ben konuşmak değil görüşmek hatta daha nice karşılaşmayı yapmak istemiyordum. "Günaydın millet!" "Günaydın Tuana!" Deniz ve Toprak aynı anda cevap vermiş ardından birbirine bakmış tekrar önlerine dönmüşlerdi. Bu bakış da neydi, hâlâ benle dalga geçmiyorlardı umarım, yeterince utanç içindeydim. Toprak tekrar bana bakıp saçlarımı işaret eder gibi saçlarına dokundu. Saçlarımın hırkanın altında kaldığını fark edince gülümsedim dudak hareketleriyle teşekkür ettim. Babaannesi yüzünden benle dalga geçeceklerini düşündüklerim okulda rezil olmamam için uyarıda bulunuyordu. Ben olsaydım, kırk yıl gülerdim ama bu vatanın güzel evlatları benle dalga geçmiyorlardı, bu olayı unutmaya çalışarak olmamış gibi davranmaya karar verdim. Toprak önüne dönünce saçlarımı çıkarıp ensemde sıkmayacak şekilde topladım. Saçlarımı bile taramaya fırsat bulamamıştım, Burak bu halimi görünce gülerek saçlarımı karıştırdı. "Kız hayırdır geç kalmışsın, bir de bana laf atıyordun! 'Senin yüzünden geç kalıyorum posuruk!' diye, ne oldu cağnım, bu sefer posuruk sen mi oldun?" Burak'ın kafasına bir tane patlattım. "Olum en azından ben ayda bir iki kere geç kalıyorum, sen Allah'ın her günü geç kalıyon!" yerime sinerek ona dil çıkardım. O ara okula da gelmiştik, herkes yavaşça içeri giriyordu. Eğer hocalar içeri girmeden girersek bize ceza veriyordu bunu göze almamak için herkesin içeriye girmesini beklemeye karar verdik. Burak zaten üniformasız olduğundan net günlük uyarısını alırdı, daha çok onun yüzünden sıraya girmemiştik. "Hafta sonu ne yaptınız?" Burak'a ölümcül bakışlar atmayı kesip utanarak bakışlarımı kaçırdım. "Evi temizledik, büyük çaplı gıda alışverişi yaptık, çoğu kez temizlik yaptık!" diyerek ne kadar sıkıcı geçtiğini anlatmaya çalışan Toprak’ı Burak büyük bir şaşkınlıkla dinledi. “Lan o zaman bu kız neden ağladı da gelip onu alayım diye yalvardı.” Yalvarmamıştım, rica etmiştim. Ne kadar nankör bir insan evladıydı bu. Deniz bizi dinlemek yerine okulun girişine bakıyordu ama ağladığımı öğrenince başını arkaya çevirdi ve benimle göz teması kurmaya çalıştı. “Sen ağlayarak mı eve gittin, ne oldu ki?” “Deniz sus bilader!” Toprak’ın onu susturma çabasına Burak’ın meraklı, sorgulayıcı halleri eklenince dayanamayıp ellerimle yüzümü kapadım ve ağlamaya başladım. Üçü birden ne olduğunu anlamaya çalışırken Toprak ikisinin de susmasını söyleyip biraz sessizce beklemeye karar verdiler ama dibimdeki Burak eli ile sırtımı sıvazlayıp -vurup- beni teselli ederken dövdüğü için gözlerimi hırkama silip kafasına bir tane yapıştırdım. “Sen ne kadar iyi bir insan olma yolundasın, aferim ya!” arabanın kapısını açıp okula yürümeye başladım, üçünün de aynı şekilde indiğini kapı seslerinden anlamıştım. Binanın merdivenlerini çıkmakta olan ve saçlarını korumak için kafasına tuttuğu çantayla birlikte içeri giren Mert'i görür görmez ona şaşkınlıkla baktım. Okul gömleğinden başka bir şeyi yoktu, bare hırkasını alsaymış, hastalanmasa bari. Çantamda yedek hırka vardı, eğer benimki yağmurda ıslanırsa diye