@hiyera212
|
***DENİZ EFE KAYA*** Kafasını omzuma doğru çekip yüzüme baktı, odak noktası gözlerimdi. "Benden hiç gitme Deniz!!" Şu cümleye bir insan ölebilir miydi, ölmek çok kolaydı ama şu cümle onun ağzından çıktı diye şu köprüden atmak istedim kendimi. Ya bir daha bu kadar güzel bir cümle işitmezsem nasıl yaşardım? Aklıma dank eden düşçüne kaşlarımı çatmama neden oldu. Nasıl bunu düşündürecek bir hata etmiştim de gidebileceğimi hissetmişti? "Ben senden nasıl gidebilirim ki?" "Ne olursa olsun ne duyarsan duy ne öğrenirsen öğren ama asla arkanı dönüp çekip gitme olur mu?" Bir şey mi olmuştu ki? "Sen 'git' desen bile ben gitmem ki!" Gidemem. Kollarını boynuma dolamıştı, o an hislerimiz karşılıklı olabileceğine dair iç sesim kuduruyordu, bas bas bağırıyordu. İç sesim kendi kendine halaya tutulmuştu, bu aşkın tek taraflı olmadığına inancı tamdı! “Dans edelim mi?” başını kaldırıp göz teması kurdu, zümrütleri ayın ışığında bir yıldız gibi parıldıyordu. “Gerçekten mi?” Heyecanı gülümsetti. “Gerçekten ama gerçekten.” Oturduğumuz yerden kalktık, ellerimi beline sabitledim, elleri omzuma yetişemediği için o da göğsüme sinerek elleriyle kazağımı tuttu. Kalbime, mideme bir sızı inince nefes alışverişim sıklaştı, kalbimde yanardağ patlamasına benzer bir şeyler oluyordu. “Her şey seninle güzel yolda yürümek bile Kulağına duyacağı kadar kısık bir ses tonuyla şarkıyı söylerken yerimde hafifçe sallanıyor onu da kendimle sallanmasına izin veriyordum. İlk dansımızı hatırladığımda sırıtmamak için kendimi zor tuttum. Anasınıfında gösteri yapacaktık ve Toprak Tuana ile eşleşmesine rağmen onunla yer değiştirip Tuana ile ben dans etmiştim. Benim eşim sürekli beni tartaklayan bir kızdı, ondan çok korktuğum için Tuana’yla dans etmek istemiştim ama kaderin planları farklıymış. Köpekler yine kendini belli ettiğinde yüz metre kadar ileriden iki çift silah sesini işitince ikimiz de aynı anda titredik. Gitme zamanımız gelmişti, bizi domuz ya da ayı sanıp vurmadan topuklamak lazımdı. "Gidelim mi?" Ben daha sormadan o fikrini söylediği için sevinmiştim. Belki gitmek istemeyecekti. "Köylüler bizi domuz kurşunu ile öldürmeden mi, tabii ki!" Yanıtımla gülümsedi, ondan ayrılmak istemesem de serbest bıraktım. Seviyorsan özgür bırakacaktın, eğer bırakamıyorsan ona zarar verirdin. Onun saçının teline zarar gelse ve buna ben sebep olsam kendimi paramparça ederdim. Ona asla bile isteye zarar vermezdim, veremezdim. Ona kıyamıyordum. Ona deliler gibi aşıktım, her geçen gün daha fazlasıyla yüzleşiyordum. Kalbimin tek sahibi oydu, kıymetlimdi... Arabaya bindiğimizde hiç konuşmadık, arkadaşlarınla oturursun da kimse sesini çıkarmaz ya, o an herkes birbirine anlamsız boş bakışlar atar. Neden kimse konuşmuyor, aramız mı bozuk diye düşünmeden edemeyiz, işte o huzursuzluğa sahip olmayan bir sessizlikti. Bu sessizlik sadece aşkın melodisiydi, onun nefesleriyle benimkinin birbirine karışması, kalplerimizin karşılıklı buluşma senfonisi... Tabii ki arabadan çıkan o sevdiğim motor sesi! Bu arabayı alabilmek için ebemizin ağladığı aklıma geldikçe daha da seviyordum bu yavrucağızımı, benim ikinci kıymetlimdi. Her ne kadar babamla ağabeyimin parası daha çok geçse de ben de motor alacağım parayı bu güzelliğe verdiğim için hakkım büyüktü. Motosikletten sırf bu bebek için vazgeçmiştim, bu bebek de her şeye değerdi. Mercedes C 200, benim ikinci aşkımdı. Sessiz geçen bir sürenin ardından konuşmamaktan sıkılmış olan Tuana konuşmaya başladı. Zaten nasıl bu kadar susabildiği beni şaşırtıyordu, kesin