@hiyera212
|
***DENİZ EFE KAYA*** Tuana'yla mesajlaşmamız sonlandığında üzerime bir kazakla pantolon giyip Toprak'ın odasına doğru ilerledim. Eskiden birlikte alt-üst olacak şekilde ranzada yatardık, o günler güzeldi. Ağabeyim üniversite için İstanbul’a gittiğinde odasını Toprak sahiplenmişti, odalarımız ayrılsa da hâlâ ikizdik. Kapıyı çalmadan -her zaman ki gibi- girip gözlerimi içerde dolaştırdım, iki tek kişilik baza, elbise dolabı ve çalışma masasından oluşan eşyalara baktım. Düzenli bir insandı, hiçbir eşyanın yeri değiştirilmezdi, odasını annem değil kendisi toplardı. Benim de düzen takıntım vardı ama annem sağ olsun odamı toplardı. Toprak bir gün dağınık bir kadınla evlenecekti ve kafayı yiyecekti, binde bin emindim. Ben de aynı şekilde dağınık bir kadınla evlenecektim, Tuana acayip dağınık birisiydi. Toprak'ın yatağı siyah ve beyazdan oluşuyordu, koyu bir fanatikliği olmasa da Beşiktaş taraftarıydı. Ağabeyim ve ben Fenerbahçe'yi tutsak da kuzenim Kuzey onu küçükken kandırmış ve Beşiktaşlı yapmıştı. Babam Fenerli olsa da asıl bu takımı tutma nedenim ilk başlarda Tuana'ydı, lakin sonradan koyu bir şekilde taraftarı olmuştum. Fenerbahçe taraftarı bütün yenilgilere rağmen bu takımdan vazgeçemiyorlardı, asla inancımızı yitirmiyorduk. Benim Tuana'ya âşık olduğum gibiydi bu, ucunda kazanamayacağım bir ödül olmasına rağmen umudumu kesmeyerek onu kazanmak için elimden geldiğinin fazlasını veriyordum. Gerçi artık imkânsız olduğunu da düşünmüyordum, hele Tuana’nın dudağımdan hissedilmeyecek kadar da olsa öpmesinden sonra hiç olumsuz düşünmüyordum. Kalbimin atışı hızlanınca o an ki duygularımı an be an yaşadım ama sonra Toprak’ın sesi ile kendime geldim.
"Buyur bilader?" Toprak'a baktım, üzerinde yeşil kazağı ile siyah eşofman altı vardı. Yeşil kazağının rengi Tuana'nın zümrütlerini anımsatınca gözlerimi ondan çekip sandalyenin olduğu masasına ilerledim ve oturdum, etrafımda bir tur döndükten sonra gözlerine diktim bakışlarımı. Nasıl desem diye düşünsem de pat diye diyecektim. "Bence sen gelme!" Kibar bir şekilde söylemiştim bence, gelmesini çok isterdim ama Tuana ile yalnız kalmak istiyordum. Belki bir cesaretle ona aşkımı itiraf edebilirdim. Sucuk ekmek yerken aşkını ilan etmeyen de seviyorum, demesin. "Onu çok seviyorsun değil mi?" Kafamı kaşıyarak bakışlarımı tekrar kaçırdım, o ise "Görünen köy kılavuz istemez!" diyerek hunharca güldü. "Tuana seni odasına hapsedip sen gitme diye ağlamıştı ya, o günden beri sizin evleneceğinize olan inancım tam!" "Evine gitsem, benim o evden çıkmamam için tekrar o zaman ki gibi ağlar mı?" sorum onu afallatmıştı. Ağlamasını istemiyordum ama beni istesin, beni sevsin istiyordum. "Ağlarsa ona kıyamaz, gitmezsin?" "Ağlamasın zaten. Kavuşsam, nasıl gideyim ki ondan öteye?" "Bilemiyorum artık, kavuşmak da gitmek de senin elinde!" "Onu Taşköprü'ye götüreceğim, sana da gelirken yemek alırım. Annemi de ne yap et Tuana'nın annesinin yanına gönder, sen alttan alttan söylersen onun aklına yatar senden de şüphelenmez!" "O iş ben de! Biliyorsun?" "Acısız ve soğansız?" "İkizimsin," Yanına gidip saçlarını dağıttım, bundan hiç