@hiyera212
|
İYİ OKUMALAR. BU BÖLÜMÜN SÜPRİZ KONUĞU DENİZ EFE KAYA, BEYEFENDİ, PAŞA HAZRETLERİ... SHSHSH ***DENİZ EFE*** Ders boş olduğundan gözlerimi dinlendirmek için uyuyordum, bir ara gözlerimi araladığımda Tuana’nın önümdeki sırada olmadığını gördüm. İkizimin yanına gitmişti; onun yokluğunu anlamış olacağım ki uyanmış gözlerimi kırpmadan bakışlarımı onlara sabitlemiştim. Gülüşerek bir şeyler konuşuyorlardı, Tuana'nın bir müddet gözleri Toprak'ın yüzünde durmuştu, hayranlıkla izliyordu. Bu bakışları her yerden tanırdım, benim Tuana'ya baktığım gibi Tuana’da şu anToprak'a bakıyordu. Kaşlarımı çatmış öfkeyle onları izlemeye devam ettim, dişlerimi o kadar çok sıkıyordum ki çene kaslarım ağrımaya başlamıştı. Sanki biz sevgiliymişiz de Toprak'la bir olmuş beni aldatıyormuş gibi hissediyordum, bu söylediklerim ne kadar saçma sapan olsa da öyle hissediyordum işte. Hislerimin kontrolünü kaybedeli çok olmuştu, raydan çıkmış bir şekilde hızla atan kalbime inat gözlerimden kin, nefret, tüm olumsuz duygular fışkırıyordu. Kıskançlıktı bu, mideme vuran ağrının, kalbimi sıkıştıran o acının adı kıskançlıktı. Belki de daha fazlası... Tuana sessizce ona bir şeyler söyledi, duymamıştım ama bakışları bu tarafa doğru kaydı. Bana baktı, yerine geçti. Ardından arkasını dönüp bana baktı, eliyle kaşlarımın ortasına bastırarak çatılmış kaşlarımı düzeltti. Daha ne olduğunu anlamadan ve sinirim henüz geçmemişken "Şöyle yapma Allah aşkına, yüzün kırış kırış olacak!" dedi. Sanki kalbim bir fırtınanın ortasında kalmıştı, bir cümle beni çıkmaza sürüklememeliydi, beni kor ateşlere atmamalıydı. Midemde karıncalanma hissi baş gösterirken bunun imkânsız olduğunu düşündüm, beni etkilememesi imkânsızdı. "Kimin umurunda!" Umursamamaya özen göstermiştim, ilgiyle gözlerime bakarak "Benim umurumda!" deyişi kalbimin ritminin hızını uçurdu, kalp krizinden ölmüyorsam tek nedeni Tuana'ydı. Yutkunmuştum, şaşkınlığımı umursamamış olacak ki önüne döndü. Onun görmeyeceğini düşünerek elimi kalbime koydum, derin nefeslerimin arasından sitem ediyordum. En ufak bir şeyde böyle yakan bir ateşin içinde senelerdir nasıl dayandığımı anlayamıyordum. Kalbimin insafsızlığı nereye kadardı, artık canımı yakıyordu! Tuana sırtını sıraya yasladı, saçları masaya sürtündüğünde düşünmeden aklıma ilk geleni yaptım. Bazen kendime hâkim olamayarak aklıma geleni yapıyordum, onu sevmeyi bile düşünmemiştim, öylece oluvermişti. Saçlarını ensesinde tokayla tutturmuştu, canını yakmamaya özen göstererek tokayı yavaşça çekip saçlarını özgür bıraktım, ardından tokayı kaybolmasın diye bileğime taktım. Yüzüne dökülen saçlarını arkaya doğru alıp masanın üzerine serdim. Saçları koyu sarı rengindeydi; saçlarının kokusunu içime çektim. Mucizevi bir şekilde çok güzel kokuyordu, portakal çiçeği gibi kokuyordu. Kalbim her saçına dokunuşumda hızını öncekine oranla bin katına çıkartıyordu. Sanki