Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. BÖLÜM

@hiyera212

 

Öğlene doğru hava kararmıştı, sanırım yağmur yağacaktı. Hayretle bütün mahalle gerçekten yağmur yağacak mı diye endişeyle bekliyorduk. Endişenin sebebi ekinlerdi sanırım ya da çevrilmeyi bekleyen fıstıklar olabilir. Benim böyle bir endişem yoktu tabi, ben yağmur yağsa da altında biraz yürüsem, kafasındaydım.

Bu saate kadar yemek yemediğimden olsa gerek açlıktan başım ağrımaya gözlerim kararmaya başlamıştı. Sabah kahvaltıdan önce ders çalışmayı alışkanlık haline getirmiştim, yemek yedikten sonra ağırlık çöküyor derse başladığım an göz kapaklarım kapanıyordu. Bugün ki programım neredeyse bitmiş sayılırdı, sabahtan çalışmamı bitirip günün kalanını kendime ayırmayı tercih ediyordum.

Çalışma masamdan kalkıp odamdan çıkarak paytak adımlarla mutfağa doğru ilerledim. Aç olunca ben, ben değildim. Aslında canım da buna tezat hiçbir şey istemiyordu, ne yesem diye düşünerek mutfağın kapısına kadar geldim. İçeriye aç kurt gibi dalacakken Oğuzhan ağabeyim ile Kerem ağabeyin sesi durmama neden oldu. Kerem ağabey ne zaman dönmüştü ki acaba, daha da önemlisi Deniz'im de gelmiş miydi?

Kerem ağabey, Deniz’in ağabeyiydi. 22 yaşındaydı, İstanbul’da ağabeyimle birlikte İTÜ’de bilgisayar mühendisliği okuyordu. Şimdi ikinci sınıfa geçmişlerdi, ağabeyim yaz tatili için eve gelse de Kerem ağabey gelmemişti. Babası İstanbul’da inşaat şirketinde çalışıyordu, bu yıl emekli olacağı için bir daha çok şükür yaz tatillerini İstanbul’da geçirmek zorunda kalmayacaklardı. Kerem ağabey geldiğine göre belki de Deniz’de gelmişti.

Düşüncelerime ara verip evde Kerem ağabeyin varlığını kendime hatırlattım. Üzerimde şort atlet ikilisi vardı, beni bu şekilde görmesini istemediğim için odama gidip üzerime bir eşofman altı ve tişört giydim. Kısa kıyafetler giymekten hoşlanmazdım, en azından bu kadar kısa giymezdim. Utanırdım.

Mutfağa dönüp kapıyı açtım ve derin bir nefes alarak içeri girdim. Ağabeyimin ve Kerem ağabeyin ellerinin birinde sigara diğerinde alkole benzeyen bir şişe gördüğümde gözlerimi açıp tekrar kapattım.

Oğuzhan ile sigarayı yan yana getiremezken alkol ne alakaydı diye düşünürken olduğum yerde kalakaldığımı fark ederek kendime geldim. Babam sigarayı bıraksın diye üç ay konuşmamış insanın sigara içişindeki gururun nereden geldiğini anlamaya çalıştım ama anlayamadım.

“Ağabey onlar ne, ne yapıyon sen?”

İkisi de beni yeni fark ederek gözlerini hızla bana doğru çevirdiler, ağabeyim şok olmuş bir şekilde bana baktı ben de kızgın bir şekilde ona bakıyordum. İçtiği sigarayı telaşla elinin ucu ile söndürüp elindeki şişeyi alıp masanın altında gizlemeye çalıştı. Bu yaptıkları daha da şok geçirmeme neden oldu. Hayır yani, başka bir şekilde tiryakiliğini nasıl belli ederdi merak ediyordum zaten.

Ağabeyim hayatta sigara içen bir insan değildi, ne zaman başlamış olabilirdi? Amacı neydi? Bizden gizlemesi de ayır bir ironiydi tabi. Umarım evdekiler öğrenmezdi, hele Hilal duysa eminim anneme ve babama hemen yetiştirirdi. Ben ağabeyimin kızı olduğum için asla onu satmazdım.

“Ağabey inanmıyorum, sen sigara mı içiyorsun?” Sanki ‘yok’ dese inanacaktım.