hoşlanmıyordu. Tuana bana yapınca ben de hoşlanmıyormuşum gibi yapıyordum, böyle yaptığımda daha da karıştırıyordu saçımı, bu çok hoşuma gidiyordu. "Oğlum az önce fön çektim!" "Gece gece hayırdır!" “Hayır hayır!” deyip göz kırptı. “İnşallah, hayırdır koçum.” Odadan çıktım, sonradan façasını alacaktım. Cebimdeki sigara paketinden bir dal sigara çıkardım, Tuana'a öksürük krizine girdiği için yanında içmemeye çalışıyordum, yanına gidene kadar içeydim bağre. Kokusu da sinmese keşke ama maalesef buna bir çözümüm yoktu. Arabaya girmeden önce sigarayı ciğerlerime çekebildiğim kadar çektim kalanını yere atıp ayağımın ucuyla ezdim. Arabayı hızla arka arkaya sürüp evin bahçesinden çıkardım, ev yakın olduğu için sadece yarım dakika da ordaydım. Kapıdan çıktığını görünce saçlarımı arkaya doğru karıştırıp boğazımı temizledim. Avuç içime nefesimi üfledikten sonra leş gibi sigara kokması ile yüzümü ekşittim. Neyse ki buna da çözümüm vardı, torpido gözünden naneli spreyi alıp ağzıma sıktım. Diş fırçalamaya vakit bulamayanlara bire bir çözümdü. Oturuşumu düzelttiğim sırada Tuana arka kapıyı açıp sırtındaki okul çantasını bıraktıktan sonra ön taraftaki kapıyı açıp içeri girdi. "Napıyon?" diye sordu gülümseyerek, aynı şekilde gülümsedim "İki saattir seni bekliyorum!" diye yalan söyledim. "Hiç de bile, arabayı görünce hemen dışarı çıktım!" "Şaka yapıyorum zaten!" "İyi!" "Biraz solgun görünüyorsun?" Gözlerini bana çevirdi, aslında mutlu görünüyordu ama yine de bir sorun varmış gibiydi. Aklının ailesinde olduğundan emindim ama bunu ona belli etmedim, soramazdım. Sorsam anlatmayacağını biliyordum, ne yaşadıysa yüksek ihtimal bizim kargaşa ile hemen hemen aynıydı çünkü babalarımız aynı haltı yemişti. "Açım!" Dedi sabah ki gibi beni taklit ederek. Bundan hoşlanmasam da kahkaha attım, bazen hislerimi saklamak için ya gülerdim ya da duygusuz bir şekilde derin bir nefes alırdım. "Yarın ki sınava gece çalışalım mı, sucuk ekmeği de ikimiz yiyelim. Annem Toprak'a kıyamaz ona menemen yapar. Seni bir yere götüreceğim," Dedim, aklımda iki şey vardı, ilki karnımızı doyurmak için onu Soner Ağabeyin yerine götürecektim. İkincisi ise Taşköprü'ye götürerek biraz kafasının dağılmasını sağlayacaktım. "Vallahi evden çıktım ya, sabaha kadar rahatım!" Dedi kahkahalarının arasından, müzik çalarla uğraşıp yabancı bir müzikte durdurdu. Smash, Godzillas Meeting. Tuana kahkaha atarak müzik sesinin sonunu açmıştı neredeyse, ellerini havaya kaldırarak dans ediyordu. Onu mutlu görmek beni dünyanın en mutlu insanı yapıyordu, o gülümsediğinde bile ben mutlu oluyordum. Eminim benim sayemde Kâtibin Melekleri ona fazladan sevap yazıyorlardı. "Eğlenmeye geldik, koçum!" Pencereden kafasını çıkarmış bağırıyordu, kolundan tutup içeri gülerek çeksem de beni tınlamayıp bağırmasına devam etti. "Smoş! Smoş teyze smoş, yumoş değil!" Kahkahamın arasından bir ona bir de yola bakıyordum. İngilizce seviyesi köylülerle yarışırdı, gerçi bizim köyden üç tane İngilizce öğretmeni çıkmıştı ya neyse! "Smaş, raş!" "Senin İngilizce hocan kim, onun ağzına tüküreyim ben?" Kahkaha attı, "Artık sen!" ben de ona katılıyordum, artık ona ben