çiçekleri açmış portakal bahçesinde yürüyordum, öyle bir bahardı bu kız bana. Arkasına dönmeden "Saçlarımla oynama!" diye söylendi, saçlarıyla oynamaya devam ederken kısık sesle bir kahkaha attım. Nedense hiç kızıyor gibi durmuyordu, yalandan yapıyordu, numaracı seni! Güzel kokulu saçlarını küçük küçük örüyor ardından tekrar bozuyordum. Örme konusunda hiç yetenekli değildim, nasıl yapıldığını bile bilmiyordum. Başka bir saç tutamını almış örmeye çalışacakken zil çaldı, bu ölüp bittiğim saçları hiç bırakasım yoktu. Tuana ayağa kalkmayınca olduğum yerde kalıp dikkatli bir şekilde saçlarına odaklandım. Sigaramı sonra da içebilirdim, zaten tuvalette sigara içmekten nefret ediyordum, içtiğim sigara zehir olmamış olurdu. Onun saçlarına dokunmak, okşamak... Huzur, eşittir Tuana olmalıydı. Ben böyle bir kız tanımamıştım hayatım boyunca, gerçi ondan başka bir kızı tanımak da istemiyordum, orası ayrı bir konu. Huzuru busem olsa, yeter diyecek durumdayım. Diğer ders olmasına rağmen hiç saçlarını bırakmamıştım, huzuru tattığım şu anlarda beni kimsenin rahatsız etmesini istemiyordum. Arkasını dönüp tekrar önüne döndü benimki. Çok seviyordum ben bu kızı ya. Eskiden tombik yanaklı bir şeydi Tuana, gittikçe zayıflıyordu bence çünkü yanakları artık tombik değildi. Onun yanaklarının içe çökmeye başlamasından hoşlanmıyordum, onda en sevdiğim özelliklerden biri de o tombiş yanaklarıydı. Tuana benim ilk aşkım aynı zamanda da son aşkımdı. Eski haliyle sevmiştim onu, tombul yanaklarıyla, zümrüt yeşil gözleriyle... Bu kadar güzel oluşu sinir sistemimi bozuyordu çünkü güzelliğini benden başkaları da fark ediyordu. Berat’ın bugün ki heyecanı gözümün önüne geldiğinde yumruklarımı sıktım ve onu parçalara ayırmamak için sabır diledim. Allah var çocuk liseye başladığımızdan beri Tuana'yı sevdiğini söyleyip duruyordu, cesur birsiydi benim aksime. Ben uzaktan seviyordum onu, aramızdaki arkadaşlık bitmesin diye susuyordum. Ama o lavuk kimseden çekinmeden aşkını haykırıyordu, onu bu yüzden çok kıskanıyordum. Tuana’ya gözleri değmesin istiyordum, ona benim baktığım gözle bakamsın istiyordum. Sabah ki halleri de neydi öyle, Tuana ona sadece birkaç saniye bakmıştı ve o az kalsın kalpten geberecekti. Artık bir başka aşıktı, bir başka seviyordu. Benim gibi seviyordu ama ben ondan daha uzun seviyordum, her şeyini biliyor ona rağmen seviyordum. Bütün içtenliğimle, bütün kalbimle ona ait olduğuma inanarak seviyordum. Berat ise okulda gördüğü kadarıyla seviyordu, ders çalışan, okulun gözdesi olarak seviyordu. Hiç eğlenceli hâlini görmüş müydü, aklında binlerce deli düşüncenin dönüp durduğunu görmüş müydü? Gülerken yanaklarının ne kadar tatlı olduğunu, gözlerinin kısıldığını, burnunun fındığa benzediğini görmüş müydü? Kokusunu içine çekmiş miydi, saçlarını okşamış mıydı, rüyalarını esir almış mıydı? Ben sevgimi kimseyle yarıştırmıyordum ama acayip