Yeni Üyelik
43.
Bölüm

43. Bölüm

@hiyera212

***DENİZ EFE KAYA***

Yanıma Toprak ile Viyana geldi, aslında benim değil Tuana'nın yanına gelmiş de olabilirlerdi ama Tuana şu an yoktu, sadece ben vardım.

Darmadağın olduğumu gördüklerinde yüzlerindeki ifade değişmiş yerine şaşkın bir ifade oluşmuştu. İlk geldiklerinde dalga geçer bir ifade varken şu an cenazedeymiş gibi bir hale bürünmüşlerdi. Evet, doğru olabilirdi; bugün benim hislerim ölmüştü, bugün benim sevgim solmuştu. Bugün ihanetle dolup taşmıştım, canım acıyordu.

Toprak bakışlarımı takip ederek arkasına bile dönmeyen Tuana'nın ardından baktı ve "Onunla konuşmamı ister misin?" diye sordu. Bir şey değişirmiş gibi bunu söylemişti, sanki ben affedecekmişim gibi... Ona sertçe baktıktan sonra "Sadece o gözlerini ondan çek, bakma kâfi!" dedim. Ona değen gözleri cehennem ateşinde kül etmek istiyordum!

Bunalıma girmek üzereydim. Sinirlerim bayağı bir gerilmişti, moralim bozulmuş, altüst olmuştum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Belki de gidip özür dilemeliydim, söylediklerim için pişman olabilseydim özür dilerdim. Ama istemiyordum bunu, artık inkâr etmek istemiyordum, sinirlendiğim şeyleri saklamak ve nefretimi kusmaktan çekinmiyordum. Beni kendisi delirtmişti, bu duygularımı da kendisi çekecekti! Hiçbir suçunun olmadığını biliyordum ama olsun, canımın yandığı kadar canı yansın istiyordum!

‘Hayır, istemiyordum. Ben ona nasıl kıyabilirdim ki ben onun canının yanmasına nasıl katlanabilirdim ki?’

"Oğlum hiç değişmeyeceksin lan," dedi. Onunda canı sıkılmıştı. Ben ne hissedersem onun da o duyguyu hissetmesi normal miydi bilmiyorum ama birimiz üzülse ikimiz de etkisinden çıkamazdık. Ben bugün nefretle dolup taşmıştım, ben bugün sırtımdan bıçaklar yemişim gibi hissediyordum.

"Ne oldu şimdi, Tuana'ya itiraf mı ettin?" diye kızdı Viyana Hanım. Hayır yani, kendisine ne? Daha birkaç aydır iki çift doğru düzgün lafım olmayan kızdan bir de azar işitemezdim. Hayırdır?

"İtiraf ettim, yakında da kaçıracağım!" diye tısladım sinirle. Bana pörtleyen gözlerle bakınca da tırsmadım değil hani. Bu kızdan korkulurdu çünkü aklı gidip gelen birinden zarar gelmesi beklenirdi. Ama ben bir kızdan korkmuyordum, delinin deliye zararı olmaz diye tahmin ediyordum!

"İyi bok yedin, alıştıra alıştıra söyleseydin bare kıza. Kesin bağırdın çağırdın. Aşk itirafı değil de düşman itirafı yaptın de mi? Bana Nesil'i hatırlatıyorsun ve ona benziyorsan kesinlikle Tuana'yı üzeceksin ve kaybedeceksin. Bana kalırsa..." sözünü kesmem bile uzun sürmüştü. Hiç konuşmasına izin vermeyecektim aslında bu manyağın.

"Kızım senin derdin ne? Söylediklerini bilecek kadar ayığım ben," diyerek sallana sallana gittim arabaların olduğu yere doğru. Ayık kafada olsam kesinlikle itiraf edemezdim, bu cesaret hangi yerden geliyordu? İtiraf etmiş ve itiraf almıştım, oturup da arkamdan iş çevirmelerine kadar her şeyin itirafını almıştım mübarek!

