Yeni Üyelik
46.
Bölüm

46. Bölüm

@hiyera212

İYİ OKUMALAR...

"Deniz'i Kerem İstanbul'a nakil ettirdi!"

"İstanbul'a?" Hayretle babama bakarken kafamdan ihtimaller çığ gibi birikiyordu. Ne demek İstanbul'a götürmek, durumu o kadar ağır mı yani? Allah kahretsin, hepsi benim yüzümden, Allah'ım hepsi benim yüzümden, ona bir şey olursa ben ne yaparım? Bana kaskını vermeseydi o şu an iyi olurdu, bana kaskını vermeseydi şu an ayakta olurdu. Ben ne yapmalıyım, ben ne yapacağım?

Ayaklarım resmen yerden kesilmişti, bayılacakmışım gibi hissettim ama bayılmadım. Ayakta kaldım, onu görmem lazımdı, onun kokusunu içime çekmem lazımdı. Yanında olursam o hemen kalkardı ki bana kıyamazdı.

"Baba Allah aşkına doğru söyle, durumu çok mu ağır? Bak üç gün geçmiş, hiç mi iyileşme göstermedi bana açıkça söylesenize ya!" Sonlara doğru bağırmıştım.

"Ben bir doktorla görüşeyim!" Diyerek babamın odadan çıkışını izledim, kızmıştı ama umursamadım. Sorularımı yanıtsız bırakmak işlerine geliyordu, her türlü sorudan kaçıyorlardı ama ben bir yolunu bulacaktım, sorularımın cevabına ulaşacaktım.

"Hilal! Oğuzhan! Kardeşinizin yanında durun ben geliyorum!" Annemin kapıdan çıkmadan önce dışarıya seslendiğini duydum, büyük ihtimalle dayanamayıp hastaneden kaçacağımı düşünüyordu, bu halde hastaneden nasıl kaçacaktım ki, bunların kafası da yerinde değil! Ne telefonum yanımda ne kimliğim ne param var, nasıl kaçayım.

"Vay vay vay! Bakın burada kimler varmış?" Diyerek ağabeyim yanıma gelip yatağın kenarına oturdu, dik dik yüzüne bakarken beni umursamayarak alnımdan öptü.

"Iyyy, kız harbi çok kokmuşsun! Annem haklıymış, Hilal gel de kardeşinin elini yüzünü sil!" Oğuzhan'ın mizah anlayışına içimden küfür ederken dik dik bakmaya devam ettim. Gözlerimin kan çanağı olduğundan emindim, umursayan var mıydı beni?

Yanıma annemin kararı ile küçük ailem dışında hiçbir arkadaşım ya da kuzenim alınmayacaktı, bu önlemin kalıcı olup olmadığı şüpheliydi ama asıl amacının beni onlardan korumak, başımın belaya girmesini önlemek olduğunu düşünmüyordum. Kesinlikle Deniz hakkında bir şey söylemesinler diyeydi, lakin ben de Tuana isem her şeye rağmen sevdiğim adamın ne halde olduğunu öğrenecektim, buradan çıkacak ve her nasıl oraya gideceksem bir yolunu bulup gidecek ve ne durumda olduğunu kendi gözlerimle görecektim.

"Ablam ne kadar zayıflamışsın, cık cık cık! Yüzün içine çökmüş ya, kıyamam!" Diyerek iç çeke çeke elindeki kapla açıkta kalan yerlerimi silmeye başladı Hilal. Gözlerinin altı kararmıştı, saçları her zamankinin aksine dağınık şekilde toplanmıştı; üzerinde sıradan yeşil bir tişörtle lacivert kot pantolonu vardı. Böyle paspam paspam giyinmesine rağmen o kadar güzeldi, bense çöp toplayan evsiz insanlara dönmüştüm.

"Kaza nasıl oldu Tuana, yani bir şey fark ettin mi? Motosiklet yandığı için tam olarak anlamadık biz, polisler araştırıyor." Ağabeyime baktım bir anda, bunu daha düşünmemiştim. Ne olduğunu anlamamıştım, aslında çoğunu da hatırlamıyordum ama Deniz'in kazadan birkaç saniye öncesinde "Seni çok seviyorum, her zaman da seveceğim!" dediğini hatırlıyordum, bunu neden veda eder gibi söylediğini ise motosikletini durdurmak yerine samanlığın içine sürmesiyle anlamıştım. Son kez söyler gibiydi, ölecekmiş gibi...

