Yeni Üyelik
42.
Bölüm

42. Bölüm

@hiyera212

***DENİZ EFE KAYA***
Beklenen bölüm gelmiştir :) Yorumlarınızı belirtinnnnnnn ağğağağağ

Kalbim durmuştu, nefesim durmuştu, zaman durmuştu.

Arkamı yavaşça döndüğümde bir ışık huzmesi gözüme çarptı ve yıldızlar etrafında uçuşmaya başladı. Ardından kumral saçları dalgalanmaya ve rüzgârda uçuşmaya başladı. Kalbim hızla çarparken derin bir nefes çektim içime, bir ateş sarmıştı sanki içimi.

Tuana yeşil gözlere sahipti. Bana her baktığında gözleri daha çok koyulaşırdı, gülümsediğinde su yeşili gibi bir şey olurdu. Lila renkte salaş gömleğinin uçlarını siyah kumaş pantolonunun içine sıkıştırmıştı. Gözlerine çektiği far göz rengini ortaya çıkarıyordu, saçları dalgalı bir şekilde sırtında süzülüyordu. Bu kadar güzel olmayı nasıl başarıyor bilmiyorum.

Tuana bize bakarken gülümsüyor ve arada utanan bakışlar atmaktan kendini alamıyordu. O kadar güzeldi ki ona bakmaya kıyamıyordum. Niye bu kadar güzel olmuştu ki? Giydiği pantolon neden bu kadar dardı? Pantolonu o kadar dardı ki milletin gözünün fevri dönebilirdi, benim fevrim kaymıştı çoktan!

"Hoş geldiniz çocuklar. Bu arada üçünüz de bir içim su olmuşsunuz ama benim kardeşim hepinizden daha yakışıklı olmuş." diyerek Burak'ın sarı saçlarını karıştırdı. Burak az önce kuaförde yaptırdığı saçlarının Ahsen tarafından görülmeden bozulmasına sinir olsa da Tuana'nın bu hareketine karşılık onu bileğinden tutup etrafında döndürdü. Yüksek sesle ıslık çalması da şartellerimin atmasına neden oldu. Tuana'yı erkek sinekten bile kıskanmam normal değildi! Anormal derecede kıskançtım ve bu beni rahatsız etmiyordu.

"Benim cici bacım bugün neden bu kadar güzel acaba? Yoksa bir eniştem mi var?" diye sordu.

Bazen Burak'ın Tuana'ya yavşadığını düşünsem de belli etmezdim çünkü Tuana'nın onu kardeşçe ne kadar çok sevdiğini biliyordum. Düşündüğüm şeyin saçmalığının farkında olsam da bu düşüncelerimin değişmeyeceğini biliyordum. Halbuki Burak da onu kardeşi gibi görüp, öyle seviyordu. Onu kardeşçe sevmesini bile kıskanıyordum.

“Belli olmaz.” Cevabı karşısında tek kaşımı anında çatmıştım, ne dedi o?

“Al bak benim kendime seçtiğim eniştem bu.” Deyip Tuana’nın kolundan çekiştirip önüme doğru çekiştirdiğinde gözlerimi devirdim. Edepsizliğine sinirden gülsem de Tuana onun omzuna bir sağ kroşe indirdi, sevdiğim intikamımı aldı Tazmanyam benim.

"Aptal aptal konuşma, sövdürme beni. Sizin yüzünüzden utanmadan her yerde küfrediyor rezil oluyorum!" Burak bu kelimeden nefret ettiği için Tuana'dan uzaklaştı.

"Ben hep seni rezil ediyorum zaten, gidiyim ben. Hatta şurada tepe olacaktı gideyim de atlayayım!"

“Git atla lan!”

"Burak, aşkım bu tarafa gelsene. Seni tanıştırmak istediğim birileri var," diyerek orkestranın yüksek sesinden duyulamayacağı için bağırarak Burak'a seslenen Ahsen'in sesini duyan Burak'ın gözleri koyulaştı ve bağırmaya başladı.

"Lan uykusuzluktan oluşan göz halkalarını siktiğim, o etek ne lan?" diye bağıra bağıra Ahsen'in olduğu tarafa doğru hücumla koştu. Tuana ise gözlerini büyüterek şaşkınca arkasından bakmıştı. Yanaklarını öpmemek için kendimi zor tutuyordum.

