@hiyera212
|
İYİ OKUMALAR BEBEKLERİM Hastaneye gitmek için taksiye binmiştim, o kadar heyecanlıydım ki... Sanki Deniz iyiydi, uyanmış beni bekliyordu, ben ise onu göreceğim için heyecandan ölüyordum. İçim içime sığmıyor gibiydi. Bunların hepsi kabusmuş gibi geliyordu, herkes bana eşek şakası yapıyormuş gibi hissediyordum. Aklım Deniz'deydi, Deniz’imi her defa benden çalan şehre bakmak istemiyordum, havası bile kötüydü, şehrin üstünü grimsi dumanlar esir almıştı. Ben sevmezdim bu kadar betonlaşmış şehirleri, ben yeşili severdim, doğayı severdim. En çok da benim Deniz’imi severdim, burnumun direği sızlıyordu. Aklımdan çıksa da doğru düzgün bir nefes alsam diyorum, aklımdan çıksa kalbimden çıkmıyordu. Nefes aldığına şahit olana kadar belki de nefes alamayacağım. En az 15 katlı, her yeri camlarla kaplı koskocaman bir hastanenin önünde durduğumuzda taksiden inmeden önce etrafa bir göz attım. Taksiye binmeden önce Burak'a beni almalarını, adamın parasını vermesini söylemiştim. Etrafı yeşil ağaçlarla sarılan hastane özeldi sanırım, dışarda birkaç bank ve çardak vardı. Yerde sigara izmaritlerini saymazsak yerde hiç çöp gözükmüyordu! Hastanenin giriş kapısı büyük AVM’lerdeki döner kapılardandı, böyle bir şeye ne gerek var diye düşünürken taksicinin sıkılmış yüz ifadesi ile dikiz aynasından bana baktığını fark ettim ve oflayarak arabadan dışarı çıktım. Bana doğru gelen Kerem ağabeyi ise o an fark ettim, üzerinde siyah ince uzun kollu bir bluzla aynı renk kot pantolon vardı. Saçları sakallarına karışmıştı, elindeki sigarayı yere atıp ayakkabısının ucuyla ezdi. Gözlerimiz kesiştiğinde yüzüne baktım, kahverengi gözleri yorgunluktan solmuş gibiydi. Gözaltları kararmış ve şişmişti. Bana gülümseyerek selam verdi, gülümsemesi samimi olsa da tebessüm etmekte zorlandığını anlamak zor değildi. Taksiciye ücretini verip teşekkür ederek yolladı. Bana doğru yaklaşıp ellini sağlam omzuma koyup göğsüne yasladı ve sarıldı. "Hoş geldin ufaklık." Çenesini kafamın üstüne koyup derin bir nefes çekti içine. "Deniz en son seninleydi, merak ediyorum bir nebze de olsa kokusu kalmış mıdır sende?" sözleri ile dizlerimin bağı çözüldü. Yığılacağımı hisseden Kerem ağabey "Şşht, her şey yoluna girecek!" diyerek beni daha sıkı tutup banka doğru yürümemizi sağladı, zorda olsa onu takip edip oturdum. Canım ciğerim yanıyordu. "Canım çok yanıyor abi!" Dedim hıçkırarak, "Canım hiç olmadığı kadar çok yanıyor! Hani bahçene bir gül ekersin de açması için çabalar durursun ya sonra gül açar, ertesi gün tek tek yapraklarını döker... Öyle hitap öyle solmuş öyle bitkin hissediyorum. Deniz'e yeni kavuşmuşken onu kaybetmek istemiyorum, en kötüsü de bir dostumu kaybetmek istemiyorum!" hıçkıra hıçkıra ağladım. İçimde ne varsa her şeyimi döktüm, yıllardır onu nasıl sevdiğimi bir bir döktüm. İçim dışım Deniz olmuş ya hani, Deniz'i anlattım. Kaç dakika geçti bilmiyorum, en