Yeni Üyelik
44.
Bölüm

44. Bölüm

@hiyera212

***BURAK AYYILDIZ***

Hayatımda bu kadar eğlendiğim tek düğün ablamın düğünüydü sanırım, bunun farkı sevdiğim kızın yanımda olmasıydı yoksa kendimi hem mutlu hem de eğlenmiş hissetmezdim!

Uzun zamandır aslında içmiyorduk, Viyana düğüne bira getirdiği ve bize de bu seferlik beleşe verdiği için belki de aşırıya kaçmıştık ve bayağı bir sarhoş olmuştuk. Ben neyse ki alışıktım ama Toprak'ın kafası bir hayli gitmişti, o kadar uyarmamıza rağmen arkadaş ortamına kurban gitmişti. Böyle zeki insanların birkaç serseriye uyup gelecek hayatlarını mahvetmelerini de gerçekten anlamıyordum.

‘Uyamayın bize be kardeşim!’

Ahsen ve ailesi biraz önce düğünden ayrılmışlardı; onların katıldıkları ilk köy düğünüymüş, Ahsen'in ailesi varlıklıydı, ablasının tahini Kadirli'ye çıktığı için Ankara'dan buraya taşınmışlardı. Ben de bu sayede onunla tanışmış ve ondan hoşlanmıştım, o çok güzel ve tam benim tipimdi. Karakteri bakımından, duruşu bakımından... Tamam sadece güzeldi işte, herkesten kıskanıyordum onu, benim için yeterli bir sebep!

Ahsen ve ailesini uğurladıktan sonra Viyana ve Toprak'ı en son gördüğüm yere gittim. Deniz'i ve Tuana'yı motosikletle son süratle gittiklerini görünce hafif koşarak "Nereye Deniz!" diye bağırdım. Haber vermeden gitmeyecekti, ne olmuştu acaba?

Bugün tüm cesaretini toplayıp bizim kıza açılacak ve mutlu mesut birlikte yaşayacak, yaşlanacaklardı. Yani en azından bizim tahminimiz buydu, Tuana ve Deniz'in birbirini sevdiğini mahalledeki çoğu kişi biliyordu. Biz hiçbir şey söylememiştik, birbirlerini kendileri keşfetmeleri açısından kimse ağzını açmamıştı; aslında söylememizi Kerem istememişti. Oğuzhan’da biliyordu birbirlerini sevdiklerini; Kerem ile araları bozulmasın diye sesini çıkartmıyordu ama o da her şeyin farkındaydı.

Kerem farkında olduğu her şeyi Oğuzhan’a anlatmıştı, arkasından iş çeviriyor gibi olmasın diyeymiş! Oğuzhan’da Tuana'nın da Deniz’i sevdiğini söyletince öyle bir karar almışlar. Kimse ağzını açıp bir şey demeyecek ve kendi cesaretlerini toplayana kadar da öğrenmeyeceklerdi. Tabi bu Kerem’in düşüncesiydi, Oğuzhan’a kalsa sittin sene kimseyle paylaşmazdı kardeşini.

"Nereye gitti şimdi lan o, daha bize gidip içecektik." dedim sarhoş olmuş Toprak'a doğru. Üzerinde ki ceketi yere sermiş oturmuştu, saçları dağılmış ve beyaz gömleğinin düğmeleri yarısına kadar açıktı. Viyana'nın sevgilisinin olduğunu bilmesem bir halt yemişler derdim ama o cesaret Toprak'ta olmadığı; aldatma potansiyelinin olmayacağı kadar adam gibi adam Viyana'yı da çok iyi tanıdığıma göre Deniz Toprak'la tartışmış ve Toprak'ta yakalarını serbest bırakmış olmalı!

Bence yani, fesatlığımın tutmayacağı tek insan Toprak’tı.

"Lan manyak, benim kankim motordan korkar bilmiyor musun sen?" Duyamayacağını bilsem de Deniz'in ardından bağırmıştım ama onlar gözden kaybolmuştu. Eve gidip gitmediğimi de bilmiyordu kesin!