Cebimden sigara paketini çıkarıp içinden bir dal alıp dudaklarıma götürdüm. Elimle sigarayı siper edip çakmakla yaktım ve ardından küçük bir duman çektim içime. Ardından dumanı üfledim ve ciğerlerimin zehirlenmesine müsaade ederek bir fırt daha çektim.

Her nefeste ölüme bir o kadar yakın olurken Tuana'nın şimdi kilometrelerce benden uzaklaşacağını bilmek beni ürkütüyordu. Onun ne olacağını düşünmek aklımın ilk sırasında değildi, kabul bencildim ama ben onsuz ne yapacaktım bilmiyorum. Sadece biraz anlayış bekliyordum, aslında kızmam gereken kişi kesinlikle Tuana değildi; sigarayı içince doğru düşünmeye mi başlamıştım ben?

Araba yerine motosikletle geldiğim aklıma gelince ofladım ve kendimi siyah motosikletimin yanına doğru ilerlemem için beynime komut yağdırmaya başladım.

Motosikleti çalıştırıp gaza sonuna kadar asıldım ve geri geri gidip ters yöne doğru hızla ilerlemeye başladım. Beni görenler çığlık çığlığa sağa sola kaçışıyorlardı. Toprak ise "Nereye oğlum ya?" diye arkamdan bağırıyordu ama umurumda değildi.

Biraz ileride gözüme kestirdiğim kızın önüne gürültüyle motoru durdurduğumda ayağa hızla kalktı ve bana şaşkın bakışlarından ithaf etti. Gözleri dolu doluydu. Ben bunun sonunun böyle olacağını bilmiyor muydum sanki? Ne boktan biriydim ben böyle.

Motorun ayaklığını indirip arkadan kaskın birini aldım ve Tuana'nın kafasına dikkatli bir şekilde taktım. "Ne yapıyorsun Deniz?" diye sorsa da cevap vermeme hakkımı kullanmayı tercih ettim. Bazen susmak dünyada barışı sağlamışım gibi huzurlu hissetmeme neden oluyordu. Susmak güzel şeydi.

"Ben motora binemem," dedi. Korktuğunu ben de biliyorum Tazmanyam, ancak arabam yok, seni de kendimden başkasına güvenemem. Dışarda bin tane aç kurt var, seni seven yüzsüz bir deli var! Başkasıyla gidemeyeceğini bilen bir kendin de var!

1 Saat Kadar Önce

"Nasıl ya, sen şimdi bana mı aşıksın?"

Gözlerim dolmuştu, bir insan bu kadar mutlu olabilir miydi, bir insan ömründe bu kadar heyecanlanır mıydı? Resmen yeniden doğmuşum gibi hissediyordum, her şey güzelleşecekti, buna emindim.

Artık acı çekmek yoktu, onsuz nefes almak yoktu, elini tutmadan geçen zamanlar yoktu... O vardı, hâlâ inanamıyorum Allah'ım, o benim; artık sonsuza dek benim.

Ağlamaklı sesimle "Sen şimdi bana âşık olduğunu söylüyorsun?" diye sordum, bana aşıktı, Tuana Bozkurt bana aşıktı, beni seviyordu!

"Seviyorum, seni deliler gibi seviyorum Deniz! Çok seviyorum!" Duyduklarım doğru muydu? Bu zamana kadar çektiğim aşk acısı son bulmuştu öyle mi, şu an yaşadıklarıma inanamıyordum.

Tuana sen gerçek misin sevdam?

Ondan uzaklaştım ve kafamı ellerimin arasına alıp gökyüzüne baktım. Hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendimi zor tutuyordum! Beni seviyordu, kaderim beni seviyordu, sevdiğim kız beni seviyordu! Haykırmak istiyordum, bütün dünya duysun, Tuana da beni seviyor!

Yanına hızla gidip belinden tuttum ve etrafımda çevirdim, "Deniz!" diye bağırdı, sesine kurban olduğum, ağzından adımı duymayı o kadar çok seviyorum ki...