Tuana çok küfür etmezdi ama Burak'la bir araya gelip konuşmaya başladıklarında hayatımda hiç duymadığım küfürleri ettiğine şahit olmuştum. Bu yıl ise küfrü bırakmaya başlamış ve arada birkaç kez ağzından kaçmadığı takdirde etmiyordu, en iyisi de buydu zaten. Onun güzel ağzına küfür yakışmıyordu, küfür kimseye yakışmıyordu ama onun o güzel dudaklarına asla yakışmıyordu.

“Hani küfür yoktu?” diye sordum çarpık bir sırıtmayla.

"Hep siz küfür ettiriyorsunuz, hem ben illaki bırakacağım. Ya siz, onu bile denemiyorsunuz." dedi. Sesi bile kalbime huzur verirken görüntüsünü artık siz düşünün. Sesi güzeldi, saçları çok güzeldi, gözleri çok güzeldi... Her kirpiği için ayrı ayrı şiirler yazasım geliyordu.

Bu aşk artık fazla geliyor omuzlarım artık kaldıramıyordu. Bu aşkın ateşiyle tek yanmak istemiyordum, onu da yakmak istiyordum.

"Tuana, Viyana'yı gördün mü, geldim dedi ama bulamadım?"

“Zeytin ağaçlarının atlında sanırım bir şeyler içiyor!” dedi kısık sesle. Ah sevdiceğim benim, etrafta jandarmaların dolaştığını biliyordu.

“Sen ne yapacaksın ki?” soruma omzunu silkmekle yetindi.

"Siz muhabbete devam edin, ben gelirim bir iki saate." diyerek ağaçların o tarafa doğru yürümeye başladı Toprak. İçimden ‘Gelmesen de olur.’ Diye geçirsem de sesime yansıtmadım.

Bugün Tuana’ya, onu sevdiğimi söyleyecektim ama utanıyordum ve aşırı çok korkuyordum. Çok korkuyordum ya onu sonsuza dek kaybedersem!

"Eee burada böyle bekleyecek miyiz?" diye sordu. Bana kalsa bir ömür onun olduğu yerde beklerdim ama işte, gel de bunu ona söyle. Gözleri neden bu kadar parlaktı merak ediyorum. Ne kadar güzel olduğunun farkında mıydı? Benim onu sevdiğimi bilse nasıl karşılık verirdi, bunları düşünmekten beynim eror vermişti. Daha gidip kuzenlerimi tebrik etmem filan gerekiyordu ama aklımı başımdan almıştı.

"Gelin ve damadın yanına gidelim.” Dedim.

“Sonra da benimle dans eder misin Tuana?" diye sordu kalın tok bir ses. Bunu ben söyleyecektim?

Tuana'nın yanına gelmiş yanımızda duran aklı kıçında olan Berat’a baktım.. Ona sinirli bir bakış atarken Tuana'nın yüzüne baktım bir an. Onu süzüyordu, nasıl onu süzerdi, nasıl ona bakma gafletinde bulunurdu? Burada ben dururken, yanında onu ezelden beri seven kişi varken o başkasına mı bakıyordu? Yoksa ondan mı hoşlanıyordu?

“Tuana buranın havası kaçtı yavrum, gel hadi.” dedim kinayeli bir sesle “Tuana’nın senle işi olmaz.” Dedim, sinir kat sayım Tuana'yı beğeni dolu gözlerle süzen Berat yüzünden artmıştı.

“Sen avukatı mısın oğlum, istiyorsa kabul eder, istemiyorsa reddeder, sana ne oluyor?” Amacı kesinlikle Tuana'nın inadına gitmekti, sanki onu kısıtlıyormuşuz gibi bir etki yaratmaya çalışıyordu. Benim yanımda istediği kadar özgür olsun, başkasının yanında değil, it. Kızın bir de özgürlüğe düşkün olma isteğinden yararlanacak, şundaki şerefsizliği görüyor musunuz?

“Şu soktuğumun gözlerini çek lan kızın üstünden, ona öyle iğrenç iğrenç bakamazsın!” diye sesimi yükselttim. Karşımdaki piç resmen midemi bulandırıyordu, resmen sevdiğim kızı gözleriyle yiyip bitiriyordu. Buna katlanamıyordum, damarlarımdan sanki milyonlarca iğne batıyormuş gibi hissettim.

