Yeni Üyelik
40.
Bölüm

40. BÖLÜM

@hiyera212

İyi okumalar beybisularım😊😋😍

Koridora çıktığımda Nihan'ı merdivende otururken buldum, yüzünü avuçlamış kendini düşünme moduna almış mırıldanarak konuşuyordu.

"Civcivim, ne oldu?"

Yanına oturduğumda gözlerimin içine bakarak "Senin canının sıkılmasına dayanamıyorum!" dediğinde gözlerim doluverdi, normalde ağlak bir insan değildim, daha çok sızlanır ve çemkirerek sinirlerimi atardım ama şu an kendimi tutamıyordum. Canım arkadaşımın benim için üzülmesine aşırı üzülmüştüm.

‘Regl duygusallığı coming… İki güne kalmaz kan revan bir şekilde sınavlara girecektim, çok mis!’

"Ben de benim yüzümden üzülecek olmana dayanamıyorum!" Saçlarımı okşayıp "Tuana seni çok seviyorum biliyorsun değil mi?" kafamı aşağı yukarı sallayarak "Ben de seni çok seviyorum civcivim." diyerek omzundan tutup sarılarak sarsıla sarsıla ağlamaya başladım, ben ağlayınca aynı şekilde Nihan’da ağlamaya başladı. Neden ağladığımızı bilmiyorduk ama ağlıyorduk işte! Kimimiz aşk yüzünden kimimiz aile dertleri yüzünden! Vay be ne kadar çok ağlamakla ilgili cümle kurdum! Neyse!..

"Tuana ben bugün bir şey fark ettim!" Kafamı çekmeden burnumu onun boynuna gömdüm, şekerli parfüm kokusu ne kadar güzel koksa da çok ağır gelmişti.

"Ne fark ettin?"

"Mert artık beni sevmiyor!" Saçlarını okşarken “” Saçmalama bunu da nereden çıkardın?" kafasını geriye çekip burnunu içine çekmesinin ardından “Hüsamettin amcanın çırağını çok kez dövdüğünü ve hiç sevmediğini biliyor muydun? Bugün niye öyle gönderme yaptı sence, seni sevmiyorum, dedi işte.” kafasından tutup göğsüme çektim. Ne kadar manyak.

"Mert o kadar zeki değil ki onu ima etsin!" Beline yavaşça birkaç kez vurup "Hem naz yapıyordur, Mert bu yaşa gelmiş ilk defa sevmiş sence hemen vazgeçer mi?" kendi dediğime kendim inansam karşımdakini de inandırabilirdim ama Nihan hıçkırarak ağlamaya devam edince ben de ağlamaya devam ettim.

Ağlayarak "Bilmi-yorum, bel-ki zeki-dir!" dediğinde ben de aynı şekilde "Bilmi-yom, bel-ki de öyle-dir!" diyerek çocuk gibi ağlamaya devam ettik. Şu an aşırı rezil bir durumdaydık ama o kadar iyi geliyordu ki... Sanki bütün dertlerimi göz yaşı alıp götürüyor ve beni rahatlatıyordu.

Sınıftan sırayla arkadaşlarımız çıkıyor bize ne olduğunu sorup bir cevap alamayınca da bön bön bakıp bahçeye çıkıyorlardı. Giderken de sürekli bize bakıp aralarında tahmin yürütüyorlardı. İkimiz de onları umursamıyorduk; kimse de bir müddet sonra bizi umursamamıştı. Zilin çalması yakındı; Toprak ve diğerleri son saniyeye kadar kalırlardı çünkü hocanın dikkati dağılır kopya çekecek zaman bulurlardı.

"Nihan sümüğün omzumu ıslattı!" Diye höykürdüğümde Nihan da aynı şekilde omzunu elleyerek "Asıl sen omzumu sulamışsın sümüklü!" diye cırladı.

İkimiz de gözlerimize bakıp "Rimellin akmış!" dedik aynı anda, Nihan parmağını göz altlarında dolaştırıp "Gözlerimin içi de kızarmış mı?" dediğinde iyice bakıp "Kan çanağı gibi olmuş!" dedim. Ayağa kalkıp "Ben şimdi tuvalete gidiyorum, klozete oturup ağlamaya devam edeceğim. Mert çıkınca biraz abart da yanıma gönder!" dediğinde gözlerimi fal taşı gibi açtım.