öğretecektim. Kendisi Kore dizileri izleye izleye birkaç kelime öğrense de İngilizceyi sevmiyordu bu yüzden pek öğrenmiyordu. Ya da öğrenemediği için sevmiyordu, bilmiyorum ama benim dil yeteneğim gelişmişti. İngilizce ve Rusça biliyordum, biraz Arapça ve Farsça da biliyordum. Babamın işi dolayısıyla İstanbul’a giderdim ve kafe olsun başka bir yer olsun işe girerdim, turistlerle konuşabilmek için yabancı dil çalışmıştım. Tuana omuzlarını sallayarak saçlarını savuruyordu, elmacık kemiklerinden öptüğüm, ona dans etmek ne de güzel yakışıyordu. O kadar eğleniyorduk ki ses yüzünden bir şeyler konuşsak da kimin ne dediği belli değildi. Gideceğimiz yere vardığımda iki acılı soğansız, bir tane de acısız sucuk ekmek ve vazgeçilmezimiz acılı şalgam siparişi verdim. Ne olur ne olmaz şalgam biter diye ayran da aldım. On beş dakika sonra yine yollardaydık, gideceğimiz yer biraz uzaktı. "Hoşlandığın biri var mı?" Tuana şarkıya eşlik etmeyi kesip bana bakmıştı, şaşkın ve bir o kadar da utanmış görünüyordu. Saçlarını kulağının arkasına yerleştirdikten sonra "Neden sordun?" diye sordu, hoşlandığı biri olduğunu o an anlamıştım; acaba kimden hoşlanıyordu, benden hoşlanma ihtimali var mıydı? Olabilirdi çünkü beni öpmüştü, öylesine öptüğüne inanmıyordum. "Peki kim bu eleman, ben tanıyor muyum? " Direksiyonu sıkıyordum, eklem yerlerim kırılacak gibi olsa da direksiyonu bırakmadım ya da hızımı arttırmadım, ikimizin canını asla tehlikeye atmazdım. "Öyle birisinin olacağını düşünmüyorum, şu an derslerim ya da önümdeki sınav haricinde bir şeye odaklanamıyorum!" Parmaklarımı gevşettim, benden hoşlanmıyor olabilirdi ama başkasından da hoşlanmıyordu. Vakti yoktu, olmasındı da! Ne benden hoşlansın ne de başkasından, başkasıyla olacağına ben dahil kimseyle olmasın daha iyi. "Sınavına odaklan bence de ne gereği var!" Derin birkaç nefes alışverişinin ardından kalp atışlarımı rahatlatmaya çalıştım, Tuana'nın yanındayken ister istemez nefesim kesiliyordu. Bu duyguları kontrol edemiyordum, Tuana benim kontrolden çıkan dümenimdi, sağa sola savrulsam da o dümeni terk edemiyordum. O benim nefes alma sebebimdi, nefesimi kesendi, yaşıyorsam onun sayesindeydi! Yaşama sebebimdi. "Peki senin var mı, bu zamana kadar kimseyle çıkmadın!" Söylediklerine kaşlarımı çatsam da sonradan kahkaha attım. "Bu zamana kadar çok kalp kırdım lakin kimseye umut verip konuşmadım. Hayatımda iki kadın var Tuana, birisi annem diğeri sensin. Başka kimseye ayıracak vaktim yok!" diye itiraf ettim. Köprüye gelene kadar bir daha da konuşmadık. Bizim köye doğru sürdüğüm arabayı yolun kenarında durdurdum. Bizim evden daha uzaktı ama geceleyin gelmek için müthiş bir yerdi. Burayı çok seviyordum, babam anneme burada evlenme teklifi etmişti. Evlenenler dış çekimi için gelirlerdi, gelin ve damat buradan yürüyerek geçer bir sürü fotoğraf çektirirlerdi. Tarihi Taş Köprüye geldiğimizde yakın evlerden ışık gelse de çoğu uyumuş gibiydi. Köyde herkes erken uyurdu, sabah iş güç yoğun oluyordu. Büyük ve küçük baş hayvanlarla geçim sağlanırdı, köprünün alt tarafında eski bir değirmen vardı. Şimdi kullanılmaz bir haldeydi ama eskiden