Hıçkırarak ağlamaya başladığımda ağabeyim oturduğu yerden aniden kalkıp yanıma yaklaştı, ablam ise kendini tutamamış ağlamaya başlamıştı. "Abiciğim lütfen ağlama, anlatmak istemiyor olabilirsin ama ne olduğunu bilmeye hakkımız yok mu? Bu yüzden lütfen ne olduysa bir şey atlamadan anlat! Şimdi polisler gelip ifadeni alacaklar tamam mı?" Gözlerimden yaşlar dökülmeye devam ediyordu, burnumu çekerek kafamı salladım, iki polis odaya girip diğerleri çıkınca da anlatmaya başladım.

"Emre'nin düğününe gitmiştik, dönüşte de babamgil eve dönmüş, ben de Deniz'e beni eve bırakmasını rica etmüştim. Motosikletle geldiği için mecbur ona bindik. Yolda giderken benim motosikletten korktuğumu bildiği halde aşırı hızlı sürdüğünü fark ettim, haliyle korktum ben de. Onda kask vardı, ben de yoktu. Kaskını bana verdi, sıkı tutun dedi. Sonra da Burakgilin evinin önüne geldiğimiz halde durmadı, onların samanlığına sürdü. Uyandığımda hastanedeydim, başka bir şey hatırlamıyorum."

"Peki, hiç şüphelendiğiniz bir şey olmadı mı? Yani ne bileyim, intihar edecek bir hali var mıydı ya da size bir şey söyledi mi?"

"Hayır, öyle bir hali yoktu, bana kaskı vermeden önce kasıldığını hissettim. Korkmuş gibiydi! İntihar etmeyeceğinden eminim!"

"Neden eminsiniz?"

Ağlamam gitmişti, gergin bir şekilde polislere bakarken daha kendime bile itiraf edemiyorken bu olayın gerçekleşip gerçekleşmediğinden bile emin değilken "Çünkü bana beni sevdiğini söyledi, seni hiç bırakmayacağım dedi! Beni sevdiğini itiraf etti!" gözlerim tekrar dolmuş yaşlar yanağımdan süzülmüştü.

"Anladım. Kumpas gibi duruyor, frenleri bozulmuş olabilir mi? Aşırı hız yaptığını söylediniz, yavaş gitmesini söylemediniz mi?"

"Demez olur muyum, birçok kez söyledim ama yavaşlamadı. Korktuğumu öğrenince de kaskını verdi. Hep benim yüzümden, kaskını bana vermeseydi onun yerinde ben olurdum ama o iyi olurdu!" İçli içli ağlamama dayanamayan polisin birisi bana peçete uzattı, peçeteyi alıp sadece burnumu sildim. "Kendinizi suçlamayın lütfen! Frenleri tutmamış olmalı, motosikletin böyle bir arızası olsa düğüne gelemezdi. Birisi bozmuş olabilir mi frenleri?"

Aklıma Berat ile tartıştığımız geldi, Deniz'in üzerine fazla gitmişti, Deniz'le kavga etmişlerdi. Bunu söylesem mi söylemesem mi emin olamadım ama hiç kimsenin hayatı Denizin hayataından önemli olmadığı için "Düğüne gittiğimizde Berat Kara ile aralarında kavga çıkmıştı, frenini bozacak kadar ileri gidecek bir insan değildir ama yine de söylemek istedim!"

"Bu Berat sizin okuldan mı?"

"Evet, aynı sınıftayız!"

"Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz, biz incelemelere hala devam ediyoruz. Herhangi bir gelişmede sizleri haberdar ederiz. Tekrardan geçmiş olsun!"

"Her şey için teşekkür ederim. Acaba Deniz hakkında bir bilginiz var mı, durumu nasıl?"