"Mal gibi bakma, o kadar boş boş ağladık! Bare bir işimize yarasın!" diyerek tuvaletin olduğu yere doğru koşturmaya başladı, "Hatta de ki, benden daha beter halde de!" kafamı sağa sola salladıktan sonra oturduğum yerden kalkıp pantolonumun arkasını elimle çırptım. Manyak bir arkadaşım vardı, aşırı manyaktı. Tam Mert'lik!

Kapı açıldığında ilk önce hoca çıktı dışarı, beni görmesin diye aşağı iniyor gibi yaparken hoca üst kata çıkmaya başladı. Arkamdan "Neri kız?" diye soran Burak'a bakmadan "Aşa-ğı inip gel-i-yom!" burnumdan nefes alamadığım için ağzımdan alıyordum ama burnumu da sürekli içine çekmem gerekiyordu bu yüzden saçma bir şekilde hıçkırasım geliyordu ve bunu tutamadığımdan tuhaf bir şekilde konuşmuştum.

"Hey hey hey! Dur bakalım biraz!" Burak arkamdan hızla gelmeye başladığında ben alt kata inmiştim bile. Omzumdan tutup kendine çevirdiğinde otuz iki diş sırıtıyordum, lakin bu işe yaramamış olmalı ki kaşları çatılmış gözlerinin feri dönmüş bir şekilde "Ne oldu ne bu halin kızım? Biri bir şey mi dedi?" sesini yükseltip sorularını sıralarken ardı sıra Deniz, Toprak ve Mert de şaşkın bir şekilde merdivenden inip telaşlı telaşlı ne olduğunu sordular.

"Ya bir şey olmadı, hık!" Ağladıktan sonra bir insan neden hıçkırır?

"Tuana söylesene ne oldu, gözlerin maymunun götü gibi olmuş!" Mert'in kafasına Toprak bir tane çarpsa da o ciddi bir şekilde sormuştu ve Toprak'ın elini ittirmişti.

Deniz'e baktığımda telaşlı hali kalbimi incitti, ortada tek sebebin olmadığını dolmuş yüreğimi ağlayarak boşalttığımı nasıl söyleyeceğimi düşünmeye başladım.

"Dilini mi yuttun Tuana, söylesene?" Deniz'in bağırmasını es geçerek Mert'e dönüp "Nihan da lavaboda, o benden daha beter!" dediğimde aldırmadan "Sana ne oldu?" diye sordu. Bizim grupta şöyle bir şey vardı, yazısız bir kural...

Dost, sevgiliden evveldir ama Nihan’da dostumuz değil miydi?

"Bana bir şey olmadı ciddiyim, Nihan ağladı diye ağladım!" Mert inanmamış olsa da "İnşallah doğrudur!" diyerek üst kata çıktı. Burak tek kaşını çatmış doğruyu söylememi beklerken Toprak kollarını birleştirdi, Deniz ise yanıma gelerek kolumdan nazik(!) bir şekilde çekiştirip merdivenlere oturtturdu.

"Evet, şimdi söyle bakalım. Canını kim sıktı yine?" Toprak'ın bile merak eden halini gördüm, Burak benim oturduğum basamağın iki altındaki basamağa dizlerini çökmüş ellerini de dizime yaslamış göz göze geleceğimiz şekilde durmuştu. Toprak merdiven korumalığına sırtını yaslamıştı, Deniz ise yanımda ayaklarını aşağı uzatmış bir vaziyette otururken içimden geçen her şeyin birazını onlara aktardım.

Neye ağladığımızı anlattıktan sonra "Ben de biri bir şey yaptı sandım, kuduracaktım!" dedi Burak, benim için korkmuştu bunu anlayabiliyordum ama ağabeyimi tanıyan hiçbir erkek kolay kolay ne bana bulaşabiliyordu ne de laf atabiliyorlardı. Arada bazı çürük yumurtalar çıksa da onlar için asla canımı sıkıp ağlamazdım, ağlak bir kız değildim, değersiz kimseler için canımı da sıkmazdım. Okulda belki de ilk defa böyle ağlıyordum, o yüzden şaşırmışlardı.