son Kerem ağabeyin dizlerine başımı koymuştum, uyuya kalmışım. Uyandığımda bankta değil Kerem ağabeyin arabasının arka koltuğunda yatıyordum. Şoför koltuğunda Mert uyuyordu yan tarafında da Burak. İkisini de ayrı ayrı özlemiştim. Deniz'i daha görememiştim, zaten göremezdim de. Anne ve babası haricinde içeriye kimseyi almıyorlardı. Uzaktan da olsa görmek istiyordum, belki ilk belki son defa. "Burak?" Birkaç seslenmemin ardından Burak sersem bir şekilde uyanıp "Efendim?" dedi, "Ben Deniz'i görmek istiyorum!" gözlerini ovuşturarak koltukta kendini düzeltti. Sakallarından yeni tıraş olmuş gibiydi, saçları dağınıktı. Üzerinde açık kahverengi bir sweetle siyah dar kot pantolon vardı. Arabanın içine zor sığan boyuyla yerinde rahatsızca kımıldanıp "İn aşağıya yav!" diyerek kapıyı açtı ve indi. Gözlerimi devirmeye üşenerek arabadan aşağı indim. "Seni özledim," diyerek sağlam tarafıma elini uzatarak sardı. Harbi ya, benim koluma ne olmuştu? Ağzıma sıçmışlar gibi ağrıyordu durmadan. "Ben de seni özledim kanka!" diyerek bende ona sarıldım. "Benim koluma ne oldu?" Benden ayrılıp saçlarına elini gezdirip aşağı yukarı karıştırdı. “Kanka şimdi nasıl anlatılır bilmiyorum da kemiğin kırılmış, sonra da derini parçalayıp dışarı çıkmış.” Şok olmuş gözlerle arkadaşıma baktım. Kemiğim derime mi sıçmıştı? “Vay amına koyim senin kemiğinin, gördüm bayıldım orada!” Mert yalpalayarak yanıma gelip sardı beni, sarhoş muydu? "Zaten ben kendimin ağzına sıçayım ki bindim o motora! Bir daha motosiklete binen uzaylı olsun lan, yuh ya! Resmen kolumdan kemik çıkmış, anasını!” Annemgil korkarım diye söylememişlerdi sanırım, bana sadece kırık demişlerdi. "Neyse, geçmiş olsun diyelim! Bir daha gözümün önünden ayırmayacağım zaten seni, cehenneme gidip bensiz kavrulacaksın diye çok korktum lan!" diyerek daha sıkı sarılıp saçlarımı karıştırdı, "Sensiz cehennemde günler geçmezdi canım kankam, sen önden bir git de etrafı bir kolaçan et. Beğenmezsen cennete uğra, cehenneme girmeye pek gönlüm yok!" dedim. "Allah için git bir duş al kız, bu ne koku, bu ne çirkinlik!" diyerek beni kendinden uzaklaştıran Mert’e baktım, "Harbi kokuyor muyum lan!??" Burak: "Bizim ahır bile senden temiz kokuyor oğlum!" "Hatırlatırım, sizin ahıra girdik! Ondan böyle kokuyorum!" "Sus sus, bizim ahırı karıştırma!" Kıkırdadım ama sonra yüzüm soldu. "Neyse ne! Beni Deniz'e götür çabuk, şimdi bu kılığımla danışmana gidip bir şey sormak istemiyorum!" "Hadi gidelim de benim bacanağı bir görelim!" "Nereden bacanağın oluyor lan, seni ne ablam alır ne de kuzenlerim!" "Ahsen'i kardeşin diye saymıyon yani!" "Ahsen'ine tüküttürme!" Hastanenin içine girdiğimizde asansöre doğru ilerledik, asansör korkum filan yoktu. Zaten böyle klişe şeyleri de hiç sevmem de şimdi o kadar bahtsızlığın arasında asansör bozulur da Deniz'le tıkılı kalmayıp da Burak ile kalırım diye korkuyordum. "Kaçıncı kat?" "3!" Neyse