kıl oluyordum bu kıl kuyruğa, benim sevdiğim kızı seviyordu, benim göz bebeğime benim baktığım gözle bakıyordu. Delirmem için yeterli bir sebepti. Tuana'yı sevdiğimi biliyordu, bunu ona lisenin ta ilk yılında söylemiştim. O şaka ile gerçek arası Tuana ile uğraşırken bir daha uğraşmaması için söylemiştim ama o umursamamıştı, hatta benimle iddiaya girmek istemişti ama bunu kabul etmemiştim. O kadar inatçı birisiydi ki eminim sırf inadına sevmişti onu, sonunda itiraf da etmişti. Aşkını haykırmıştı, reddedilmişti ama o bunu umursamamıştı. Bense reddedilmeye hazır değildim, onu kaybetmeye hazır değildim, arkadaşlığımızın bitmesine dayanamazdım. Eğer hislerimiz karşılıklı değilse benden uzaklaşmasına, yüzüme bakmamasına, sırtını bana dönmesine hazır değildim. Benden gider diye ölesiye korkuyordum, bazen iki taraflı kaybetmektense en azından yanında olmaya mecbur kalıyordunuz. Tuana tombik ve pamuk şeker gibi yanaklarıyla bütün kalbimi ele geçirmişti, hayallerimde yer edinmişti. Arkadaşça da olsa dostça da olsa beni sevdiğini biliyordum. Beni neden sevdiğini bile bilmiyordum, ben bile kendimi bazen sevmiyorken üstelik, onun beni sevmesi inanılır bir şey olmasa da seviyordu işte. İmkânsız bir yolculuğa çıkmış kelebek gibi hissediyordum bazen kendimi. Amansız bir mücadeleye girmiş, olacakları seyrediyordum usulca. Sevdiğim kızın arkadaşı olmak kalbim sıkıştırıyordu, canımı yakıyordu durmaksızın. Tabii bu suç onun değildi, itiraf edemeyen bendeydi. Yaz tatillerinde onsuz kalıyordum, dünyanın en büyük işkencesiydi. Hayallerim yalnızdı, kalbim kimsesizdi; Tuana'nın yokluğunu her zaman her anımda hissetmiştim o zamanlar. Saniye saniye işkence çekmiştim, bir yabancı kadar aciz kalmıştım. Bazen diyorum kendi kendime, neden ben, neden? Bu aşk kalbimi paramparça etmişti. Bütün ruhumu söküyorlarmış gibi, canım hiç yanmadığı kadar yanıyordu. Acaba Tuana'yla kavuşsam, onu sevdiğimi söylesem bu içimdeki sevda biter mi? Hayır, hayır... Bitmemeli, bu kadar kolay olmamalı. Kendimi kandırmanın bir anlamı yok, hissettiğim aşk yeterince kalbime fısıldıyor ve beni benden alıyordu. Burak bana Tuana’yla sevgili olursam bunca yıllık sevdamın hâlâ eskisi gibi devam edip etmeyeceğini sormuştu, bana bu bir heves de olabilir, demişti. Ağzını kırdığımın yavşağı, herkesi kendisi gibi görüyordu. Öğle arası kızlarla Mert yemekhaneye gitmişti, Toprak da arabayla eve gitmişti; annemin yemeklerinden vazgeçemiyordu kendisi. Burak'ta onunla gidecekti ama kantinden ona tost aldığım için benimle birlikte kalmıştı. Yalnız kalmak istemiyordum, yalnızlığımı hatırlamak istemiyordum, bu kadar kalabalık içinde yalnız kalmak berbat bir duyguydu. Bu hissin geçmesi için sanırım Tuana'nın bana sarılması ve benden asla uzaklaşmaması gerekiyordu. Burak, en yakın arkadaşımdı. Benim kardeşim, dostum ve çoğu zaman Toprak'a anlatmayacağım şeyleri bile ona anlattığım