Yeni Üyelik
48.
Bölüm

48. Bölüm

@hiyera212

LÜTFEN OY VERMEYİ VE BOL BOL SATIR ARASI YORUM YAPMAI UNUTMAYIN.🌹💕🤩

İYİ OKUMALAR CANLARIM... 🐬🦈🦋

Nefesim mi kesiliyor benim? Öldüm mü yoksa? Neden kalbime yeni bir pil takmışlar gibi bu kadar hızlı atıyor? Damarlarımdaki kan niçin bu kadar delice akıyor, neden bu denli akmak için isyan bayraklarını çekiyor? Ve neden gözlerimi ona doğru çevirip o yakışıklı yüzünü incelemekte zorlanıyorum? Kafamda bir sürü soru işareti dolaşıp duruyor aklımı zifiri karanlık bir zindana hapsediyordu.

Polisler bizden önce odaya girmiş ve onun ifadesini almıştı, kaza sebebi de belli olmuştu tabii ki. Fren balatası mı ne kırılmış, o neyse artık bizi ölüme sürüklemiş. Deniz motosikleti alalı iki ay olmamasına rağmen balatanın nasıl kırılabileceğini anlamakta güçlük çektim ama o parça nasıl bir parça hiççibr fikrim olmadığı için internetten baktım, aşınıp kırılabilirmiş. Lakin ben birisinin kırdığına emindim, o kişinin Berat olduğuna da adım kadar emindim. İlk başta bu çirkin davranışı yakıştıramasam da şu an gayet de yapabilir gibi gelmişti.

Deniz'in beni kandırıp kaskını bana vermesi benim için dünyalara bedeldi ama bunu yaptığı ve halen hastaneden çıkmadığı için ona çok sinirliydim. Allaha binlerce şükür ki doktorların tahmin ettiği yani bizlerin korktuğu başımıza gelmemişti. Ne felç ne de hafıza kaybı yoktu.

Deniz uyanır uyanmaz beni sormuş, iyi olduğumu ve burada olduğumu öğrenince de rahatlamış. Ayağının ağrısından bin kez şikâyet etmiş, doktorlar ağrı kesiciyi vermemişler uyandıktan sonra, hissediyor mu hissetmiyor mu diye kontrol etmişler. Neyse ki durumu gayet iyiymiş. Neden bu zamana kadar uyanmadığını biz de bilmiyoruz ama travmatik ya da ağrı kesiciler yüzünden de olabilirmiş. Umarım başka bir şey olmaz.

Onun sayesinde yaşıyordum ama o halen hastanede yatıyordu. Kontrol amaçlı iki gün daha burada kaldıktan sonra Osmaniye'ye sevk edilecekti. Doktorlar iki hafta daha hastanede yatmasını uygun görmüşler, enfeksiyon riski halen varmış. Bense Deniz’in yanındaydım şu an, o ve ben dışında sessizlik vardı, bu sessizlik sarıp gidiyordu. Birbirimize bakmaktan başka bir şey yapmıyorduk, halbuki hayallerim böyle değildi, saracaktım onu, hiç bırakmadan, sımsıkı...

Günler sonra onu capcanlı karşımda görmek beni çok sarsmıştı ve çok heyecanlandırmıştı. Kalbim bu kadar hızlı atması normal değildi. Ona şu an bakıyor olmak çok tuhaftı, gözleri açıktı, bu yeterdi. Sanki artık büyümüştüm, olgunlaşmıştım. İnsanlar acılarıyla mı olgunlaşıyordu?

Burnu ve ayağı kırıktı, azıcık kafası da kırılmıştı ama sorun yok demişti doktor. İki yıla tazı gibi koşarmış, doktorun dediğine göre ama o kadar koşamayacağını hepimiz biliyorduk. En geç dört aya değnek olmadan yürüyebilirmiş, fizik tedavi ile de altı ayın sonunda sekmeden yürüyebilirmiş. Burnu ise ödemi yani burnundaki şişlik indikten sonra ki bu uzun sürermiş ameliyat olabilirmiş. Deniz’in burnu çok güzeldi, canım burnu kırılmıştı, umarım eskisi gibi güzel yapılırdı.