ki korktuğum başıma gelmedi de asansörde kalmadık, asansörün aynasında kendimi görene kadar aslında her şey çok güzeldi. Saçlarım yağlanmış ve darmadağınıktı, gözaltlarımdan bahsetmiyorum bile, yanaklarımda (iki tane) sıyrıklar vardı ama iyileşmeye başlamışlar; kabuk bağlamışlardı. Üzerimdeki Nihan ile otogardan aldığımız beyaz bir tişört vardı, üzerime bol gelmişti ve yakası sağ omzumdan sarkmıştı. Tişörtün yakasını alıp arkama atıp boğaz kısmımı kapattım. Aslında üşümüştüm ama kimse de nazik olup ceket vermemişti. Asansörden indiğimizde kalbim sıkışmaya başlamıştı, sanki şu koridoru aştıktan sonra ayakta sapasağlam bir Deniz görecekmişim gibi heyecanlıydım, lakin Sevim teyze ile Kerim amcanın bankta birbirlerine sarılmış ve uyuya kalmış halleri beni hüzne boğdu. Kerem ağabey ise ortalıkta gözükmüyordu. Nefesim kesilmeye başladığında derin bir nefes almak için olduğum yerde durdum, gittikçe kalp atışlarım hızlanıyor kulaklarıma kadar sesi geliyordu. "Buna hazır mısın?" Burak'ın sesini duyduğumda kendime gelmek için silkelendim ama tüylerimin tiken tiken olmasından kaçamadım, korkuyordum, göreceğim şeyden aşırı derecede korkuyordum. Yüzü gözü kanlar içinde bir Deniz görmek istemiyordum, her yeri sargılı bir Deniz istemiyordum, güzelim kahverengi gözlerini istediğimde açmayan bir Deniz istemiyordum, uyanmayacağını bildiğim bir Deniz istemiyordum... Burak omzumdan tutup destek olurcasına ittirerek beni camdan içerisini görebileceğim bir odanın önüne getirdi. Derin bir nefes aldım, gözlerimi kapattım ve birkaç derin nefesin ardından tekrar açtım. Oda buradan çok küçük görünüyordu, sadece bir yatak ve adını bilmediğim birkaç teknolojik cihaz vardı. Deniz'in yüzüne baktım, boş bir ifade takınmış bir şekilde yatıyordu. Üzerinde yeşil hastane kıyafetlerinden vardı düşüncelerim aksine yakışıklı yüzünden hiçbir şey kaybetmemişti, bileği sargılıydı. Hafif hafif sıyrıklar olsa da hâlâ çok yakışıklıydı. Herhangi bir kan görünmüyordu, rahatlayarak nefesimi dışarı verdim. Burak'a baktığımda benim gibi Deniz'e baktığını gördüm, gözlerim tekrar sevdiğim adama çevirdim. Bir saniye bile ondan gözlerimi ayırmak istemiyordum, sanki gözlerimi ayırsam başka bir şehre gidecekti, başka bir dünyaya gidecekti. Gözlerimin dolmasını engelleyemiyordum, belki de hayatım boyunca bu hafta ağladığım kadar hiç ağlamamıştım. Canım çok yanıyordu, hiçbir fark yoktu, yine ondan uzaktım, yine onun kokusunu içime çekemiyordum, sadece görüyordum bu bir nebze de olsa iyi gelse de içimde öyle bir alev dans ediyordu ki hiçbir şey bu alevi söndürememekmiş gibi hissediyordum. Pencereden yüzünü okşuyormuşum gibi elimi kaydırdım, burnumu boynuna gömmek istiyordum, saçlarını okşamak, yanağında parmaklarımı gezdirmek, ellerini ellerime hapsetmek istiyordum. Ona sarılmak istiyordum, tek bir beden olana kadar sarılmak istiyorum. 