ağabeyimden kalan hırkayı yanıma almıştım. Ben arabayla geldiğim için ıslanmamıştım, çantamdaki hırkayı ona verebilirdim. Sabah sabah ne kadar da yardımseverdiim. "Günaydın!" diye arkasından bağırdığımda bana baktı ve o da günaydın, diye seslendi. Sırıtarak bakıyordu, gözlerimi devirsem de ben de gülümsüyordum. Ne kadar güzel gözüküyorsam herkes bana alayla bakıyordu. "Neden hırkanı giymedin?" "Benimkini Nihan'a vermiştim, bugün de yağmur yağacağını düşünmemiştim!" Mertgilin evi okula uzak olmasına rağmen çoğu zaman yaya olarak geliyordu ve araba ile gelmişse Deniz onu eve bırakıyordu. Nihan'la evleri ters istikamette olmasına rağmen onu eve bırakır sonra evine dönerdi. Nihan ona daha şans vermemişti ama Mert’in umurunda bile değildi, kendini öyle kaptırmıştı ki artık Burak’la bile az görüşmeye başlamıştı. Bir sevgiliden beklenecek max verim, işte budur. Merdivenleri hızla çıkıp bizim sınıfın önüne geldik, sınıf kapısı açık olduğuna göre hoca gelmemişti. Hemen sınıfa girip yerlerimize geçtik, her zaman kinin aksine Nihan'ı sıramız da görünce şaşırsam da belli etmedim. Bizim arka sırada Mert ve Deniz oturmuşlardı, Mert Nihan'ın arkasında oturduğu için Deniz de benim tam arkamda oturmuş bulunmaktaydı. İster istemez heyecanlanarak üzerimdeki hırkayı çıkarıp masanın altına tıktım, normalde askılığa asıyordum ama her an üşüyebildiğim için tekrar kalkmaya üşeniyordum. Çantamdaki hırkayı üşümüş olan Mert'e uzattım, umarım Nihan kıskanmazdı. Verdiğim hırkayı daha hiç giymediğim için içim rahattı. "Vay sağ olasın güllerin gülü!" diyerek hırkayı elimden alınca gülümsedim, Nihan'ın çatık kaşlarını önemsemeden çantamdan kitaplarımı çıkarıp masanın üzerine koydum. Arkada bir tartışma, bir hengame çıksa da her zaman ki halleri olduğundan pek önemsemedim ve Nihan'a baktım. Sarı saçlarını atkuyruğu yapmış beline düşmüştü. Gömleğinin ilk iki düğmesi açıktı, kravatını da gevşetmişti. Ben benimkini takmayı unuttuğumu fark edince hemen sınıf dolabına gidip yedek kravatlardan birini alıp dolabın penceresini ayna olarak kullanıp taktım. Sınıfta kaybolan ya da başka yerde kaybolan eşyaları yürüten çok zeki arkadaşlarım bunları sınıf dolabına koyup lazım olduğunda işimize yarasın diye saklıyorlardı. İlk defa işime yaramıştı, gülümsedim. Eğer kravat takmasam müdür yardımcısı çok kızıyordu, gören çıplak geldim sanırdı, Allah muhafaza. Sınıfta her gün ki gibi gürültü patırtı eksik olmuyordu, sınıfta gözlerimi gezdirirken Berat'ın bana baktığını görünce birden afalladım. En ön sırada masaya oturmuş bir şekilde bana bakıyordu, ona baktığımı fark edince oturuşunu düzeltti. Sanki karşısında yüksek rütbeden birisi varmış gibi heyecanlanmıştı, yok artık! Elini nereye koyacağını şaşırıp pantolonunun cebine koydu, çıkardı, ardından masadaki kitaplarla ilgilendi, kahkaha atmamak için zor tutarken kendimi sınıf kapısı hızla kapandı. Hocanın geldiğini gördüğümde hızlı adımlarla sırama geçtim. Deniz'in bakışlarını üzerimde hissederken hiç arkamı dönmedim, ondan hâlâ utanıyordum, aynı