"Oğlum salak mı bu, vallahi öldürecek kendilerini!" dedi Toprak ayılmaya başlayarak. Viyana saçlarını toparlayarak yerdeki şişeyi aldı ve kafasına dikerek "Deniz yine başına bela açacak, ben toz olsam iyi olur!" diyerek yolda ilerlemeye başladı.

Daha önemli sorunlarımız olduğu için ona aldırmayarak "Neyi var bu piçin, böyle yapmazdı o?" diye merakla sordum. Haber vermeden gitmezdi, kesinlikle bir şey olmuştu. Her ne kadar başına buyruk gibi gözükse de aslında değildi. Değildi işte. Endişelenmiştim ve gittikçe ayılıyordum.

"Geri zekalı itiraf etmiş kıza, Tuana’da almış başını gidiyordu. Sinirle bindi siktirdi gitti." dedi kızarak.

"O kadar dedim itiraf etme, daha beter olursunuz, dedim ama beni dinleyen kim?" diye kendi kendine söylenmeye devam etti bende arabaya doğru ilerleyip arkalarından yetişmek üzere hızlandım. Toprak hangi ara Deniz'le konuşmuştu acaba? Hem kendi aşk sorunlarını çözebilmiş gibi ne diye Deniz'e akıl dağıtmaya çıkmış ki bu da? Hayır düzgünce konuşabildiği üç kız var, Tuana, Nihan ve kendi anası. Neyin tavsiyesini veriyor?

"Burak noluyo lan?" Arabanın arkasından Mert çıkınca çığlık attım.

"Oğlum ne diye kız gibi cırlıyon, uyuya kalmışım!" Derin bir nefes alıp bıraktım, az kalsın kaza yapacaktım!

"Oğlum sen aklını peynir ekmekle mi yedin, öldürecektin ikimizi de göt kafalı!"

"Ben sana mesaj attım arabadayım diye!"

"Görmemiş olamaz mıyım?"

"Olabilin gardeş, olabilin! Hayırdır ne bu acele, 90'ı geçmişsin?"

"Hiç sorma, Tuana'yı Deniz motosiklete bindirdi; az önce de gittiler!" Mert ön koltuğa geçerken "Tuni korkmuyor muydu la?" kafamı sallarken "İt gibi korkuyor!" diyerek daha da hızlandım. Altına işemese eve gidene kadar bari.

Hızla bizim mahalleye doğru sürmeye başladım aracı, Denizgil bizden daha öndelerdi büyük ihtimalle. Bildiğim kısa yolu kullanarak kanal boyu yolu takip ettim.

Mert iki tane sigarayı yakmış birini bana uzatmıştı. Sigarayı içime çekerken kalbim küt küt atıyordu. İçimde öyle bir his vardı ki sanki kaybolmuştum, kimseyi tanımıyordum, kocaman evrende bir başıma kalmış gibi hissediyordum. Canım sızlıyordu, kalbim sıkışıyordu. Neden böyle hissettiğimi anlayamıyordum ama hiç böyle kötü hissetmemiştim.

Eve gidene kadar aklım Deniz ve Tuana'daydı. Neler olmuştu da ikisi de delirmişti, bu salağa savaşma seviş, tekniğini söyledim diye bu kızı zorlamış olmasın? Of bilmiyorum ki. Ne olduğunu, neden tartıştıklarını, neden böyle çekip gittiklerini çok merak ediyordum. Deniz itiraf edebildi de Tuana mı söyleyememişti ki?

Başımın ağrısından gözümün önünü göremiyordum, eve vardığımda Deniz'in motosikletini gördüm, karşımdan geliyordu ve öyle bir süratle geliyordu ki arabayı R'ye çekip onun önünden çekilmem için kesinlikle birkaç saniyeden az zamanım olmuştu. Eğer çekilmesem kafa kafaya çarpışacağımız barizdi.

