@hiyera212
|
Sınır: 10 oy 5 yorum *** TUANA BOZKURT*** "Ne oldu, sustun? Dalmışsın birde, hayırdır?" Deniz yakışıklı yüzünü bana çevirmişti, ona bakmadan bizim masaya oturdum. Bu masa kantinciye en uzak masaydı. En sakin, en sessiz. Bu yüzden Deniz buraya kimseyi yaklaştırmıyordu, Mert ve Burak'ı bile kovduğu oluyordu, ikisinin çenesi düşüktü. Biz yokken de oturuyorlardı ama burayı sahiplenmiştik, son sınıf olduğumuz için de küçük çaylaklar oturmuyordu. "Okul bitmek üzere, ne yapacağız hiç bilmiyorum. Ben seni görmeden ne yaparım, hiç bilmiyorum?" Net öldüm ben, yarıyıl tatilinde ne halt edecektim, Deniz'i görmeden nasıl duracaktım? Bir de bu sene son senemizdi, yaz tatili vardı... Ondan sonrası var mı yok mu belli değildi. "Ben onu çok düşündüm, sen canını sıkma, elbet bir yolu bulunur!" "O zaman sana çok güzel bir şey ısmarlayayım, ancak benden. Sen kalkma ki sürprizim bozulmasın!" diyerek onu uyardım ve onun konuşmasına bile izin vermeden ayaklandım. Onun yanından geçecekken kulağına doğru eğildim ve etraftakilerin bakışlarını umursamadan "Eğer arkana bakarsan ölürsün, peşimden gelirsen ölürsün, gözlerini açarsan ölürsün!" diyerek tehditlerimi savurarak kantinciye doğru ilerledim. Getirdiklerimi masaya dizip Deniz'e baktım, sıkılmış olsa da geldiğimi anlayarak sırıttı. "Gözümü ölmemek için açmadım ama aldığım kokuya göre bana tost getirmişsin!" Öksürerek "Sürpriz!" diye bağırdım ama şaşırmıştım. Tamam güzel ve ağır bir kokusu vardı ama nasıl anlamıştı merak ediyordum. Deniz gözünü açmış ve önündekine şaşkın bir şekilde bakakaldı. "Tost?" Sürprize bak, gören de döner almış sanır, der gibi bir bakış atmıştı bana. "Beğenmedin mi?" Allah aşkına, kantinde daha ne olabilir başka? "En sevdiğim(!)." "Ye o zaman!" Hafiften sinirlenmiştim. "Tamam!" Deniz tepsiyi önüne çekip yemeye başlayınca yarısına gelmişti ki öküzün trene baktığı gibi ona baktığımı anlayarak bakışlarımı çektim. “Rahat rahat yemek de mi yemesin, sal şu çocuğu kız.” Okulda normalde sadece karışık tost yapılıyordu ama ben evde yumurtalı tost yapmıştım. Kantindeki amcaya ricada bulunup makinada ısıtıp getirmiştim. Kendi ellerimle yaptım onu, hepsini yese iyi ederdi! "Çok güzel olmuş canım, yumurtalı tostu da çok severim!" "Afiyet olsun, ben sana her zaman yaparım." "Ne güzel!" Tuvaletimin geldiğini haber veren beyin fonksiyonlarım sayesinde ayağa kalkarak "Sen ye canısı, ben bir koşu bir yere varıp geliyorum." diyerek yanından hızla kalkıp üst kata çıktım. Kabinlerden birine hızla girip klozete oturunca işimi hallettim ve çıkmak için kilidi açacaktım ki lavabonun oradan sesler duymaya başladım. Normalde de duyduğum sesleri dinleyen biri olsam da bu konuşulanlar beni ilgilendirdiği için ayağa kalkarak dinlemeye koyuldum. Sanırım iki kişi vardı. İlk ses narin bir kız sesiydi, "Deniz ile Tuana çıkıyorlarmış, aslında bildiğimiz bir şeydi ama kendileri kanka ayağına birbirini götürüyorlardı, kimsenin haberi yok tabi." diyerek kaşlarımı çatmama neden oldu. Cidden size acıyorum ama dedikleriniz keşke doğru olsaydı. "Tuana salak mı, aptal mı anlayamıyorum. Deniz