"Deniz sakin olur musun?" dedi Tuana. "Berat sen neden hâlâ buradasın. Duymadın her halde Deniz'i." dedi Tuana'm.

"Ama Tuana, bu var ya kanka ayağı göt ayağı seni elde etmeye çalışıyor benden söylemesi."

“Sana ne lan, sana ne, sana ne?” Çocuk gibi laf dalaşına başladığım için utanmış olsam da geri adım atmayacaktım. Onu sevdiğimi biliyordu ve benden önce ona söylüyordu. Hem de kötü bir şey yapmışım gibi söylüyordu. Âşık olmak suç muydu, sevmek suç muydu? Eğer suçsa dünyanın en suçlu kişisi olmaya razıydım ben.

"Bu seni mi ilgilendirir beni mi?" diye bağırdı Tuana. Kalbim sıkıştı.

“Seni sevdiğim için beni de ilgilendirir, sen ister kabullen ister kabullenme ama ben seni seviyorum ve elbet bir gün kendin gelip benimle sevgili olmak için delireceksin.” Ne diyor bu süzme salak?

“Lan oğlum deli misin nesin siktir git şuradan puşt!” Yanına gidip sırtından ittirmeye başladım, sinirli bir şekilde burnundan nefes alıp veriyordu.

“Git şuradan Berat!” Tuana’nın bağırması yüzünden tek kelime etmeden uzaklaşmaya başladı.

Bana kalsa bir dakikamı almazdı bu puştun ölümü ama dua etsin Allah'tan korkuyorum, yoksa ben ona biliyordum. Sinirden nefes alamıyordum, bunları nasıl söyleyebilirdi, sevdiğim nasıl söyleyebilirdi, bir insan şerefsiz olarak doğar mı abi ya!

“Orusbu çocuğunun dediklerine bak ya, hangi götle söyleyebiliyorsa?”

Arkasını dönüp "Sana mı soracağım lan?" diye bağırdığını işitmemle damarım atmaya başlamıştı. Etrafta hiç kimseyi göremeyecek hale gelmiştim. Sinirli bir yapıya sahiptim. Bu yüzden en ufak şeyde duygu değişimi yaşayan bir tiptim. Sinir hapı kullandığım ama bağımlılık yaptığı için bıraktığım uzun bir geçmişim vardı.

"Bana soracaksın lan, Tuana ile ilgili alınacak bütün kararlardan gelip benden izin alacaksın. Var mı oğlum?" diyerek yanına yürüdüm ve boğazına yapıştım. Etraftan sesler geliyordu ama umursadığım söylenemezdi. Kolumu tutup çekmeye çalışan bile vardı ama onu silkeleyerek kendimden uzaklaştırdım.

Berat'ta benim yakamdan tuttuğunda birkaç saniye gözlerinin ta en derinlerine indim ve bütün sülalesini küfrettim, içimden tabi. Ardından da kafamı geriye atıp burnuna alnımı çarptım. Berat geriye bir iki adım atıp tökezledi ve burnunu tutarak bana şaşkınca baktı.

"Hâlâ bakıyor, siktirsene soktuğum!" diye bağırdım. Bu sefer de gözleri Tuana'ya kaydığında üzerine doğru yürüyüp "Bakmayacaksın lan, benim yanımdaki kıza bakmayacaksın. Kör ederim oğlum seni!" diyerek yumruk attım çenesine.

"Deniz yeter, senin ne hakkın..." lafını bölen Berat'ın burnuma attığı yumruktu. Tuana'nın sesinden dolayı afalladığım için yumruk yemiştim, zaaflarımı kullanıyordu şerefsiz, bir kaşıkta boğmak istiyordum onu.

"Deniz!" diye bağırdı yumruğun burnuma değdiğinde çıkarttığı sesle birlikte Tuana. Çığlık atıyordu ama kimse kavganın sesini ya da Tuana'nın sesini duymuyordu, orkestra ve davul sesi daha yüksek çıkıyordu. Biz arabaların park edildiği boş bir tarladaydık, bizi kimsenin görüp duyacağı yoktu.

Berat'a karşı hücum edecekken "Deniz kuzeninin düğününü mahvediyorsun. Millet toplanmadan dağılın. Berat sende düğünü terk et. Senden hoşlanmadığımı biliyorsun, neler yapacağımı da belki biliyorsundur!" diyerek tehdit savurdu.