Onu serbest bıraktım, göz göze geldik. O âşık olduğum zümrüt yeşili gözler bulanık bakıyordu, o ölüp bittiğim kalbinin ritmi benimkine eşlik ediyordu. Allah'tan daha başka ne dileyebilirdim ki ondan başka ne isteyebilirdim ki?

Omuzlarından tutup kafasını sineme çektim, saçlarının kokusunu içime çektim, cennet gibi kokuyordu. Bana cennetin kapısını aralayan bu kıza aşıktım, o da bana aşıktı, o da beni seviyordu! Hâlâ inanamıyordum, ben onun asla beni sevmeyeceğine inandırmıştım kendimi, bir müddet sonra bu inancımı kaybedip beni sevebileceğine kenetlenmiştim, meğer haklıymışım, beni seviyormuş!

"Seni öyle çok bekledim ki sevdam, seni düşlemediğim tek bir gece bile olmadı! Sensiz uyuduğum gecelerde çekmediğim acı kalmadı, sensiz nefes alamaz olmuştum. İyi ki geldin, iyi ki geldim; iyi ki de söyledim, iyi ki de söyledin..."

Tuana'nın dedikleri hislerim miydi, onun hisleri mi? Yemin ederim aynı kederi, aynı hüznü paylaşmışız. Nasıl oldu kör oldu gözlerimiz de fark etmedik birbirimizi?

Hiçbir şey için geç değildi, her şey yeni başlıyordu.

Onu kollarımın arasına aldım, sigara ile kirlenmiş ciğerlerim baharı ile buluşunca sanki ferahladım, ilk defa rahat bir nefes almış gibiyim. Kafasının üstüne çenemi koyum sımsıkı sardım, kolları ile belimi sardı. İçim bir tuhaf oldu, o kadar yakın olması kalbimi sızlatıyordu önceden, şimdi daha da bir hal almış nefesimi kesiyordu.

Kaç dakika öyle kaldık bilmiyorum, kelimeler anlamını yitirmiş çekip gitmişti. Yıldızlar sanki daha bir parlaktılar, doğa daha çekici gelmeye başladı, hayat daha bir anlamlı, oksijen daha bir temiz...

Ne hissettiğimi kestiremiyordum, kafam yerinde değildi. Kalbimle hareket ediyordum, kendimi tutamıyordum, zıplamak dans etmek ve kızlar gibi çığlık atmak istiyordum. Çocuk gibi eğlenmek, ağlamak istiyordum. Tuana bu hisleri aynı anda bana yaşatan tek kızdı, başkasına da gerek yoktu.

"Ben seni hep sevdim biliyor musun Deniz, kendimi bildim bileli. Ben sana hiç kanka gözüyle de bakmadım, sen kanka dediğin için kanka olduk biz!" Vay ağzımı eşek arıları soksaydı da hiç demeseydim.

"Özür dilerim sevdam, bundan sonra kanka filan yok. Fark ettiysen bu sene sadece bir kere dedim kanka diye, başka da demedim. Anla istedim, sevdiğimi anla!"

“Deniz…”

"Efendim zümrüt gözlüm, kokunda hayat bulduğum söyle!"

"Ama sen böyle deyince ben sana nasıl kızayım?"

"Kızma bana, beni sadece sev yeter!"

"Beni seni ömrüm boyunca seveceğim ki."

"Böyle umut ettiğim için yarın seni kaçırmayı düşünüyorum! Artık nikah masasında anlarız, ömürlük mü günlük mü?"

"Çok kötüsün!" Benden uzaklaşıp yere oturdu ve kollarını dizlerine sardı. Dilini çıkarttığında içim gıdıklandı, dilini ısırmasaydım iyiydi! Yanına gidip arkasında durdum, kafasını arkaya eğip "Ne bakıyon?" diye sordu, cimcime bildiğin ya!