"Deniz şu an İstanbul’da, ekip arkadaşlarımız ifadesini almak için gitmişler ama daha uyanmamış kendisi. Başka bir bilgimiz yok, çok geçmiş olsun.” Diyerek odadan çıkan polislerin ardından şoke olmuş şekilde dona kalmıştım. Aklım almıyordu, Deniz neden hala uyuyordu, hiç mi uyanmamıştı yoksa uyanmış geri mi uyutulmuştu?

Ablam ve ağabeyim polislerden hemen sonra tekrar gelmişti, annem ve babam bana dayanamadığı için içeri gelmeye çekinseler de ardından onlar da içeri girmişti.

"Acıktın mı kızım?" Anneme ifadesiz bir şekilde baktım, ben neyin derdindeydim, kimse neden beni anlamıyor!

"Polislere ne anlattıysan bize de söyle!" Ağabeyime kaşlarımı çatarak baksam da olan biteni kısmi bir şekilde anlattım, o da polislerle aynı soruları sormuş bunun bir kumpas olduğu sonucuna varmıştı.

"Berat öyle bir şey yapmaz, başka birisi yapmıştır!" Sanki babamın oğlu, ne diye onu koruyorsa? Eğer onun yüzünden bu haldeysek umarım geberirdi.

"Kızımız ne halde, sen askerlik arkadaşının sümüklü oğlunu mu kayırıyorsun!" Annemle babam tartışmaya başladıklarında ablam şok yaşadı, tabii kendisi hiç alışkın olmadığı için şaşırıyor, ben bu manzaraya her gün katlanıyordum.

"Ne kayıracağım lan! Sadece diyorum, insanın canına zarar gelsin diye neden böyle bir şey yapsın! Sırf tartıştı iki yumruklaştılar diye birsinin canına niye kast etsin bu çocuk?!!"

"Kızını seviyordu, rahatsız ediyordu işte o soytarı onun için kavga etmişlerdir!" Anne bir sus gözünü seveyim, rezil rüsva da etme beni.

"Anne! Baba! Sizce tartışmanın yeri, zamanı mı?" Abla sen kibar konuşuyorsun da onlar kibarlıktan anlar mı? Annem ve babam aynı anda ablama dönüp "Sen sus, konuşma!" diyerek tartışmalarına devam etti.

"Kızımı rahatsız ediyorsa ben de onu rahatsız ederim!" diyerek babam odadan çıkacakken çizgi film izler gibi onları izliyordum, cidden şu ailede tek akıllı ben miyim? Akıllısı bensem yani bunlar ne derecede deli bir düşünün.

"Sen nereye gidiyorsun, gidip kavga edeceksin iyi mi olacak?"

"İyi olacak tabii! Yarın bir gün el alemin diline dolanınca daha mı iyi olacak sanıyorsun!"

"Baba yeter ya, sesiniz hep dışarıya gidiyor! Rezil oluyoruz ya, gidin evinizde tartışın!" Ağabeyciğim, kibarlıktan anlamıyor diyorum sen ne diyorsun bunlara?

"Götünüzün bokuyla bize mi karışıyorsunuz siz eşek sıpaları!" Ortalık elli altıya gitmişti resmen, her çeneden bir ses çıkıyordu. Kapının önünden Nihan'ı gördüğümde dişlerimi sıkarak kaşlarımı çattım. Ne kadar da özlemişim Nihan'ı.

Kolumdaki serumu yavaş ve dikkatli bir şekilde çıkarıp yavaşça yerdeki beyaz hastane terliğini giydim ve onlar tartışırken sessiz olma gereği duymadan sıvıştım. Ruhları bile duymamıştı, oh be!

"Oha, sen az önce serumunu mu çıkardın?"

"Tabii kızım, üç gündür burada sürünüyorum!" Bu serumu üçüncü söküş atışımdı.

"Kanka sekiz gündür hastanedesin yalnız!" Bir dakika ne?

“Bana üç gün dediler lan, oğlum benimle alay mı ediyorlar bunlar?” İnanamıyordum, Deniz sekiz gün geçmesine rağmen ayılamamış mıydı?

“Of salak, ne kadar berbat görünüyorsun, haline bir bak!” diye bana kızan Nihan, dikkatli bir şekilde sarılmaya çalıştı. Sağ kolumla karşılık verdim sarışınıma.