Berat'ın arkasını dönmeden yavaşça yürümeye başladı "Bu burada bitmez Kaya," deyip arkasını dönüp arabasına doğru ilerledi. Kafasını tekrar bize çevirdiğimde orta parmağımı göstererek bağırdım: “Elinden geleni ardına koyma, çünkü ben koymayacağım amına koduğum!”

Beni sinir etmiş kızların içinde küfür etmeme neden olmuştu, piç kurusu!

"Sen iyi misin?" diye sordu Tuana işaret parmağı ile burnuma dokunmaya çalışarak. Elini ittirdim ve ona bağırmaya başladım. "Bak, bir daha ben kavga ederken ya da birini döverken ve yahut dövülürken kesinlikle yanıma yaklaşmıyorsun. Anlamadığın ya da anlatamadığım bir yer var mı?"

"Yok!" dedi ama endişeli yüz ifadesinin yanında zümrüt gözleri ıslanmış parlamaya başlayınca gardımı düşürdüm. Elinden tutup kalabalığın ortasına doğru sürükledim. Kalbim öyle bir atıyor ki sanki topluluğa değil de iklimden iklime yürüyormuşum gibiydi. Tuana benim için her şeydi, peki ben onun için neydim?

Kalabalığa geldiğimiz sıra orta yerde Arda ve Zeynep dans ediyordu, o sırada organizatör ağabey diğer çiftlerin de gelip dans etmesini söyleyince Tuana’nın parmaklarının arasından parmaklarımı geçirip ellerimizi birleştirdim ve ben de diğer çiftler gibi öne atıldım.

“Deniz ne yapıyorsun, köyde adımız çıkacak bak!”

“Beni takip et.” Diyerek adımladım. Herkes dans ediyordu, insanlar alkışlıyordu.

Ah sen ne güzel ne güzel gülüyorsun
Kız sen ne güzel ne güzel bakıyorsun

Çalan şarkıya eşlik ediyordum, sesim duyulmasa da dudaklarımı okuyan bir adet Tuana vardı. Sözlerimi onun gözlerine ithaf eder gibi gözlerine bakarak söylüyordum, köyde bir ilktik şimdi. Tuana heyecandan dört köşeydi, benden beter değildi.

Karşında duramaz inan hiç kimse
Bakışlarında sen herkesi görüyorsun

Gömleğimi parmaklarının ucuyla tutmuştu, benim de ellerim bel boşluğundaydı, bedenlerimiz arasında mesafe yok denecek kadar azdı ve nefesimi kesiyordu. Tuana gülümsediğinde içimdeki bütün buzdan duvarlar eridi sanki, bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ben onsuz bir saniye bile nefes alamazdım, böyle oksijenimdi benim işte.

Şarkı sona erdiğinde etraftan gelen alkış tufanı Tuana'nın elinden tutup kendime çekmeme neden oldu. Kokusunu içime çekerken sarhoş oldum sanki. Ona sarılmam sahiplendiğim anlamına geliyordu, ben her saç telini sahipleniyordum zaten, onun yüreğini istiyordum sadece.

Yanımıza gelen Zeynep ile Arda çok güzel görünüyorlardı, bir an onların yerinde biz olalım istedim. Zeynep Tuana'ya, Arda'da bana sarılınca “Kuzen sen aşk sarhoşu olmuşsun, o gözler neydi o gzöler? Size bakmaktan kendimize odaklanamadım.” Arda'ya bakıp gülümsedim.

Zeynep'e sarılırken "Görüyor musun Tuana'yı, senden önce geldi düğüne, hayırsız velet!" deyip yanaklarımı sıktı.

"Pardon, Arda ile biraz bozuştuk.”

“Ben de senin akrabanım, Arda’ya mı geliyorsun sadece?” Mahcupça sırıttım.

Düğün kaldığı yerden devam ederken kalbim inanılmaz hızlanmıştı. Bu nasıl heyecansa artık bilmem, beni mahvetmişti. Kalabalık ortamı sevmediğimden Tuana'yı kolundan tutup sürüklemeye başladım. Amacım onu da bu tayt denen zımbırtının da belasını bellemekti. Tamam pantolon giymişti ama tayttan farkı yoktu gözümde!