Ona öncekinden çok daha farklı bir gözle bakıyordum, ona bakmak artık işkence gibiydi. Zaten baksam dahil gözlerimi o eşsiz bir şekilde yaratılmış Deniz'in güzel yüzünden alamayacağımı biliyordum, bu yüzden de fazlasıyla rezil olabilirdim. Saçmalıyorum fark ettiyseniz ama ben çok heyecanlıyım ve şu an hala saçmalıyorum!

Beni sevdiğini sonunda o lanetli günde sarhoşken söylemişti, bunu hatırlıyor muydu? Deniz Efe'yi sevmesem kesinlikle hiçbir güç beni o motosiklete bindiremezdi, ilk ve son defa biniyordum o illete. Çok kızgındım ona, bana kaskı verdiği için hem de. Ben yaşasaydım da kendisine bir şey olsa ne yapardım bilmiyorum. Onsuz olmak istemiyordum.

Gözlerinin güzelliği kalbimi eritiyordu, saçları kalın ve kahverengiydi. Gözlerine kadar gelen saçları kalın ve kabarmıştı. Dudakları dolgun ve pembemsiydi. Soğuktan morarmış gibi bir hali vardı. O an onun dudaklarına bakarken yüzüme ani bir sıcaklık dalgası hücum etti ve bakışlarımı dudaklarından kaçırdım. O dudaklarla beni öpsün istiyordum, gözlerini neden kaçırıyordu bilmem ama ben bu düşüncelerimden dolayı utandığım için kaçırmıştım.

Bir seksenin üzerinde boyu vardı ve öncekine kıyasla acayip zayıflamıştı. Üzerinde kalın siyah kazağı ile bol mavi eşofmanlarından biri vardı. Yüzündeki yara izleri iyileşmeye yüz tutmuştu, Allah korudu ikimize de bir şey olmadı ama ona bir şey olsa dayanacağımı zannetmiyordum.

Benim geleceğimden haberi var mıydı acaba? Burak'ın ona söylediğinden emindim. Deniz uyandığından beri onu sadece uyurken ziyaret edebilmiştim çünkü beni odasında istemedi, bana zarar verdiğini düşünüyor olacaktı. Belki de o kaskı bana verdiği için zaman geçtikçe pişman olacaktı. Off bilmiyorum, hangi hakla hizmet buraya yüzsüz yüzsüz geldim onu da bilmiyorum. Her şey benim yüzümden olmuştu, neden gelmiştim ki?

Onu umursamadan yanına yaklaştım, sanki ateşe doğru yürüyordum, kalbimde öyle hisler besliyordum ki. Deniz bana bakmaya devam etti, yatakta oturur biçimde duruyordu. Arsız bir şekilde yanına oturup izin almadan gözlerim dolu dolu ona sarıldım, keşke o kaskı bana vermeseydi, şimdi onun yattığı yerde ben yatardım ve o bu acıları çekmek zorunda kalmazdı.

O ilk başta kasılan vücuduyla birlikte bana sarılmadı, sonra elleri ile belimi sardı ve sımsıkı tuttu beni. Dokunuşu içimi titretti, bir daha onu göremeyeceğim diye çok korkmuştum, onun kokusunu içime çekemem diye çok korkmuştum, sesini duyamasam ne yapardım!

Kendi kokusuna hastane kokusu sinmişti, yine de cennet gibi güzel kokuyordu. Şimdiden sarhoşluğa ilk adımımı atmıştım. Ölene kadar burada ona sarılarak yaşayabilecek kapasite görüyordum kendimde. Ağlamak istemiyordum ama onu böyle hastane odasında, bu yatakta görmeye dayanamıyordum. Canının yanması canımı yakıyordu.

Bu adamın yanında nefes almak bir zulümdü, ne kadardır nefesimi tutuyordum bilmiyorum. Nefesimi bıraktığım da sanki biri beni boğuyormuş da daha yeni bırakmış gibi hissediyordum. Nefes almakta zorluk çekiyordum.

Gözlerine bakmak, dalıp gitmek istiyordum, zaman dolsun bütün hayatım onunla geçsin istiyordum. İstediğim gibi de oluyordu sanki ne ben ondan ayrıldım ne de o beni bıraktı, hiç ayrılmayacakmışız gibiydi sarılışımız. O ay ben güneştim, onun da bana âşık olduğunu öğrendiğimden beri sadece motosiklette sarılmıştık. Şu an ki sarılışımız bir mucizeydi sanki, bu anı asla unutmayacaktım. Bu an benim için her şeye değerdi.