Allah bilir kaç kişiyi aynı anda yürütüyor, kızcağızın haberi yok." Bazen aptal olabilirdim ama dediklerine zerre inanmıyordum, gözlerimle görsem de inanmazdım. "Çok haklısın kız, Tuana az önce ona yumurtalı tost getirmiş, sanırsın hak ediyor. Kız yukarı çıkar çıkmaz tostu Burak'a verdi, inanabiliyor musun?" İlk konuşan kız sinirlenmişti ve Deniz'e sövmeye bile başlamıştı. Sen kimin köpeğisin de sevdiğim çocuğa sövüyorsun lan, yolluk! Deniz tostunu Burak’a vermemiştir değil mi, en sevdiğim, dedi. Vermemiştir yani. "Hiç mi vicdan olmaz bir çocukta, anlam veremiyorum. Nasıl oluyor da hâlâ Deniz'e aşık bu aptal kız, acıyorum gerçekten de!" Sen kimsin ya, kimsin! Sinirle kabinden çıkıp ellerimi hızlı ve hijyenik olmayan bir şekilde yıkayarak onlara bakmadan hızla sınıfa doğru ilerledim. Bunu yapmış olamazdı, tamam sevmediğini söyleyebilirdi, yemeyi tercih etmeseydi. Sınıfta Burak ile Mert çantaları kapmış bir şekilde bana doğru ilerlerken yüzlerinde endişe yüklü izler barındırıyorlardı. "Ne oldu Burak?" "Kanka boş ver ya, işimiz çıktı!" "Sizin ne işiniz olabilir!" "Kızlar bekliyor Tuana, ince iş!" diyen Mert'e inanmamıştım. Yapmacık ve hiç de gülerek falan söylememişlerdi, doğrudan uzaktı, yalandı. Nihan ve Ahsen'i de hesaba katarsak bu yalandı. "Mert! Burak! Doğruyu söyleyin, birine bir şey mi oldu?" "Deniz bayıldı, ambulans gelip hastaneye götürdü!" "Yanında kim gitti?" "Bilmiyorum, az önce öğrendim!" "Ya sadece on dakika ayrıldım yanından, nasıl bayılıyor, niye bayılıyor ya?" "Ne bilelim kızım, az önce beni yanına çağırdı. Midesi ağrımış, elindeki tostu bana verdi, sonra da tuvalete gitti! 'Tosta iyi bak, yeme!' dese de yedim. Sonra tekrar gelip sövdü, sinirlendi, ardından dışarı çıktı. Her zaman ki Deniz'di işte! Bahçeye çıktığında bayılmış, görenler ambulansa haber vermiş. Bize de şimdi nöbetçi dedi, sen on dakikamızı çaldığına göre biraz gecikeceğiz!" "Ben de geliyorum!" "Hadi o zaman!" Kendi çantamla birlikte Deniz'in çantasını alarak onları takip etmeye başladım. İçime öyle bir öküz oturmuştu ki kalbim sıkışıyor, hiçbir şey düşünemiyordum. Deniz'e ne olmuştu, neden bayılmıştı aklım almıyordu. Deniz'e bir şey olur korkusu ile daha da hızlanmaya başladım. Burak arabaya binerek sürücü koltuğuna geçti, ardından Mert'te onun yanına oturdu. Burak arabayı çalıştırdığında onlara ancak yetişebilmiştim. Korkudan ellerim ayaklarım titriyordu. Arka koltuğa oturup beklemeye başladım, gözlerim buğulanmış ağlamak üzereydim, içimden dualar ediyordum. Sadece on dakika ayrılmıştım yanından, ne olmuş olabilirdi aklım almıyordu. Okula en yakın hastaneye vardığımızda Burakgilden önce kapıyı açıp girişe doğru koşmaya başladım. Hıçkıra hıçkıra ağlamamın hiçbir faydası yoktu ama ağlamamı durduramıyordum. İçimden bir ses bana sövüyordu. Danışmanın olduğu masaya doğru koşarken insanlara çarpıyordum, ama pek umurumda olmamıştı. "Deniz Efe Kaya, az önce ambulansla getirildi, nerede olduğunu söyler misiniz?" “Siz neyi oluyorsunuz, aile yakını mısınız?” “Evet, ailesindenim.” Dedim hemen. Danışman bilgisayarda birkaç düğmeye