Tuana'yı zeytin ağaçlarının olduğu alana getirdiğimde "Neden sürekli beni sürüklüyorsun, gel desen gelmeyecekmişim gibi?" diye sordu. Gerçekten de gel desem, gelecek miydi?

“Tuana, Allah aşkına şu giydiğin pantolon tayt mı, anasını satayım bu kadar dar giyinmek zorunda mıydın?” Beni tahrik ediyordu, tamam dar giyinmesine gerek yoktu ben nefes alsa dahi tahrik olurdum ama başka itoğlular aynı duyguyu yaşamasınlar benle.

“Kumaş pantolon, Hilal’in bu benim değil ancak böyle oldu, bak düğmesi bile kapanmadı.” Deyip gömleğin bir kısmının kapattığı fermuarlı kısmı gösterdiğinde gözlerimi devirdim. Gülmek yok, asla gülmeyeceğim.

“Madem olmuyor ne diye kendi kıyafetini giymiyorsun da onunkileri giyiyorsun?”

“Benimkiler de götümden düşüyor, hangisini tercih ederdin?” diye sorunca saçlarıma elimi atıp özene bezene fönleyip şekil verdiğim saçlarımı dağıttım.

“Zeynepgilin evine gidip oradan bir kıyafet giy o zaman, az sonra nasıl halay çekeceksin bu pantolonla?” Halay onun kırmızı çizgisiydi ve eminim reddetmezdi. Kafasını sallayıp “Haydi o zaman, hemen gidip geri dönelim.” Dedi. Gülümsedim, neyse ki akıllı kızdı.

“Toprak’a bakayım önce, sonra gideriz olur mu? O keşe hiç güvenmiyorum.” Dedim.

Ayakkabısının ucuyla yere vururken bakışlarını bana sabitledi. “O zaman annem merak etmesin, gidip haber vereyim öyle gidelim.” Başımı öne arkaya salladım.

***

Tuana düğün alanına doğru ilerlerken ben de Toprak’la Viyana’yı aramak için ağaçların arasında onlara seslenmeye başladım.

“Toprak?” Kaçıncı seslenişim olduğunu saymamıştım ama hiç ses seda yoktu. Bunlar +18 şeyler yapmıyordur inşallah, şimdi maazallah bulursam ve öyle yakalarsam bunun travmasını da zor atlatırım.

Büyük bir dut ağacının altında ikisini elinde birer şişe kahkaha atarken bulduğumda artık her şey için çok geçti. Toprak zil zurna sarhoş olmuştu, çok güzel, her şey bu kadar bok olamazdı.

Şişenin içindeki biradan daha sert bir içki olduğundan emindim. Çünkü içinde daha ağır bir madde vardı, bana sert gelmişti. Tamam gidip ne bok içtiğine bakmak için şişeden birkaç yudum almış olabilirim.

Normalde bira dışında ne ben böyle ağır şeyler içerdim ne de bir arkadaşım. Hatta Toprak asla içmezdi, bu kız bok yoluna götürmüştü ikizimi.

Ben bunlarla ne yapacaktım bilmiyordum!

"Bunun içinde ne var Viyana?" diye sordum. Beynim bulanıklaşmıştı, kafam bir hoş olmuştu. "İçinde mi, karma." dedi. Neyle neyin karması, sormama bile gerek yoktu. Tadı mazot gibiydi, içine sıçmasa iyiydi zaten!

Mazotun tadını nereden bildiğimi sormayın!

Açık havada olduğundan gökyüzünün çıplaklığı ortadaydı. Yıldızlar tek tük ışıldıyordu ama ben kendi yıldızımı ortalıklarda göremiyordum. Daha şimdi buradaydı, Allah Allah'a. Tuhaf şeyler oluyordu ama zihnim algılayamıyordu. Her şey çift gelmeye başlamadan bırakmalıydım zıkımlanmayı!

Düğün alanına Tuana'yı bulmak için gitmiştim. Nedense soluğu orkestracının orada aldım. Sarhoşluğun verdiği kafayla olsa gerek halay açtırdım orkestracılardan ve benim gibi gençlerin akın akın ettiği büyük bir daire oluşturduk etraflıca.

Ben bir şeyi bulacaktım ama o an hatırlamıyordum.