zamanda kızgındım da. Köyden apar topar gitmeme rağmen ne aramış ne sormuş ne de mesaj atmıştı. İnsan bir sorar, iyi misin? Değildim, utanç duygum geçmediği gibi daha da katlanıyordu. Hele Toprak’ı gördükçe daha da artıyordu. O an yanımda neyse ki Deniz yoktu Toprak vardı ama babaanne öyle söyleniyordu ki eminim Deniz’de yaşanan rezilliği öğrenmişti. Ders rehberlik olduğu için test çözmemiz için hocamız bizi serbest bıraktı, çoğu kişi ses çıkarmadan test çözüyordu. Arkama dönüp baktığımda Deniz ile Mert’in uyuduğunu gördüm, gerçekten daha on dakika oldu, hangi ara uyudular? Önüme döndüğümde Toprak'ın matematikten test çözdüğünü, Burak'ın ise masanın altından telefonla League of Legends adlı oyunu oynadığını gördüm. Telefonu titredi ve mesaj geldiğinde direkt oyundan çıkıp WhatsApp’a girdi. Kaşlarımı şaşkınlıkla çattım, Burak’tan beklenmedik hareketler. Burak sevgili yaptığından beri midir nedir sanki biraz değişmişti, eskiden olsa bu oyundan çıkmamak için tuvalete bile gitmezdi şimdi tek mesaja çıkabiliyordu. Vay be. Ey aşk, sen nelere kadirsin, bizim bu soytarıyı bile yakında adam edeceksin. Nihan beni dürttüğünde Burak'ın ne yazdığını okumak için büyük bir çaba sarf ettiğimi anlayıp ona döndüm. "Tuana küs müyüz, yüzüme bile zar zor bakıyorsun?" Derdini anlayınca kollarımı birleştirerek trip moduna girdim, gözlerimi başka tarafa çevirsem de sessiz olmaya özen gösterdim. "Okul açıldı açılalı beni bırakıp da Mert'le oturan şahıs mı söylüyor bunu?" "Ya aşkım ya ben seni bırakır mıyım? Öyle olması senin de benim için de daha iyi gibiydi." Gözleri ile arkamızı işaret ederek dudak hareketleri ile "Yani en azından aşk hayatımız için böyle olması gerekiyordu!" dedi. “Hayatım hadi benim âşık olduğum adam belli de sen Mert’le ne alaka?” “Canım ben de âşık olma yolunda ilerliyorum ama Mert bu, tam anlamıyla da güvenemiyorum ki.” O kadar haklıydı ki bir şey diyemedim. Mert daha düne kadar Burak ile birbirinin eski sevgilileri ile çıkıyordu, gelip de güveneceğimiz son kişi bile değillerdi, en azından aşk konusunda. Kollarımı çözerek omzunu hafifçe ittirdim, onu bu şekilde yalnız bırakamazdım. "Tamam kız, affediyorum seni!" Beni kolumdan tutup kendisine çekti ve sıkıca sarıldı. Ne zamandan beri birbirimizle ilgilenmediğimizi daha çok fark ediyordum, zaten Nihan Berrak ile kavgamızda sonradan gelip özür bile dilemişti ama benim asıl kırgınlığım Mert ile yakınlaşıp beni arka plana atmasıydı. Saçlarımız birbirine girdiği ara birbirimizi bırakarak sırıttık. Ona, onunla konuşmadığım tüm o zamanda ne yaptığımı anlattım, hafta sonu olanları da anlattığımda sinirle arkasını dönüp tekrar önüne döndü. Solmaz olayına canını sıkmıştı, Deniz’i dövmek istese de onun suçu olmadığına Nihan’ı ikan etmiştim. Arkasından güzelce sövüp beni teselli etti, canım arkadaşıma kocama sövmemesi gerektiğini tatlı bir dille söyledim. “Kızlar!” Rehberlik hocamızın sesi ile önüme döndüm: “Pardon hocam.” Utançla önümdeki fizik sorusuna döndüm. Bir türlü çözemeyince sessizce Toprak'ın