Kerem ağabey piç gülüşü ile beni günaha davet ederek göz kırptı.

'Vay be ne kadar yakışıklı, aynı Deniz'ime benziyor.' yutkundum. ‘Analar güzel doğurur, senin anan abartmış koçum!’

Oğuzcuğum "Hayır, ne münasebet!" diyerek otuz iki diş sırıttı. Bu sırıtışın altındaki kederi bir tek ben gördüm, göz altları kararmıştı ve günlerdir uykusuz kalmış gibi bir hali vardı. Hayattan bezmişe benziyordu, birkaç gündür ki ruh hali de gözlerimin önünden film şeridi gibi geçtiğinde ağabeyimin üzgün ve olası bir derdinin olduğuna karar verdim.

‘Hoş geldin yerli ve milli Sherlock Holmes.’

Yanına gidip sandalyenin kenarında durdum ve ağabeyimin boynuna sarıldım "Bir derdin bir tasan mı var ağabeyciğim?" diye ciddi ciddi sordum, ağabeyim katiyen sigara içen bir insan değildi, bu yüzden Burak'ı dövdüğünü de biliyordum. Kesinlikle bir derdi olması gerekiyordu. Eğer derdi yoktu da sigaraya başlamışsa bende anneme söyleyecektim. Asla satmam dediğim ağabeyimi ben kendi ellerimle satacaktım.

Sigara bizim ailemizin en katı kuralıydı, asla içmezdik, içilen ortama girmezdik. Benim çok sevimli arkadaşlarımın çoğu içerdi ve ben o ortamlardan çıkmazdım. Bu kural babamın sigarayı bırakması ile başlamıştı, kendisi içemiyor diye herkese de yasaklamıştı. Ben zaten sevmiyordum, Hilal ve annemin de işi olmazdı. Oğuzhan ise babama bırakması için şiddetli tavsiyeler vermişti ama gelin görün ki kendisi başlamıştı.

"Nereden anladın ağabeyim?" Ona tekrar sarıldım ve "Biliyorum, sen asla sigara içmezsin, kesin bir derdin vardır. Kim sıktı canını, canım ağabeyim."

‘Yalakalık desen var.’ İç sesimin sözlerine kulak asmayıp ağabeyimin gözlerini görebilmek için geniş omuzlarına sarılıp kafamı yüzüne eğdim ama beni gerisin geriye ittirip sandalyeye oturmamı sağladı.

Koyu kahverengi saçları dağınık, ince, kemikli yüzü solgun, kalın pembe dudakları kuru ve çatlaktı. Kara kaşları çatıktı, koyu kahverengi gözleri bitkin bir şekilde beni izliyordu. Mutsuz olduğu her halinden belliydi, bir elli beş boyunda bir kızın bir seksen beşlik erkeği şu zavallı hale getireceği kimin aklına gelirdi.

Ah ağabeyim, sen bunları hak edecek erkek miydin? Sen ne kızlara layıktın, terk etti de mi seni? Belliydi zaten, doktor olup terk etmek tam da Nefes’lik bir hareketti.

"Nefes'i bugün istemeye geleceklermiş!" dediğinde gözlerimi devirmeden edemedim. Neden bir kız yüzünden canını sıkıp sigara içiyordu ki? Hele onu kıskandığım ve daha varlığına alışamadığım sevgilisi için sigara içmesi sinirlerimi daha da bozmuştu.

‘Evet, tam bir görümce adayı.’

"Yağni isteyebilirler ağabey, bir kızı bin kişi ister biri alır. İstemeye gidebilir ama bu evleneceği anlamına gelmiyor, öyle değil mi?" Konu Nefes olduğu için artık ağabeyim gözümden düşmüştü, ne hali varsa görsün.

"Tuana küfür ettirme bana, sevgilin varken seni istemeye gelirler, ben de veririm görürsün sen!"

"Ağabey ilk önce ne yapmalıyız onu düşünelim!" 180 derece dönmüştüm ve bu Kerem ağabeyin kahkahaya boğmuştu. Sessizce oturduğu için varlığını bile unutmuştum.