2 GÜN SONRA Sana sarılmak ne bileyim, bulutların üstünde uzanmak gibiydi. Kokunu içime çekmek, çiçek bahçelerinde gezmek gibiydi. Hele o kadar güzel bir gülüşün vardı ki yanaklarında oluşan kıvrımlarında nefes alıp orada hayata devam edesim geliyordu. Kitapların sayfaları ilk açıldığında etrafa yayılan o güzel koku gibiydin benim için. Sana sarılıp seninle uyuduktan sonra, senden uzakta olmak o kadar zor ki. Nefesini hissetmeden sensiz uyumak o kadar zor ki. Ellerini tutmadan ısınmak o kadar zor ki... O kadar şirindin, o kadar da tatlıydın ki seni sevmek hiç zor olmadı, masumluğun, böyle tatlı tatlı hallerin, beni benden alan gülüşlerin... Sana âşık olmamak elde değildi, belki de elimdeydi, bilmiyorum. Her zaman yaptığım şeyi yapıp sana şiirler yazmak istiyorum, senin bilmediğin, duymadığın, okumadığın şiirleri yazmak istiyorum sana. Belki de okuyamayacağın yüzlerce hatta binlerce şiir yazmak istiyorum. Yazdığım hangi şiir sana layık olur karar veremiyorum, şiirlerim senin olacak kadar değerli mi, senin yanında eksik kalır diye korkuyorum. Hayatıma anlam kattığını bil sevgilim, seni çok seviyorum. Zaman bir uçurum gibiydi, uçsuz bucaksız... İşte ben de öyle sevdim; sevmeyi öğrendiğimden beri, seni ilk gördüğümden beri, sesini işittiğimden beri, seni tanıdığımdan beri seviyorum seni. Hiç eksilmeden, fazla fazla seviyorum seni. Bugün de sana sarılamadığım bilmem kaçıncı gün. Sana sarılamadığım için özür dilerim sevgilim, sana doyamadığım için özür dilerim. Seni görüp yanına gelip elinden tutamadığım için, kulağına güzel sözler fısıldayamadığım için, seni teselli edemeyeceğim için... Bir sürü özür dilerim, seni çok seviyorum sevgilim ama elimden bir şey gelmiyor. Bundan nefret ediyorum! İki gündür hastanede kalıyordum, annem ve babam ortalığı ayağa kaldırmışlardı ama neyse ki ağabeyim ve ablam onları sakinleştirmişlerdi. Kızacaklarını biliyordum, umurumda değildi hatta gelip döveceklerini bilsem yine de gelirdim. Deniz'i sapasağlam görsem yeterdi benim için. Deniz yoğun bakımda olduğu için onu sadece pencere arkasından izleyebiliyordum, evet İstanbul'da özel hastanede ki yoğun bakım ünitesi tek kişilikti, Osmaniye'ye kıyasla daha gelişmişti, haliyle tabii ki. Deniz'in anne ve babası otele gitmişlerdi, kıyafetlerini değiştireceklermiş. Kerem ağabey, Toprak Burak ve Mert oturakta oturuyorlardı. Ben ise pencerenin kenarında Deniz'imi seyrediyordum. Koridorda bizden başka kimse yoktu. Çocukların yanından Mert'in sesi geliyordu, "Sınav başvuruları başlamış, o kadar çalıştın oğlum, başvurmayı unutma!" tamamen unutmuştum sınavı, umurumda da değildi açıkçası. Deniz'den başka hiçbir hayalim hiçbir hedefim yoktu. Eminim ki bu başvuruyu da yerime her zaman ki gibi annem yapardı. "Ben başvurdum ikisine de sen merak etme Mert. Asıl siz de başvuru yapın, belli mi olur, iki yıllık üniversiteye gidip polis felan olursunuz!" "Abi hele şu Deniz koduğumun