@hiyera212
|
***DENİZ EFE KAYA*** Telefonumla uğraşırken bir bildirim geldi, Tuana Hanım; Twiter hesabından 'Bizim okulu yakanla evleneceğim..!' diye tweet atmış. Çok aşırı kıskançlığımla ünlü olduğum için, kıskanç olanlarınız beni anlar, okuduğum satırla kafamın tası attı. Hayır yani, zaten şurada okulun bitmesine birkaç ay kalmış, ne gerek var böyle bir şeyİ tweet atmaya! İNANILMAZSIN bazen Tuana, yemin ediyorum! Bunun üzerine bende kendi hesabımdan 'Hayat bazen acı dolu sözcükler fısıldar kalbine ve o an ruhundan akar, damla damla göz yaşı.' diye tweet attım. Bu alıntı bir sözdü, Tuana Bozkurt'tan... Anlar diye ama yok dostum nafile. Yorum bile yapmadı. O kadar kız beğenip yorum yapmışken üstelik! Burak'ın ve Tuana'nın arkadaşlıklarını kıskanmıyor değildim. Benden daha yakınlardı, benden daha uzun süre birlikte takılmışlardı. Ben gittikten sonra ne yaşadılar hiçbir fikrim olmasa da her şakalaştıklarında birbirine dokunmalarını bile hazmedemeyen biriydim, yaşadıkları unutulmaz anıları öğrenmek istemiyordum. Yaz tatillerinde ondan bilerek ayrılıyordum; bunun sebebi ise yanında olursam ve kafayı derslere takmayacak olduğumdan Tuana ondan hoşlandığımı anlardı. Ona nasıl baktığımı anlar ve benden kaçardı. Kardeş, arkadaş, dost, kanka... Umurumda bile değildi bu sıfatlar. Ancak okuldaki bir erkeğin ondan hoşlandığını ve ona teklif edeceğini duyduktan sonra bendeki kayışlar tümden kopmuştu. Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. O mektubu ben yazmıştım, benim yazımdan tanıması gerekmez miydi, neden inanmak istemiyordu bana, belki de biliyor! Ya da mektup yazarken güzel olmasına aşırı özendim! Yazımı nasıl tanımazdı? Mesela benim Tuana'yı ilk görüşte âşık olmam ve ona arkadaşça yaklaşmam gibi. Tabi o zaman aşk nedir bilmiyoruz, büyüdükten sonra öğreniyorum bunun aşk olduğunu. Sonra aynı okullarda, aynı mahallede benimle büyüyor bu sevda. Birlikte oynamalarımız, tartışmalarımız... İlkokuldan mezun oluyoruz, küçük bir kutlama yapılıyordu okulda. Üzerinde fıstık yeşili bir elbise, öğretmen herkesi eşleştirmiş; dans edeceğiz. Tuana'nın eşi Toprak'tı, nasıl üzgündüm ben... Biricik kardeşim dayanamamıştı halime ve yer değiştirmiştik. Tuana ile dans etmiştik, pek becerebildiğimiz söylenemezdi ama o bizim ilk dansımızdı. Kulağıma eğilip "Deniz neden yer değiştirdin Toprak'la?" diye sormuştu. Belki ilk defa âşık olduğum kızdan utanıyorum ama o mutlulukla gülümsüyor bana. Ben ise arkama bakmadan kaçıp gidiyorum. Şimdiki aklım olsa kaçmazdım, yanaklarından öperdim. Ne utandım be! Tam bir rezillikti! Beni hocaya söyleyecek diye korkup kaçmıştım. O an aklıma gelince gülmeden edemedim. Tuana benim özlemimdi, canımın içiydi, buruk yanımdı, eksik aynımdı. Bütün aptallığımla ortaokuldan beri kanka diyerek yanında kaldığımdı, ağabeyinden korkup kardeşim dediğimdi. Allah var bu sene bu salaklığımdan kurtulmuştum, en azından ne kanka demiştim ne kardeş! Benim kardeşim ikizimdi, Toprak'tı. Kerem'di, Mert'ti, Burak'tı. Tuana değildi, Tuana sevdalımdı. Tuana'm; kumral saçlarına ölüp bittiğim. Gözleri bütün yıldızlardan hatta güneşten bile daha çok parlayan sevdiğim. Tuana benim sevgimin ışığını gözlerinde taşıyor gibiydi. Yeşil zümrüdüm benim, hayatıma anlam verenim. Ahh Tuana ahh. Yok mu ahh senin o kokun... Esir