Şifamdı Deniz, onsuz geçen anlarımı bir çırpıda iyileştirivermişti.

Kokusunu almam bile bana yeterdi, çok da güzel kokuyordu. Onun kokusu ormanda dolaşıyormuşum gibi hissettiriyordu, bu his beni mayhoş etti.

"Gerçeğin yalan olduğundan şüphe etsen de asla sevgimden şüphe etme!" Kulağıma fısıldamıştı. Gözlerimden birer damla yaş yanaklarımdan süzüldü.

Benim odamla aynı derecede geniş bir odaydı burası, her yer yine bembeyazdı, iki yatak vardı ama diğer tarafta kimse yatmıyordu. Yatağın kenarında uzayabilir bir koltuk, küçük bir çekmeceli masa vardı. Pencereler de kapalıydı, nefesim bir yerlerime kaçmış olmalıydı, aksi takdirde bu derece de nefesim kesilmezdi.

"Çok korktum Deniz, seni kaybetmekten öyle çok korktum ki!" Deniz'in boynundaki elimi yanağına koydum ve yaraları kabuk tutmuş yüzünü okşadım. Gözleri zümrüt gözlerimle birleşti, bu kadar yakın olmak kalbimi titretiyordu.

Alnını alnıma koyup nefesini yüzüme üfledi, sıcak nefesi ile gülümsedim. Mırıldanır bir şekilde "Sana yaşattığım her şey için öyle çok pişmanım ki! Hepsi benim yüzümden, sana zarar verdim!" gözlerim doldu, sanki daha bir olmadan ayrılacak gibi konuşuyordu, canım yandı o an. Kaybetme korkusu ile gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı.

"Senin hiçbir suçun yoktu ki niye her şeyi üstleniyorsun? Böyle deme nolur!" Deniz baş parmağı ile gözlerimi sildikten hemen sonra gözlerimi sırasıyla öptü. Kalbime bir ağrı girdiğinde ne yapmam gerektiğini şaşırdım. Bütün bedenim elektrik çarpmış gibi titredi.

"Bir daha ağlama!" Kafamı sallayarak onay verdim, hâlâ bu etkiden çıkamamıştım. Bir şeyler diyordu ama duymuyordum, neyin hayaline dalmıştım bilmem ama Deniz'in "Hadi benimle uyu?" demesiyle kekeleyerek "Ne bu- burda mı?" aklım nerelere gidiyordu! İçim dışım fesat olmuştu, aklıma gelenleri bir çırpıda silip gözlerimi sevdiğim adama çevirdim.

"Ya sizinkiler bir şey derse?"

"Tuana sen ne diyorsun, ben burada masum masum uyurken hem bana kaç hem de sizinkiler bir şey derse, diye sor! Eve gidince isteyeceğiz ya seni babandan?"

Gözlerimi büyüterek "Ne demek kaçtın Deniz, ben sadece sana geldim! Vallahi bir şey olmadı işte niye böyle diyon! Ben kocaya kaçmış olmuyorum ya!" dedim. Bizim orda sık sık kocaya kaçarlardı ve onları o kadar laf etmişken kimsenin böyle düşünmesini istemezdim.

"Valla orasını ben bilmem, kaçmasaydın bana!"

"Deniz saçmalama ne kaçması ya?"

"Şaka yapıyorum aşkım ya!" Ortama sessizlik hâkim olduğunda bütün her şey durmuştu sanki, evren bile durmuştu.

Deniz az önce bana aşkım, mı demişti yoksa ben rüya falan mı görüyordum. Duyduklarıma inanamıyordum, az önce bana resmen AŞKIM, demişti.

Yerimde doğruldum, Deniz de yatağına uzanmıştı. Gözlerine bakarak "Sen az önce bana ne dedin?" diye sordum, gülümseyerek "Aşkım, dedim. Neden, bir daha demeyeyim mi?” saniyesinde "Yok öyle bir şey demedim," diyiverdim. Ne salağım ya, biraz kendini ağırdan alsana kızım!

Deniz ellerimden tutarak yavaşça yanına çekti ve göğsüne yatırdı, yaralı bir yerini acıtırım diye korkuyordum, o da aynı şeyi düşünüyor olmalı ki kırık kolumu nazikçe göğsüne bırakmıştı. Kalbim küt küt atıyordu, heyecandan bayılacaktım az kalsın.

