Yeni Üyelik
49.
Bölüm

49. Bölüm

@hiyera212

BİLGİLENDİRME 1:Yarın ders çalışacağım o yüzden bölümü bugün atıyorum.

BİLGİLENDİRME 2: YENİ BÖLÜM 22.10.2024 tarihinde gelecektir.

BİLGİLENDİRME 3: Final bölümüne son 11 bölüm kaldı, öncesinde final bölümü yazmadığım için nasıl bir şey yazacağımı bilmiyorum. Aklımda ikinci kitabı da yazmak vardı ama KPSS'ye çalışmam lazım o yüzden uzun bir süre maalesef ara vereceğim, düzgün bir final yapmam da lazım shshshshsh. Neyse çenem açıldı, haydi bays.

İyi okumalar ballarım...😍😍😋

***DENİZ EFE KAYA***

" Aşk...
Ruhuma gömdüğüm en güzel his mi
Eşsiz hayallere kapıldığım, umuda adımladığım
Sen yanımdayken sonsuzluğu hecelediğim
Rüyalarımı süslerken uyanmaktan vazgeçtiğim
Sevdin mi bir kez söyle, bir kez kulağıma fısılda
Fısılda ki inansın ruhum, dert değil ben haykırırım evrene

Sen yeter ki sevdiğini söyle, güzel çehrenin hatırına bir kez söyle

Cennet kokun uğruna ölecek bu adam için bir kez olsun söyle

Ruhu seninle harmanlanmış bu adama bir kere seni seviyorum de

Yıllanmış gençliğim senin olsun,
İçimde biriktirdiğim bütün şarkılar senin olsun

Ardından döktüğüm bütün göz yaşları sana kurban olsun

Hayaller sarmalarken içimde iktidar kuran bu his senin olsun

Canında bir can daha eklemek istemez misin?

Yanına yoldaş, kalbine körüğüm, gönlüne eş olmamı istemez misin?

Sen söyle sevdiğini sevdiğim, canına yanıp kül olduğum...

Uğruna her şeyim feda olsun...

Sen yeter ki sevdiğini söyle, güzel çehrenin hatırına bir kez söyle

Cennet kokun uğruna ölecek bu adam için bir kez olsun söyle

Ruhu seninle harmanlanmış bu adama bir kere seni seviyorum de

Yazdığım şiiri besteleyerek gitarla söylediğimde Toprak ile Burak bana hayranlıkla bakarken gözlerim ikisinde de gezindi, Burak sıra dışı bir şekilde çocukluğumdan beri en yakın arkadaşımdı. Benim gibi psikopat derecede biri ile nasıl arkadaş kalabildiğini bilmiyordum ama Burak gibi sapıkla ben nasıl arkadaş kalabiliyordum ben de bilmiyordum. Gerçi o da benim kadar olmasa da tam bir deliydi, uçuk kaçık fikirleri vardı ve hâlâ yaşadığımıza inanamıyordum.

Ciddi ve ağır başlı bir adam olan Toprak bile bana nasıl dayanıyordu, gerçi Viyana'dan sonra benden daha keş hatta beter biri olmuştu ama neyse! Yerine göre samimi ve bol mizah anlayışlı, kibar ve gülmeyi seven, bilgisayar da kendine hayat yaratan biriydi Toprak. Lise birde Adana'ya gittiği ziyaretinde Viyana'ya âşık olan ikizim bunun konusunu açacak cesareti kendisinde bulamasa da şarkıyı dinlerken bile gözlerinde parlayan ışık Viyana'yı düşündüğüne itiyordu beni. Ben ise Viyana ile bu sene tanışmıştım, Toprak'ın onunla tanıştığını bile çok zaman sonra öğrendim. İşte bazıları vardır anlatır, bazıları vardır saman altından su yürütür! Tabii bu yürütemiyor da neyse!

"Kanka biraz mutlu gibisin sanki. Hayırdır?" Gerçekten anladığınız gibi mutlu olmak da suç abisi!

“Olmayayım, mutsuz yaşayayım istiyorsunuz değil mi?” İkisi de güldü, Burak omzunu silkti. “Yanımızda ol da ikisine de razıyız.”

İstanbul'dan geleli bir ay olmuştu, hâlâ ayağımın üstünde durmakta zorlansam da eskisinden daha iyi olduğunu hissediyordum. Elimde değnek olmadan kaplumbağa hızında yürüyebiliyordum ama canım çok yanıyordu. İlk zamanlar ağrısından geceleri uyuyamıyordum, hatta sinirden ağlıyordum.