ediyor beni, dayanamıyorum sana, bakmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Yoksa arkadaşım dediğime yan gözle bakacak insan mıydım ben? Her insanın teninin kokusu kendine hastır, her koku çekici gelmez insanlara ama onun kokusu o kadar çekici ki onun kokusuyla mest olurken buluyorum kendimi. Telefondan bir fotoğrafını açıp baktım, gözlerinin güzelliğinden mi desem yoksa bakışlarının derinliğinden mi bilemedim her kare ayrı bir güzel. "Bir çıksam karşısına, 'Sen benimsin, benim her şeyimsin.' desem, nasıl olur lan?" Burak'a da sorulacak soruymuş gibi sordum ben de. Belki bir erkeğin halinden en çok erkek anlardı, ancak bizim deli kafalı Burak'ın anlayacağı iş ise işi oldu bittiye getirmekti. Hemen her şey olup bitsin derdindeydi, bu yüzden sürekli beni onunla baş göz etmek istiyordu. "Diyorum sana, gel şu kızı sana ayarlayayım. Ne de olsa hiçbir zaman benimle kurduğu arkadaşlığı seninle kuramadı. Sen buna izin vermedin, biz kardeş gibiyiz, senle o ise birbirini uzayda arayan gök taşları gibisiniz." diye nutuk çekmeye başladı. "Nasıl ayarlayacaksın lan, mal mısın?" Bir de soruyorum, hata bende. "Ne bileyim olum, daha önce kimseyi birine ayarlamadım." Al işte, süzme salak. Madem böyle bir niyetin yok ne diye söylüyorsun, işi gücü laga luga. "Oğlum sen ne kadar çok konuşuyorsun boş konuşuyorsun.” “En azından ben hoşlandığım kıza açılabiliyorum.” Dediğinde koltuktan bir yastığı kapıp ona fırlattım. Haklıydı ama haksızdı işte. “Yavşak ağızlı, ben de söylemeyi biliyorum. Bana bakacağını bilsem zaten dünden söylerdim.” Dedim. Bende ki bu özgüvenle zaten bu iş başlamadan bitmişti. “Geri zekalı, söylemeden nasıl karşılık vereceğini nereden biliyorsun ben de onu soruyorum. Ya kabul ederse seni ya seni seviyorsa diyorum ama o sikik beynin beni algılamıyor.” “Burak siktir git başımdan Allah için.” Koltukta uzanıp ellerimi başımın altına aldım. “Bazen kızlarla dedikodu yapmak için sevgili oluyormuşsun gibi geliyor.” “Ne alaka oğlum?” “Ne bileyim, için gücün boş laf. Ağzın o kadar gevşek ki dedikodu yapıp duruyorsun.” Acayip dedikoducu bir herifti, Tuana olsun Mert olsun saatlerce çekiştirirlerdi insanları, şahsen ben böyle bir insan olamazdım. Gerçi Tuana ile olsa hayır da demem herhalde, onunla saatlerce konuşmak için bile dedikodu yapardım. Hatta bütün mahallede ne olmuş öğrenir ona anlatırdım ama işte, bana tersti, racona tersi aga be! Burak’ın saçma sapan sohbetlerini dinlemek yerine zihnimdeki sorulara yanıt aramaya başladım. Tuana’nın bazı hareketlerinden benden hoşlandığını çıkartsam da emin olamıyordum. Bu davranışları arkadaşı olduğum için mi yoksa başka bir duygu yüzünden mi emin olamıyordum. Beni çok sevmesini arkadaşlığımıza yormasını istemiyordum. Onunla aramızda arkadaştan öte, hatta daha güçlü bir bağ olduğunu onun da anlaması gerekiyordu. Bunu elbet bir gün mutlaka anlayacaktı, iş işten geçmedi anlasa iyi olurdu. "Gerçekten gidip teklif etmeli miyim?" Kendimi geri zekalı gibi hissediyordum, Burak gibi vasıfsız birisi ile hayatımın en önemli konusu hakkında yardım istemek çok zoruma gidiyordu. "Of kanka nereden bileyim şurada iki dalga geçirtmiyorsun kendinle." deyip somurtup telefona baktı ve homurdanmaya başladı. Burak'ı sevsem de onu öldürebilirdim. Hem de şu an. İçimi yiyip