hastanesinden bir çıksın da bunları o zamana düşünürüz!" "Allah'tan okulda yoklama almıyorlar, son sınıfsınız diye sınava çalışın diye gelmeseniz de olur demişlerdi!" "Abi alsalar da almasalar da umurumuzda mı sence?" "Değil biliyoruz oğlum, karalar bağlamayın şurada! Zaten sinirlerim bozuk, bir de sizin sirke satan yüzünüzü mü seyredeceğim!" Kerem ağabeye baktığımda ayaklandı ve bana başıyla selam vererek asansörün olduğu tarafa doğru ilerlemeye başladı. Doktorun dedikleri kaç gündür zihnimi işgal ediyordu, hafıza kaybı, felç kalma riski... Kötü olan hiçbir şeyi aklımdan geçirmemeye dikkat ediyordum, aklımdan geçerse ve gerçek olursa diye ödüm kopuyordu. Her şey çok güzel olacaktı, felç olması umurumda değildi, uyanamasa bile ben ölene kadar ona bakardım, beni hatırlamasa bile nefesim tükenene kadar ona bakar onu sevmekten asla vazgeçmezdim. Deniz uyuyordu, elleri kenarda hareketsiz bir şekildeydi, bileğinin birisi sargılıydı, serum da takılıydı. Kazadan bu zamana kadar yüzündeki ve kollarındaki çizikler morluklar yavaş yavaş iyileşmişti ama kendisi halen uyanmamıştı. İki günden beri bu şekilde yüzünü seyrediyordum, elimden başka bir şey gelmiyordu, ölmesi ihtimaline karşı beki de yüzünü ezberliyordum. Toprak ikiziydi yüzünü unutmam diye düşünüyor olabilirsiniz ama Deniz gittikten sonra onunla ya da bir başka yakınıyla konuşabilir miyim emin değildim. İki günden beri ne Toprak'la konuştum ne de yüzüne bakabildim. Deniz uyanacak mıydı acaba, tekrar o güzel, âşık olduğum gözlerinin derinliklerine dalacak mıydım? Ölüp bittiğim kokusunu içime çekebilecek miydim, nefesini hissedebilecek miydim? Tekrar saçlarımla oynayabilecek miydi? Bana söz vermişti, seni bırakmayacağım diye, yalan mıydı? Söylediklerinin hepsi mi yalandı? Seni seviyorum deyişini hatırladım bir an, hayır yalan değildi. O bana asla yalan söylemezdi, bırakmayacağım dediyse ne olursa olsun bırakmazdı. Saçları uzamıştı, sakallarını dün babası kesmişti ama saçlarına dokunmamıştı. Sakallarını çöpe atmamışlardı, peçetenin içine koymuşlardı. Burak yarısını benim için kaçırmıştı, cebimdeki peçeteyi çıkarıp sakalını kokladım, bir insanın sakalları bile şiir kokar mıydı? Annesi ve babası dışında kimseyi içeriye almıyorlardı, zaten günde bir kere ikisinden birisi içeri giriyordu. Çok yalvarmıştım doktora, beni içeri al, son kez belki de yaşıyorken kokusunu içime çekeyim, bir kerecik olsun sarılayım diye. Lakin izin vermedi, aileden değilsin, alamam, dedi. Kahroldum, halbuki Deniz benim ailemdi. Hepimiz uyanmasını, konuşmasını, yaşayacağına dair bir umut aşılamasını bekliyorduk. Ben umudumu yitirmemeye çalışıyordum ama gittikçe de bu konuda çok zorlanıyordum. Ayakta kalmamı sağlayan sadece küçücük bir umuttu, uyanmasını beklemek zordu ama uyanacağına dair inancım sayesinde hâlâ yaşıyordum. Böyle bir umudum da olmasa hastanenin son katından kendimi aşağı atardım, onsuz