Büyük bir gürültüyle aniden frene bastım. Gürültü yüzünden kalbim öyle atmaya başladı ki bir an yerinden çıkacak zannettim. Nefes alamıyordum, gözlerimi kapatmıştım; gözlerimi açmam ve onların yanına gidip yardım etmem gerekiyordu. Kafam direksiyondaydı, gözlerimi açmayacakmışım gibi kapatmıştım. Parmaklarım direksiyonu sıkmaktan acıyordu ama kalbimin acısının yanında bir hiçti.

Mert'in kapıyı açıp bağırarak dışarı çıktığını duydum ama kımıldayamıyordum. Şok içinde kalakalmıştım. Verebildiğim tek tepki gözlerimden yanaklarıma doğru akan yaşlardı.

Kendimi bildim bileli Deniz ve Tuana ile birlikteydim; aynı anasınıfına gitmiş bir daha da hiç ayrılmamıştık. Beraber ağlamış beraber gülmüştük, bütün pislikleri birlikte yapıp birlikte eğlenmiştik. Birlikte uyumuştuk, birlikte hasta olmuş birlikte iyileşmiştik. Eğer Deniz olmazsa ben boşluktan başka bir şey değildim, ben bir hiçtim! Kardeşim olmadan ben bir hiçtim!

Tuana?

Benim dünyalar güzeli kardeşim, dert ortağım, dedikodu arkadaşım, yaralarımı saranım, doğru yola sürükleyenim. O olmazsa ne yapacağımı hiç düşünmemiştim, onsuz nasıl bir hayat yaşayacağım hiç aklıma gelmemişti. Nefes alamıyordum. Kendime gelmem gerekiyordu. Yardım etmem gerekiyordu, bir ihtimal yaşamalarını sağlamak için yardım etmem gerekiyordu!

Kafamı aşağı çekip derin derin nefesler alıp kapıyı açarak dışarı çıktım. Adımlarım bizim samanlığın olduğu tarafa doğru ilerliyordu, kaplumbağadan daha yavaştım ya da zaman hiç geçmiyordu. Yürürken tökezliyordum.

Hayır!

Hayır! Hayır!

Bu bir kâbus olsun!

Allah’ım lütfen bu bir kâbus olsun!

Hayır, hayır, hayır...

Bu imkânsız. Az önce gördüğüm motosiklet ona ait değildi, hayır o başka birisiydi. Tek erkek kardeşim dediğim Deniz'in motosikleti değildi.

Şu an alevler içinde yanan motosiklet ona ait değildi!

Bu olamazdı, olamaz!

Bu imkansızdı. Hayır o kaza yapmamıştı, Tuana ile ölüm çukuruna girmiş olamazdı! Bunun bir açıklaması olması lazımdı.

Kendimi kandırmamın bir manası yoktu, bu olanlar gerçekti! Halüsinasyon görmüyordum.

Yere diz çöktüm, elimle ağzımı kapatmış gözlerimden yaşlar akarken hıçkırıyordum. Tüylerim diken diken olmuştu, üşüyordum halbuki her yer o kadar sıcaktı ki cehennemden farksızdı! Saman alev almış alevler gökyüzüne doğru yükselmişti.

Kendime gelmeye çalıştım ama canım o kadar yanıyordu ki en sevdiğim iki dostumu da yaralı görmek istemiyordum; onları ölü olarak görmek istemiyordum! Kardeşim dediklerimi kaybetmek istemiyordum!

Tuana karanlıktan korkardı, ölse o toprağın altında ışık olmadan nasıl kalırdı? Toprağın altı soğuk değil miydi, Deniz'in kanı düşüktü, normal hava bile üşümez miydi, kara toprağın altında çok üşürdü!

"Kendine gel Burak, çocuk değilsin!" Burnumu koluma silip "Onlar şaka yapıyor olmalılar, bu yangın sahte değil mi? Az önce o motosiklet havaya uçmadı değil mi?" bağırıyordum ama sesimi duyan kimse yoktu, varsa bile ben kimsenin varlığını hissetmiyordum.