"Bizim acilen burdan çıkmamız lazım!" Nihan gözlerime bakıp "Biliyorum, o yüzden geldim!" sırıtarak yanında getirdiği tekerlekli sandalyeyi işaret etti. Hemen oturdum, "Uçur beni, sarı!" diye sessizce söyledim. Kalbim heyecandan yerinden çıkacak gibiydi.

Bekle beni sevgilim, nefesini hissetmeye geliyorum!..

Nihan beni insanların arasından hızla sürerek asansöre doğru ilerledi. "Ulan Tuana, sen hastanedeyken ne kadar korktum bir bilsen! Öleceksin sandım, ödüm patladı!"

"Hayatım benden kurtulmak o kadar kolay değil!"

"Hiç de kurtulmayalım zaten, seni çok seviyorum, çok özledim seni uyuz!" Diyerek sandalyenin üstünden boynuma öpücük bıraktı. "Öğk, la leş gibisin!" Gözlerimi devirdim, bilmediğim bir şey söyle güzelim! Sekiz gündür duş almayan birisi nasıl kokabilir başka?

Asansöre girdikten sonra "Kankam, yavrum! Bana acilen telefonunu ver!" Nihan ne yapacağımı bildiğinden ekran kilidini açıp verdi, hemen Burak'ın ezberimdeki numarasını tuşlayarak kulağıma tuttum. Daha önceden kayıtlı olduğu için ekranda KEDİCİK, yazısı çıkmıştı.

"Buyur?" Sesini duyar duymaz gözlerim doldu, ne diyeceğimi şaşırsam da "Benim!" dedim, "Tuana!" karşı taraftan ilk birkaç dakika ses gelmedi. Ben de gözlerimi koluma silip "Burak?" diye seslendim. Asansörden inmiş karşımızdaki çıkışa doğru ilerliyorduk.

"Ses gelmiyor mu?" Nihan'a kafamı yukarı çevirip baktım, kaşlarımı yukarı kaldırdım. Telefonu elimden alıp "Lan Burak, salak mısın oğlum cevap versene kıza!" dedikten sonra "Böyle şoka girmelerin sırası mı, hastaneden çıkar dedin, çıkardım. Yani çıkaramayacağımı düşünen sendin, şaşırmana gerek yok!" deyip telefonu elime tutuşturdu. Hastanenin çıkışından çıkmış dolmuş duraklarının olduğu yere doğru ilerliyorduk.

"Burak?"

"İyi misin, nasılsın, ağrın sızın var mı, canın çok yanıyor mu?" Nefes al koçum!

"İyiyim Burak ben, çok iyiyim! Deniz'in durumunu söylersen daha da iyi olacağım!" Her ne kadar Burak'ı da özlesem de bir yerden sonra özüme dönüyordum.

"Bak şimdi, sana uçak bileti aldık! Akşam yedide uçağın var, Nihan sana Adana'ya kadar eşlik edip seni havaalanına bırakacak. Buraya gelene kadar hiçbir şey düşünme tamam mı, Deniz'in durumu da iyiye gidiyor! Sen onu düşünme, sen iyi ol yeter!" Telefondan dıt dıt sesleri geldiğinde yüzüme kapandığını anlayıp ofladım.

Burak bey her şeyi düşünmüştü, her şeyi ayrıntısına kadar düşünmüş olsa gerekti. Deniz'i göreceğim için çok mutluydum, durumunun iyiye gittiğini söylese de inanmıyordum ama içimde, kalbimde bir umut filizlenmişti, bu umuda tutunacak kadar çok seviyordum Deniz'i.

"Aslında her gün hastanedeydik, lakin annen sinirlenip hepimizi kovdu! Mert'le Burak'ı da azarlayıp senden uzak durmasını istedi, tabii bunları korktuğu için, seni, korumak için yaptığını biliyoruz!" Kafamı yukarı kaldırdım, göz göze geldik ve aynı anda "Her zaman ki Sultan Hanım!" deyip kahkaha attık. Birlikte otogar dolmuşuna binip tekerlekli sandalyeyi de oradan birisine hastaneye bırakmasını istedik, o kadar kaçaklık yaptık en azından adımız hırsıza çıkmasın!