yaşayamayacakmışım gibi hissediyordum. Yaşayacağımı düşünmüyordum zaten! Monitörden Deniz'in nabzını, tansiyonunu gösteren cihaz yanıp sönmeye başlayınca kalp ritimlerim arttı, göğüs kafesim bedenime sığmaz hale geldi. Nefesimi kontrol etmeye çalışırken hayretle ağzımı açıp kapattım ve tekrar monitöre baktım, kalp ritimlerini gösteren yerde ki çizikler bir yükseliyor bir alçalıyor arada düz çizgi halini alıyordu. Bu iyi mi kötü mü bilmiyordum ama Deniz’in titremeye başladığını gördüğümde çığlık atmaya başladım, kötü bir şeyler oluyordu ve doktorlar neredeydi? "Yardım edin, bir şey oluyor Deniz'e! Lütfen yardım edin! Allah aşkına biriniz gelsin!" Haykırıyordum, avazım çıkana kadar bağırıyordum ama kimse sesimi duymuyormuş gibiydi. Dünya yavaşlamaya ve herkes yavaş hareket etmeye başlamıştı, sanki her şey ağır çekimde ilerliyordu. Birisi omuzumdan tutup beni göğsüne hapsetti, yere düşecek gibi olduğumda ise bacaklarımın arasından geçen kolla yukarı doğru kaldırıldım. Gözlerimi açtığımda etrafımda Mert haricinde kimse yoktu, Mert’de zaten pencereye çıkmış sigara içiyordu. Oda küçüktü, uzandığım sedye dışında iki masa ve iki sandalye vardı. Her yer bembeyazdı, duvarlar, yerler, tavan, perdeler... Gözlerimi açıp kapattım ve derin bir nefes aldım. Bana ne olmuştu, buraya nasıl gelmiştim? Beynim allak bullak olmuştu, canım canıma sığmıyordu. Kolumdaki serumu tekrar ve son kez yerinden söküp aklıma gelenlerle ayaklanıp telaşla bağırmaya başladım. "Mert! Mert, Deniz nasıl, Deniz'e bir şey oldu!" Mert yerinde sıçrayarak yanıma geldi ve "Dur dur, sakin olsana kızım! Beni korkuttun ya, manyak mısın sen!" tekrar derin bir nefes aldım, Mert de aldı. Yerimde duramıyordum ya ona bir şey olduysa ya onu sonsuza dek kaybettiysem ve son kez ona sarılma fırsatım elimden alındıysa? "Deniz'e ne olmuş Mert?" Mert kafamı göğsüne çekip saçlarımı okşadı ama bu beni rahatlatmak yerine daha da gerdi, sesim titriyordu, "Me-rt?" kafamı geriye çektim, yüzünde bir tebessüm oluştu. "Deniz gözlerini açtı güzelim, uyandı!" kaşlarımı çattım ne demek uyandı ne demek gözlerini açtı? "Mert benimle dalga geçme!" Kaşlarımı çatarak arkadaşıma bakıyordum, "Kızım ne dalga geçmesi, bunun dalgası mı olur. Uyandı diyorum, uyandı!" heyecanla bağırıyor kahkahalar atıyordu. Gülümsedim, bu zoraki bir gülümsemeydi. "Yani benim sevdiğim uyandı, onu görebilecek miyim artık?" Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı, "Ne demek uyandı Mert, yaşıyor mu yani?" dizlerimin üstüne çöktüm, hıçkırarak ağlıyordum, "Yaşıyor yani?" hala inanamıyordum. Kendimi en kötüsüne alıştırmaya çalıştığım iki günden sonra gözlerini açması nasıl bir mucizeydi ve ben o anı kaçırmıştım. "Hey, nolursun ağlama artık! Tuana, ağlamana dayanamıyorum, ben de üzgünüm, her şey için çok üzgünüm ama nolursun ağlama be güzelim!" Mert de dayanamamış yanıma çökmüş ağlamaya başlamıştı, kapı