kafasından bin ses ayrı telden çalıyordu yoksa Tuana hep konuşurdu, ben de onu seve seve dinlerdim. Onu dinlemek benim için muazzam ötesiydi, sesini duymak ruhumu tazeliyordu. Ayakkabılarını çıkarmıştı ve ayaklarını kendine çekerek oturmuştu, biraz üşüyordu, ceketi onu ısıtmıyordu. Bunu fark edince eve gittiğimizde ona kıyafet vermeyi aklımın bir köşesine yazdım. "Annem ablamın ilk yıl üniversiteye gitmediği gün ki gibi olacaktı, zor onu kendine getirebildim!" Yaşadığını ilk defa ısrarsız anlatması şaşırtmıştı, normalde yalvarsak anca ağzından laf alırdık. “Kötü olmuş, annen daha iyi mi?” “Aslında sadece yaylaya ev yaptırmayı düşünüyor babam, annem neden bu kadar abartıyor anlamıyorum.” “Buradaki arsalarından bazılarını satarak ya da kredi çekerek alacaklar, sence bu mantıklı mı?” Babam köydeki evi amcam için satmaktan vazgeçip yayla için satmaya karar vermişti, benim için her türlü zarardı. Ayrıca arabayı satma ihtimali tüylerimi diken diken ediyor nefesimi daraltıyordu. “Tamam, sustum!” “Tuana bak yayla serin ve güzel, bunu inkâr etmiyorum ama herhangi bir borç yaparlarsa kötü olur. Ağabeyimin bu sene okulu bitmiyor düşün ki iki çocuğunu daha üniversiteye yollayacak bizimkiler. Kendinizi de düşün, ablanla ağabeyinin okulları bitmemiş ve sürekli onlara sağlanan bir para akışı söz konusu, sen de gideceksin düşün evin halini.” “Haklısın, ablamın da bu yıl okulu bitiyor ama ben gidersem ağabeyimle ikimizin masrafı olacak ve kendimi geçtim ağabeyimin masrafı benim üç yıllık masrafıma eş değer. Annem yaz tatili planları yapıp para biriktiriyor, sonra da oğluna yolluyor. Onların yüzünden bir kere olsun tatile bile gidemedik.” Tuana’nın bitmek bilmeyen tatil hayalleri içimi yakıyordu, kendime söz verdim, onu bir gün olsa dahi denize götürecektim. "Bunu kast ediyorum, babalarımız kafalarının dikine gidiyorlar. Annelerimiz ise gelecekte olacak sıkıntıların farkındalar, bunu önlemeye çalışıyorlar haklı olarak." Kadınların ileri görüşlülüğü erkeklerde hatta babalarda maalesef ki yoktu. Erkek olarak bildiğim tek ileri görüşlülük Atatürk’te vardı gerisi boştu maalesef. “Biliyorum ama tartışmaları…” Birkaç saniye cümlesini tamamlayamadı ama yutkunduktan sonra devamını getirebildi. “Hoşuma gitmiyor!” “İnan onların da hoşuna gitmiyor ama sinirlendiklerinde yaptıklarının farkında değiller. Eminim en çok zararı sana veriyorlardır, kardeşlerine bu durumu çaktırmıyorlardır. Emin ol bütün ana babalar aynı, bizim evde bir cümbüş olur ama Kerem’in ruhu bile duymaz.” “Bizde de öyle, her boku ben görüyorum, maruz kalıyorum ama diğerlerine söylesem de bu kadar büyük olduğuna inanamıyorlar.” Yüzümü buruşturdum, gurbettekileri düşündükleri kadar evin içindeki çocuklarını da düşünseler ne olurdu. Eve geldiğimizde bahçe kapısı otomatik olarak açılmaya başlamıştı, kapı açıldıktan sonra arabayı söndürdüm. Tuana’yı eve bırakmayacaktım, yani en azından birkaç saatliğine ders çalışmak için bize gelmiştik. Tuana'ya dönüp omzuna elimi koyup "Canını sıkma lütfen, eminim seni üzdüklerinin farkına bile varmıyorlardır. Ebeveynlerimiz yaşlandıkça ne yapacaklarını şaşırıyorlar, akıl sır erdiremiyorum ben de bazen. Geçen gün babam bardağı yanlışlıkla kırdı, içeri doğru kim bu bardağı oraya koydu diye sinirle bağırdı. Bardak da elindeydi yani! Annem bir saat babama bir bardak tutamadığı ile ilgili demediğini katmadı. Birkaç gün sonra da annem kırdı bardağı, kimse ses çıkarmadı. Annem de hiçbir şey olmamış gibi gidip temizledi, nazar çıkmış! Yok yani, birisinde bir tane akıl bile var mı