"Tövbe de lan, ağzından yel alsın!" Toprak Burak'ı ayağı ile iteklemişti, ellerini dizimden çekip korumalıktan tuttu ve "Ölecektim lan, manyak mısın?" diye bağırıp ardından Toprak'a ithafen birkaç küfür etti.

"Sen bu salaklara bakma! Canını da sıkma, keşke büyüdüğümüz için tartışmalarını da kaldırabilecekmişiz gibi bizim önümüzde yapmasalar! Ben de ayar oluyorum bu duruma!"

"En azından sizinkiler fiili kavga etmiyorlar canlar, geçen sene Tuana da gördü. Babam annemi kolum kadar ağaçnan dövecekti de ben araya girdim. Babamı evden kovdum, siz yine İstanbuldaydınız!" Burak’ın anlattığı olaya ben de şahit olmuştum, olayın nedeni de Burak’tı, ne halt ettiğini hatırlamıyordum ama annesi sırf oğlunu kayırdığı için az kalsın dayak yiyecekti.

"Sinir oluyorum böyle kadınlara şiddet uygulayan herkese! Hepsini infaz edesim geliyor!" dedim. Harbi sinir oluyordum, severken seviyorlardı, çocukları yapıyorlardı, lakin ne kendi pisliklerinden ne kendinden ne de dışarıdaki kötülüklerden koruyamıyorlardı. Hem fiili şiddet hem de sözlü! Hepsinin yeri aynıydı. Kur’an da bile geçiyordu, kadınlar emanetti, gözünden sakınmaları gerekiyordu.

"Vicdan cehaletleri bunlar, ne yapsan etsen de akıllanmıyorlar ki! İdam gelse neyi değiştirir, zaten önce kadını sonra kendini öldürmüyor mu bu şerefsizler!"

"En azından kadın rahat nefes alır, kimse bir zamanlar sevdiği adamın elinden ölmek istemez. Zaten adalet denen bir şey de yok ki haberde kadın diyo kocam beni öldürecek diye. Ne yapıyorlar ki bir uzaklaştırma verip serbest bırakıyorlar! O adamın psikolojik tedaviye ihtiyacı var, belki yaptıktan sonra pişman olacak! Kimse yardımcı olmuyor ki! Başta her şeyin önlemini almazsan Allah'a neyi tevekkül edeceksin ki! Bilinçsizlik var bu devirde, kadın dediğin evinde annesinin dizinin dibinde oturacak diyorlar ama kendileri it gibi geziyorlar. Kimseyi kınamıyorum, herkesin kendi tercihi! Lakin herkes kendine yakışanı yaptıktan sonra kim ne yapmış devri değil, nedeni değil, ne giyip saat kaçta orda olduğunu mühim olan değil...

Sonuç önemli, sonuçta o adam o kadını öldürdü mü? İlk önce başta o adamı kontrol altına almayanlar kendini cezalandırsın da ondan sonra o adamı çıkmamak üzere tımarhaneye atsın. Başka kurtuluşu yok!"

"Haklısın gülüm de işte, elimizden ne geliyor ki?" Burak'a baktım, omuz silktim. "Böyle diye diye olan oluyor da haklısın, biz ne yapabiliriz ki?"

"Ben de geceleri gezmek istiyorum, ben de korkmadan hareket etmek istiyorum... Ben de özgür olmak istiyorum!" Diye isyan ettim, konu ailemin tartışmasından kadın şiddetine oradan da günümüz olaylara kadar gelmişti.

Özge Can'la Emine Bulut'lar bir türlü bitmek tükenmek bilmiyordu, böyle olaylar oldukça nefes alamıyordum, birisi bu vahşilerin vicdanlarına zincir vurmuştu. Bu vahşet sahipleri en ağır şekilde cezalandırılmalıydı, hak ettiği cezayı çekmelilerdi aksi takdirde böyle olaylar yüzünden bütün kadınlar tereddüt içinde yaşayacak kız çocuklarımız sokağa adım atamayacaktı.