"Güzele bakmak sevap dediler, cennete sevap kasıyorum!"

"Her güzele değil insana güzel bakmak sevapmış, her güzele bakıp sonra cehenneme VİP olarak gitme de!"

"Ben bir tek güzele bakarım, o da sırf güzel olduğu için değil, bir tek benim güzelim olduğu için sana bakarım." Kafamı aşağı eğip alnımı alnına yasladım.

Nefesim kesilmişti resmen, şu harekette bile beni mahvediyordu. Kalp atışlarımı duymaması imkansızdı, şayet ben onun kalp atışını gayet net duyabiliyordum. Kokusunu içime özlemle çektim, saçlarına burnumu daldırmak ve onu deli gibi sevmek istiyordum, bir bebeği eline alıp ısırarak sevmek gibi hem de.

Kafamı geriye çekip burnuna öpücük kondurdum, hep onu öpmek istemiştim, öpmüştüm. Baldan tatlı dudakları vardı, öyle baldan tatlıydı ki baldı işte. Eğilip dudaklarına da öpücük kondurdum, heyecanla kıkırdadığında geri çekildim.

Yanına oturup kafamı dizine koydum, "Deniz şimdi biz; biz miyiz?" Tuana'ya kafamı kaldırıp baktım. Sorduğu soruya bak hele, gel de yeme yanında yat?

"Gördün mü bir kızı sevdiğimi?" Görmek nasıl bir eylemse artık, sarhoş beynimi sikeyim.

"Az önce, beni sevdiğini gördüm." Tuana da bana ayak uydurur, ağzını burnunu yediğim.

"İşte, başka bir kızı sevmediğime ve senin de başka bir ibneyi sevemeyeceğine göre, biz zaten hep bizdik."

"Keşke yüzün ve gözlerin kadar kibarlığın da güzel olsa!" Güldüm.

"Keşke dışın kadar için de güzel olsa!"

"İçim çirkin demek, gelecekte ciğere ihtiyaç duyar da benden nakil istersen hatırlatırım bu sözünü!"

"Sen benim ol da ben her şeyden vazgeçerim, buna o bok çukuru sigara da dahil!"

"Hımm, öyle demek! E madem öyle, o zaman senin olayım bare."

"Tuana, bir şey merak ediyorum?" Aklıma Tuana'nın beni sevdiğini Burak'ın bilip bilmediği geldi. Ya da diğerlerinin. Eğer biliyorlarsa ve bu zamana kadar bana söylememişlerse ebelerini sikerdim. Ben bu kadar acıyı ne diye çektim, onlar için çok kötü bir son olurdu. Onlarla sittin sene konuşmazdım.

"E-evet?"

"Beni sevdiğini bizimkiler biliyordu de mi?"

"Yoksa Burak mı söyledi açıl filan diye?" Ellerim titremeye başlatınca kendime hâkim olamamaktan korkarak ondan uzaklaşıp ayağa kalktım. O da benimle birlikte kalktı. Aşırı sinir olmuştum şu an.

"Yani biliyordu Burak? Başka hangileri biliyordu, Toprak da biliyor muydu?" Hangisinin benden saklamasının bana koyacağını bilmiyordum ama ikisinin de geleceğine geçmişine benim koyacağım kesindi!

"Ne demek istediğini anlamıyorum Deniz?"

"Ya kızım anlamıyor musun, birbirimizi sevdiğimizi bildikleri hâlde gizlemişler. Bunda bir sakınca görmüyor musun, resmen sırtımdan bıçaklandım ya!"

"Deniz abartmıyor musun, sonunda kavuştuk ve biz birbirimizi sevdiğimizi kendimiz söyledik!"

O kadar acı çekmiştim, belki de bu sene en iyi halimdi. Eskiden sabaha kadar Tuana'nın evinin önünde bekler penceresini dikizlerdim. Göremeyince ağlar sızlardım, beni nasıl böyle yüzüstü bırakabilirlerdi. Tuana yaşadıklarımı bilmiyordu, ona saplantılı derecesinde aşık olduğumu bilmiyordu! Onlar biliyordu, onlar benimle birlikte şahit olmuşlardı ama saklama gereği duymuşlardı.