yok mu sorgulamaktan uzun zaman önce vazgeçtim ben!" Nefessiz kaldığımda neden bu kadar çok konuştuğumu merak ettim, açıklama yapmayan, çok konuşmaktan hoşlanmayan ben onun yanında dilime motor takmışlar gibi konuşuyordum. Öyle çok konuşuyordum taramalı tüfek gibi ben bile şaşırıyordum. Arabanın içinde daha fazla kalmak istemiyordum, mahalleden biri görse kesin laf çıkarırdı. Onların boş boğazlık yapması umurumda bile değildi ama Tuana'nın adını mahallede çıkartamazdım, zaten bizimle arkadaş olduğu için millet sürekli yanlış anlayıp mal mal şeyler söylüyordu. Tamam benim duygular belliydi ama kötü bir şey de yapmıyorduk, onlar fesattı. Burak'ın eski kırıkları Tuana'nın dördümüzü -ben, Toprak, Burak ve Mert- bir arada yürüttüğünü, hepimizi oynattığı iftirasını bir ara okulda yaymışlardı, kız olmaları umurumda değildi hepsini gebertirdim ama işte neyse ki biraz sert çıkıştığımda herkese doğruları yani yalan söylediklerini söylemişlerdi. Bundan Tuana'nın haberi yoktu eğer duysaydı eminim onların ağzının burnunun yerini değiştirirdi. Bu çok hoşuma giderdi ama bu yayılan lafı duyup üzülmesini istememiştim. Arabadan inecekken telefonuma mesaj gelmişti, normalde bakmazdım ama Tuana'nın bakışlarını üzerimde hissedince bakma gereği duydum. İKİZİM: Annem Sultan ablalardan gelmedi, babam da daha dönmedi. Nerede kaldınız, bize gelin? "Tuana, annem size gitmiş. Her halde annenle birlikte babamgili çekiştirecekler!" Kahkahama engel olamadım, "Evde yeterince çekiştirmişti ama yapacak bir şeyleri yok başka!" diyerek ellerimi açtım, "Toprak bize gelin diyor!" sanki ben dersem yanlış anlardı, ne bileyim, daha çok Burakgilde takıldığımız için bizim eve gidelim desem, olmaz sizde ne işim var diyecek gibi hissediyordum. "Tamam o zaman, Toprak'ın sucuk ekmeğini de al!" Deyip sırıtarak arabadan aşağı indi. "Annem de akşama kadar kendi kendine söylenip durdu, babam gelince iki kelime söyledi, sonra da sustu." Gülümsedim. "Annen babana ceza vereceğim derken ödül vermiş!" Toprak demir kapıyı açmış bizi dinlemiş, üstüne de cevap veriyordu. Hiç yakıştıramadım ikizim. “Aynen öyle, en çok ben rahatladım!” dedi sevdiğim kadın Toprak’a bakarak. Olaylar olurken ne kadar canımız sıkılsa da bir müddet sonra dalga konusu oluyordu, bu vaziyet hayra alamet olmasa da elimizden bir şey gelmiyordu. Ne kadar büyüsek de çocuktuk işte, büyüklerin de yaptıklarına, dediklerine akıl sır ermiyordu. "Hoş geldin Tuana." "Hoş buldum Toprak, nasılsın ne var ne yok?" "Nasıl olsun, ben de yarın ki sınav için siz gelene kadar bütün gördüğümüz konulardan not çıkardım." Salona doğru geçen Toprak'ı takip ettik, sanırım salonda çalışacaktık. Düşünceli kardeşim benim! Benim odam acayip dağınıktı ama kendisinin odası temizdi, orada çalışabilirdik lakin beyefendinin odası Allah korusun toz olabilirdi ve kalptan gidebilirdi! Tuana kıkırdayarak "Biliyor musun Toprak ben de not hazırlamıştım, lakin bugün değil! Her gördüğümüz dersten sonra not alıyorum, ardından tahmin ettiğim sorulardan test çözüyorum. Hem akılda kalıcı oluyor hem de sınav zamanı bütün konuların notlarını çıkarmakla zaman kaybetmiyorum. Son gün çalışmıyorum eskisi gibi." Toprak koltuğa oturmuş Tuana'yı dinliyordu, ben de dinliyordum ama dediklerinden çok pembemsi dudaklarının hareketlerini izliyordum. Toprak elini uzattı, "Geleceğin öğretmeni konuştu!" dediği şeye gülümsedim, Oğuz'da buna benzer bir şey söylemişti. Tuana o kadar çocukla baş edebilecek ya da sinir sistemlerine hâkim olabilecek bir kız değildi. En ufak zıtlık yaşarlarsa