"Çok zayıflamışsın, niye kendine işkence yapıyorsun?"

"Bu sefer ben bir şey yapmadım!"

"Eve döndüğümüzde bir sürü yemek yiyeceğiz, hiç itiraz istemiyorum!"

Nerden geldi bu cesaret bilmem ama sağlam elimin üstünde yükselip "Hımm, ben başka bir şey yiyebilir miyim?" diye sordum. Gülümsemesi yüzüne yayılırken "Ne istersen hepsini yiyebilirsin!" cevabı ile yüzünün "dudağı" dışında kalan her yerini tek tek öpmeye başladım. Ölümlü dünya, içimde mi kalsın yani?

Deniz koltuk altımdan tutup beni üstüne çektiğinde aynı anda acı ile "Uf!" demiştik, kolum Deniz'in göğsüne çarpmış, ayağım ise kırılmış bacağına çarpmıştı. İkimiz de acı içinde kalakalmıştık.

‘Bu halde kudurmadan edemez, ne kadar manyak bir çocuk bu?’

Gözlerimiz birleştiğinde kahkaha atmış ardından da üstünden kalkıp yanına uzanmıştım. Ne salak bir kızdım, valla kendimi her hareketimden dolayı beynime bir kurşun sıkarak tebrik etmek istiyordum.

Deniz saçlarımı okşarken gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başladı, kaç günün uykusuzluğunu şimdi ceza olarak çekiyordum acaba? Aslında sık sık uyumama rağmen türlü saçma kabuslarla geri uyanmıştım, kabus gördüğüm her uykumdan uykusuz bir şekilde ve ruh bozukluğu içinde uyanmıştım.

"O kadar çok uykum var ki!"

"Uyu güzelim, ben senin yanından bir saniye olsun yine ayrılmam!"

"Ayrılamazsın zaten bu ayaklarla!"

"Konumuz bu mu, gidemiyorum bir yere işte! Uyu sen!" Kafamı sallayarak "Peki, bir şey olursa uyandır tamam mı?" diye sordum, salak gibi uyuyacaktım şimdi. Aferin bana!

"Uyandırırım, hadi uyu sevgilim!"

Sevgilim, ne de güzel yakışır benim güzel gözlü sevdiceğimin beni sahiplenişi ona.

"Tamam, sevgilim." Saçlarımı hâlâ okşarken kendimi bir anda sonsuz bir karanlığın içinde buldum. Etraftan yine de ses geliyordu, uyku ile uyanıklık arasında Deniz'in "Seni çok seviyorum!" deyişini duydum, diyemedim onu sevdiğimi, uykuma lanetler ederek bilincimi tamamen kapattım.

***

"Tuana?" Kulağıma tatlı bir sesin fısıldamaları ile yarı uykulu yarı uyanıklık arasında bir yerde kımıldandım. Deniz sessiz ve iç gıdıklayıcı bir şekilde hem saçlarımla oynuyor hem de kulağıma adımı fısıldıyordu. Uyandığımı belli etmeyerek neler söylediğini anlamaya çalıştım.

"Tuana, seni çok seviyorum biliyor musun; gerçi bilmiyordun önceden ama artık biliyorsundur diye umuyorum. Hiç düşündün mü, bu Deniz peşinde o kadar kız olmasına rağmen neden hiç kimseyle çıkmadı, neden kimsenin yüzüne bakmadı diye. Ben seni kendimi bildim bileli seviyorum Tuana, hani bir keresinde beni eve kapatmıştın da ben ağlamıştım ya, hatırlıyor musun? O gün eve gideceğimi bildiğim için ağlıyordum bir nevi, tabii sen de biraz beni korkutmuştun ama konumuz bu değil! Hiç aklına gelmedi mi bu mektupları Deniz yazmış olabilir mi diye, nasıl yazımdan çıkaramadın aklım almıyor doğrusu!"

Deniz mektup mu dedi, hangi mektup? Dişlerimi sıktım, şu her aralığın 12'sine kimya kitabımın arasında duran o mektuptan mı bahsediyorsun Deniz? Ya ama ama ama... Keşke direkt söyleseydin be kuzum, neden acı çektirdin, zulümlere boğdun ikimizi de! Neden ben de söylemedim, ah eşek kafam! Bir daha korkamayacağım vallahi de korkmayacağım!