"Hadi kalkın yerden, üşüteceksiniz!" Toprak ikizini kolundan tutup kaldırmıştı, Burak ayağa kalkarken benim omzumdan destek almıştı. En son ben de ayağa kalktım. Toprak bizim annemiz olabilir miydi?

Okul çıkışında Kadirli'ye gitmek için okulun dış kapısının önünde servisin kalkmasını bekliyordum. Deniz ve Toprak'ı anneleri aramış ve acilen evlerine dönmelerini söylemişti. Ne olduğunu çok merak ediyordum ama anlatana kadar da sormayacaktım. Mert ve Burak bana eşlik etmişlerdi, Mert benim yanımda Ahsen ve Burak da ön koltuğumuzda oturuyorlardı.

"Mert, kankam?"

"Buyur Tuana?"

"Nihan'la ne konuştunuz biladerim, anlatmıyon mu?" Kinayeli sesimle birlikte sırtını koltuğa iyice yasladı, saçlarını eliyle arkaya yatırıp bana baktı ve göz kırptı. Gömleğinin yakalarını yukarı doğru kaldırırken "Bilirsin, bütün kızlar bana hastadır; lakin abiyin bir tane hastası olmak zorunda!" kahkahama engel olamadım, "Eee, sonuç?" elini omzuma attıktan sonra "Artık Nihan diye bir yengen var!" dedi, o an tüm dişlerimin peydah olduğu bir gülümseme yayıldı yüzümde.

"Lan kızı kandırma bare, yalan söyleyeceksen kuzenlerine söyle! Bacıya yalan söylenmez!" Burak kafasını bizim olduğumuz tarafa çevirmişti.

Mert'e kaşlarımı çatarak bakınca "İyi be, Nihan Hanım sınavdan sonra düşünürüz, dedi! Neymiş, kafasını dağıtmak istemiyormuş!" göğsüne sinip ona sarıldım. Bir de şans vereceğim demişti ne sinsi ne psikopat arkadaşım var ulan benim! Kendisi de seviyordu ama hiçbir şeyi riske atmıyordu.

"Ah canım, kıyamam ben sana! Öyle mi dedi benim kardeşime?"

"En azından ben itiraf edebiliyorum!" Mert'in söylediği ile hemen kendi yerime geçip "ON OZONDON BON OTOTOF ODOBOLOYOROM!" diyerek ağzına sinirle ökendim. Buzağı! Bir de sürekli Mert'i övmüş, kayırmış, onunla beraber olsun diye demediğim şey kalmamıştı!

"Şöyle şeyler yapma, kaç yaşında kızsın!" Kaşlarımı çattım. Ahsen kafasını kaldırmış bana laf atmıştı. Ahsen’den hiç hoşlanmıyordum, Deniz Nihan’a ne kadar gıcık oluyorsa ben de aynı şekilde ona gıcık oluyordum. O beni Burak'tan kıskanıyordu, bense bu kıskanma işini sevmiyordum, hayır yani Burak benim çocukluk arkadaşım, hatta kardeşimdi.

"Sana ne lan, ederim etmem! Sana mı sorcam?" Tabii Tuana sevmediği insanlara karşı tavrı net olan bir kızdı, onu delirtene gerektiği cevabı vermekten kendini esirgemez ağzına geleni yapıştırırdı.

Burak kızgın bir şekilde bana bakıp tısladı: "Tuana!"

"Sevgilini bana kayırma Burak!"

"Beni değil de seni mi kayıracak sandın canım?" Canım'ını al bok çukuruna göm!

"Ahsen sen de önüne dön, kes sesini!" Burak'ın Ahsen'e kızmasıyla kollarımı çiçek yapıp Ahsen'e dilimi çıkardım. Hayır yani, on beş günlük -6 aylık- sevgilisini 17 yıllık kardeşine tercih edecekse güle güle etsin! Lakin Ahsen'in öğrenemediği bir şey vardı, dost daima sevgiliden önce gelir.

