@hiyera212
|
Yazarınız sizi diğer karakterlerin dünyasına gönderiyor, bu iyiliğimi de unutmayın sjsjsjsj. Kafamı sıraya gömmüş sabah ki kavgayı düşünüyordum, Cenk'in tek amacı Ahsen'di; üstüne bir su döküldü diye tartışmayı bu kadar uzatmamıştı, amacı benimle yüz yüze gelerek kavga etmekti. Su dökülme olayı ne kadar tesadüfi olsa da kavga için bahaneydi. Ahsen'den hoşlanıyordu, bunu biliyordum. Ahsen ise beni seviyordu, bu yüzden diğerleri umurumda değildi ama yine de sinir oluyordum. Ahsen koyu kahverengi gözlü, siyah saçlı esmer güzeli bir kızdı. Onunla ilk önceleri sadece konuşmak için konuşuyordum; onunla konuşurken de her zaman ki gibi başka kızlarla da konuşuyordum. Ahsen'in bu olanlardan haberi yoktu tabi ama artık sadece onunla konuşuyordum; umarım hiçbir zaman da öğrenmezdi yoksa beni bir kaşık suda boğabilirdi. Ondan gerçek anlamda çok hoşlanıyordum, bağımlısıydım, aşık değildim ama yine de benden giderse çok üzülürdüm. Bunun gayet farkındaydım. Ders biyolojiydi, hoca test dağıtmıştı; biyoloji dersini sevdiğimden bütün soruları yapmıştım. Teste ful doğru cevap veren iki kişi vardı; birisi Toprak birisi ben. Harbi bu dersi seviyordum, onuncu sınıfta daha çok ilgimi çektiği için bu mayoz bölünme ve mitoz bölünme konusunda benden iyisi yok diyebilirdim. Tabii testin bu konuyla alakası yoktu ama yine de biyoloji konusunda iyiydim. Eskiden kadın doğum doktoru olmak istesem de bunun için tıp fakültesi okumam gerektiğini anlayınca vazgeçmiştim. En kötü ebelik okurdum. Herkes benim bu zekamı sorgulayıp durmuştu, hoca yanımda oturan Toprak'tan kopya çekip çekmediğimi sordu; çekmemiştim. "Hocam hiç bakmadı, hepsini kendisi yaptı." Diyerek beni savunan kardeşime baktım, "Hocam valla çekmedim, geçen hafta da tek fulleyen bendim; hatırlatırım!" derken göz kırpmıştım. Hoca bana iki tane çikolata sözü verdi, eğer böyle devam edersem diğer hocalarla görüşüp benimle ilgilenmelerini söyleyecekmiş, diğer derslerde evlatlık çocuktum ben, hiçbir şey anlamıyordum. Ders bittiğinde dışarı çıkmadım, yağmur yağdığı için bu imkansızdı zaten. Güzelim saçlarımı bozmaya kıyamayan ben bir de yağmurda mı ıslatacaktım, asla! Yangın merdivenlerine doğru giderken Mert ve Toprak'ta sigara içeceğimi anlamış olacak ki peşimden geldiler. Deniz sıraya kamp kurmuş uyurken Tuana ise Nihan'la test çözüyorlardı. Bu kadar ders çalışmak haramdı lan, biraz da eğlenin. Allah var eğlenmesini de bilen kızlardı. Yangın merdivenlerinden yukarı hızla tırmanırken sessiz olmaya çalışıyorduk, yangın merdivenleri nöbetçiler hariç öğrencilere yasaktı. Çatı katına geldiğimizde anahtarı cebimden çıkarıp bir metre uzunluğundaki tahta kapıyı açtım. "Anahtar sende ne geziyo oğlum?" Sırıtarak göz kırptım Mert’e ve elimi ensesine attım. “Ne sandın lan, ben boş adam mıyım?" Toprak omzuna vurup "Çok şaşırma kardeşim, okul müdürünün kızıyla bir ara takılmışlardı, eminim ki ondan yürütmüştür!" içeri girerken "Bilemedin canım, size söylemeyeceğim nasıl bulduğumu. Haydi girin içeri!" diye seslendim Gerçekten de o kızdan almıştım anahtarı, adını bile hatırlamıyordum ama harbi o kızdan almıştım. Toprak’tan da hiçbir şey kaçmıyordu. Dün marketten bir iki poşet abur cubur, kola, sigara almıştım. Yanımda getirdiğim çantamdan çıkardıklarımı gördüklerinde hemen çatıdaki briketleri birleştirerek masa yaptılar. Çatı katını küçük bir pencere aydınlatıyordu, her yer tahta direklerle doluydu. Yerler sigara izmaritleriyle doluydu, burayı Kerem ağabey ve onun arkadaşlarından biliyordum, bize bıraktıkları en iyi miras burasıydı. "Emir’im ne yapıyor la?" "Ne yapsın, abisini ısırıyor, Tuana'nın saçlarını çekiyor, annesini tokatlıyor. Çocuk bana çekmiş, dayısının aslanı!" "Bence babasının aslanı, aynı babası maşallah!" Toprak'a sinir olmuş bir şekilde baktım, ne yani kumralsa, sarışın değil diye bize benzememiş mi olacaktı? Vallahi ahlak yönünden benden başkasına çekmediği kesindi. "Bunları ne zaman aldın kanka?" Yakalarımı yukarı kaldırıp "Geçen gün parka gideceğimiz için sizden gaz parası toplamıştım ya hani, yağmur