"Ya biz şu an çoktan kavuşmuş, mutlu mesut olmuştuk! Tuana sana bunlar basit gibi gelebilir ama ben her gece evinin önünde seni bekledim, pencerenin önünden geçmeni bekledim. Işıkların sönene kadar seni bekledim! Bana gördüğün reva bu mu, fazla uzatmıyor musun, mu?"

Kafayı yiyecektim, delirecektim. Bunu nasıl hafife alırdı, o da aynı acıyı yaşamamış mıydı? Bir tek ben mi sevmiştim de onların umursamazlığı bir tek bana mı koyuyordu?

"Sinirlenince eski yıllar geri mi gelecek Deniz, anın tadını mahvettiğinin farkında mısın?" Haklı olabilirdi ama bu ihaneti geçiştirmiyordu.

"Hayatıma girdiği günden beri yaşantımı mahveden biri mi söylüyor bunu?" Ah! Ben neden böyle bir şey dedim, dilimin kemiği yoktu! Allah beni kahretmesin, gel de geri al lafını!

"Öyle mi?" Bağırmasına karşılık "Öyle!" diye bağırdım. Pişman olacağım çok şey yapıyordum! Of! Neden geri dönüş vitesim yok benim! İlla üste çıkacağım, elime ne geçecekse artık!

İyi bok yedim, ne güzel bok yerdim ben.

ŞİMDİKİ ZAMAN

"Araba ile gelmedim," dedim. "Bununla idare edeceğiz." Kafasındaki kaskı çıkarıp bana uzattı ve "O zaman kask sende kalsın," dedi. İtiraz etsem de Tuana'nın inadını bildiğimden koca çenesini açmadan evvel kaskı düzensiz bir şekilde kafama taktım. Ardından onu elinden çekip arkama oturttum.

Tir tir titrediğini bilsem de motoru çalıştırıp gaza bastım. Belki korkar da bana sarılır diye düşünerek biraz daha gaza asıldım ve bu sefer doğru yönde ilerlediğimden herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Allah bilir saat kaçtı? Trafik yok derecede azalmıştı ama buranın azı diğer şehirlerin tıkanmış trafiğiydi. Ben motosiklette olduğumdan aralarından sıyrılarak gidiyordum!

Şaka şaka kimsecikler yoktu.

Arkadan Tuana'nın belime tutunan ellerinin sıcaklığı ile kavrulan bir kestane gibi hissettim kendimi. Bana dokunduğu her yer alev alırcasına karıncalanma hissi verip ardından yanarak geçiyordu. Kalbim, kalp krizinden duracak gibi hızlanmıştı ve bu kıza yazık olacaktı. Bensiz ne yapardı? Ya da ben onsuz?

"Biraz yavaşlar mısın?" diye bağırdı duyabilmem için. Fısıldasa da anlardım ben, bedeninin ne istediğini anlayacak kadar çok seviyordum onu.

Frene biraz bastığımda hiçbir şekilde yavaşlamadı, nasıl yani nasıl? Sarhoş olmuştum ve hayal mi görüyordum diye düşünerek tekrar frene asılsam da fren tutmadı.

Fren tutmuyordu ve Tuana bana güvenip motosiklete binmişti, korkma demiştim ama korkulacak olan başımıza gelmişti. Düzgün bir şeyler düşünmeliydim, saksıyı çalıştırmam lazımdı. Korkudan ne sarhoşluk kalmıştı ne bulanık bir zihin. Kendime öyle bir gelivermiştim ki kafamda ki çark hızla çalışmaya başladı.

Samanlar, Burak’ın evinin yanında dizilmiş samanlar vardı.