"Peki başka ne oldu, doktor hiçbir şey söylemedi mi buradayken?" Nihan biraz bekledikten sonra "Deniz'in ayağı kırılmış, kafasını çarpmış! Başka da bir şeyi yokmuş!" dedi, sanki çok iyiymiş gibi, yaraları azmış gibi!

"Kafasını çarptığı için mi durumu kötü?" Kaskı vermeyecekti bana, al verdi, kafasını çarptı işte!

"Doktor felç kalabilir ya da hafıza kaybı yaşayabilir, demiş!" Söyledikleri ile bütün hücrelerim donmuştu. Ne düşüneceğimi bilemiyordum ne düşünmem gerektiğini de bilmiyordum. Gözyaşlarım bile durmuştu artık, akıtacak tek gözyaşım kalmamış gibi hissediyordum. Ağlayamıyordum, donuk bir şekilde sessizliğe gömülmüştüm.

Pencereden dışarı seyretmeye başladım, onun güçlü olduğunu biliyordum. Başına bir şey gelmeyecekti, iyileşecekti. Benim için iyileşecekti, bizim için iyileşecekti. İyileşmek zorundaydı!

Onsuzluğu düşünmek bile istemiyordum. Nefes alamazdım onsuz, hayat ne kadar da boşmuş Deniz'i görmeden, sesini duymadan, nefesini hissetmeden... Canını sevdiğimin canına bir şey gelmesin Allah'ım, lütfen onu koru. Otogara gidip otobüse binmiş Adana'ya gidene kadar da Allah'a bir sürü dua etmiştim. Şu an dua etmekten başka hiçbir şey yapamıyordum.

Adana'ya vardıktan sonra Nihan üzerime bir tişörtle bir pantolon almıştı. Üşürüm diye de üstündeki hırkayı giydirmişti. Bedenim üşümüyordu, içimde öyle bir yangın vardı ki hiçbir şey bu yangını söndüremezmiş gibi geliyordu.

Saat yedi olmuş uçağa binmiştim, Nihan telefonunu bana vermişti. Dış dünyayla ilişkim kesilmiş gibi hissediyordum. Hiçbir şey hissetmiyormuşum gibiydi. Bütün hücrelerim yorgunluktan çökmüş gibiydi, Deniz'in felç olması ya da hafıza kaybı olasılığının olması kanımı dondurmuştu.

Uçaklardan korkmama rağmen hiç o şoku yaşamamış kemerim takılı bir şekilde kendimi rahatlatmıştım. İlk uçak havalanırken korkmuştum, yüreğim ağzıma gelir gibi olmuştu ama sonrasında uçak havada süzüldüğü için bir şey hissetmedim. Bulutların yanındaydım ama bu beni heyecanlandırmıyordu, aşağıda kalan şehir ışık saçıyordu ama ben duygularını kaybetmiş bir insan gibi öylece uçağın inmesini bekliyordum. Uyumak benim çözüm yolumdu, ben de uyudum.

***

Havalimanından çıkıp taksilerin olduğu yere doğru gitsem de yanımda hiç para yoktu. İstanbul'daydım, yine sevdiğimi benden uzaklaştırmıştı bu şehir, lakin gelmiştim, şu anda aynı gökyüzünün altındaydık o yüzden bu şehre bir kinim kalmamıştı.

Başka bir şehirdeydim, içimde ne bir korku ne bir endişe ne de bir heyecan kırıntısı vardı. Aklımdaki tek şey Deniz'i sapasağlam görmem gerektiğiydi. Ailem ne halde, bana ne kadar kızacak umurumda bile değildi. Oğuzhan ne yapacak, annem nasıl kızacak hiç umurumda değildi. Babamın o gür sesi ile bana neler diyeceği ya da Hilal’in kınayıcı bakışları, hiçbirisi umurumda değildi.

Deniz sayesinde kendi duvarlarımı aşmıştım, kendi isteğimle buradaydım. Sevdiğimi görmek için, canımdan çok sevdiğim adamı capcanlı görmek için buradaydım. Bunun için de kimseden izin alacak değildim, öyle değil mi?

 

Loading...
0%