Yeni Üyelik
39.
Bölüm

39. BÖLÜM

@hiyera212

Yüzümde, göğsümde ve saçlarımda hissettiğim soğuklukla çığlık attım. Boğuluyorum lan, nefesi nereden alıyorduk?

"Noluyor lan!" Bağırmamla annem ve Nihan kahkaha atıp "Newton boşuna suyun kaldırma kuvvetini keşfetmedi." Annemin sözcükleri ile ikisi gülmelerine devam ederken ben gözlerimdeki suyu parmaklarımla silmeye çalışıyordum.

Ağzına itin tükürdükleri üzerime su dökmüşlerdi, hem de havanın soğuk olduğunu bile bile. Tamam doğuya göre eksi bilmek kaç derecelik bir hava yoktu ama herkesin soğuğu kendine soğuk öyle değil mi?

"Anne ne yapıyon ya!" diye çemkirip ayaklandığım gibi üzerimde ki tişörtü çıkardım. Neyse ki dün Deniz aşkımın verdiği kazağı annem görüp de o nereden çıktı sorusuyla karşılaşmamak için çıkarmıştım. Yoksa mahvolabilirdi.

"Kaç saattir uyanmıyon biliyon mu sen?"

"Uyanmıyorsam uyanmıyom, nasıl su dökebilin ya?" cırlamalarıma devam ederken Nihan'ın saçından çekip "Bütün bu yılanlıklar senden çıkıyo di mi hain?" diyerek kurutma makinasını alıp ıslanan saçlarımı kurutmaya başladım, hasta olursam bu haftaki tüm sınavlar boku yerdi.

İnanamıyordum ya, kulağımın içine kadar su kaçmıştı, dua etsinler de kulağım ağrımasın, yoksa aldıkları nefesi başka yerlerinden çıkartmasını iyi bilirdim!

"Ya neyi ben dicem, kalkmadın biz de su döktük!" Bir de açıklama yapıyor, Allahtan Hilal ayda yılda bir geliyor da onunla kız kardeşlik yapmamıza gerek kalmıyordu, şayet Nihan gibi bir kardeşim olsaydı onu şu an felç etmiştim! Başka bir kardeşim olmadığı için Allaha şükredip kurutma makinasını kapattım. Annem çoktan çıkmıştı zaten, ciyaklamalarımı duymayı pek kaldıramazdı da kendisi!

"Neyse, saat kaç?"

"Dokuz!"

"Hadi acele edelim, ikinci saat bitmeden orda olalım da yok yazmasınlar bari!" Nihan kahkaha atıp "Toplantı varmış, bizimkiler yok yazdırmamış başkana. Acele edelim yine de!" ben de kötü Hades gülüşlerimden birini atıp "Seviyorum hayatımı!" dedim Deniz'i kast ederek.

Üzerime okulun yeni -annemgile hatıra olsun alalım diye yalvarıp en son babamın sızlanmalarıma dayanamayıp aldığı- sweeti ve lacivert yüksek bel kot pantolonumu giymiştim. Müdür son sınıfları üst forma hariç serbest bırakmıştı, en azından etekten kurtulmuştuk.

Toz pembe şapkamı alıp sırt çantama koydum, Nihan makyaj yapıyordu. Yanına gidip bana da yapmasını rica ettim, gözlerime açık kahverengi bir far çekti, aylaynır da çekip göz altlarıma kapatıcı sürdü. BB kremi yüzüme sıvadıktan sonra allık sürüp dudağıma mat kahverengi bir ruj sürdü. Hayatta aylaynır çekemezdim, hatta far bile sürmeyi pek beceremiyordum, neyse ki Nihan buradaydı.

Farı nasıl, hangi sırayla sürmem gerekiyordu çok karışıktı. Ben doğal güzeldim, fondötenimi o armut süngerle yüzüme yedirir lipbalımı dudağıma, göz kalemini ve rimeli gözüme sürer makyajımı tamamlardım. Hilal ile Mercan farın nasıl sürüldüğünü gösterse de kafam karışmıştı, şeftali tonlarındaki renkler bana yakışıyormuş, göz kalemini aylaynır gibi çektikten sonra tek renk bazen sürüyordum ama hiç de profesyonel değildi.

"Çok güzel oldu he!"

"Tabii kızım, ne sandın?" Makyaj yapıp da süslendiğimde nedense egom tavan yapıyordu; kendime güvenim artıyordu. Acilen internetten birkaç video ile öğrenmeliydim, böyle görünmek hoşuma gitmişti.

Annem çemkirme moduna geçtiğinde Nihan’da bu anlara şahit oldu masmaalesef: "Tuana, kız geç kaldınız yörüyün hayde!" aynı şekilde ben de çemkirerek "Tam ana ya, bitti işimiz zaten!" sevgili arkadaşımın bakışlarını üzerimde hissedince şirince sırıtarak öpücük attım. Bu kadar malamat bir aile görmemişti herhalde.

