Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27. BÖLÜM

@hiyera212

Satır araları yorumlar olursa sevinirim... Lütfen oy vermeyi unutmayın aşk kuşlarım😘🖤

***TUANA BOZKURT***

Okula doğru attığım her adım beni geleceğe taşıyordu sanki, artık üniversite için büyük bir hayalim ve gerçekleştireceğime inandığım büyük bir hedefim vardı.

Artık çocukluktan çıkarak yetişkin bir genç kız ne kadar çalışabiliyorsa o derece sarılacaktım kitaplara, artık damarlarımda akan kan yerine kelimeler ve sayıların sıvılaştığı uzun bir zaman olacaktı.

17 yaşında bir genç kızın en büyük hayali de üniversiteye giderek özgürce yaşayabileceği bir dünya yaratmak olmalıydı. Ben hep ablamla ağabeyimin başarıları yüzünden arka planda kalmış bir kızdım, okul birincisi olmam yetmiyordu bana; il birincisi olmak bile yetmeyecekti eminim. Anneme göre en iyisi ben olmalıydım, en mükemmeli…

Ablamın Hacettepe’de hukuk okuyuşu, ağabeyimin İTÜ’de bilgisayar mühendisliği okuyuşu benim de en az onlar kadar iyi bir üniversitede iyi bir bölümde okumam gerektiği anlamına geliyordu. Hiçbir zaman onlar kadar iyi olamayacağımı düşünmüştüm, hep kendimi yetersiz hissettirmişlerdi bana. Lakin bu böyle gitmeyecekti, benim gibi aşırı rekabetçi bir kızı kendi kardeşleri ile kıyaslamak çok kötü bir düşünceydi. Çalışıp çabalayacak onlardan daha iyi yerlere gelmek için elimden geleni yapacaktım, yoksa benden tembeli yoktu.

Ailemin beni bu şekilde yetiştirdiğine inanamıyordum, hep bir kıskançlık hep bir geri plana atılma… Küçüklükten beri unutulmuş hissederdim kendimi, belki de bu yüzden benden başka bir kardeşim olsun istememiştim, hâlâ da istemiyordum. Yoktu da zaten.

Herkes benden tıp fakültesi(!) beklerken kazansam dahi tercih eder miydim emin değildim. Tıp fakültesi için yeterince puana zaten sahip değildim, şu ana kadar deneme sınavlarından aldığım en yüksek puan sayısaldan 450 civarıydı, daha fazla çalışsam tam puan alır mıydım orası da soru işaretleriyle kaynıyordu ama bilmiyordum, ben kan sevmezken gidip de doktor ya da hemşire olamam değil mi?

Psikoloji okuma hayalim de vardı şimdi, onu daha çok istiyordum. Başka bir ses öğretmen olmamı başka bir ses de hiç olmayı söylerken kafamdaki sesleri susturmak adına nefesimi tuttum ve gözlerimi kapadım. Gittikçe çorbaya dönen kafama lanet ettim! Oksijensiz kalıp boğulup ölmemek adına nefes aldığımda artık üniversiteyi düşünmüyordum.

Okul evimize çok yakındı ama babam bu ay çıkana kadar okul servisiyle gitmeme karar vermişti; yemin ederim masraftan başka bir şey değildi. Şu sıralar acayip yağış vardı sabahları bu yüzden genelde Deniz arabayla giderken beni de alırdı ama çok sevgili mahallem aileme erkeklerin içinde ne işim olduğunu söyleyince babam da haliyle servis ile gitmeme karar vermişti.

Kızıl çamlardan oluşan ormanın kenarından geçiyorduk, okulumuz evlerden, gürültüden uzak olsun diye ormanın içine yapılmıştı ama çok geçmeden daha kötüsü olmuştu. Köye giden araçların bu yolu kullanması, ormanın bir tarafına yapılan TOKİ inşaatı yüzünden bitmek bilmeyen gürültü okulumuzda peydah olmuştu. Kafamı cama yaslayıp kafamın tıkır tıkır etmesini sağladım, ben mi değiştirecektim bu ülkeyi de her şeyi sorun haline getirip düşünüyordum bu kadar?