Ağabeyim dalga geçercesine "Sanki şu an sevgilisi olabilirmiş gibi ben de kendisini evlendirirmişim gibi..." dediğinde kollarımı çiçek yaparak somurttum ve "Sen bilirsin!" diyerek mutfaktan çıkmak için adımlarımı kapıya doğru attım. Zaten şu an evlilik düşünmek için çok küçüktüm ama o günün gelmeyeceği anlamına da gelmiyordu.

"Tuana gel, şaka yapıyorum kızım, istemediğin biriyle evlendirecek halimiz yok! Korkma istediğine veririz seni." dediğinde “Zaten ben mal mıyım da vereceksiniz, olsa olsa ben kocayı bana verirler.” diye karşılık verip gülümsedim ve mor mutfak sandalyesini çekerek hemen oturdum. "Kim istiyor yengemizi?"

Gözlerini devirdi, "Bu önemli mi sence?" gözlerimi şaşı yaparak baktım. Bu halime iğrenerek baktı ama sorumu yanıtsız da bırakmadı.

"Tamam tamam. Benim liseden sevmediğim bir izbandut vardı, Nefes'i rahatsız etmişti de kavga etmiştik." Liste o kadar kabarıktı ki aklıma cesaret edip de istemeye gelebilecek bir isim gelmedi.

"Necip'in oğlu vardı ya Murat, onu diyor!" dedi Kerem ağabey. Burada bir isim birden fazla kişide varsa babasının adı da söylenirdi, neyse ki mahalledeki tek Tuana bendim yoksa bana Levent’in kızı Tuana desinler istemezdim.

Tuana, sadece Tuana.

Kerem ağabeyin yakışıklı suratını süzdüğümde nefes alıp hızla verdim, kumral saçları dalgalıydı ve kaşlarına kadar iniyordu. Kirli sakalları onu karizmatik gösteriyor, elmacık kemiklerinden tutun tüm yüz çevresi Deniz'e benzemesi yönünden bende hayranlık uyandırıyordu. Uzun boyluydu, spor yapmışçasına geniş omuzları vardı, ayak ayağa atmış dirseğini masaya avcunu da çenesine dayamış gözlerimin içine bakıyordu. Kalbim tekleyince gözlerimi kaçırdım.

‘Tövbe estağfurullah, iyice kudurdun kız!’

‘Yahu ne alaka ne alaka, öylesine dalmışım adama!’

Kafamdan Kerem ağabeye olan düşüncelerimi geri gelmemesi adına kör kuyuya attım, düşünmem gereken daha önemli mevzular vardı.

Aklıma dank eden şeyle iki elimi birbirine vurup heyecanla yerimden kalktım. Coşkuyla ayaklandığım için sandalye yere düşmüştü umursamadan bağırdım: "Lan onun oğlu Sevda ile çıkmıyor muydu, hangara ayrılmışlar ki?" İkisinden de tepki alamadım, ayakta tek elim havada mal gibi kalakalmıştım, bozuntuya vermeden sandalyeyi düzeltip oturdum.

Bir anda yükseldiğim için ikisi de ürkse de pek umurumda olmamıştı, bu ikisi hariç herkes alışıktı hallerime. Kerem ağabey ile bu kadar çok aynı ortamda da kalmadığım için şaşırmış olsa gerekti ama ağabeyim 17 yıldır benle yaşıyordu, artık alışmalıydı.

"Önceden öyleydi de hâlâ çıkıyorlar mı onlar?" Kerem ağabeye döndüm ve aklımdaki o soruyu sordum, konu değişikliğine gidiyordum ama sormazsam devam edemezdim sohbete.

"Bu arada sen kimle nişanlanacaksın?" çok mu ani sormuştum bilmiyordum ama meraktan çatlasam daha mı iyiydi, biraz merakımı giderse ölür mü? Hem ben onu Hilal ile shipliyordum, ne ara birisini bulmuştu da istemişti de nişanlanacaktı?

"Kim nişanlanıyormuş?" Ağabeyimin sorusu ile şaşkınca ona baktım, Kerem ağabey kaşlarını çatıp ardından kendini tutamayıp kahkahayı bastı. Deniz’im şu anda burada olsa acaba o da böyle kahkaha atar mıydı, en son onu ne zaman kahkaha atarken gördüğümü de hatırlamıyordum.