Ortada buluşup "Kimin şerefine? Damat ve gelinin şerefine!" diye sesimizin son çıktığı yere kadar bağırdık. Aramızda kızlar da vardı ama Tuana yoktu. Ben buraya niye geldiğimi hatırladım sanırım, Tuana’yı bulacaktım. Ama bu kalabalıktan nasıl kurtulurum bir fikrim yoktu.

Neyse biraz kurtlarımı dökeyim, belki ayılırım diyerek halaydan çıkmadım.

‘Lorkey lorkey hanım ey lorkey’ çalarken yerimizde zıplıyor sırayla ayağımızı öne doğru atıyorduk. Ayakların bir sırası vardı, ssağ mı önce atılıyordu sol mu ayırt edemiyordum ama kimsenin umurunda olduğunu sanmıyordum. Zaten yere kadar eğilerek mal mal iş yapıyorduk, birimizin eli diğerinden ayrılsa eminim ayak altında ezilirdi. Halay başı çekenler müziğe kendilerince eşlik etmeye çalışsalar da sözcükler ağızlarından anlamsız anlamsız yayılıyordu.

Kalabalığın içinde Tuana’yı gördüğümde, birini arıyordu, acaba kimi arıyordu?

Beni arıyor olabilir miydi acaba? Benden başka kimi arayabilir ki?

Etrafımdaki iki kişinin kollarını sırtımdan atıp onlardan ayrıldım ve yanına doğru sallana sallana ilerledim. Beni görünce şaşırsa da halimi görünce kaşlarını çattı ve sinirli bir sesle "Aman Allah'ım! Sana ne oldu Deniz?" diye sordu. "En son bıraktığımda normaldin şimdi niye mala bağladın!" diye bağırdı.

"Ben hâlâ benim de sana ne oldu, kimi arıyorsun?" diye sordum. Sarhoş olduğumda Hilal abla tatlılaştığımı ve masum biri gibi göründüğümü söylerdi. Çocukçulaşıyormuşum. Ama Tuana'ya baktıkça aklımdan tuhaf tuhaf düşünceler geçiyor. Bunun hangi kısmı masumca? Evet, İstanbul'dayken sarhoş olmuştum ve Hilal ile Kerem beni idare etmek zorunda kalmışlardı!

"Evin anahtarını Hilal'e verdim ama gitti her halde, yok!" dedi endişeli bir sesle. Nasıl yani, evden uzakta Tuana'yı bir başına mı bırakmışlardı. Sövsen olmuyor, kızsan olmuyor. Ne yapsak ki? Bize güvenmişlerdi büyük ihtimal, pek güvenilecek gibi hissetmiyordum kendimi!

"Ben bırakırım seni, gel!" dedim elimi uzatarak. Uzattığım elime kısa bir bakış atarak bana baktı. Bakış, bakış değil arkadaş, gören de evlen benimle demişim de sonra kaçalım demişim zanneder bu bakışla. Zalımın kızı, bu nasıl bir bakış eriyeceğim şimdi!

"Tuana, seni eve götürüp yatağa atacak halim varmış gibi bakmaktan vazgeç. Asla öyle bir düşüncem olmadı!" dedim, aslında nedense öyle bir düşününce güzel bir fikir gibi gelmişti.

"Ben öyle bakmıyorum, sen demesen öyle baktığımı bile fark etmemiştim." diye bağırdığında bana bağırması sinirlerimi bozdu. Az önceki ruh halim kaybolmuş, bir anda değişivermiştim. Nerede manyak ararsanız konum olarak beni gösterebilir aygıtlar, cidden kendime hâkim olamıyorum. Sinir uçlarım hassaslaşmıştı.

"Neden beni görmüyorsun?" diye bağırdım. Çaresiz gibi hissediyordum, savunmasız, öksüz kalmış gibi aciz! Neden beni sevmiyorsun ya da neden bana aşık değilsin demek gibiydi bu. Al işte, başlamıştım. Duramazdım. Nasıl devamı gelirse artık, Allah kerimdir deyip ne varsa! Gazamız mübarek olsun.

"Ne demek istiyorsun, Deniz?" diye sordu. Anlamıyormuş gibi. Anlıyordu. Resmen numara yapıyordu. Onu sevdiğimi tabii ki de biliyordu. Burak kesin söylemiştir ona. Bir ara ben istemiştim söylemesini, çünkü söyleyecek cesaretim yoktu. Belki o da beni seviyordur da ortak yerde buluşuruz diye, ama öyle bir şey asla olmadı. Lanet olası beni görmemek için körden daha fazlası olması gerekiyordu, ben buradaydım ve onu seviyordum!