Kısık da olsa bir ses duydum, bu bir müzik sesiydi. Şarkı kulağa o kadar hoş geliyordu ki kanımda aniden bir hızlanma hissettim, tansiyonum çıktı herhalde. İşte şu an bu melodi bana tam olarak böyle sesleniyordu. Tabii bunun Deniz'in sesiyle hiçbir alakası yoktu(!), ben diğer şarkıcıların müziklerini duyunca da böyle yapıyordum!

Ön koltuğumuzda birisi Deniz Efe'nin söylediği bir şarkıyı dinliyordu, biricik sevdiceğimin sesini her yerden tanırdım. Biraz kıskansam da bir şey diyemedim, çocuk gitmiş video yüklemiş herkes dinliyor, bir kişiye mi kızayım?

Biraz kafamı ön koltuğa yaslasam da ses kulaklıktan geldiği için çok iyi duymuyordum. Ayağa kalkıp ön koltukta oturan kişiye baktığımda kalbim hızla atmaya başladı. Üzerinde siyah bir kapüşonlu vardı ve yüzünü gizliyordu, kafasını cama yaslamıştı ve şarkıyı mırıldanıyordu.

Onun yüzünü tam göremesem de burnu ve dudaklarını görebiliyordum, dudakları çok öpülesi duruyordu. Etkilenmemem gerekirdi çünkü ben Deniz'e aşıktım ama maalesef ki azıcık etkilenmiştim. Azıcık ne kelime dibim düşüvermişti.

Okul servisi bir evin önünde durduğunda öne doğru savruldum ama yan koltukta oturan çok sevgili kankim sağ olsun kolumdan tutarak beni yerime oturtturdu. "Ha mal ha, öküz gibi tuttun be kolumu!" diyerek sinirle çemkirdim. Kolumu resmen morartmıştı bu öküz.

"Ne geziyorsun ayakta, kıçına diken mi battıydı?" diye sorduğunda tek kaşımı kaldırıp "Bunu gerçekten de soru olarak mı soruyorsun?" diye sordum. Yeşil gözlerini devirerek "Sus, n'olur!" diyerek inledi.

Canım arkadaşlarıma bu servis olayını anlattığımda hakkımda konuşan insanlara güzel iltifatlarda bulunup sülalelerine selam yollamışlardı. Burak ise servise kendisinin de kaydolacağını söyleyip beni yalnız bırakmayacağını söylemişti.

Şu an Burak’ın kararın ne kadar kötü olduğunu onun ayakkabısını çıkarıp dizlerini kendisine çekerek şekerleme yapmaya başlamasıyla anladım. Bu çocuk bu dünyadan mıydı yoksa uzaylı mıydı?

"Burak ne yapıyorsun kanka, babanın evinde misin?" derken ben de ayaklarımı karşı koltuğun arkasına uzatmıştım. Arkadaşını kınarsan başına gelir. Burak'ın saçmaladığı her yer benim saçmalamam için uygundu.

Burak benim çocukluk arkadaşımdı, kendimi bildim bileli Burak'la beraberdim, onunla -küstüğümüz günler hariç- hiç ayrılmamıştık, o resmen benim çocukluğumdu. Deniz'de benim çocukluğumdu ama arkadaştan öteydi o. Küçükken hani aşkı falanda bilmezsiniz de işte yine de bir şeyler hissettiğiniz biri olur ya Deniz de öyleydi benim için, kendimi bildim bileli onu her gördüğümde içimde tarifi imkânsız bir nakarat kök salıyordu, o kök şimdi epey bir kalınlaşmış ir halde kalbimin derinlerindeydi.
"Tuana, su var mı kız yanında?" Burak'a ters ters baktığımda "Ne var lan, aseton istemişim gibi bakıyorsun?" diye sorduğunda gülümsedim ve içimden düşüncelerimi böldüğü için küfrettiğim arkadaşıma çantamın kenarından aldığım şişeyi uzattım. Asetonu da bilir, rimeli de bilir benim antilop arkadaşım.

"Al, hepsini bitirme!" demeden suyu kafasına dikince ağzım şaşkınlıktan ayrıldı.

"Yuh ama ya!" diye çemkirdim ve şişeyi almaya çalışayım derken şişeyi Burak havaya fırlattı ve şişe ön koltuğa doğru uçtu.

"Al, gördün mü yaptığını ayı!" diye Burak bana bağırdığında sinirle gülmeye başladı, gerçekten aşırı tuhaf bir karakterli bir arkadaşım vardı.