"Ben mi nişanlanıyormuşum, benim niye haberim yok?” Öyle çok içten gülüyordu ki ağabeyim bile az öncekinin aksine daha az mutsuzdu. “Ne zaman haberim olur acaba, nikahı kıyarken mi?" ağabeyim omzuna vurup "Nerden çıkarmışlar lan o lafı?" diye kahkahayı bastı.

"Ne bileyim, kim dedi kız sana, söyle de bana da haber versinler, benim de haberim olsun!" diye dalga geçti.

"Hımm, ne bileyim, Burki öyle söyleyince, herhalde Nefes'le Murat'tan bahsedecekti de hatlar karıştı!" dedim. Aklıma ağzımdan Burki adının çıktığı ve onu gambazladığım gelince dudağımı ısırdım. Dünyanın en boşboğaz insanı ya bendim ya da Burak ama ikimizden birisinin olduğu kesindi.

"O mal zaten ne zaman doğru düzgün anladı ki geri zekâlı!" diyerek sitem etti ağabeyim. Eminim eline geçen ilk fırsatta Kerem ağabey onu dövecek en iyi ihtimalle de süründürecekti.

"Yanlış anlamış işte, uzatmayın da ne yapacağımızı düşünelim!" dedim, Burak konusu kapansın da onu dövmesinler diye. İşe yaramış olacak ki ağabeyim ayağa kalktı ve çenesini sıvazlayarak "Ne yapacağımızı hiç bilmiyorum, çok stres yaptım. Nefes'imi düşünemiyorum bile, nasıl hissediyordur şimdi?" diye kaygıyla kafasını karıştırdı.

'İki erkeği de elinde oynattığı için kendisini prenses gibi hissediyordur!’

‘Öyle deme lan, babası bunun tam bir puşt. Allah bilir verme düşüncesine bile girmiştir. Yazık kıza, daha okulunu bitirmedi neyin acelesiyse bu.’

"Kerem ağabey, Deniz de geldi mi?" Utana sıkıla sorduğum soru karşısında Kerem ağabeyde bir mimik bile değişmediği için rahat bir nefes alsam da adını andığım için kalbimde havai fişekler atarcasına bir heyecan dalgası yayılmıştı. Ağabeylerimin yanında utanmadan sevdiğim çocuğu soruyordum, sanırım arkadaş olmamızın iyi yanı buydu. Her ne kadar ağabeyimin bu duygularımı bildiğini düşünsem de çaktırmıyordum.

"Sadece ben geldim canım, önden gelip evi falan temizleyeyim dedim."

"Temizlediniz mi bari?" Umarım temizlemiştir, şimdi bana gelin yardım edin dese ben kesin hayır, diyemezdim.

"Yok yahu, bu Mecnun'dan beter ile uğraşmaktan daha evi temizleyemedim!"

"Olum ben mi dedim temizleme diye, gece gündüz peşimde dolaşacağına temizleseydin!"

"Olum yalnız başıma nasıl temizleyeyim, sensiz temizlik yaptığımı nerede gördün!" Kerem ağabey cilveli bir şekilde ağabeyime göz kırptığında iğrenme refleksi ile yüzümü ekşitip “Iyy.” nidası ile geri çekildim.

İkisi de İstanbul'da aynı üniversitede okuyup aynı evde kalıyorlardı, kıskanmıyor değildim bu delileri.

"Annen göbek bağını benimle birlikte mi kesti oğlum, her şeyde varım da temizlik de yokum!" gözlerimi devirerek "Biz şu işi hallettikten sonra temizleriz hep beraber, değil mi ağabey?" ağabey kelimesine vurgu yapmış ve tek kaşımı çatmıştım. Tamam, aslında o yeteneğe sahip olamadığım için işaret parmağımla kaşımı kaldırmıştım. Dertsiz başıma dert ediniyordum ama Deniz’in odasına uzun zamandır da girmiyordum.

Kerem ağabey gülse de ağabeyim "Bu işi halledin hepinize benden lahmacun!" dediğinde ellerimi sıvazladım ve dilimi dudağımın üzerinde gezdirdim. Açtım aç. Harbi bir şey de yememiştim.