çok iş görürdü. Burası Akdeniz bölgesinin Karadeniz'i gibiydi, kışları çoğu zaman yağmurlu geçer, yüksek kesimlere kar yağardı. Bugün hava açıktı, tek bir bulut bile yoktu ama hava acayip soğuktu. Arabayı ağaçların kenarına park ederken etraftan köpek sesleri gelince biraz tereddüt etsem de karizmam çizilmesin diye korktuğumu belli etmedim. Köpek sesleri kesildiğinde birlikte arabadan aşağı indik. Hızlıca yanına gidip elimi omzuna atıp güvenli bölge olan göğsüme çektim. Birlikte köprüye doğru ilerledik, "Dikkatli ol!" Tuana'nın güvenli bir şekilde taşların üzerine oturduğundan emin olduğumda ben de yanına geçip oturdum. Birkaç sene evvel sular taşmış ve köprünün bir kısmını yıkmıştı, belediye tadilata sokmuştu. Şu an güvende olduğumuzu bilsem de yine de belli olmazdı, Tuana'nın başına bir şey gelirse Allah korusun üzüntüden geberirdim. Ayaklarımı aşağı sarkıttıktan sonra sucuk ekmeğimi açlıkla kemirmeye başladım. Çok acıkmıştım, annem babama sinirlenmiş öğlen bile yemek yapmamıştı ve ben resmen bir gündür açtım. Tuana ile gündüz başka bir yere gidip yemek yemediğime pişman olsam da şu an onunla birlikte olduğum için mutluydum. Tuana'yı seyrediyordum, kumral saçları omuzlarından aşağı dökülmüştü. Vanilya kokuyordu, bu koku nedense onunla birlikte bir anlam buluyordu. Yeni duş jelinin kokusuna hayran olmuştum, eskisi de güzeldi ama bu onda başka bir etki yaratmıştı. Dudaklarının hareket etmesi içimi kıpır kıpır ediyordu, kalp seslerim aşağıdan gelen su sesiyle birbirine karışıyordu. Ekmeğimden bir ısırık daha aldıktan sonra şalgamımdan içtim, ekşi ve acı tat ağzımda tuhaf bir tat bırakıp yoluna gitti. Şu şalgam tüm içeceklerle yarışırdı. Doğanın güzelliği karşısında dilimiz lal olmuştu, ben hemen ekmeğimi bitirmiştim. Tuana ise benden daha hızlı bir şekilde yese de benden beş altı dakika sonra bitirmişti. Aç olmalıydı, daha önce bütün bir ekmeğin hepsini bitirdiğine şahit olmamıştım. Ayağımızın altından sular şiddetle akıp gidiyordu, ağaçların arasından baykuşlar ürkütücü sesler çıkarınca içim bir tuhaf olsa da aldırış etmedim. Doğa bana huzur veriyordu, bu yüzden annemgilin eski evini çok istiyordum, hem bu köprüye şimdi ki evimizden daha yakındı hem de orayı tadilata sokup dehşet bir yer haline getirecektim. Her yere siyah hâkim olacaktı, siyahı ayrı seviyordum, en sevdiğim renk mavi olsa da siyahın gönlümde ayrı bir yeri vardı. "En büyük hayalin ne? Ünlü filan olmak mı?" Kendi sorduğu soruya cevap vermişti, sanki ünlü olmak, diyecekmişim gibi bir şekilde söylemişti. Aslında hiç bunun en büyük hayalim olmasına izin vermemiştim. Fenomen olmak ya da ünlü her neyse bu umurumda değildi. Sosyal medyaya şarkı söylerken attığım videolar sürekli yapacağım bir iş değildi, hoşuma gidiyordu sadece. En büyük hayalimin kendisi olması ve bunu onun bilmemesi... "Bir hayalim yok!" Yalan söylediğimi ikimiz de biliyorduk, bunu yüzüme vurursa inkâr etmezdim ama doğruyu da söyleyemezdim. Herkesin bir hayali vardır, cümlesine sığınacağından emindim. "Keşke bizimkiler de burada olsaydı. Yolda halay çekerdik!" Dediğine gülüp geçmek istedim ama bu fikri yaptığımızı söylemem