basarak "Gıda zehirlenmesi ya da alerji, tam olarak belirtilmemiş. Az önce midesini yıkamak için odaya almışlar." Kaşlarımı çattım, neye alerjisi olduğunu bilmiyordum. "Nerede?" Başım dönüyordu, Burak ile Mert'te gelmiş arkamda merakla bizi dinliyordu. "İkinci katta, koridorun sonunda. Ama hâlâ çıkmamış, beklemeniz gerek!" İkinci kata koşar adım merdivenlerden çıkmıştık, Burak "Neyden zehirlenmiş ya da neye alerjisi varmış ki?" diye bağırmıştı. Hepimiz korkuyorduk. Endişeli sesi kalbimi yaktı, sanki içimde volkanlar patlıyordu. Hemşire sıkılmış bir şekilde cevap verdi, "Beyefendi sakin olur musunuz, aksi takdirde güvenliğe haber vermek mecburiyetindeyim!" diye ikaz edince Mert dayanamamış olacak ki "Git babana haber ver lan!" diyerek hemşireye bağırınca araya girip "Ya çocuklar manyak mısınız, olay çıkarmayın başımıza!" diyerek onları durdurdum ve onları beklemeden koridorun sonundaki odaya koştum. Başım döner gibi olunca korumalıklardan tutuna tutuna yürüdüm. "İyi misiniz hanımefendi?" diye soran bir kadına başımı sallayarak “İyiyim.” diye yanıtladım. İyi değildim. Sanki ölüme gidiyordum, kötü bir şeyi yoktu ama eğer benim yüzümden buradaysa? Bu düşünce beni uçurumdan itiyordu. Umarım benim yüzümden burada değildir, eğer benim yüzümdense kendimi asla affetmezdim. İçimden bir ses abartılacak bir şey yok, diyordu ama onun kılına gelen zarar benim kalbime milyonlarca hançer saplıyordu. Kimseye haber verememiştik, Deniz'in midesi yıkanmıştı ve ne olduğunu hiçbirimiz bilmiyorduk. Deniz'i odaya aldıklarında tabi ki de hiçbirimizi odaya almadılar, Deniz Bey kendine gelince de Burak Efendi ile Mert Beyi görmek istedi. Lan burada korkudan ölmüş, yürekleri parçalanmış bir kız duruyor, sen gidiyorsun askerde bile görme şansın olacak o şahsiyetleri istiyorsun! Bu nasıl vicdan, bu nasıl bir merhamet? Senin ben ta gelmişine geçmişine... Neyse. “Küfür yok canım, aaa!” "Kanka Deniz seni çağırdı," Mert ile Burak'ın çıkmasıyla söyledikleri cümle düşüncelerimi yarıda kesti. Neyse şimdi sinirlenmemin sırası değildi hem suçlu hem güçlü olmamalıydım. "Tamam, ben gireyim o zaman!" dedim ince çıkan sesimle. Burak yanıma gelip gözlerimin altını baş parmaklarıyla silip yanaklarımı tuttu ve gülümsetmeye zorladı. Ardından Mert geldi ve bozulmuş saçlarımı düzeltmeye çalıştı. Sonra elini cebine atıp ruj çıkardı. "Onu nereden buldun lan?" Burak bile şaşırmıştı, beni siz düşünün. "Oğlum Nihan’a almıştım." Burak kahkaha attı, “Çok göt oldun sen ha!” diye gülmesine devam etti. Başımı iki yana salladım. Burak’a aldırmadan bana döndü, “Kanka, amacım mosmor olmuş dudakların belli olmasın diye kıza aldığım ruju çıkartıyorum, millete maskara oluyorum.” Haklıydı. Dudaklarımı büzüştürünce Mert büyük bir profesyonellikle ruju dudaklarıma sürdü, benden iyi ruj sürüyordu ve bu yüzden Altın Kelebek Ödülünü onun alması gerekiyordu. Burak bana sırıtınca omzuna vurdum ve ikisine öpücük atarak içeri girecekken Burak saçımdaki tokayı çekip saçlarımı özgürlüğe kavuşturdu, Mert'te çantasından parfüm çıkarıp sıkmıştı. Gözlerim irileşirken "O kadar kötü