Dişlerimi sıkıp ayağa kalktım ve Burak'ın o çok sevgili sarı saçlarından tutup "Ağzıma geleni saymak istiyorum ama dua et çocuklar da var, umurumda mı bilmiyorum ama sövmek istiyorum sana Burak!" diye çemkirdim. Küfür etmemeye yemin etmesem ona şurada ana avrat dümdüz kaymıştım.

Omzuma çivi çakıyorlarmış gibi hissettiğim acı nasıl bir parmağa ait olabilirdi ki? Ben o parmağın sahibinin ta...

“Küfür yok anam, küfür yok!”

Arkamı döndüğümde sinirle çatılan kaşlarım, alev alan gözlerim aniden şaşkınlıkla açılan ağzıma ve kalp kalp olmuş gözlerimle devam etti.

Bedenim kitlendi, o an kendimi final yapmış dizinin özel bölümü gibi hissediyordum.

Çenemin altından işaret parmağı ile kafamı yukarı kaldırıp "Kaç yaşındasınız siz, biraz rahat dursanız şaşacağım.” diye kızdığında az önceki çocuğun ritmik sesi ile düşler aleminden çıkmış bulundum.

“Vay anam, vay. Sen buralara nirden geldin?”

Gömleği ıslanmıştı, kahverengi gözleri sinirden olsa gerek kızarmıştı. Yüz şekli o kadar biçimliydi ki melekler onu dualarla dünyaya göndermiş gibiydi, bütün ressamlar onun önünde diz çökebilirdi. Bu nasıl bir sanat eseriydi, ömrümde gördüğüm en yakışıklı surat onunkiydi.

ÖN koltukta oturup üzerine su döktüğüm kişi Deniz'den başkası değildi. Ben de diyordum ben başkasından etkilenmem yani, Deniz'e aşığım ya, nasıl etkileneyim? Neden bizimle aynı servise bindi ve bizim neden bundan haberimiz yok?

"Deniz?"

"Olum napıyon lan orda, niye bize haber vermedin?"

"Çeneni Burak, çenenin yayını-"

"Ben ne dedim Tuana?"

Ellerimi teslim oluyormuş gibi kaldırıp "Artık hiçbirinizi anlamıyorum ki ne haliniz varsa görün?" diyerek Deniz'in elindeki şişeyi alıyordum ki şişeyi çekmesi ile bu sefer de şişe Deniz'in yanında oturduğu çocuğun üzerini ıslatmasın mı? Aman ne güzel!

Çocuk hızlıca ayağa kalkıp bize ölümcül bakışlarını atarken "Olum siz teşkilat mısınız lan, okulda bıkıyoruz bari burada rahat verin amına koduğumun gavatları!"

Burak ayağa kalktığı sırada Deniz benden tarafa eğilerek kulaklarımı tıkamıştı ama tüm sülalenin kulağını çınlatacak bir küfür ettiğini dudak hareketlerinden okumuştum.

Çocuk omzundan Burak’ı ittiğinde o da geri çekilip hızla ayakkabısını giymeye başladı. "Valla küfrümü müsait bir yerde icraata sokarım da sen bu mallıkla bayağı bir incinirsin!"

"Ne diyorsun oğlum sen?" Bir Burak'a bir karşımdaki çocuğa bakarken sinirle bağıran yakışıklı sevdiğime baktım.

"Oğlum ikiniz de kesin sesinizi! Yarı yolda indirecek adam bizi!" kafamı sallayarak onu onayladım ama beni takan olmadı.

"Oğlumlu falan konuşma lan, ayağını denk al yoksa ben aldırmasını bilirim!" Bu çocuk kavga mı istiyordu, yani iki buçuk kişiye karşı tek kişiydi. Hayır, buçuk ben değil Burak'tı! Tamam tamam, şaka yapıyorum!

"Bildirsene lan, Allah aşkına bildir!" Bu çocuğun Burak karşısında hiçbir şansının olmadığını biliyordum, çünkü çocuk bir hayli zayıftı. Deniz ilk defa kavgayı bitirmek istermiş gibi arada kalmış onları sakinleştirmeye çalışıyordu.

Onları dinlemek yerine Deniz'in ellerine bakıyordum; parmakları biçimli, avucunun içinde hiçbir nasır barındırmayan ve tırnaklarının kenarları tertemiz olan ellerine bile âşık olmuştum.