Kerem ağabey ile aynı anda "Kabul!" diyerek ellerimizi aynı anda sıvazladık. Bu hareketimize beraber gülüp ne yapacağımız hakkında kafa yormaya başladık.

"Şimdi Tuana, ben Nefes'i kaçırsam babam bizi eve almaz hem de Nefes'in adı çıkar. Bu şıkkı elediğimize göre diğer şık o piç Murat'ı öldüresiye kadar dövmek ama ucu ya bana ya da Nefes'e dokunur diye o şıkkı da eleyelim. Ne yapacağımızı hiç bilmiyorum. Babası da vereceğim artık seni, okul okutacak para kalmadı, diyormuş. Hepten delireceğim artık ya!" Son dediğinde içim acımıştı çünkü benim babam okuyun ben tüm mal varlığımı satarım demişti.

"Şimdi çok güzel küfürler ederdim o dingile ama ortam müsait değil. Ağabey yapacağımız şey çok belli, ben gidip Sevda ile konuşacağım, sen Nefes ile konuşursun ve Sevda’dan bahsedersin. Kerem ağabey de Murat'la konuşup Sevda ile sevgili olduklarını bildiğimizi söylesin!" Kerem ellini kaldırdığında gülümseyerek "Evet?" dedim. "Murat'la ben neden konuşuyorum, direkt döveyim gitsin."

"Gidip yerime ağız burun dalsan çok güzel olurdu." dedi ağabeyim gülümseyerek ve o anı hayal ederek, ben de kafamı sallayarak "Gelir gelmez mahallenin diline dolanma! Ona söyle tüm mahalle Sevda ile sevgili olduğunuzu biliyor, o anlar zaten."

"Tamam o iş ben de!"

***

Yanıma sadece telefonumu almış Sevda ablanın evinin yolunu tutmuştum. Aslında Mercan’ı çağırabilirdim ama o da benim çalıştığım markette çalıştığı ve yakında başka şehre gideceği için tatil günlerini kullanmıyordu. Burak desen ablası hastaneye gittiği için yeğenlerine bakacağı için gelmemişti.

Nefes ile ağabeyime çok üzülmüştüm, ikisi liseden beri sevgililerdi, hatta daha öncesinden birbirlerinden hoşlanıyorlarmış. Uzun yıllardır ilişkileri çalkantılıydı ve bunun tek sorumlusu ağabeyim ve kıskançlıklarıydı. Bir ayrılır bir barışırlardı ama yıllardır birbirlerinden kopmamışlardı.

Ne söyleyeceğimi bilmeden öyle mal gibi gidiyordum, geçip karşısına Murat’ı bu işten vazgeçirmesini yoksa herkese sevgili olduklarını söyleyeceğim diye tehdit etmek akıllıca olurdu ama empati kurabildiğim için bunu yapamazdım.

Sevda abla bizim kuaförde çalışıyordu, evleri çalıştığım markete yakındı, bu yüzden sürekli bizden alışveriş yaparlardı. Markette kaç kere ikisini birlikte görmüştüm. Liseden beri Murat ile çıktığını ablamdan biliyordum; geçen hafta onları parkta sarılırken de görmüştüm. Murat'la ne zaman ayrıldılar da Murat görücü gitmeye karar vermişti hiç anlayamamıştım. Ne olmuş olabilirdi, yoksa Sevda aldatmış mıydı? Başka bir açıklama da bulamamıştım.

Kafamdaki tilkilerimi söndüremiyor sürekli olaylar arası bağlantı kurmaya çalışıyordum. Gazeteci ruhumu takdir etmeleri lazımdı çünkü bunlar gece gündüz düşünse Murat'ın Sevda ile olan ilişkileri akıllarına gelmezdi. Gelse de Sevda ile konuşmak bir yana düzgün bir çözüm de bulamazlardı.

Bazen fikirlerde, yaratıcılıkta benden üstünü bir insanın olmadığını düşünerek fahriyeler dizer, ayna karşısında kendimle aşk yaşardım. Kendimi bazı konularda yetersiz hissetsem de bazı konularda kesinlikle iyiydim.

Loading...
0%