kokmuyorumdur!" diye inledim. “Hayır, yani ne bu özenmeler, hayırdır?” Burak hadi ondan hoşlandığımı biliyordu da Mert’e ne oluyordu? “Öf sus da içeri gir!” deyip kapıyı açtılar ve beni içeri ittiler. "Geçmiş olsun," Onu görür görmez ağlayacağımı kim bilebilirdi ki? "Benim yüzümden öyle değil mi, hissediyorum ben. Kesin o tost yüzünden.” İlk başta bana yemek istemediğini söylemeliydi. "Alerjim olduğunu bilmiyordum!" Alerjisi mi varmış, eskiden hep yerdik ama. "Yalan kokusu geldi?" "Anlatacağım bağırma lütfen," mırıldanmıştı. Halsiz ve yorgundu biliyorum ama o haldeyken sırf beni üzmemek için kendini tehlikeye atmıştı. Ya ona bir şey olsaydı, vicdanım susacak mıydı, vicdan susar mı hiç? "Alerjim olduğunu biliyordum ama kimseye söylemedim, bilirsin zaaflarımı kimseye söylemem. Mesela bir düşmanım çıkarda bana yumurta yedirir?" göz kırptı bunu söylerken, "O düşmanın da ben olsam gerek!" Gülümsedi. “Eskiden yumurta yiyorduk, niye şimdi alerjinin olası geldi ki?” “Hiçbir fikrim yok inan ki. O zamanlar da midemi rahatsız ediyordu ama bugün daha kötü oldum. Doktor yumurtanın bozulmuş olabileceğini de söyledi.” Elimle alnıma vurdum, yumurtayı samanlıktan almıştım ama ne zamandır orada bilmiyordum. "Tostu seni kırmamak için yedim, senden önce de sucuklu tost yemiştim. Sen lavaboya gittikten sonra kötü oldum. Hastanelik olacağımı bilmiyordum, midem fenalaşınca dışarı çıktım. Bahçeye arabaya doğru ilerliyordum ki başım döndü. Doktorun dediğine göre hem yumurtaya alerji olmasından hem de sucuktan zehirlenmiş olabileceğimi söyledi. Bizimkiler kantindeki sucukları denetlemesi için müdüre şikâyet edecekler, zaten müdür yardımcısına doktor söyledi ama şimdi tekrar zehirlenir millet diye gittiler.” Deniz'in son söylediği cümle ile telaşa kapılıp hızla kapıya koştum ve koridoru kontrol ettim. Kimse yoktu. Ardından hüzünlü bir şekilde içeri girip "Gerçekten mi?" diye sordum. "Gerçekten," "O zaman yanına gelmemde bir sakınca bulamıyorum!" diyerek hızla yanına koşturup yatağa oturdum ve göğsüne yaslanıp sarıldım. Eskiden ona sarılmak imkânsız gibi gelirdi ama artık çekinmiyordum, onu kaybedebilirdim ve artık kaybetmek istemiyordum. Her istediğimi anında yapmalıydım. Çok korkmuştum. Sevgili olmayabilirdik ama biz arkadaştık(!) ve arkadaşların da göğsüne sığınabilirdik! "Çok özür dilerim Deniz, hepsi benim yüzümden. Canın ne kadar yanıyor hiçbir fikrim yok. Keşke senin yerine ben zehirlenseydim." dediğimde Deniz saçımı acıtmadan çekerek "Sakın öyle şeyler söyleme, ben halimden memnunum." diyerek derin bir nefes çekti içine. Ben de fırsattan istifade Deniz’in kokusunu içime çektim. Ne güzel kokuyorsun be adam, böyle güzel kokmayı nereden öğrendin? Hastane kokusu sinmiş teni bile güzel korkuyordu, ona her şey yakışırdı, ölüm yakışmazdı bir tek. Ölmediği için Allah'a binlerce şükür etsem az kalırdı. Bazen aşkın nasıl bir duygu olduğunu sorup duruyorum kendime, şimdi anladım ki tarifi imkânsız bir duyguydu aşk. Şu an hissettiğim duygular, nefesim olan adam ve kalbimizin karşılıklı atması kadar eşsiz bir an yoktu herhalde. "Öhöhö!" Bir öksürük