Mert kollarından sürüyerek önüme kadar getirdiği Deniz'i bırakıp ateşlerin içine tekrar dalmıştı. Deniz'in her yeri kan içindeydi, neresi yaralanmış belli değildi. O güzelim yüzü çizikler içerisindeydi, o muhteşem vücudundan oluk oluk kan akıyordu. Kardeşim dediğim adamın her yerinde kan vardı!

Bir kız çocuğundan farksız bir şekilde ağlıyordum, Deniz benim kardeşimdi, Deniz benim kardeşimdi! O ölemez! Deniz daha ölemez! Ölmemeli, daha nice anılar paylaşmayacak mıydık?

"Deniz!" Fısıltımı ben bile duyamamıştım, tekrar adını seslendim ama kımıldamadı. Tepkisiz kalması canımı yakıyordu, etrafa baktım. Mahalleliler bile toplanmamıştı, kimse sese gürültüye çıkmamıştı!

"Yardım edin, yardım edin!" Lütfen birisi yardım etsin...

"Tuana!" diye bağırdım, ona bir şey olsa ben ne yapardım? İçimi yiyip bitiren endişe de neydi öyle? Benim arkadaşlarım güçlüydü, onlar daima ayakta kalacaktı, kalmak zorundalardı. Benim için kendileri için; birbirleri için...

Hani derler ya kalana mı zor gidene mi, kalana zor oğlum. Çok zor...

Mert, Tuana'yı kucağında getirdiğinde ambulans sesi ile yola baktık. Sanırım Mert haber vermişti, aksi takdirde mahallede bunu akıl edebilecek bir Allah’ın akıllı kulu yoktu. Ben dahil.

Mert, Tuana'yı yere bıraktığında gördüklerim karşısında bacaklarım tutmaz olmuştu, ellerim titreyerek saçındaki samanları temizledim. Tuana'nın kolunda bir şey sarkmıştı, iğrenç gözüküyordu ama bunu ona söylesem beni gebertirdi. Yüzünde pek bir şey yoktu ama yüzü simsiyah olmuştu, sistendir değil mi? Gözlerim tekrar kolundaki yaraya döndü, yaradan kanlar sızıyordu. Onu böyle görünce kanım donmuştu, ben böyle bir şeye şahit olacağım aklımın ucundan bile geçmemişti!

İkisinin hareketsiz yan yana yatan bedenlerine baktım, nefes alamıyordum. Canım öyle çok yanıyordu ki nefes alamıyordum. İkisine de sarıldım, Mert de Tuana'nın bacaklarına kafasını koymuş bağırarak ağlıyordu. Neyse ki ikisinin de göğsünün inip kalkmasından yaşadıklarını anlamıştım ama bu kadar kan neden vardı anlamamıştım. Çeşmelerini açmışlardı mübarek, kan kaybından ölmezlerdi değil mi?

Deniz'in nabzını kontrol ettim ve çok az da olsa nabzını hissettim, kalbim buruk bir şekilde tebessüm etti ve "Yardım edin, yaşıyorlar. Yardım edin!" diye boğazım yırtılana kadar bağırmaya başladım. Ambulanstakiler inmeye başlamıştı, peşi sıra da itfaiye gelmişti ve samanlığı söndürmeye çalışıyordu. Neyse ki çok saman yoktu, yangın etrafa saçılmamıştı.

Yangının büyüğü yüreğimizdeydi...

Deniz beni gebertirdi, Tuana'ya bir şey olsa Oğuzhan beni yaşatmazdı, ben de ne kadar yaşardım bilmiyorum. "Tuana, çok korkma olur mu? Ben, Deniz, Mert, birazdan da Toprak burada olacak. Ama sen şimdi hemen uyan olur mu, yoksa Deniz kıyameti kopartır." diyerek hıçkırmaya devam ettim.