Kendi tırnaklarıma baktım, kenarlarındaki etler soyulmuştu, tırnaklarımı kemirdiğim için kısa hem de yamuk yumuktu. İşaret ve baş parmağım kalem tutmaktan nasır tutmuştu, işaret parmağıma da yara bandı yapıştırmıştım. Su toplamıştı ve ben onu kemirdiğim için derisini soymuştum. Gerçekten tuhaf bir yaratıktım, bir erkekten daha çirkin bir elimin olması ne kadar da saçmaydı.

"Bunu kız arkadaşının yanında yapmamı istediğinden emin misin?" Burak'a söylediği şeyle kaşlarım çatıldı, Ahsen'den mi bahsediyordu yoksa benden mi? Ben kız arkadaşıydım tabii ama sadece arkadaşıydım, kardeşiydim.

"Bu dayağı yemek istediğinden emin misin?" diyerek biricik kankimi önüne geçtim ve çocuğa diklendim. Tabii çocuk alayla gülümsedi ve "Cesaretinize hayran kaldım ya, ancak bu iş servis köşelerinde olacak bir iş değil. Siz üçünüz, bittiniz!" derken elini boğazına götürdü ve hızla 'öldünüz' işaretini yaptı. Bunu söylerken üçümüzün gözlerinin içine bakmıştı.

“Ne kadar da komik.”

Burak ise "Adres ver bebeğim, orada olacağım!" diyerek ona yaklaştığında boyları dikkatimi çekti, çocuğun boyundan bir kafa kadar daha uzundu. Burak'ın bu kadar uzun ve yapılı olduğunu bilmiyor muydu da şaşkınca bakıyordu?

Servis durunca Burak gözü korkmuş olmasından ötürü olsa gerek "Bak hele, gel de icabına bakıvereyim!” diyerek çocuğun ensesinden tutarak dışarı çıkardı. Deniz onları takip ederken ben üçümüzün çantasını sırtlayarak aşağı indim, çantalarına ne koymuşlarsa benim kitap dolu çantamdan daha ağırdı bunlarınki.

Servisten indiğimizde soğuk bir hava dalgası yüzümüzü yalayıp geçti. Üzerinde okul kıyafeti olan herkes okulun kapısından içeri giriyordu, büyük bir kalabalığın arasından Deniz ile bende o kapıdan geçerek sabahki sözümü kendime hatırlatarak içeri girdim. "Ders çalışıp büyük insan olacaktım!" Tabii okuldan atılmazsak, çünkü sevgili kankam az önceki çocuğu tartaklıyordu ve o küfür etmekten başka bir şey yapmıyordu.

Deniz onların yanına gidip hem Burak'a hem de çocuğa tekmeyi basıp sınıflarına dönmesini istedi. Çocuğun adı Cenk'miş ve alt sınıftanmış. Çocuğa bak ya, bir de ağabeylerine laf atıp ablasının önünde kavga çıkarıyor, küfür etmesi de cabası; terbiyesiz.

Merdivenlerden çıkarken ‘günaydın’ diyenlere başımı sallayarak karşılık versem de bütün günaydınların sahibi Burak Ayyıldız ile çok sevdiğim Deniz Efe Kaya'ydı. Çoğu kişi Deniz için benimle takılmaya çalışsa da onları takmayarak sadece mahalledekilerle muhatap oluyordum.

Merak ediyordum bu Deniz ile Burak okulda da neden benimle takılıyordu, benim yüzümden ikisinin de kısmetleri kapanıyordu ama ikisi de umursamıyordu. Burak’ın haydi sevgilisi vardı ama ya Deniz’in onun da var mıydı?

"Kanka, kısmetinizi kapatıyorum ben sizin değil mi?" diye sordum, amacım ağzından laf almaktı ama Burak gözlerini yer cücesi bana indirip kolunu omzuma atıp "Saçmalama kanka, ben seni hiç onlara değişir miyim?" demesi hoşuma gitmişti.

Gülümsedim ve birkaç adımda öne geçip arkaya doğru yürümeye başlarken bakışlarımı ona çevirdim.

"Ya Burki, gerçekten çok iyisin."

İki adımda bana yetişip işaret parmağı ile kafamdan itip "Saçmalama mal, seni kızdan gören mi var?" diyerek alayla güldü.