"Anlamazmış gibi yapmaktan vazgeç!" diye bağırdım. "Seni ne kadar sevdiğimden haberin yokmuş gibi davranmandan bıktım! Erkek değilmişim gibi bana o gözle bakmamandan bıktım anlıyor musun? İlla görmen için ne yapmam gerekiyor? Sana ne kadar değer verdiğimi bilmiyor musun? Aşığım kızım ben sana aşık!" diye bağırdım gittikçe alçalan sesimle. Hiç bu kadar canımın yandığını hissetmemiştim. Huzurlu hissederim açıldığımda, diye düşünmüştüm. Oysa şimdi neden kalbim acıyordu? Yüreğimi dağlamışlardı şu an ki bakışıyla!

"Deniz, ben..." Ne diyeceğini şaşırmış gibi baktı yüzüme. Hâlâ numara yapıyordu. Onu sevdiğimi biliyordu, bilmesi lazımdı. Bildiğini bilmeye ihtiyacım vardı.

"Ne diyeceğini değil ne demen gerektiğini düşünsen olmaz mı?" diye sordum.

"Sadece bir kere bana arkadaş muamelesi yapmaktan vazgeç!" dedim. Resmen haykırmıştım. Bağırınca kendime gelecekmişim gibiydi ama sanmıyordum geleceğimi. Bağırmasam da beni duyacak yakınlıktaydı ama düğün sesinden bağırıyordum, yoksa bir öfkem yoktu!

"Beni gör artık, ben senin arkadaşın değilim kızım. Belki hiçbir zaman iyi bir dost olamadık ama inan sen de biliyorsun, süper bir insan değilim. Kahramanın değilim ya da senin ilk görüşte âşık olabileceğin biri değilim. Ama inan ki ben hâlâ eski benim Tuana, duyguları hiç azalmamış olan. Yıllar önce anasınıfında dans ettiğimiz günkü gibi duygularım ne eksik ne fazla. Ama daha derin, daha anlamlı." Dedim.

Bir an pişmanlık duygusu esir etti ve bu kalbimin sıkışmasına enden oldu.

"Ya da sadece boş ver ne ben bunları dedim ne de sen duydun." diyerek kestirip attım. Daha fazla kendimi anlatmaya gerek yoktu, tek zararlı çıkan bendim işte!

Arkamı dönüp yürümeye başladım. Birkaç yalpalayarak attığım adımdan sonra evlerin yanında geçip motora doğru ilerlerken arkamdan gelen sesler duymuştum ama umursanamamıştım. Kolumdan tutunca zaten beni anlamayacağını bildiğim ve bana itiraz edeceğini düşündüğüm için kolumu ondan hızla çekerek kurtardım ve yürümeme devam etmek için yüzüne bakmadan adımlamaya başladım.

Belki de sadece bakacak yüzüm kalmamıştı, ne bileyim.

Tuana gitmeme izin vermeyerek kolumu tekrar tutunca dayanamadım bana dokunmasına. Onu omuzlarından itip duvara yasladım. Aramızda kalan boy farkı topuklu ayakkabılarla kapanmasa da dudak mesafemizin arasında çok az bir mesafe vardı ve bu ilk kez olduğundan yutkunmadan edemedim. Arada sırada yanlışlıkla olan durumlar hariç ilk defa onu böylesine kendi alanıma almıştım.

Bütün sinir sistemim altüst olmuştu. Madem buraya kadar geldi, bunun bir bedeli olsun öyle değil mi? Sağ elim sol omzunda, sol elim belindeydi. Alnımı onunkine yaslarken şaşkın bir ifade ile bana baktığını gördüm ve cesaretsiz bir şekilde gözlerimi kapattım. İşte şimdi huzuru bulmuştum. Nefeslerim hızlanmaya başlamıştı, kalbim patlayacakmış gibi hissediyordum!