yanına gittim. Fizik dersinde ne kadar iyi olursam olayım sınavda çıkan soruları çözmekte zorlanıyordum. "Toprak şu soruya bakabilir misin, on dakikadır üstünde durmama rağmen bir şey anlamadım!" "Tabi canım, bakarım, ne olacak?" Soruyu bana o kadar açıklayıcı bir şekilde anlatmıştı ki şaşırarak onu seyrediyordum. Sorunun bu kadar kolay olmasına mı benim okuduğumu anlayamayacak kadar salak olmama mı yanayım, bilememiştim. Toprak siyah kemikli gözlüklerini burnunun üstünde yukarı doğru kaydırdı, kahverengi gözleri bir bana bir soruya doğru kayıyordu. Yüzünde tek bir sakal bile yoktu, düzenli tıraş olduğu belliydi. Kravatı boynunda düzgün bir şekilde takılıydı, beyaz gömleğinin tüm düğmeleri ilikliydi. Saçları dağınık değil aksine özenle arkaya doğru taranmıştı, elmacık kemiklerinin çıkıntısı o kadar belliydi ki... Onun yakışıklı suratına bakakaldığımı fark edince gözlerimi soruya doğru çevirdim. Deniz'le ikizlerdi, ben de Deniz'e aşıktım. Deniz'i bu derecede süzmeye utandığım için onu süzmem ve beğenmem gayet de normal karşılanabilirdi. Onlar dış görünüş bakımından birkaç ayrıntı dışında tamamen aynıydılar. "Toprak sen muazzam bir şeysin ya, ilk getirdiğimde de soru bu kadar basit gelmiyordu. Valla hocadan bile iyi anlatıyon, helal olsun." Tebessüm ederek "Rica ederim, ne demek! İşte bende bu konulara ait dün gece bolca test çözmüştüm. Bu soruya benzer bir soruda takıldım, o konuya bir buçuk saat daha vakit ayırdım. Sana denk geldi!" dedi mahcup olmuş gibi, çok mütevazı birisiydi. Annesi ve babası onunla gurur duyuyor olmalıydılar; şahsen ben bile gurur duyuyordum. Toprak’ın annesi Sevim teyze ve kocası Kazım amca evlatlarını çok iyi yetiştirmişti, en azından Toprak’ı gerçek anlamda çok iyi yetiştirmişlerdi. Birkaç bir şey daha konuştuktan sonra gülümseyerek sırama doğru döndüm, Deniz kaşlarını çatmış bir şekilde bize bakıyordu. Neden böyle baktığını anlamayarak sırama oturdum, arkama hafifçe dönerek kaşlarının arasına işaret parmağımla bastırıp kaşlarının düzelmesini sağladım. "Şöyle yapma Allah aşkına, yüzün kırış kırış olacak!" "Kimin umurunda!" Bunu soru değil aksine umursamazca söylese de cevap verme gereği duyup "Benim umurumda!" diyerek önüme döndüm. Dönmeden önce şaşkın suratının her yerini öpmek istemiştim, eminim gözlerim kalp şeklini almıştı, bunu görmesini istemiyordum. Arkama yaslandığımda Deniz saçlarımla oynamaya başladı, tokamı çıkarmıştı. Gülümsedim ve ciddi bir şekilde arkama doğru kısık bir şekilde "Saçlarımla oynama!" diye kızdım, güldüğüne emindim, umursamadan oynamaya devam etmesine içten içe sevindim. Saçlarımı küçük küçük örüyor ardından tekrar bozuyordu, örmeyi beceremediğine emindim. Gülümseyerek başka bir soruya geçecektim ki zil çaldı, kimse yerinden kalkmayınca hoca bizi överek dışarı çıktı. Hâlâ herkesin test çözdüğünü gördüğünde "Bir gelişme var!" dedi. "Bir gelişme var!" Hoca çıktıktan sonra sınıfın yarısından çoğu sıranın altından telefonu çıkartıp “Teknolojide çok gelişme var hocam.” deyip kahkaha attı. |
0% |