sesi ile Deniz'le birbirimizden ayrılıp gelene baktık, üzerinde beyaz üniformalı genç erkek bir doktordu. Hemen ayaklanıp boşta olan sandalyeye tünedim. Doktor sarışın ve açık kahverengi gözlüydü. Yakışıklıydı ama ben esmerlerden hoşlanıyordum, Deniz gibi. Dedim ya her türlü yakışıklıya sarkıntılık etme potansiyeli görüyorum kendimde diye. Bunun tek suçu erkeklerle fazla takılmam olabilirdi, bizimkiler sevgilisi olsa da başka kızlara baktığından mıdır nedir kendimde aldatma potansiyeli görüyordum. Allah korusun, şaka yapıyorum tabii ki. Kendimi aç aslanların önüne atarım daha iyi. "Geçmiş olsun Deniz, sonuçların çıktı kardeşim. Kontrol ettim bende, kan değerlerin yine düşmüş, çinko alımını da arttırman lazım.” “Peki bu zehirlenme olayı?” “O da sucuktan kaynaklı, tarihi geçmiş olabilir.” Deniz başını salladı. “Sen buraya psikiyatri servisine geliyordun ne oldu, üç aydır gelmemişsin?” Deniz doktora sinirli bir şekilde bakıp "Polat ağabey, istersen bunları sonra konuşalım.” dedi. Doktor ise bana bakıp tekrar Deniz’e dönüp göz kırptı. "Peki madem, ben müsait olduğunda tekrar gelir boyunun ölçüsünü alırım!" "Görüşürüz o halde" Bir saati geçkin onun yanında uzanmıştım, arada şekerleme yapsam da uyanıktım ve onu izliyordum. "Eve git Tuana, lütfen eve git." "Gidemem, seni bırakıp hiçbir yere gidemem Deniz." diyerek ona sarıldım. Dudağım şah damarına gelince oraya öpücük bıraktım. Deniz bana sımsıkı sarılarak saçlarımı koklayarak derin derin nefesler aldı. Bu hareketi karşısında kalbim sıkıştı, mideme elektrik akımı gelmiş gibi gıdıklandım. Yanında kendimi çok iyi hissediyordum, bana iki saattir eve git diyordu ama daha gitmeyecektim. "Seni çok seviyorum, iyi ki yanımdasın." "Seni çok seviyorum Deniz, lütfen hep yanımda kal, hiç ölme tamam mı?" "Eve gitmezsen Oğuz’u ararım." "Ağabeyim beni kontrol etmek için her hafta geliyor zaten lütfen arama!" "Eve gidecek misin?" "Refakatçi kalmayı yeğlerim." "Baban?" "Hallolur!" "Burada kalıp acizliğimi görmeni istemiyorum ama." Kafamı kaldırıp yüzüne baktım, bunu söylemiş olamazdı. “Saçmalama istersen, ilkokulda altıma işediğimde annem gelene kadar yanımda kaldığın zamanları ne çabuk unuttun?” “O zaman çocuktuk.” “Ama hala arkadaşız.” Kafasını salladı. "Senin gibisi bulunmaz. Bana hem arkadaşlık hem de annelik yapıyorsun. Lütfen gel ve benimle evlen!" Şaka yapıyordu ama yine de kalbim cız etti. "Alay etme, umutlanıyorum!" Alayla söylemiştim ama kalbim öyle söylemiyordu. "Çok komiksin, o kadar komiksin ki..." Bir şeyler mırıldansa da duymadım. "Uyuyalım mı?" Kafasını salladı. Deniz'in kolunu yastık yapıp göğsüne sinince kokusuna karışmış hastane kokusu midemi bulandırdı. "Neden kalbin bu kadar hızlı atıyor?" Çenemden tutup yukarı kaldırdı ve göz göze geldik, "Sebebini hala anlamadın mı?" başımı iki yana salladım. “Hayır.” “Sebebi sensin.” Dedi, bana dedi bana, sebebi sendin dedi. Kalbim birkaç saniyeliğine durdu. "Nefes al!" Deniz kahkaha atarak kafamı göğsüne çekti ve iyice sarıldı. Biri bana şu an ne yaşadığımı söylemeliydi, şu an ne yaşıyorduk biz, bunlar gerçek miydi? |
0% |