"Neden 12 Aralık? Hiç düşündün mü bir tanem, çünkü biz o gün tanıştık, resmi olarak yani. O gün ben bu ilçeye taşınmış ve ilk seninle tanışmıştım." Ama neden böyle tarih tutamıyorum ben, gerçi nereden bileceğim ki! Büyük ihtimal taşındıkları günü annesigil bir yere not almıştı ve oradan biliyordu. Çünkü gerçekten de çok küçüktük.

"İşte öyle güzel kızım, her şeyde sen varsın, hep de sen olacaksın!"

"Beni bu gözle sevdiğini bilsem hiç beklemez ben açılırdım Deniz, seni çok üzdüm mü bilmem ama ben çok üzüldüm, imkansızlığımıza, aşkımın karşılık bulmayacağı gerçeğine öyle kaptırdım ki kendimi, senin sevgini göremedim, aşkını hissedemedim bir türlü!"

"Çok özür dilerim sevdiğim, seni sevdiğimi daha evvel diyemediğim için, buna cesaret edemediğim için çok özür dilerim."

Deniz'in kollarının arasında dönerek yüzümü ona döndüm. Hastane odasında bir başımızaydık, kaç saattir uyuyordum bilmiyorum ama inşallah birisi gelip de bu rezilliğimi görmemiştir. Kötü kötü düşüncelerimi bir kenara bırakıp anın tadını çıkarmaya karar verdim.

"Özür diledi, Deniz Efe Kaya?" Oha! Kendim ona söylerken fark etmiştim, bizim ukala, kendini beğenmiş aynı zamanda özür dilemeyi beceremeyen, kibirli sevdiceğim benden özür dilemişti. Başımıza taşlar yağacak, gerçi yağsa o taşla eminim en büyüğü benim kafama gelir ya neyse!

"Özür dileyebiliyor muşum!"

"Hımm, hadi tekrar söyle!"

"Yok ya!"

"Yyyaa Deniz, lütfen!"

"Sizi kırıp da özür dilemediğim bütün anlar için özür diliyorum Tuana Kaya!" Ne? Ay, bana bir şeyler oluyor, ne diyosun sen Deniz, ağzından ne tatlı kelimeler çıkıyor öyle! Dikkat et de kalbime inmesin be ciğerim!

"Sen bana ne dedin?" Diyerek kafamı kaldırıp onunkine yaklaştırdım, kalbim heyecanla pırpır atarken arsızca sırıtarak "Hımm, ne demişim?" diyerek cevap vermek yerine soru yöneltti.

Dizlerimin üzerinde oturdum ve "Az önce bana Tuana Kaya mı dedin sen?" kafasını biraz kaldırarak yatakta kendini düzeltti ve "Demişsem ne olacak?" diye tekrar soruma soruyla karşılık verdi. Bu oyununu sevmesem de hoşuma gitmediğini söyleyemezdim.

"Deniz bak öyle şeyler söyleme lütfen!"

"Neden, kalbine inme mi iniyor yoksa?" Kalbime sancılar mideme öküzler otururken nefes alışverişlerim düzensiz bir şekilde atmaya başlamıştı, yanı başımda Deniz Efe Kaya vardı ve ben onu öpmemek için büyük bir savaş veriyordum. İçimden bir ses savaşma seviş, dese de bunu bu haldeyken tabii ki de istemiyordum! Tamam, her halükârda Deniz'i çok istiyorum ama aklımdaki sesin Burak olmasından da korkuyordum.

Kafamı aşağı eğerek Deniz'e yaklaştım ve dudaklarının üstünden fısıldayarak "Kalbime inme iniyor sen öyle söylediğinde." diyerek itiraf ettim. Deniz'in gözlerine odaklandım, gözleri bir gözlerime bir dudaklarıma kayarken tam yaklaşacağı sırada kendimi hızla geri çekip "Ay bir sıcak bastı, buralar yanıyor ey Burak!" diye bağırarak yataktan çıktığım gibi odayı terk ettim. Huhh! Kalbime inme mi indi direkt kalp krizinden tahtalı köye firar mı ettim acep?