lazımdı. Aynı zamanda şu an sıkıldığını düşünüyordu ama onlar olsa bile yine sıkılacaktı, Tuana'nın canı sıkıldığı zaman ne olursa olsun her ortamda sıkılırdı, içi, ruhu her şeyi bunalırdı. “Aslında Mert'in ablasının düğününde hani sen bir saat önce gitmiştin ya eve?" Kafasını sallayarak "Oğuz öküzü yüzünden erken dönmek zorunda kalmıştım!" diye üfledi. Üzülmüş bir şekilde baktım ama yine de gülerek "İşte o zaman Mert ve Burak içmişlerdi, ben de bunları sürekli kameraya çekiyordum. İlerde yeğenlerime ya da yengelerime göstermek için. İşte trafiğin olmadığı bir yerde, şu Kürşat'ın evi var ya yol çatında orası işte, durdurdular arabayı. Burak Mert'le zeybek oynamaya çıktı-" sözümü kesip "Onlar bilmiyor ki!" diye cırladığında elimle 'hah!' dermiş gibi yapıp "Aptallar çıktı işte, oynayamayınca Toprak halay başı oldu, halay çektiler. Kürşat bizi görünce geldi, o da halaya katıldı. Ben kamerayı arabanın üstüne koyup halaya girdim, arabadan da lorkey çalıyo bas bas. Yoldan geçen insanlar arabayı kenara çekip halaya filan katıldı, görmen lazımdı!" İkimiz de kahkahalarla boğulduktan sonra on dakika kadar sessizlik yemini etmişiz gibi sustuk ve gökyüzünü seyrettik. O sıra bir yıldız kaydığında elimle işaret ettim, "Yıldız kaydı, dilek tut istersen!" dediğime gülümsedi. İçimden Allah'a yanımdaki kızla evlenmek istediğime dair bir dua edip zümrüt yeşili gözlere odaklandım. O kadar güzel bakıyordu ki, gökyüzü masmaviydi, onun gözlerinin rengi belli olmasa da ben ezbere biliyordum. "Ben yıldızlardan dilenmem, Allah'tan dilerim ne dilersem!" Gülümseyip yanaklarını sıktım, sağa sola çevirerek yanaklarını sıkıyordum. Eskisi kadar pamuk şeker değil aksine elmacık kemikleri belli olmuş, yüzü incelmişti. Bu yüzden acımış olabilirdi ama ben onun yanaklarını çok seviyordum. Eskiden ne güzel tombik tombikti, inşallah yine öyle olur. "Yaa Deniz şu hareketten hoşlanmıyorum ya!" Derken o da saçlarımı karıştırınca ellerimiz boşta kaldığı için az kalsın suyun içine düşüyorduk ama ben son anda surdan tutup onu da kendime çekmiştim. Yutkundum, saçları yüzüme dokunduğu için vanilya kokusu ciğerlerimi doldurmuştu. Yokluğunda sigarayla zehirlediğim ciğerlerim onun kokusuyla iyileşiyordu sanki. Onu belinden kavrayıp düşmesin diye sıkı sıkı tutuyordum, elleri omzumdaydı. Kalplerimiz birleşikti ve birbirine vuruyor misali hızla çarpışıyorlardı. Nefesim kesiliyordu ama bu aşktandı, sağlık yönünden değildi ya da Tuana sağlığıma hem iyi hem kötü geliyordu, bilmiyordum. Bildiğim ruhumun ona bahşedildiğiydi, bedenim yalnızca onun sayesinde var olduğuydu, alın yazım olduğuydu... Surun güvenli tarafından yere oturdum, Tuana'yı bırakmamıştım, bırak, dese de bırakmazdım ya neyse. Kafasını göğsüme yasladı, kalp atışlarımı duyar diye korktum, hâlbuki tüm köy duyuyor olabilirdi. Kollarımla onu sardım, daha da çok sokuldu sineme. Onu benden koparacaklarmış gibi hissediyordum, benden uzaklaşır da bu hasretiyle beni kor ateşlerde kavurur diye korkuyordum. Birkaç dakika öyle kaldık, bu an bitmesin diye Allah'a yalvardım. Eğer rüyaysa bir daha uyanmak istemedim, eğer gerçekse zaman dursun istedim. |
0% |