açıldığında hiç o tarafa bakmamıştık, Burak "Deniz uyandı lan, biricik kardeşimiz uyandı oğlum!" diyerek ağlayarak yanımıza çöktü, kolunu omzuma attı, diğer kolunu da Mert'in omzuna attı. Burak'tan sonra aynı şekilde Toprak yanımıza geldi, ilk defa yüzüne baktım, solgun görünüyordu. O da bize katıldı, tam yanıma gelip oturdu. İlk önce bana sımsıkı sarıldı, alnımdan öptü. "İyi ki geldin Tuana, iyi ki geldin!" dedi, kalbim ağzımda atıyordu. Yanaklarımdan aşağı göz yaşları süzülüyordu, herkesin Deniz'in yaralanmasından beni sorumlu tutacağından o kadar emindim ki haklılardı da lakin kimse öyle bir şey söylememişti, ben dışında. Kendimi suçlamayı bırakmadım, diğerlerine odaklandım. Dördümüz birbirimize sarılıyorduk. Kaç dakika böyle kaldık bilmiyordum ama o kadar iyi geldi ki anlatamam. Deniz artık benim sevgilimdi, Deniz benim her şeyimdi. En çok da arkadaşımdı, sevgilimden çok bir arkadaşımı kaybetmek istemiyordum. Onun sevgilim olmamasına alışıktım ama arkadaşım olmamasına alışık değildim. Onu kaybetmek istemiyordum, ölecek birisi varsa bu ben olmalıydım. Çocuklarla ayrıldıktan sonra koşarak Deniz'in olduğu 3. kata çıktım, asansörü bekleyemeyeceğimden merdivenlerden çıkmıştım. Nefes nefese yoğun bakım odasının önüne geldim, kafamı aşağı eğip derin derin birkaç nefes aldım. Kalbim hiç bu kadar hızlı atmamıştı, Deniz'i görebilecektim, sevdiğim adamı uyanıkken görebilecektim. "Tuana, sen iyi misin?" Sevim yenge yanım gelip elini omzuma attığında Kerim amca elindeki şişeyi bana uzatıp "Al su iç kızım!" diyerek beni oturaklara doğru çekiştirdiler, ben suyu içerken "İyiyim ben, Deniz nasıl?" diye sordum, bana sevdiğim adamı anlatın! "Deniz iyi, şimdi perdeyi kapattılar. Deniz'in üzerini değiştireceklermiş. Ayağa kalkma, zaten göremeyeceksin!" Dedi Kerim amca, ağlamamı bastırmaya çalışarak "Doğru söylüyorsunuz değil mi, Deniz iyi?" diye inanmayarak sordum, Sevim yenge ağlamasının arasından hıçkırarak "İyi kızım, Deniz uyandı!" dedi. Kalbimde çiçek bahçeleri açmış gibi hissediyordum, bir daha hiç yaprak dökmeyen gül bahçeleri sarmıştı ruhumu. "Ne zaman görebilecekmişiz peki?" "Bir iki saate normal odaya alacaklarmış. O zaman rahat rahat görebileceğiz," "İnşallah. Allah’ım sana binerce şükürler olsun ya rabbim, Deniz'i bize geri verdin, şükürler olsun." Bu bölümü düzeltirken ağlamadan edemedim, yeğenim motosiklet kazası yapmıştı ve sekiz günün sonunda vefat etti. Daha on yedi yaşında, gencecik bir kuzuydu. Kardeşimden sonra onun kaza yapması benim psikolojimi altüst etti, yıllar sonra okuduğum bu bölüm sinirlerimi bozdu. Bizim o çocuğu bekleyişimizi yıllar öncesinde kaleme almam moralimi bozdu. Umarım bu olayı manifestlememişimdir. Uzun, sağlıklı bir ömrünüzün olması dileğiyle. Sizi seviyorum, belki ihtiyacınız vardır. Kendinizi sevin, başkalarının sevgisini beklemeyin. Kendinizi sevdiğin kadar sevilirsiniz. |
0% |