Salona doğru gidip kahvaltıya oturmadan ayakta birkaç şey ağzıma atıyordum, Nihan bir sandalye çekip kendisine koyulan çaya bir çuval şeker atıp şirin bir şekilde kahvaltı yapmaya başladı. Bir kendime bir de arkadaşıma bakıyordum, tanımasam kendisini bana hanımefendi ayağı çekmesine kanardım ama çok iyi tanıyordum. Kendimden daha iyi hem de!

"Tuanacığım otursana," Annemin duyamayacağı şekilde ekledi: "Kazık gibi tepemde durmuşsun senin yüzünden aç gideceğim!"

Gözlerimi devirerek yağlı soba çöreğinin içine dilimlenmiş domatesleri ve peyniri doldurup "Senin zıkkımlanmanı bekleyecek süremiz olsaydı otururdum!" dedim.

Annem arkadaşımla daha terbiyeli bir şekilde konuşmamı höykürünce içimden 'Sen onu bir de yalnızken gör anne!' diye bağırsam da dışımdan sadece masumca -hığı der gibi yüzümü buruşturarak- gülümsemekle yetindim. Nihan ise kibar bir şekilde önüne gelen her şeyden az uz çöreğin içine tıkıştırıp çayı bir dikişte bitirip ayaklandı.

Ağzım beş karış açık bir şekilde onu izlerken annem çenemi eliyle yukarı doğru itip "Çeneni de evde düşürme, hayde!" diye okula postalayınca ben de odama gidip çantamı sırtlandım. Bugün en azından içinde bir yığın kitap yoktu, sınav haftasında ders işlemiyorduk.

Nihan’da çantasını alınca okula doğru yolculuğumuz başlamış oldu. Yolları yürüyüp geçerken Denizgilin evinin önüne gelmiştik, babam ve Kerim amcayı evin önündeki arabanın kaputunu açmış uğraşırlarken gördüm. He lan, benim babam dün gece eve gelmemişti! Nerede kaldı la benim moruk babam?

"Nihan sen gide dur hele, ben şu babamın hesabını alıp geliyom!" Diyerek onu orada bırakıp babamgile doğru ilerledim, Kerim amca ilk beni görünce babamı dürtüklemişti. Zaten haber vermesen şaşardım sayın müstakbel babacığım!

"Napıyosunuz babalar?" Çitin yanındaydım, onlar iç taraftaydı bense dışarda. İçeriye girmekle zaman kaybedemezdim.

"Günaydın kızım, geç kalmışsınız?"

"Ben okula geç kaldım da sen eve bayağı geç kaldın baba?"

"Geldim eve ama anan almadı, biz de Kerim amcanla köydeki evlerinde kaldık!" Aklıma Deniz ile yataklarını kırdığımız geldi, vay be, ne güzel anlardı...

"Hemm, iyi yapmışsınız. Kolay gelsin bu arada, ne oldu araba mı bozuldu?" Araba bozulmuşsa Deniz feryat figan üzülmüştür, araba onun kıymetlisiydi çünkü. Ona bebeği gibi bakıyordu.

"Yok yiğenim, bujileri sökmüş çocuklar arabayı almayayım diye. Babanla onu takıyorduk, tabii tek sorun bujiler de değil. Pezevenkler aküyü de saklamışlar, yenisini aldık az önce!"

"Hii! Kötü olmuş! Niye öyle bir şey yaptılar ki arabayı ne yapacaksınız siz?" Satacak değillerdi değil mi?

"Satacağım!" Kerim amca bir boklu küreği ağzında hak ettin!

"Ama o araba Kerem ağabeyin değil mi?"

"Benim üzerime ama?"

"Her neyse kızım, sen okuluna geç kalma!" Babamın uyaran sesine karşılık omuzlarımı silkip söylenmek için hazır ola geçtim, sırf Deniz için müstakbel babacığımın beni gelin olarak silmesini göze alarak konuşmaya başladım: "Kerim amca, sen niye arabayı satıyon ki? Çocuklar arabayı çok seviyorlar!" babamın kızgın bakışlarına şahit olsam da umursamadım. Milletin içinde bir şey diyemezdi.

Kerem ağabey ve çocuklar bu arabayı alana kadar gece gündüz çalışmışlardı, Burak ve Mert'in bile payı vardı içinde. Benim bile az da olsa payım vardı, beş yüz lira gibi küçük bir meblağ idi ama olsun. Kerim amcanın da bir Broadway parası vardı ama olsun o önemsiz bir detaydı.