Deniz ilk defa kaza yapmıyordu ama bu sefer kaskı yoktu ve yanında da bacım, dediğim kız vardı. Mert ellerini kafasına sarmış gökyüzüne bakmış tekrar bize bakmıştı, üzeri kan içindeydi, kardeşlerimizin kanı üzerindeydi.

Gördüklerimize inanamıyorduk, inanmak istemiyorduk belki de. Bu yaşanılanların bir kâbus olmasını dilemekten ileriye gidemiyorduk!

Tuana benim kardeşimdi, bazı anlar gelir ikisi de her şeyim olurdu. İyi kötü bütün günlerimde yanımda olmuşlardı. Kaybetmek istemiyorum Allah'ım iki kardeşimi de kaybetmek istemiyorum. Allah’ım sen onları bize bağışla, lütfen...

‘Lütfen yanlarında ol Allah’ım, onları yalnız bırakma!’

Tuana'nın gözleri kapalı, o karanlıktan korkar, siyahı bile çok sevmez ki o. Geceleri gökyüzünü süsleyen yıldızlar olmasa belki de geceye küsecek bir kız. Lütfen onlara yardım et Allah'ım, çok seviyorum onları, onlardan başka güvenecek kimsem kalmamış gibi hissediyorum. Lütfen...

Ambulans götürürken birçok kişi toplanmıştı, Deniz ve Tuana'nın ailesi de dahildi. Herkes perişan olmuştu. Ben kendimi hissetmiyordum, Mert zaten fenalaşmıştı. Onların hayatını Mert kurtarmıştı, Mert çok güçlüydü ama psikolojik olarak da narin biriydi. Ben neredeyim bilmiyorum, hayatla tek bağım nefes alıyor olmamdı sanırım. Canımın yanmasını bile artık hissetmiyordum, onlara bir şey olursa kesinlikle bana da olması lazımdı. Onlarsız bu hayatın bir anlamı yoktu benim için!

Canları ne kadar yanıyordur şimdi ikisinin de Deniz güçlüydü ama Tuana, o bu acıya nasıl katlanır?

Allah'ım? N'olur ikisinin canı da çok yanmasın, ikisi de sağlığına kavuşsun. Tuana'nın ailesi, Deniz'in ailesi harap oluyor her geçen saniye. Hele ben, neye uğradığımı şaşırdım. Ne hissedeceğimi ne yapacağımı bilemiyorum, idrak da edemiyorum. Sanki bir iki saat önce birlikte değilmişiz gibi şimdi onların beyaz hastane yataklarında, soğuk bir odada bıçak altında kalmaları ne kadar imkânsız geliyor, anlatamam.

Ne akıl kaldı ne de bir düşünce, sanki ruhumu soğuk bir odada bırakıp kalmıştım. Neredeyim hiç bilmiyorum. Kafam dizlerimin üzerinde, ellerim bacağımı sarmış, üşüyorum. Acaba onlarda üşüyor mudur? Yaşayacaklar mı, bir daha onları göremezsem ne yaparım ben? Bu çok bencilce ama onları kaybetmek istemiyorum, beni yalnız bıraksınlar istemiyorum. Onlar olmadan hiç doğmamış, oyuncaklara dokunmamış, parkta oynamamış, sigarayı içime doyasıya çekmemiş, kıskançlıktan kavga etmemiş ve nefes dahi alamamışım gibi geliyor. Hayata onlarsız devam etmek istemiyorum!

Bir el omzuma değdi, hıçkıra hıçkıra ağlarken, "Onlara asla bir şey olmaz tamam mı, lütfen sakinleş!" diyen ablam sanki benden daha güçlüymüş gibi bana destek olmaya çalışıyordu. O da berbat bir haldeydi, kim haber verdi, kimle geldi bilmiyordum ama yanımda olması bana güç vermişti.

Evde değildi bizimkiler, köye gitmişlerdi cenaze için. Ablam hariç de kimse gözükmüyordu zaten, neyse ki ablam gelmişti. Kötü anlarımda bana destek olurdu, annemle babam her kavga ettiğinde beni masanın altına çeker korur kollardı. Benim ikinci annemdi, yanımda olması bana güç verse de kendime gelmem imkansızdı!