yağdığı için gidememiştik, işte o paralarla dün aldım!" aslında bunu sormamıştı ama olsun, öğrensinler ne kadar fedakâr olduğumu, cebime indirmediğimi, bir vicdanımın olduğunu... "Oğlum sen ne kadar yavşak adamsın, yağmurlu olmayan bir gün giderdik!" dedi Mert. “Haklı çocuk.” Dedi Toprak. "Lan abur cubura vereceğine bize geri verseydin ya Allah’ın beyinsizi!” Hakaretlerine devam eden Mert’in önündeki kola bardağını alıp köşeye attım, o içmesin. Doğru söylemek bile günah ya; bunlara yaranmak için yalan söyleyeceksin. Sigarayı yakıp içime çektim, ciğerlerim dansa tutuşurken dumanı dışarı doğru üfledim. Toprak arada sırada sigara içe birisi olsa da şu an bir tane sigara yakmıştı, tiryaki değildi ve olmasını da istemezdim. Bize bakmadan sigarasını içmeye başladığında gözlerimi devirdim, uzun zamandır içmediğinden olsa gerek öksürük krizine girmişti. Mert Toprak’ın sırtına bir iki kere vurduğunda Toprak gözünden akan yaşı silip tekrar sigara içmeye başladı. Bu sefer dumanı yavaşça içine çektiği için genzini yakmamış olacak ki öksürmedi. Elinden sigarayı alıp uzun bir fırt çekip ardından brikete ucunu bastırıp söndürdüm. "Ne yapıyon lan?" "Mal mısın lan sen, yarın anan baban dicek arkadaş ortamı yüzünden sigaraya başladı, bizle görüştürmeyecek!” dedim. Toprak mahcupça kafasını yere eğdi, haklı olduğumu biliyordu, her zaman ki gibi yine haklıydım. Mert, Toprak'ın omzuna dokunup "Burak haklı kanka, biz ortaokuldan beri içtiğimiz için bırakamıyoruz. Yemin ederim bu illet yüzünden bizimkilerle sürekli kavga ediyok!" dedi ve sigarasını içmeye devam etti. Ne kadar da yiğit birisiydi, bu kadar sorumluluk sahibi olman gözlerimi yaşartıyor kardeşim. Yine de Mert haklıydı; bu illet yüzünden her gün evdekilerle kavga etmiştik, sigarayı onlara tercih etmiştik ama içimiz kan ağlamıştı. Annem bir ara hakkını helal etmeyecekti, onu bile takmamıştım. Nasıl bir ergenliğin dibini yaşıyordum, bilmiyordum ama eğer içmezsem başımın ağrısı bir yandan sinir sistemlerimin orkestrası bir yandandı. Zil çaldığında abur cuburların bir kısmını yemiştik, kalan kısmın çantama koyup iki kat aşağı indik, sınıfa girerken diğer sınıfınn kapısının açık olduğunu gördüm. Uzun boyum sayesinde içeriyi net bir şekilde görebiliyordum, bizimkiler sınıfa girmiş olsa da ben ağır çekim ilerliyordum. Kavga ettiğimiz çocuklar öğretmen masasının üzerinde oturmuş konuşuyorlardı, gözlerim sevgilimi arıyordu. Sevgilimi gördüğümde gülümsedim, kısa siyah saçları alnını kapatmıştı, masaya doğru eğilmiş önündeki kağıtlarla ilgileniyordu. Üzerinde okul kıyafetleri vardı, normal bir beyaz gömlek bile onu gördüğümde abiye elbise etkisi yaratıyordu. Sanki en güzel oydu, her şeyi güzelleştiren oydu... Bakışlarımdan rahatsız olmuş olacak ki kafasını yavaşça yukarı doğru kaldırıp etrafına merakla baktı, kısa süre sonra bakışları bende durdu. Gözleri benimkiler de takılı kalmıştı, yelkovan akrebe mi küsmüştü yoksa evrende zaman mı durmuştu? Kalbim çatlayana kadar hızla çarparken kahverengi gözleri bana göz kırptı, vişne dudaklarıyla parmak uçlarına öpücük kondurup bana doğru uzattığı eliyle üfledi. O an ışık hızında yanına gidip dudaklarını dudaklarımla hapsettiğimi hayal ettim, elleri saçlarımda, ellerim kalçasında… Neyse. Rüzgârın bana getirdiği öpücüğünü avucumun içine alarak ben de avcumu öpüp ona üfledim. İşaret parmaklarını ve baş parmaklarını birleştirerek kalp işareti yapıp kalbinin üstünde güm güm olmuş gibi gösterdi. Kalbimi tutarak bayılıyormuşum gibi yaptım, kocaman gülümsediğinde gerçekten de bayılmak üzere olduğumu hissettim. Benim gibi çapkın birinin bir kız yüzünden böyle olmasının nasıl bir açıklaması olabilirdi, bilmiyordum. Arkamı işaret ettiğinde yavaşça arkamı döndüm, matematikçi kulağımdan tutarak beni sınıfa doğru çekiştirdi. "Oğlum ben daha ne diyeyim, sen ne edepsizsin lan hayta!" Kulağımın acısından inleyerek "Hocam kulağımı bırakın ya, sınıfa rezil olucam şimdi!" diyerek kulağımı elinden kurtardım, karizmamızı kızın önünde söndürmüştü, onun yüzünden kepçe kulak diyeceklerdi bana. |
0% |