"Sen bu işe karışma, kızım!" Kızım, kelimesine bastırarak gözlerini pörtleten babama "Yok yani yayla evine çıkacağız diye de elinizdekileri har çur etmeyin diye söylüyorum. Şayet bu arabayı Kerem ağabey yazın çalıştıkları ile burs paralarından köşeye koyarak almamış mıydı, kalan kısmını da çocuklarla çalışarak aldığından diyorum. Deniz sırf u araba için alacağı motosikletten vazgeçmedi mi, Sevim teyze düğünden kalma altınlarını bozdurmayıp da sırf çocuklar ısrar etti diye bozdurup bu arabaya yatırmadı mı? Sizin alacağınız ev size mutluluk verecek mi şimdi?" İkisine de sinir olmuş annemgile hak vermiştim. Kadınların neden her zaman haklı olduğunu anlamıştım.

Tuana sus yeter, kız kısmı konuşmaz, terbiyeli ol, defol git, çenesi çekilmeyesice, anası kılıklı! Bu kelimeleri beklerken Kerim amca gözlerimin içine bakıp "Haklısın aslında!" dediğinde arkamı dönmeden önce "Bütün evren biliyor, rica ederim. Ben bir taneyim!" dediğimde cevap vermelerini beklemeden beni bekleyen Nihan'a gözlerimi devirerek çantamın kulplarının altından elimi geçirerek ona merak ettiği şeyleri aktardım.

"İyi yapmışsın kız, yoksa bir daha nasıl serseriliğe gidecekti bunlar!"

"Sus kız, o arabada çok anım var. Bir çırpıda ayrılamam o arabadan!"

"He senin derdin başka?"

"Benim derdim sadece Deniz, gerisi Allaha kalmış!" Kim bilir satılsa Deniz ne kadar üzülecekti, You Tube'dan ilk kazandığı paralarla almıştı, şimdiki paraları ise bankaya yatırıyor; zamanı gelince de köyde ki evi restore ettirecekti. Belki de ikimizin yuvası olacaktı, kim bilir? Çok para aldığı da söylenemezdi ama bir şekilde bir yerden para buluyor, kenara köşeye koyuyordu.

Okula on beş dakika içinde konuşarak varmıştık, herkes üçüncü dersin ziliyle içeri girmeye başlamışlardı. Biz de hızlı adımlarla merdivenleri çıkıp sınıfa girdik. Sınıfın içinde herkes birbirinin masasına koşuşturuyor çoğu ise ya masanın üzerine ya da bileklerine kopya yazıyorlardı.

Burak Mert'in ensesine kopya yazarken o kadar dikkatliydi ki bizi fark etmemişlerdi. Berat yazdığı kopya kağıdını rulo yapıp masanın yanındaki demir borunun içine tıkıştırdı, Aysel yazdığı kopya kağıdını kalorifer peteğine yapıştırdı. Mehtap oturduğu sıranın önünde eğilmiş sıraya yazıyordu, Derya ve Seher avuç içlerine yazarken Toprak son kez not kağıtlarına göz atıyordu. Gözlerim Deniz'i arasa da denk gelemedi. Bizi ilk fark eden Mert olmuştu, gözünden de Nihan asla kaçmaz.

Kinayeli ve umursamaz bir şekilde "Geldi bizim çaycı Hüsamettin'le çırağı!" Hüsamettin amcanın bakkalcı olduğuna bahse girebilirdim ama benim yerime Burak: "Olum bir espri yapacaksın doğru yap, Hüsamettin fırıncı değil miydi?" diye onu eziklemeye çalışsa da o da bilememişti. Gözlerimi devirdim, bende harbi doğruyu bildiğini düşünmüştüm ama biri ötekinden daha beterdi.

"Hüsamettin amca bakkalcı canımcımlar, bilmiyorsanız öğrenin!" Gözlerimi Berat'a çevirip ona dik dik baktım, tam ağzının payını verecekken "Canımcımlarını Hüsamettin amcana gönder o zaman!" kapıdan içeri giren Deniz'i görünce içimden gülümsedim, içinden nasıl gülünüyor bana sormayın, gülünüyor işte! Aşkla baktım ama bunu belli etmemeye özen göstererek Burak'ın oturduğu masanın arkasına geçtim.

Çantamı indirirken Nihan'da aynı şekilde çantasını bırakmış ama ayakta kalmıştı. Ortamın gerginliği birkaç bakışmadan sonra Mert: "Madem lafının arkasında duracak o göt yok sen de ne diye o zaman laf atıyon lan ibne?"

"Bacanak o anca laf atar zaten, kafa atmayı öğrendiğinde bize döner nasıl olsa!" Burak'ın arkasında olduğumdan saçını çekmiştim ama bana ölümcül bir bakış atıp beni yerime çömdürmüştü. Ben oturunca Nihan'da oturdu; Mert ayaklandığında Nihan ayaklansa da Toprak'ın yanına geçip oturmuştu. O ara Deniz halen aynı yerinde sinirle Berat'a bakıyordu. Bakışlarının altında ben bile ezilmiş, büzülmüş hatta yok olmuştum, Berat’sa umursamıyordu bile.