bitiren, kalbimi her türlü rahatsız eden hissettiklerim bana o kadar yabancıydı ki. Yıllar geçmek mi bilmiyor yoksa yıllar geçse de duygularımı itiraf edecek gücü kendimde mi bulamıyorum anlamıyorum. Her seferinde bir şeyler oluyor ve ben ona tekrar tekrar tutuluyorum ama itiraf etmekten gittikçe çekiniyorum. İç dünyamdaki insanla dış dünyaya gösterdiğim insan arasında o kadar fark var ki. İçten içe onu ne kadar sevdiğimi söylüyorum kendime, hatta çığlıklar kopuyor ruhumda. Ancak yüksek sesle söyleyemeyeceğim kadar korkak hissediyorum kendimi. Cesaretim olsa, çıksam karşısına, seviyorum diyebilsem... Olmuyor, yapamıyorum. Zamanla da alışamıyorum buna, her saniye söylemek istiyorum. Her saniye onu sevdiğimi ona haykırmak, ona sıkıca sarılmak ve doyasıya öpmek istiyorum. Bu düşünce utanmama neden oldu, nedense aklımda öyle büyük fırtınalar kopuyor ki böyle sapkın düşünceler kızarmama neden oluyordu ve bu çok tuhaftı. Bu böyle gideceğine ben hiç var olmayayım daha iyi, ben neden yaşıyorum ki onsuz? Bilmiyor ki onsuz yaşayamadığım için yanında varım. Ne kadar bencil olduğumu bir bilse, beni ne kadar dövmek isterdi, kestiremiyorum. Okul bitmek üzereydi. Yaz tatiline çok az zaman kalmıştı. Bu yıldan sonra onu artık haftanın beş günü nasıl göreceğimi bilmiyordum. Son sene, son! Üniversite ne olacak kaygısı yerine, biz ne olacağız kaygısındayım daha çok! Hangi yalanı uydurup onunla görüşmeye çalışacağımı bilmiyordum. Ama şu var ki okul biter bitmez şu kankalık oyunu bitecek. Bundan kesinlikle eminim. Öyle bir şey yapmalıydım ki hem o benim yanımda olmalıydı hem de onu sevdiğimi bir yerden fısıldamalıydım. Zaman o kadar kıymetli ki bundan bir kaç yıl önce diyordum daha önümde çok zaman var, ancak baktım ki yollarımızın ayrılmasına çok az bir zaman kalmış. Tamam bu paranoyaklıktan başka bir şey değildi ama ne olacağını bilmiyordum. Bu andan itibaren tek amacım onun sevgimi hissetmesiydi. Kalbime inen her hançerde hissediyordum onun nefesini, yakınımda olduğunda kalbimin her atışının ne kadar hızla çarptığını bilmek bir zulüm gibi geliyordu. Hayallerime bile sığdıramadığım hislerim geliyor bazen gözümün önüne. İçimde yetişmekte olan bir fidan gibi, tomurcuklanmaya yüz tutmuş filiz gibi. Her gün biraz daha yeşermekte olan, öncekinden ne fazla ne eksik, her bakışta içime sindiremediğim bir pişmanlık, bir günah gibi... Olmuyor işte, ne olursa olsun biraz daha çok seviyorum onu ama o bunu bilmeden hayatına devam ediyor. Şarkı söylerken nakaratlar fazla olur ya fazla fazla söyleyesim geliyor onu. Bir şarkı gibi seslendiresim, dudaklarımda onun adını sesime dökesim var. Parmağımın ucundaki piyanoda onun ezgilerini çalasım, omurgasında hayat bulasım var. İşte bu yüzden, söylemem gerek ona onu sevdiğimi. Bir şarkı fazladan seslendirmeliyim, kulağına fısıldamalıyım...
En çok hangi karakteri seviyorsunuz?😉😁 Deniz de Tuana'yı çocukluğundan beri seviyor, siz ne düşünüyorsunuz?😍❤🖤🤎 İkisi de birbirine aşkını itiraf edebilecek mi acaba?🙄 Burak ikisinin de birbirine aşık olduğunu bildiği halde neden ikisine de bunu söylemiyor dersiniz? 🥴 Keşke benim de Burak gibi bir arkadaşım olsaydı, iyi bir döverdim her halde, Burak aşkım senin saçlarını tek tek yolardım ama o kadar sır tutan birisin ki seni sevmemek elde değil.😍😘 |
0% |