Kafamı kaldırmadan önce göz yaşlarımı sildim ve yüzüne baktım, lakin göz pınarlarımın bağı çözülmüşçesine yaşlar yanaklarımı ıslatmaya ve içimi huzursuzlukla doldurmaya devam ediyordu.

"Za-zaten bi- bir şey olmaz ki! O-onlar benim kardeşlerim, sadece canları nasıl yanıyor, onlar iyi mi merak ediyorum. İçimi yakıp kavuran bir huzursuzluk var abla, tam şurama milyonlarca iğne batıyormuş gibi hissediyorum!" diyerek hıçkırıklarımın arasından kalbimi gösterdim. "Burası çok acıyor, hiç bu kadar acımamıştı."

Hayatımda ki en önemli insanlar belki de onlardı, belki dediğime bakmayın onlar benim ikinci ailemdi. Onlar olmasa ben ne yapardım bu zamana kadar, ot gibi yaşar ot gibi giderdim. Gönlüm sızlıyordu. Arkadaşlık bu muydu, kardeşlik bu muydu?

Yarı yolda bırakmak dostluğa sığar mıydı?

"Baksana birbirlerini ne kadar seviyorlar, ölüme bile beraber gidiyorlar." dedim, "Bensiz her yere beraber gidiyor bu puştlar!" deyip nefes alışverişimi düzene sokmaya çalıştım. Ablam yanıma oturup kafamı kendisine çekti, omzuna başımı yasladığımda ameliyathanenin önünde ağlaşanları gördüm. Herkes mahvolmuştu, kaç saat geçti bilmiyorum ama hala kimse haber vermemişti.

Sultan ve Sevim yenge yere çökmüş ağlayarak dua ediyordu, Toprak annesinin koluna sarılmış hıçkırarak ağlıyordu. Levent amca kafasını elleri arasına almış dizine yaslamıştı, Kerim amca ise kafasını duvara yaslamış gözleri kapalı bankta oturuyordu. Hilal ablanın tansiyonu düşmüş bir odaya yatırmışlar sakinleştirici vermişlerdi.

Kerem ve Oğuzhan’ın haberi yoktu, daha söylemeyeceklerdi. Lakin sonradan öğrenirlerse daha kötü olacağını bildiğimden ben haber vermiştim. Telefonda kötü bir şey söylememiştim tabii ki de sadece kaza yaptıklarını ve durumlarının iyi olduğunu söylemiştim. Ne olur ne olmaz, kardeşlerini yaşıyorken görmek onların da hakkıydı!

Toprak çok kötü olmuştu, geldiğinden beri hiç konuşmamış sürekli ağlıyordu. Kimsenin kimseden farkı yoktu, herkesin canı yanıyordu.

Yarım saat sonra Doktor Tuana'yı sedyede çıkardı, kolunda demirden bir alet vardı ve robota benzemişti. Tuana’nın kolundaki şeyi de öğrenmiştim, açık kırık mıdır nedir öyle kolu kırılmış ve kemik dışarı çıkmış. İlk defa böyle bir şeye şahit olmuştum ve kimsenin o görüntüye maruz kalmasını istemezdim. Berbat.

Tuana’nın iç kanama riski de varmış, bu yüzden yoğun bakım ünitesine aldılar ama ailesinden kimseyi de yanına almadılar. Kimseyle görüştürmeyince ben de hemen Deniz’in olduğu kata tekrar geldim.

Tuana'nın her şeye rağmen bu kadar güçlü olmasına hayran kalarak dua etmeye başladım. İnşallah daha kötüsü olmadan iyileşirlerdi. En korktuğum kişi Tuana'ydı, Allahtan korktuğum şey başıma gelmemişti. Deniz Efe alışıktı kaza yapmaya, her seferinde orasını burasını kırmaya alışıktı, atlatırdı diye düşünüyordum. İnşallah hemen kurtulurlar şu nefret ettiğim hastaneden.