"Hadi gençler, herkes yerine otursun! Sınav başlayacak, bütün sınıflar aynı anda başlayacağı için kelebek sistem yapmaya karar vermiştik ama süre kalmadığından yapamıyoruz."

Sınıf bir anda nefesini tutmuş, hocanın son cümlesiyle de rahat bir nefes almıştı. Çoğu kişi yerlerine otursa da Deniz halen Berat'a bakıyordu, ne düşündüğünü bilmek dahi istemiyordum. Hoca ortamın gerginliğini hissetmiş olacak ki Deniz'in omzuna dokunup "Deniz Efe, bir sorun mu var?" diye sordu.

Deniz, hocanın geldiğini yeni fark etmiş gibi dalgınlığından sıyrılıp hocanın hâlâ omzunda olan elini omzunu silkerek ittirdi "Bir şey yok!" diyerek Burak'ın yanına oturdu. Bakışları bir an bana kaysa da sonra hemen önüne geçip oturmuş ve konuşmamıştı. Hoca kafasını sinirle sağa sola sallasa da bir şey demedi.

Canım sıkılmıştı. Bu haldeyken sınavdan bir şey anlamayacağımı bilsem de hocanın dağıttığı sorulara odaklanmaya çalıştım. Aklıma hiçbir sorunun cevabı gelmiyordu, kafam durmuş gibiydi. Aklıma üniversite sınavı geldi, az kalmıştı; yeterince çalışmadığımdan emindim ama elimden gelenin en iyisini yaptığımın da farkındaydım.

Annem ve babamın tatlı olamayan tartışmaları gözlerimin dolmasına yetmişti, neden böyle bir anda kafamın 404 EROR vermesini anlamlandıramıyordum. Gözlerimden damlalar kâğıdın üstünü ıslatırken kendime gelmeye çalıştım, bu fizik sınavıydı. Yapabilirdim, ben bu okulun fizikte en başarılı öğrencisiydim.

‘Tuana hata vermenin sırası değil; beynini köşeye koymanın zamanı hiç değil. Eline al içine koy o beynini de şu sorulardan dersi geçecek kadar da olsa yap!’

İç sesimi dinlemeye çalışıyordum, kendimi sakinleştirmem gerekiyordu. Kendini güncellemeye almış telefon gibi birkaç dakika beklemeye aldım, ardından gözlerimi kapatıp içimden ona kadar saydım. Yeniden başlat tuşuna basmışım gibi hissediyordum artık kendimi. Derin nefeslerimin ardından önümdeki kağıt bir çırpıda çekilip yerine bütün soruların cevaplandığı bir kağıt gelince şok olmuş bir şekilde Nihan'a baktım.

"Önüne bak!" Diye sessizce söylendiğinde onun boş kağıdımı doldurmaya başladığını gördüm. Bütün soruları cevaplamıştı ama cevaplardan üçü yanlıştı. Yanlış soruları cevaplamaya başlayınca kağıtları değiştirip doğrularını hızlıca yapıverdim. Kağıtlar grup şeklinde hazırlanmıştı, benimki A Nihan'ın ki B idi. Soruları yanıtladıktan sonra da kağıtları tekrardan değiştirip aynısını ilk kâğıt için de yaptım. İkimizin doğru cevaplarını da farklı işlemler yaparak çözmüştüm. Başta eror veren beynim neyse ki uzun sürmemişti, sistemim çökse boku yerdim. İlk önce Nihan kâğıdı verip dışarı çıkmıştı.

Ayaklanacağım sırada Burak'ın ön tarafındaki Toprak'a "Olum beşinci soruyu diyorum, birinci değil!" diye tıslamasını duyunca kısık sesle nasıl yapılacağını anlattım, kaz kafalı olduğu için iki kere söylemem gerekmişti.

Burak beni duydukça kâğıda çözümü yazıyordu. Kafasını salladığında omzuna iki kere vurup ayaklandım, Deniz'in tıslayarak "O kadar dil bilip de sizin dilinizi çözemediğim için kendime acıyorum!" dediğinde Mert "Ben anladım valla, beşinci soru cepte!" diye kıkırdadı. Deniz fısıltımı duymamıştı ya da arada hakaret ettiğim için anlamamıştı.

Kâğıdı hocaya verip dışarı çıktığımda olduğum yerde kala kaldım.

Allah kahretmesin, Nihan'ın kâğıdı B idi ama ben B'ye yazmıştım adımı. Burak'a B'deki cevapları vermiştim, Burak'ın kağıdının grubunu sormamıştım. A mıydı B mi yoksa C mi? Allah seni ne yapmasın Tuana?

Loading...
0%