Bir yandan sağlıklı düşünmeye çalışırken diğer yandan yüzüm patlıcana dönmeden lavaboya gidip elimi yüzümü yıkamak istiyordum. Karşıma çıkan Toprak ile bu kadar benzemelerine lanet ederek gözlerimi kapayarak "Buuurrraaaaak!" diye çığırmalarım eşliğinde koridorda koşmaya başladım.

Toprak arkamdan "Tuana ne oldu, az önce mışıl mışıl ikizimin yanında uyuyordun, bir şey mi oldu?" diye koridoru inletecek şekilde bağırmasın mı? Arkamı dönerek "Allah kahretmesin seni ey zalim ikizi zalim, sus Allah aşkına!" diye karşılık verdim. Bu çocuk son zamanlarda neden bu kadar patavatsızdı hiç anlamıyorum. Viyana kızçesi bu çocuğun fabrika ayarlarını bozmuştu.

Toprak kahkahalarının arasından "Önüne bak önüne, duvara tosnayacaksın bacım!" diye bağırdı, önüme döndüğümde tam duvara çarpacakken Burak'ın kolumdan tutup kendine çekmesi ile kıl payı ölmekten kurtulmuştum. Etrafa bakarak rezil olup olmadığımı kontrol ettim, insanlar kendi hallerinde takılıyorlardı hemen Burak'a dönerek kocaman sırıttım. "Kahramanım mı gelmiş!" Beni tutmasa kırık kolum tekrar kırılır üstüne kafam da kırılırdı.

Burak'ın sarı, uzamış dağınık saçları alnına dökülmüştü, sarı kaşları yukarı doğru kıvrılmış kirpiklerinin altında kurumuş çimen yeşili gözleri irileşmişti. Yanaklarında hafif hafif çilleri ona tatlı bir hava katmıştı, dudakları hafif ayrı ve kıvrılmıştı. Üzerinde yeşil bir tişörtle beyaz kot pantolon vardı, zayıflamış gibiydi. Herkes stresten zayıflamıştı herhalde. Hayret ilk defa ben de stresten zayıflamıştım.

"Tuana niye böyle kuyruğuna basmış kediler gibi bir yandan bağrıyon bir yandan koşuşturuyon?"

"Ya bişiy yok da! Deniz seni istiyormuş! Hadi gidelim!"

"Olum siz yalnız kalın diye biz gelmiyorduk!"

"Gelin canım arkadaşım gelin!"

"Tamam la, bırak!"

Burak'ı çekiştire çekiştire odaya götürdüm, eve gitmek istiyordum artık, Deniz de hemen iyileşsin istiyordum.

Odaya girince Burak Deniz'in yanına gidip yatağın kenarına oturdu, "Nasılsın kardeşim?" Deniz yüzünü ekşiterek "Burki benim omuzlarım çok ağrıyor, iki masaj yapıversen?" gülmemek için kendimi zor tutarken Burak ayağa kalkıp "Tabii kardeşim sen ne istersen onu yaparım!" diyerek masaj yapmaya başladı.

Gülümseyerek onlara baktım. Cidden böyle arkadaşlarım olduğu için çok mutluydum, eksiğimiz vardı ama sorun değildi. Biz birlikte güçlüydük, kalbimiz hep bir atıyordu ve bu bizi daha da dirençli yapıyordu.

Deniz'in iyileşene kadar herkese eziyet ederek tüm isteklerini yerine getirttireceğinden adım kadar emindim. Çünkü ben de aynısını yapardım.

Birkaç gün sonra eve gittiğimizde annemin ya da babamın beni öldürmeyeceğinden emin olmak için ablamı ya da ağabeyimi aramak istiyordum. En son konuştuğumuzda annemin bana çok sinirli olduğunu öğrenmiştim, babam ise pilimin bittiğini söylemişti.

Özgürlük için tek çarem üniversite sınavı oluyordu, eğer ki kazanamazsam bir yıl boyunca hiç evden çıkmadan, okula gitmeden ne yapardım ben evde? Sıkılırdım, şişerdim, bunalıma girerdim...

Arkadaşlarımdan ayrılmak daha beterdi doğrusu. Her şey belki de üniversiteyi kazanmamla değişirdi, ne malumdu aynı 4N1K dizisindeki gibi bir üniversite hayatımın olmayacağı, ne malum yani! Belki ev tutarız aynı evde kalırız. Onlarsız bir hayat düşünemiyordum açıkçası!

Loading...
0%