Başta neden benim başıma geldi, neden yürüyemiyorum diyerek isyan etmiştim, sonrasında en azından Tuana’yla yaşadığımıza şükretmiştim. Aynaya her baktığımda yüzümdeki izler, kırık burnum beni isyan etmeye sürüklüyordu. Göz altımdaki ve burnumun kemerindeki morluklar henüz geçmemişti, doktor şişliklerin azalacağını ama iyileşene kadar morlukların geçmeyeceğini söylemişti. Burun ameliyatı ise altı ay sonraydı, ödemin tamamen geçmesini bekleyecekmişiz. Bu çok sinir bozucu.

Bu zamana kadar evden genellikle çıkmamıştım, bir ara depresyona girmiştim ve odamdan dahi tuvalet ihtiyacım dışında çıkmamıştım. Burak ve diğerleri geldikleri ve kızdıkları için beni dövmesinler diye bundan vazgeçmiştim.

Tuana ile sevgiliydik. Böyle söylemek bile o kadar güzel ki. Ona resmi bir çıkma teklifi etmemiştim çünkü birbirimizi seviyorduk ve sevgiliydik işte illaki benimle sevgili olur musun, demem lazım mıydı, bilmiyorum. Sevgili gibi birbirimize hitap ediyorduk, istediğimiz gibi sarılıyorduk işte, daha ne isterdim?

Tuana eve döndüğümüzde ilk bir hafta cezalı olduğundan yanıma gelemese de sonraki zamanlarda haftanın dört günü kesinlikle gelmişti ve beni bu ruh halinden çıkartmak için çok çabalamıştı. Onun varlığı, sağlığı beni huzura kavuşturuyordu. Onun sayesinde iyileşmek için çabalıyordum, umudumu arttırıyordu.

Tuana’da artık daha iyiydi, kolu ve bacağı ağrıyordu. Bacağı nasıl yanmışsa çok kötü yanmıştı, yürümekte zorlanmasa da en ufak temasta canı yanıyordu. Yarası dizinin altından dizinin üstüne doğru çıkıyordu, bu yüzden bana asla kısa etek ya da şort giyemeyeceğini söyleyip yakınmıştı. Her ne kadar canı yanıyor da olsa bu azıcık işime gelmişti ama yine de çok üzülüyordum. Kırık kolu neyse ki kaynaşmıştı ama ağır bir şey kaldıramıyordu, bu da onun işine gelmişti. Kolunda acayip bir yara izi oluşmuştu, yanardağ patlamasını andıran cinsten bir izdi ve her gördüğümde kendime lanet ediyordum. Hele taktıkları demirin izi, canım sevgilim, benim yüzümden vücudu yara izleri ile kaplanmıştı.

Tuana ile sevgili olduğumuzdan henüz kimsenin haberi yoktu, açıldığımı söylemiştim ama Tuana'nın beni sevdiğini söylediğini onlara söylememiştim. Daha söylemeyi de düşünmüyordum, ilk önce bunu benden sakladıkları için, beni bu kadar ümitsizce üzdükleri için bunu onlara ödetecektim. Hâlâ kinim soğumamıştı onlara karşı.

“Sanırım Tuana’da benden hoşlanıyor!” dedim heyecanıma kapılarak dişlerimi dudaklarıma geçirirken. Odamda yatağımın üzerine uzanmış belimi de duvara yaslamış ayaklarımı uzatmıştım. Toprak sandalyeye Burak ise koltuğa oturmuş, ayağını duvara uzatmıştı. Bunu söylerken ellerimle yüzümü sarmış bir şekilde inanamayarak onlara bakıyordum, Tuana ile sevgili olduğumuzu söylersem eminim burnumuzdan getirirlerdi ve bizi hiç rahat bırakmazlardı.

Burak'ın dudakları ayrık bir şekilde hiç şaşırmamış gibi bakarken Toprak şaşırmış bir şekilde beni izliyordu. Toprak saçlarını karıştırıp elinin çenesinin altına koydu ve "Bunu sana o mu söyledi?" diye sordu. Şaşırmış görünüyordu, bilmiyor olamazdı değil mi?