hepsine bağırır çağırırdı, okulu inletirdi çığlıklarıyla. Tazmanya canavarı diye boşa demiyordum, geldiği her yeri yıkıp deviren ve kalbimi darmaduman eden sevdiceğim benim. “Teşekkür ediyorum efenim, lakin daha ne olacağıma karar vermedim!” “Nasıl karar vermedin?” Bu soruyu ben sormuştum, Tuana psikoloji okuyup hepimizi düzelteceğini söyleyip duruyordu. "Karar veremedim işte, şu an kendimde her şey olabilecek pozisyonu görüyorum. Asker olabilirim, polis olabilirim, eczacı olabilirim, veteriner olabilirim... bak şey de olabilirim?" Tuana aklına gelen bütün meslekleri saymıştı, neyin kaldığını merak ederken "Annemin izinden de gidebilirim, ana sınıfı öğretmeni?" gözlerimi devirdim. Bunu istemezdi, çocuk sesine katlanamazdı bile. "Bence danışmanın yanına uğrayıp meslek seçiminde sana yardımcı olmasını iste, yoksa hedefin olmazsa bütün çalışmaların istemediğin bir meslek için olur!" "Deniz doğru söylüyor, neyi istediğine karar veremiyorsan danışmana git!" "Benim tek danışmanım kim bilmek ister misiniz?" "Bilmek istemeyiz!" Dedik ikizimle aynı anda, çünkü kim olduğunu gayet iyi biliyorduk. "Profesyonel bir danışmandan bahsediyoruz, iki kelimesi birbirini tutmayan Burak'tan değil!" İçeri gelen kişi Nihan'dan başkası değildi, yanlış anlaşılma olmasın diye bizim çocukları da çağırmıştık. Bizim demir kapı dışarıdan da açılabiliyordu, zili çalmamışlardı, gerek de yoktu zaten. Ben de Tuana hariç arkadaşlarımın evine girerken zili çalmıyordum, bodoslama bağırarak giriyordum. “Hoş geldin Niyancım,” Tuana’nın Nihan’ın ismini söyleyiş biçimine ben hariç kimse gülmedi, gülünsene lan! "Hoş bulduk gençler, ne yapıyorsunuz?" "Gördüğün üzere, Toprak'ın yemeğini yemesini bekliyoruz. Sonra da sınava çalışacağız işte!" Her zaman kinden daha aksi olmam kızların gözlerini devirmesiyle devam ederken içeri Viyana girdi. Kanuni Viyana’yı alamamıştı ama bizim Toprak bu gidişle alacaktı. Tek kaşımı çatmış ona bakıyordum, Viyana'yı çağırdıklarından haberim yoktu. Toprak ondan cidden de hoşlanıyor olmalıydı, aksi takdirde bu eve giren ilk yabancı kızdı. Tabii bizim okula yeni gelmiş olması ve kimin nesi olduğunu bilmememizi de buna katarsak ne demek istediğimi anlamış olmalısınız. Yabancı yani, hırlı mıdır hırsız mıdır ne bileceğiz? Toprak onunla Adana'da dört ay kadar önce karşılaşmıştı, Yusuf diye bir arkadaşımız vardı, Viyana onun kuzeniymiş. Öyle tanışmıştı falan da yani kız bir ay önce buraya transfer olunca Toprak çok kıymetli zamanından ona da ayırmaya başlamıştı. Bana ayırmadığı tüm vakti ayırdığı kız da pek tekin birisine benzemiyordu. Gözlerimi devirerek balkona doğru ilerledim, kıza 'hoş geldin' dememiştim, çünkü hiç de 'HOŞ' gelmemişti. Ah hayır, tabii ki de Toprak'ı bir kızdan kıskanmadım, Toprak o kızı alsındı ve ne yapıyorsa yapsındı, eninde sonunda onun yanında olacak tek kişi bendim. Kolay kolay kimseye güvenmediğim gibi ikizimi de piliçlerin önüne atacak değildim. Kimseye güvenmiyordum, lakin benim ikizim çok saftı ve herkesi kendi gibi sanırdı. Saf ve salak, asalak ne kadar hakaret varsa bu durumla ilgili hepsi benim kardeşimdi işte. Viyana’nın tekinsiz olduğunu düşünmemin başlıca sebebi uyuşturucu kullandığını tüm okulun bilmesiydi, yani gözümle görmemiştim ama Burak gördüğünü hatta ona da satmaya çalıştığını söylemişti. Ben uyuşturucuyu içenden de satan da nefret ederdim, Burak salağı bazen adını bilmediğim bir ot içerdi ama bu kızın sattığı beyaz tozdu, Toprak’tan çekinmesem direkt polise şikayet ederdim ama sonunda aramızın bozulma riski vardı.
|
0% |