Gözlerim kapalı, diğer bütün duyularım onu sezebilsin diye olmalı. Gözlerine bakamadım ama dudaklarındaydı gözlerim. Ona yavaşça yaklaşıp titreyen dudaklarına doğru eğildim, ben de onun gibi titriyordum. Onun benden kaçmasından, korkmasından, nefret etmesinden korkuyordum. Yine de nefsime uydum ve sıcacık dudaklarına bir buse kondurdum. Sonra aklıma onun benim uyuduğumu düşündüğünde beni öptüğü geldi, gülümsedim. İlk öpücüğümüzü zaten onun sayesinde yaşamamış mıydık?

Kalbim öyle sert bir şekilde çarpıyordu ki kelimelerin yetersiz kaldığı o anı yaşıyordum adeta. Elim Tuana'nın çenesinin altına gidip onu kendime daha da çok çektim. Nefes nefese kalmıştık, gözlerim tekrar kapandı. Dudaklarıma değen bir damla yaşla gözlerimi aralamaktan korkarcasına bıraktım onu. Tuana kaskatı olsa da bana direnmemişti. Bu görülmeye şayan bir görüntü olsa da onu öperken gözlerim kapalıydı. Belki anın tadını çıkarmak için belki başka bir boyuta adım attığım için. Yine de tek bir damla gözyaşı dökmesi ruhuma dökülmüştü. Benim de gözlerim dolmuştu, artık onun benden uzak duracağına eminken bu veda öpücüğü gibi hissettirmişti. Dünyaya veda edecekmişim gibi ölecekmişim gibi hissediyordum.

Kendime geldiğimde Tuana'nın kaskatı kesildiğini fark ettim, resmen donmuş gibiydi. Kalbini mi kırmıştım, benim de kalbim kırılmıştı. Belki de bana tokat atsa daha az incinirdim. Tuana gözlerine inanamıyormuş gibi birkaç saniye gözlerime baktı. Ardından titreyen bedeniyle yanımdan uzaklaştı. Uzaklaşırken ruhum bedenimde can vermişti sanki. Bir daha asla benimle konuşmayacaktı, biliyordum.

Hemen hızlı adımlarla ona yetiştim ve "Ne yani, bu zamana kadar nasıl bu hisle yaşadığımı merak etmiyor musun?" diye sordum.

Kafasını kaldırdı ve "Ne dememi bekliyorsun, hislerinin karşılıklı olduğunu mu?" Evet, evet karşılıklı olduğunu düşündüm, beni ilk sen öptün. Bana öyle bir umut verdin, sever gibi baktın. Daha başka ne düşünebilirdim.

"Çünkü..." söyleyeceği şeyden vazgeçmiş gibi yürümeye devam etti. "Ne diyecektin Tuana?" diye sordum ona yetişip.

"Nasıl diyeceğimi bilmiyorum ama senin beni sevmiyor olman gerekmiyor muydu?" Ne alaka ki şimdi bu, Tuana kendini asla birinin onu sevmeyeceğine mi inanıyordu, ne yapıyordu?

"Ne?" dedim sadece. Şaşkın ve sarhoştum. Dilim dolanmıyordu hiç yoktan.

"Seni sevmem neden bu kadar zor ki ben sana ilk görüşte vuruldum." dedim. Ben onu daha küçükken, hiçbir şey bilmezken bile seviyordum, onu ilk gördüğüm andan beri onunla evlenmek istiyordum.

"Bu gerçek olamaz Deniz, sen bana âşık olamazsın!"

"Neden?"

"Çünkü ben de sana aşığım, bu işte bir terslik yok mu?" dedi. Ne dedi o az önce, bana mı aşıkmış? Abisine de aşıktı bu, hangi anlamda aşık bu şimdi bana? O kadar şaşkınım ki bunları söylediğine de inanasım gelmiyor. Az önce ne dedi, siz duydunuz dimi, bir şey dedi, aşığım dedi. OHA! AŞIĞIM, dedi.

"Neden terslik olsun?" diye sordum. Konuşmak bile zor geliyordu. İçimde bir yerde şurada diz çöküp sabaha kadar ağlamak geçiyordu.

"Çünkü beni sevmeyeceğine o kadar inandırdım ki kendimi, beni sevdiğini söylerken bile rüya gibi!" Rüya değil güzelim, rüya değil! Eğer bu rüyaysa zaten ölsem de uyanmak istemiyorum, komaya gireyim yine de uyanmayayım, eğer rüyaysa yaşamayayım bile!

Loading...
0%