Gülümsedim ve alt dudağımı dişleyerek kaşlarımı çattım. "Evet ya da hayır! Ne bileyim ya, ima etti herhalde. Biraz içmiştim oğlum ya tam olarak hatırlayamıyorum bile. Sevdiğini söylediğini değil de..." Burak lafımı kesti "Abi zorlama artık, kız seni ilk gördüğünden beri aşıktı." deyince kafamın kaldırıp gözlerimi fal taşı gibi açtım. Heyecanlanmıştım, Tuana’dan duymak ayrı ondan duymak ayrıydı.

Burak pot kırmış gibi dudağını gerip "Sıçtır!" deyince elimdeki gitarı yan tarafıma yavaşça fırlatıp(!) "Yani bunu biliyordun ve bana bunu şimdi söyleme gereği duydun, öyle mi lan?!" diye gürleyince Toprak ayağa kalkıp Burak'ın önünde durdu ve "Deniz sakin olur musun? Bilmem farkında mısın Burak, Tuana'nın da arkadaşı. Onlara ait hiç sırları olamaz mı?" bu konuda ne kadar haklı olsa da umurumda değildi.

Bunları o da yeni öğrenmesine rağmen benim arkadaşımı, bana nasıl kayırıyor anlamıyorum. Tamam bencillik olmasın Burak ne kadar benim arkadaşımsa onun da arkadaşıydı ama bu kabulü imkânsız bir hataydı, bu konuya sinirlenerek oradan ayrılmıştım, sinirlenmesem Tuana'ya köyde kalmayı teklif edecektim. Beraber babaannemde kalalım, diyecektim. O zaman bu olanlar hiç başımıza gelmezdi.

Yıllarca sevdiğim kızın bana arkadaşça davrandığını düşünmeme neden olmuş, hâlâ nasıl savunuyor bu Burak’ı bilemiyorum. Anlamak da istemiyorum. Lan kardeşin olan benim, ben! Burak öz kardeşin mi lan puşt! Neyse, kıskançlığın yeri ve zamanı değil!

"Bana bak lan, sakın sinirim geçene kadar bana yaklaşma!" diye bağırdım. Bu götelekleri evden kovmam lazımdı yoksa odamdan gideceği yoktu.

Koltuk altı değneklerimi alarak ayağa kalktım, ayağımın üstüne basmakta zorlanarak balkona çıktım. Arkamdan bir şeyler söyleseler de umursamadım. Benim acım da özlemim de bana yeterdi. Ben yıllarca Tuana'ya karşı hislerimi anlasın diye kıçımı yırtayım, beyefendi kızın sevdiğini bildiği halde gelip bana söylemesin. Lan adam en yakın arkadaşım, kardeşim diyorum bana sevdiğim kızın beni sevdiğini söylemiyor. Adama bak ya!

Saçıma parmaklarımı geçirerek geriye doğru yatırdım ve elimi belime koyup sıktım. Ardından demir parmakları sertçe itip "Ooofh!" diye bağırdım. İçimde bir sıkıntı dur durak bilemeden beni mahvediyordu.

Arkamdan bir çift kol belime sarılıp kafasını belime yaslayınca aklımdaki ilk isim Tuana oldu, lakin onun kokusu değildi. Yabancı bir parfüm kokusu burnuma çalınca kaşlarım yukarı doğru kıvrıldı ve olabildiğim kadar hızlı bir şekilde arkama dönüp onu hızlıca kendimden uzağa ittirdim.

“Sen ne yapıyorsun lan?” diye bağırıp ona tiksinçle baktım. Siyah saçlarını geriye savurup "Sevgilim, geçirdiğimiz onca şeyden sonra bana bunları mı söylüyorsun?" diye sinsice sırıtınca inanamıyormuş gibi ona bakıp bir adım geriye gittim. Ne yaşamışım lan seninle!

“Rüya görmüşsün uyan istersen, ben miydim o yaşadıkların Toprak mıydı bir düşün istersen!” deyip iki adım daha gerilemeye çalıştım. Nasıl bir döneme denk gelmişsek kendi ırzımı korumak için büyük çaba sarf etmek zorundaydım. Bu kadar yakışıklı olmanın cezası buydu, iffetimi korumak bana kalıyordu.

Gazel bana doğru yaklaşıp elmacık kemiklerimden dudağıma uzanan bir çizik attı tırnaklarıyla. Kafamı geri çekmeye kalmadan yüzümü çizmişti, kahpe Bizans! Ben zaten kazadan sonraki yara izlerimin geçmesi için çabalayayım bir de bu göt gelip yüzümü kedi gibi çizsin! Çizdiği yer yanmaya başlayınca çaktırmasam da ağzımı tutamadığım için bir küfür savurdum.