Orta yaşlı erkek bir doktor çıkıp Kerim amcaya doğru yaklaştığında herkes ayaklanmıştı. "Deniz Efe'nin durumu biraz kritik. Kafasını çok sert çarpmış, bu hafıza kaybına neden olabilir. Sinirlerde çok bir hasar gözükmese de uyanmadan bir şey söyleyemeyiz. Sol bacağı dizden kırılmış, iki saat sonra ortopedik doktoru ameliyata alacak.”

Deniz’i bir başka odaya götürürlerken yüzünü görmüştüm, tüm vücudu yeşil bir örtü ile örtülmüştü. Yüzüne kan birikmiş gibiydi, öyle çok şişlikler vardı ki gören bu yüzün Deniz’e ait olduğuna inanmazdı. Kaşlarının üzerine dikiş atılmıştı, dudağının kenarına da aynı şekilde, burnu desen o da kırılmış olmalıydı. Gözleri acayip şişmişti, burnu, yanakları… Her yeri şişmişti, mosmordu. Nefes alması mucize olabilir miydi?

Deniz ayaklarından ameliyat olmak için yine alınmıştı o gudubet odaya, saatler geçmiş ve çok şükür sabahın sekizinde bitmişti ameliyatı. Doktor çıkıp yine Kerim amcaya doğru ilerledi ve umutsuz bir şekilde cümlelerini dillendirdi.

“Ameliyat iyi geçti, iki platin takıldı. Maalesef ömür boyu da öyle kalmak zorunda. Uzun bir süre yürüyemeyecek! İşin kötüsü yürüyeceğinden de emin değiliz, öyle bir sinire denk gelmiş ki uyanmadan bir şey demem mümkün değil!" Doktorun geveleyerek de olsa cümlesini bitmesini beklerken nefesimi tutmuşum. Ne yani artık yürüyemeyecek miydi, koşup sırtımıza atlayamayacak, artık güreşemeyecek miydik? Deniz mahvolacaktı ama hiçbir şey umurumda değildi, yaşasa yeterdi! Lakin bu haberden sonra o yaşamak ister miydi?

"Bir daha oğlum yürüyemeyecek mi doktor, sen ne diyorsun?" Kerim amca şoklar içinde kaşları çatık bir şekilde doktorun üzerine yürümüştü. Adam üzüntüden ne yaptığını bilmiyordu!

"Beyefendi lütfen sakin olun, henüz hiçbir şey belli değil! Uyanmasını bekleyeceğiz, neyin ne olacağının net bir şekilde söylemem imkânsız!"

"Oğlumu ne zaman görebilirim?" Gözlerimi dört açarak doktora baktım, "Üzgünüm, şu an göremezsiniz. Enfeksiyon kapma riski var ve göz ardı edemeyiz.”

"Ben kardeşimi naklettirmek istiyorum!" Sesin geldiği tarafa baktığımda Kerem ağabeyi gördüm, Oğuzhan ağabey de merdivenlerden yukarı hızla çıkıyordu.

“Affedersiniz siz kimsiniz?” Doktorun yanına yaklaşan Kerem ağabey "Ağabeysiyim ben, odanızda görüşebilir miyiz?" doktor kafasını sallayarak alt kata doğru gittiler, Kerim amca ve eşi de onlarla birlikte gitti. Onu gördüklerine şaşırsalar da tek dertleri Deniz ve sağlığı olduğu için kimin Kerem ağabeye haber verdiğini sormaktan vazgeçmiş olmalılardı.

Ablam sırtımı okşarken kardeşlerimin yaşadıklarına mı sevineyim yara bere içinde yarım yamalak olmalarına üzüleyim mi bilemiyordum. İçim rahatlamıştı en azından, yaşadıkları için de şanslıydık, Allah dualarımı kabul etmişti. Çok şükür Allah’ım, çok şükür.

Loading...
0%