Daha çok gaza asıldım. Direkt Burak'ın evine sürüyordum. Onların samanlığı vardı, belki ucuz atlatabilirdik bu sayede. Tuana'ya hiçbir şeyi çaktırmamam gerekiyordu. Yine frene bastım ama yine hiçbir şey olmadı.

Motorun freni bozulmuştu. Şimdi ne olacaktı? Tuana'ya ne olacaktı? Yaşayacak mıydık? Birimiz ölüp diğerimiz mi hayata tutunacaktı? Peki ya diğerimiz ölünce kalbimiz ve ruhumuz yarım kalmayacak mıydı? Allah'ım ne olur ona bir şey olmasın, ne olur.

Az önce ona bağırdığım için kendime lanet ettim, amma da uzatmıştım. Anın tadını çıkarmam lazımdı, ölebilirdim ya da ona bir şey olabilirdi ama ben kibrime yenik düşmüştüm.

"Tuana, bana daha sıkı sarılabilir misin?" diye bağırdım sesim boğuk çıkarken. Ona zarar gelsin istemiyordum, onu çok seviyordum. Lanet olsun onu çok seviyordum; daha yeni kavuşmuşken eğer böyle bir anda ölüm kapımızı çalacaksa en azından iki saat önce ölseymişiz, itiraf etmeden önce ölseymişiz!

Allah'ım eğer böyle bir anda ölürsem çok gücenirim, Tuana'nın kılına zarar gelse ve ben ölmesem bile vicdan azabından kahrolurum. Lütfen ona bir şey olmasın, birinin canı alınacaksa benim canımı al, onun canı sana emanet olsun.

"Nedenmiş o?" diye kinaye ile sorduğunda "Hızı attırmamı mı istersin?" diye sordum tehdit edercesine. Anında ellerini karnımda daha sıkı birleştirdi ve parmaklarını birbirine geçirdi. Araba sürerken hıza bayılsa da motordan korkuyordu, sürekli kaza yaptığımız için normaldi. Ben motoru aldığımdan beri iki kere hafif şekilde kaza yaptığım için alışmıştım o kan görmeye bile dayanamazdı ki.

"Beni sevdiğini söyler misin?" dedim. Belki de bu sözleri duyacağım son sözlerdi. Duyacağımız son sözler birbirimizi sevdiğimizi söylerken olmalıydı.

"Seni seviyorum," diye bağırdı. "Lütfen yavaşla, seni çok seviyorum." diye tekrarladı. Ah, işte şimdi ölsem de gam yemezdim. Ölmek vız gelir tırıs giderdi şu an benim için ama gözlerim yine de dolmuştu. Ona frenin tutmadığı söyleyemiyordum, korkardı, telaş yapardı sevdiceğim. Üzülürdü, kıyamazdım ki ben onun üzülmesine.

"Şimdi kaskımı alır mısın, o zaman söz, duracağım" dedim. İtiraz etmeden kaskı korkarak alsa da hâlâ yavaş gitmemi söyleyip duruyordu. Burak'ın evine birkaç kilometre daha vardı. Biraz daha ilerlersek evleri gözükecekti.

Bir gün her şeyin biteceğini ve hayatın sona ereceğini söyleyip dururdu büyükannem. Her şey bittiğinde belki de pişman olmayacağım tek şey Tuana'yı sevmem ve bunu ona söylememdi. Eğer onu sevdiğimi söylemeseydim kesinlikle gözü açık giderdim. Daha önce ölümü düşünmüştüm ama bu kadar acı olacağını hiç düşünmemiştim. Ölümüne sevdiğim kızla uğurlanmak güzel gibi gelse de aslında değildi, onunla ölmek değil yaşamak istiyordum. Eğer ölmez de yaşarsam Tuana ile kesin evlenecektim, üç tane de çocuğumuz olurdu: Tuana Naz, Tuana Su, Tuana Nur…

Diğer bölümden sonrası nasıl olacak ben de çok merak ediyorum doğrusu?

Bu kadar da talihsizlik olmaz be aga.

Loading...
0%