"Tuana, sen de rica ediyorum o ökenme hareketini yapma! Çok çirkin oluyosun!" Burak'ın dediklerine aldırmadan aynı şekilde ökendim, Mert burnumu tutup "Kız dur iki dakka Allah canını almasın, sündürcem ikinizin beynini de ha!" burnumu elinden kurtarıp "Benim fındıkımla uğraşma lütfen cınım!" diyerek eline iki kere vurdum. Burnum küçük diye Deniz bazen fındık burunlu, derdi. Keşke o da burada olsaydı, şimdi beni yeterince savunamayan bu iki samimiyetsizin ağzına sıçardı.

Servis hareket etmeye başlayınca kafamı cama yasladım. Mert de başını omzuma koyup "Tuni, Allah için sesini çıkarma da iki uyim! Sabaha kadar pubc oynadık. Uykum var!" gözlerimi devirip "Bensiz mi oynadınız?" diye sordum.

"Oynamasını biliyorsun da çağırmadık!"

"Ben bir kere senden iyi oynuyorum!"

"Yürü git be, önceki oyunda seni koruyacağım diye öldüm. Denizgil bir hafta beni oyuna almadı!"

"Canım ben mi dedim sana Pubc'dan kızlara yürü diye, sen kaşındın!"

"Ordan ağrı onları kıskanıp saldırmasaydın sıkıntı yoktu!"

"Artık eniştem sayılırsın, hareketlerine dikkat et cınım!"

"Sustum!"

"Aferim koçum!"

Kafam camda tık tık diye seslere neden olsa da bu masaj gibi geldiğinden çekmedim. Mert kafasını omzuma koyduğu gibi uyumuştu, uykusuz olduğu halinden belliydi, artık en fazla yarım saat uyurdu. Arabada uyumaktan güzel bir şey var mıydı, uykum gelse de uyumadım acayip uykusuz olmama rağmen kendimi tuttum. Düşüncelere dalmak, uyumaktan sonra araba yolculuklarında en sevdiğim aktivitelerden biriydi.

Gerçekler her zaman güzel miydi? Hayat aşktan ibaret mi bir insan için; bir genç kızın son umudu aşk mıydı? Kurtuluş için, özgürlük için belki de... Hele eğer benim gibi bir ilçedeyse hayatınızın özeti, yaşamınızın bir avuca sığdığını düşünüyorsanız ya üniversiteye gideceksiniz ya da evleneceksiniz! Maalesef bize başka seçenek sunulmamıştı.

Özgürlük benim için hayallerimi gerçekleştirmek demekti, kuşlar gibi özgürce dolaşabileceğim bir hayat istiyordum. Bir tüy kadar hafif olsun dertlerim, onları artık yük etmeyeyim ve sırtımdan atayım.

Ben kısıtlanmak istemiyordum ne evleneceğim adam tarafından ne de kendi ailem tarafından. Ben kendim olmak istiyordum, kendi doğrularımı, yanlışlarımı seçmek istiyordum. Ailemin adıma kararlar almasından, öğretmenlerimin ne yapmam gerektiğini söylemelerinden bıkmıştım. Gına geldi hayattan da yaşayamadıklarımdan da!

Omzumda yatan Mert'in kafasını öbür tarafa itip bu sefer ben omzuna kafamı yasladım. Mert bir küfür mırıldanıp ardından kafamın üzerine kafasını koyup zıbarmaya devam etti. Dışarıdan gören birisi bizi sevgili sanabilirdi ama değildik, neden aklıma böyle bir şey geldiğinden emin değildim ama açıklamak isterim ki erkek arkadaşlarımla olan samimiliğimi genelde kimse yanlış anlamazdı. Ayaklı gazeteciler hariç.

Deniz'le diğerleriyle olan arkadaşlığımdan başka bir duygu vardı, çok güzel anılara sahiptik, en güzeli sonu saçma da olsa dudaklarına öpücük kondurmamdı. Böyle bir olay yaşamıştık ama ikimiz de lafını açmıyorduk ne arkadaştık ne de sevgili... Araf'ta kalmıştık resmen!