için sırdaşımdı. Tuana'ya sevdalı olduğumu dile getirdiğim tek kişiydi. Tuana’yı takıntı haline getirdiğimi bilmiyordu, sadece hoşlanıyorum, demiştim. Bunu söylersem dalga geçilebilir bir seviyeye geçerdim ve ben bunu hiç istemiyordum. Bildiği fazlaydı bile. Gerçi dalga geçmekten çok benim sevdamı küçük görüp beni ondan uzaklaştırmaya çalışabilirdi ve ben bunu istemiyorum. Hem de hiç. Gerçi şu ana kadar onu bana ayarlamaya, beni ona ayarlamaya o kadar çok uğraştı ki kız zannedecekti ki bunları ben söylüyorum. Tamam sevsem de kimse Burak'a bu işe burnunu sokması gerektiğini söylememişti. Yapması gereken tek şey benim derdimi dinlemekti, çözüm üretmesine gerek yoktu. "Akşam ne yapıyoruz Kedi?" Burak'ın cuma günleri daima kenarları sıfıra verilmiş kumral saçları vardı; saçını kestireli üç gün olmuştu ve hala kısacıktı. Benimkiler hemen uzayıverirler çünkü bakımını asla ihmal etmem. Burak’ın gözleri mahallemizdeki Maviş, adlı kedinin göz rengi ile aynı olduğundan biz kendi aramızda ona Kedi, derdik. Tabii bunu aramızda söylüyoruz, kızların yanında demiyoruz; bunun işi belli olmaz. Bizi linç edebilir aynı zamanda beni ifşa da edebilirdi. Güven desen onda on. "Akşam benim işlerim var, asıl siz ne yapıyorsunuz?" Gözlerimi devirdim, sevgilisiyle buluşacağından şüphem yoktu. "Bir kız için bizi satmaya devam et!" Ondan daha yakışıklıydım, bence, lakin Burak bana göre daha gevşek olduğu için genellikle kızlarla da aşırı yavşakça konuştuğu için sürekli bir sevgilisi olurdu. Benim bu zamana kadar sevgilim olmamıştı, olamazdı da. Kalbim doluyken başka bir kızla gönül eğlendirmek şöyle dursun o kıza da boş yere umut verip kalplerini kırmazdım. Tuana'ya en kısa zamanda açılmayı ve ömrümü onunla birleştirmeyi hayal ediyordum ancak benden uzaklaşır diye denemiyordum. Deneyemiyorum. "Oğlum Tuana sana yüz verse, hadi sevgili olsanız; sence bize ayda kaç dakika ayıracaksın? Ben sizin için günlerimi feda ediyorum, şükretmen gerekirken neler diyon!" Haklı olma ihtimali susmama neden oldu. Tuana ile sevgili olsak ne kadar zamanım varsa hepsini ona verirdim her halde! Bu yüzden sınav süreci bitene kadar çenemi kapatsam iyi ederdim, kızın hayallerini altüst etmektense biraz daha acı çekmeyi yeğlerdim. Gülüşlerinden öptüğüm kız yani yengeniz Tuana, kantinin kapısından etrafı süzüp gözleri bizi bulunca sırıttı ve salına salına yürüyerek bize doğru adımladı. O hızla gelirken ben onu ağır çekimde izliyordum sanki, hafif bir rüzgâr saçlarını arkaya savuruyor etrafında gökkuşağı çıkıyordu. Bir sandalye çekerek oturdu, hâlâ sırıtıyordu. O kadar güzel gülüyordu ki nedenini sormak istiyordum. Burak benden önce davranarak "Hayırdır kız, ağabeyin Nefes'ten vazgeçmiş gibi bir halin var!" diye sorunca tek kaşımı çattım, ne alaka şimdi? Bir ben anlamamışım gibi Tuana gözlerini devirdi ve "Yok olum ya, ben Nefes’i kabul ettim hem." Dese de iç