Dişlerimi sıkıp dudağımın yukarı doğru kıvrıldığını hissettim. "Burak!" diye çemkirdiğimde Burak kahkaha atarak sınıfa doğru koşturmaya başladı. Bu çocuk ölmek istiyor, hem de benim elimden.

Arkasından hızla koşmaya başladım ve sınıfa girdiğim gibi çantamı sıranın üzerine fırlatıp bana arkası dönük olan Burak'ın beline doğru zıplayıp saçını iki taraftan çekmeye başladım. Burak'ın en nefret ettiği şeylerden biri de saçının bozulmasıydı ben de bu huyunu bildiğimden hep bunu kullanırdım.

"İn kız aşağı, Tuana!" diye Burak sinirle söylenirken etrafında dönmeye başlamıştı.

Düşmemek için Burak'ın kulağından tutup bacaklarımı beline dolayınca Burak "Lan ayı, düşeceğiz şimdi!" diye bağırdı, bende dişlerimi Burak'ın omzuna geçirirken Burak dengesini kaybetti ve tam düşecekken belimden tutulup çekildiğimde Burak'ta öğretmen masasına tutunduğunda düşmekten kurtuldu.

"Cadı mısın kızım sen?" diyen Mert'in sesi ile kahkahalarıma engel olamadım. Beni hala tuttuğunun farkında mıydı bu velet. Onu silkelerken "Ya Mert, bıraksana!" derken gıdıklanıyordum ve bu hissi kontrol etmek imkansızdı.

Mert bırakınca kapıdan içeri giren Deniz'e baktım, yüzünde sinir dolu bir ifadeyle bize doğru geliyordu. Bu hali bütün bedenimi korkuyla titretti, ne olmuştu acaba? Üzerime baktım, okul eteğim de yoktu; bir yerim açılmamıştı. Bugün kot pantolon giymiştim, biraz zayıfladığım için etek düşüyordu, annem daraltacaktı.

"Tuana sen gelsene yanıma!" Kafamı sallayarak yanına gittiğimde elini omzuma atıp "Ben sana bu gereksizlerle bu kadar samimi olma demiyor muyum, sonra ağabeyine laf yetiştiriyor bazı parazitler, hiç akıllanmaz mısın sen?" kafamı sallayarak "Ayy ben onun varlığını unutmuşum, iki haftadır gelmedi ağabeyim. Acaba neden gelmedi?" içime bir ürperti gelince silkelenerek kendime geldim.

"Sınavları başlamıştır, sen onun için değil kendin için kaygılan!" Başımı “Hı hı!” diyerek sallayıp yerle bütünleşmiş çantamı eğilerek aldım ve sırama geçtim.

Yağmur yağmaya başladığından dışarda sırada beklememize gerek kalmamıştı, bugün buna çok sevindiğimi söylemem gerekir çünkü yarım saat boyunca konuşmalarından sıkılıyordum. Boşa konuşuyorlardı, eğer harbi o nutuklar, o romanlar bunları değiştiremiyorsa hiçbir şey değiştiremezdi.

Derslere girip bolca not alıyordum, haftaya sınavlarımız vardı ve heyecanlıydım. Asıl heyecanımın kaynağı ise üniversite sınavına az bir zamanın kalmasıydı. Ne yapacağımı bilmez halde yaşayıp gidiyordum ama bir hedefimin olması gerekiyordu. Her son sınıf gibi hangi alanda kendimi ilerletmek istediğimi bilemiyordum. Neler yapacağımdan bihaber ders çalışıyordum, bir hedefim olması gerekiyordu. Sürekli hedefim başka yöne kayıyordu.

Burak asker olmak istiyordu, Toprak bilgisayar mühendisliğine gitmek için çabalıyordu, Mert makine mühendisliği, Nihan ise hemşireliğe gitmek istiyordu. Deniz'in sesi güzeldi, bu konuda bayağı yetenekliydi, büyük ihtimalle konservatuvara girecekti ama ben, ben ne okumak istiyordum, ben ne yapacaktım?

Daha hangi üniversiteye gitmek istediğime ya da hangi bölümü okumak istediğime karar verememiştim, böyle ne yapacaktım? Herkesin hedefi vardı, benim ilk önce hedefim psikoloji okumak olsa da mezun olduktan sonra iş bulabilir miydim, şüpheliydi. Boş yere üniversite okumak istemiyordum, mezun olur olmaz bir işim olsun istiyordum.

 

Loading...
0%