"Tuana, Mert!" Burak'ın sesiyle gözlerimi açıp derin bir nefes alıp verdim. Kafamı sağa sola sallayarak uykumun açılmasını sağlamaya çalıştım, kocaman bir şekilde ağzımı kapatmaya gerek görmeden esnerken Burak alnımdan ittirip "Şöyle iğrenç olmaz mısın?" derken sesi alay yüklüydü. Neyse ki Ahsen yoktu, sanırım o evininin yolunda inmişti. Şu halimi görse bana ‘Sen ne biçim kızsın’ der, cinsiyetimi sorgulardı.

‘Ukala.’

"Mert kalk ulan!" Mert'i kafasından ittirip uyandırmaya çalıştım, Burak ise ayakkabısını ayağından çıkarıp ayağını Mert'in burnuna koklaması için uzattı.

"Burak ne yapıyon ya?" Burak beni umursamadan yaptığı iğrençliğe devam ediyor ben ise Mert'i sarsıyor bir yandan da Burak'ın ayağından itiyordum. Kokusu bana bile ulaşmıştı ve ıslak külot gibi kokuyordu.

"Oğlum kim sıçtı buraya, resmen lağam kokuyor!" Mert gözlerini açıp Burak'ın iğrençliğini görünce iğrenti dolu sesiyle bağırdı: "Ben de soruyorum, bok çukurunun başrolü buradaymış!"

Burak ayakkabısı giyerken Mert ayaklanmış birbirlerine küfür ederek konuşuyorlardı. Onları takmadan çantamdan çıkarttığım pembe şapkamı kafama taktım. Çantamı sırtlanıp arabadan aşağı indim. Sadece biz kaldığımız için şoför bizim inmemizi bekliyordu.

İlk olarak Kadirli'nin olmazsa olmazı LCW'ye gidip almayacağımız kıyafetleri deneyerek fotoğraf çekildik, ardından acıktığımız için Pizza7'ye gidip hamburger yedik. Burakgil doymadığı için pizza da yemiştik. Bir ara hamburgerimizle fotoğraf çekip Instagram’a koymuştuk. Birçok kişi yorum yapmış ve Mert'in çok yakışıklı benim ise çok güzel olduğumu yazmışlardı. Deniz Efe sağ olsun takipçim bayağı yüksekti, hele Mert'in ki benimkinden de çoktu, onlar sürekli videoları çekip YouTube'a ya da Tik Tok’a attıkları için bu normaldi.

Yemeğimiz bittikten sonra ayaklandık ama arkadaşlarımın arasında şu ikonik cümleler geçti:

"O zaman şu kalan pizza dilimlerini de paket yaptıralım mı?"

"Olum tabii yaptırıcaz, dilimin yarısı olsa bırakmam. Keriz mi var burada?"

Pizzaları paket yaptırdıktan sonra Kabasakal Parkı'na geçmiş azıcık kaydıraktan kayıp salıncakta sallandıktan sonra trambolinde zıplamıştık ama Burak terbiyeli bir dille göğüslerimin sallandığını öne sürerek beni indirmiş kendileri düz takla, ters takla, yandan takla, sağdan soldan derken tüm takla çeşitlerini atmışlardı. Küçük çocuklara yer kalmadığı için sürekli miniklerle tartışmışlar en sonunda trambolinin sahibi bizimkilere “Lan yeter bindiğiniz, iki öküz binmişsiniz, şimdi patlatacaksınız omusüllü şeyi!” diyerek kızmış ve ardından da kovmuştu.

Ben de hiç huyumun olmadığı halde yakınlardaki bir kafeye gitmek için ısrar etmiştim, bu yüzden küçük ama şirin bir kafede oturmuştuk. Ben hiç içmediğim için ve yüksek ihtimalle de en pahalısı olduğu için olsa gerek sıcak çikolata alırken çocuklar kola almıştı. ‘Vizyonsuzlar.’

Oturduğumuz masalar dışarıda olduğu için Burak ve Mert önümüzden geçen erkeklerin kılık kıyafetiyle alay ediyor, güzel bir kız geçince ıslık çalıyor ve sürekli "Sen cennetin neresindensin, bize bir düşmedin gittin!" diye laf atıyorlardı. Böyle yaptıklarında ya kahkaha atıyor ya da kafamı masanın altına gömüyordum. Tam anlamıyla rezil rüsva nasıl olunur, bana yaşatıyorlardı.