çekti Çok kabullenmemiş gibiydi. Nefes'le araları mı bozuktu, kız bir yamuk mu yapmıştı? Burak ile ikisi benden çok konuşup çoğu zaman da dedikodu yaptığı için genellikle konulara pek hâkim değildim. Dedikodu yapmayı da yapılan ortamda durmayı da sevmiyordum, çok konuşulan ortamda fazla sese hele hiç gelemiyordum. "Ne oldu peki?" "Ne olacak, Mert Nihan'ın peşinde koşuyor!" Ciddi bir şekilde baktım ona, ne yani Mert âşık olamaz mıydı, Mert'in aşkıyla alay mı ediyordu. Sinirimi bozmuştu, ona aşkımı söylesem ya inanmayacak ya da beni takmayacak mıydı? Dalga mı geçecekti yoksa? Onun gözünde o kadar mı düşmüş bir haldeydik? "Mert kaç yıldır onun peşinde zaten, ilk defa bu kadar uzun sürdü!" Burak'ı onayladım, "Ve hiç bu kadar ciddi görmemiştim!" dedim. Tuana gözlerini bana çevirdi, o hayranlık ifadesi yine yüzündeydi. Burak "Mert için Nihan'la konuştum, Nihan'da onu seviyor ama biraz beklemesi gerektiğini; sınav yüzünden dikkatinin dağılmamasını söyledi." Gülmeye başladı, gülmek dediysem böyle ağzında hoparlör varmış gibi yüksek sesli olunca birkaç kişi haliyle bize dönüp baktı, gözlerimle onlara ters bakış attığımı görünce de önlerine döndüler. “Ben de Nihan’la konuştum da bana sınav yerine güven meselesinden bahsetti.” Dedi Tuana, “Malum bir gerçek var ki siz birbirinizin kırıkları ile sevgili oldunuz.” bakışlarımı yere eğdim. Ne kadar rezil, yavşak varsa benim arkadaşımdı. Tuana da ileride bana güvenmezse bu hırdavat, gavat sürüsü yüzündendi. “Yahu kızım onlar eskidendi eskiden, çocuktuk o zaman. Şimdi boşboğazın teki duyup cancağızıma söyleyecek, unut bu olanları, sil o kafandan!” deyip tostunun son lokmasını ağzına attı. “Bence birbirlerini seviyorlar, kafaları da kalpleri kadar rahat olduğunda sevgili olurlar.” Dedim. "Ya inanamıyorum, ikisi de birbirlerini seviyorlar yani.” Sağ elini sol göğsünün yani kalbinin üstüne koyup “Ah kalbim, çok heyecanlıyım, sizce evlenirler mi?” diye sordu. Onu tekrar yanlış anladığım için kendime kızdım, o aşkla asla alay etmezdi, onun da aşka saygısı vardı. “Düğünde ne giysem ki? Ayy çok mu erken davranıyorum?" Asıl amacının kıyafet olduğunu anlamamla gözlerimi devirdim, cidden, ah kadınlar… "Ne acelesi canım, sınava beş ay var; sınavdan sonra ilk gün sevgili olsalar iki seneye de düğün yaparlar, sen de o zamana kadar elbiseni anca bulursun!" Burak kahkaha atarak söylediği şeylerle sevdiceğimin sinirini bozmuştu. Burak'a aldırış etmeden ki kesinlikle Burak haklıydı ama ona haklısın demektense Tuana’nın gönlünü almayı yeğlerdim. Burak asla haklı olmamalıydı. "Sen uğursuz Burak'ı kafana takma, eğer evleneceklerse ben seni alışverişe çıkartırım, ne istiyorsan alırız!" dedim. Burak alttan alttan kaş göz işareti yapsa da Tuana utana sıkıla "Hımm, artık beni de dansa kaldırırsın bence?" diye sordu, kahkaha atarak "Sen istediğin her an seni dansa kaldırırım!" dedim, gülümsedi. |
0% |