"Of yavrum, fıstığa bak sen! Şişt sarı, titrettin beni titrettin!" Mert'in kafasına bir şaplak atıp "Ayı, Nihan'a söylicem seni!" diyerek tehdit ettim. "Olum kız zaman istedi, onu bekleyene kadar kızlara bakamayacaksam öleyim ben şurda!"

"Öl o zaman!"

"Gel de öldür!"

"Kesin lan, yürüyün otobüse geç kalmayalım, yoksa mal gibi eve geç gideceğiz!" Burak'ın haklı olduğu nadir anlardan birisindeydik kesinlikle.

"Tuana hadi eller cebe, bugün senden geçinelim, yarın bir gün ödeşiriz!" Burak'a bakıp gözlerimi devirdim, sanki benden beleşçisi bu dünyada olacakmış gibi bir de benim ödeyeceğimi söylüyordu! Paspam! Halbuki ben de aynı planı kurmuş onlar ödeyecek diye yirmi beş liralık içecek sipariş etmiştim.

"Saçmalama lan, sen nasıl bir erkeksin! Ahsen'le yiyip içip kıza mı ödetiyorsun da buraya gelmiş keriz arıyon?"

"O benim sevgilim!"

"Ben de kardeşinim!"

"Ben öderim lan ne dırdır ettiniz!" Mert'i gösterip "Al adam gör üçkağıtçı!" diyerek dil çıkardım.

Anında ağzıma vurup "Şurada pis pis hareketler yapma, kalk hayde!" ayağa kalkarken Mert şapkamı alıp "Bu havada ne şapka takıyon sen de kızım, manyak mısın?" şapkamı almaya çalışırken "Sizin derdiniz ne ya, sürekli bir laf atmalar filan!" diye kızdım. Normalde de böylelerdi ama gıcık olmuştum.

"Canımız sıkkın işte, kaç saattir sigara içemedik senin yüzünden!"

"Git iç, içme mi dedik!"

"Deniz dedi, yanında bir daha içersek bizi dövecekmiş!" Mert'in söyledikleriyle otuz iki diş sırıtarak "Cidden öyle mi dedi, ayy inanmiyom!" diyerek kahkaha attım, o kadar mutlu olamazdım şu an!

“Ayy inanmaaa!” Burak’ın sırtına bir tane geçirdim.

"Valla dedi, o da seni seviyor bence!" Mert'in kafasına Burak bir tane yapıştırdı. Neden bizim anlaşma şeklimiz buydu!

"Ben diyorum ayarlayayım diye de kimse bir yerine beni takmıyor!" dedi.

Şapkamı kafama takarak "Lütfen dünyaya dönün uzaylı torbalarım, bu impasıbıl!" diyerek dışarı doğru adımladım. Mert kasaya gidip hesabı ödemiş ve Burak'la yanıma gelmişti.

Burak’a onu öptüğümü söylesem beni malamat ederdi, üstüne aynı yatakta yattığımızı söylesem beni dövebilirdi. Bunları risk almaya yemeyen totom tabi ki sessiz kalma hakkını kullanmıştı.

İkisi de kollarını omzuma atmış gidiyorduk, gün batıyordu ve ben iki dostum adamımla birlikteydim. Onları çok seviyordum, yeri geldiğinde kavga ediyor, yeri geldiğinde birbirimize gıcık oluyorduk. Arada kanlı bıçaklı bir şekilde öfkeyle doluyorduk. Lakin bunlar sadece anlıktı, dostluğumuz ise daimiydi.

Birbirimizi seviyorduk, annelerimiz babalarımız ayrıydı ama biz kesinlikle kardeştik. Aramızda kan bağı olmasa da can bağ vardı ve bunu asla hiçbir şey bozamazdı.

Dostluk kolay kazanılan bir şey değildi, arkadaşlık kolay kurulan ve aradaki o dengeyi yakalamak göründüğünden daha zordu. Biz bunu başarmıştık, biz eminim yollarımız ayrılana dek böyle devam edecek ve asla ayrılmayacaktık!

Loading...
0%