"Sence buna kim inanır? ‘Deniz’leydim, öpüştük.’” Elimle ağzımı hayret eder gibi kapadım, bu kaşarlığı şok etmişti beni. Ona doğru yaklaşıp hızla elimi boğazına sardım ve arkama, balkon parmaklıklarına doğru ittirdim. Kendini ne zannediyor bu kız! Ayağımın ağrısını unutmuştum ama birden ağrı saplanınca dişlerimi sıkarak gözlerimi kapattım.

Derin bir nefes alarak "Bana sakın bulaşma kızım, pişman olursun! " diye tısladım, aslında bu duvara yaslama şeysini ben değil ikizim yapmıştı ama benim adımı kullanarak yaptığı için kabahat benim başıma patlamıştı.

"Şimdi al o buruşuk suratını, defol git evimden!"

"Bunun hesabını vereceksin biliyorsun değil mi? Seni herkese rezil ederim, adın çıkar haberin olsun!"

"Çirkinleşmemi istemiyorsan defol git kızım! Benim veletlere ayıracak vaktim yok, hâlâ anlamadın mı?!!"

Gazel beni ittirerek "Allah hepinizin belasını versin, bunu sana ödeteceğim Deniz Efe!" diyerek yanımdan ayrıldı. Balkondan gidişini izlerken arkasından sövmemek için kendimi paralıyordum.

En sonunda bacağımın ağrısına katlanamayarak odama geçtim. Yürürken iflah olmaz bir acı çekiyordum, eskisi gibi yürümek koşmak istiyordum.

Yatağa uzanıp telefondan Tuana'nın son görülmesine baktım: 21.40 idi. Hâlâ vakti olmadıysa muhakkak ders çalışıyordu. Tuana'nın fotoğraflarını tek tek inceliyor, yüzünün her ayrıntısına bakıyor ardından yakınlaştorarak yüzünün her ayrıntısını öpüyordum. Fotoğrafları incelerken gözlerimi kapanmaya uyku beni esir almaya başlamıştı.

***

Okulda garip bir hava vardı, herkes var ama sanki dünyada benden ve Tuana'dan başkası yok gibiydi! Şayet şu durumda bunu tercih ederdim çünkü Tuana eteğini çekiştire çekiştire yanıma geliyor bir yandan da sallanıyordu. Onun bu halini kimsenin görmesini istemedim. Benden başka her çift göz ona kör olmalı, benden başkasına haram olmalıydı.

Üzerindeki beyaz gömlekten belli olan bordo sütyeni, ilk üç düğmesinin açık olduğundan dolayı dikkatimi çekince kalbim daha da hızlandı, nefesim kesilmişti bu durum karşısında. Neden bir insan beyaz gömleğin altına renkli iç çamaşırı giyerdi ki? En azından atlet de giyseymiş ya, bu ne içim iş!

Kısa eteği dizinin bir karış üzerindeydi ve diz kapağına kadar gelen koyu pembe çorapları bedenime bir titreme yaydı, Tuana ise dudaklarını dişleyerek yanıma geldi. Arkamda sakladığım elimi fark edip aramızda sadece havanın geçebileceği bir mesafe bırakıp parmak uçlarında yükselince dayanamayıp parmağımın ucundaki poşeti cebime çaktırmadan koyup onu belinden tutup kendime bastırıp derin bir nefes aldım. Kokusu beni sarhoş ediyordu.

Elimdeki poşette Burak’ın otu vardı, ne çeşit bir ottu bilmiyorum ama az önce sigara kağıdına sarıp içmiştim. Tütün gibiydi ama tütün değildi, ilk defa böyle bir ot türüyle karşılaşıyordum. Kafamı duman altı yapan ot muydu yoksa Tuana mıydı, bunu düşünmek bile saçmaydı. Tuana her zaman başımı döndürürdü.

Aşağı yukarı hareket eden göğsümüz birbirine değerken gözlerimiz bir olmuş aşkımızı sunuyordu. Tuana'nın dudağına kısa bir öpücük kondurdum. Kızarmıştı. Kızaran yanaklarını sıkıp "Seni özledim!" dedim.

Kollarını bana saran sevdiğime gülümseyerek bakarken kalbim son sürat çarpmakla meşguldü. "Yarınki geziye gelecek misin?" diye sorduğunda "Aynı odada kalırsak neden olmasın?" dedim, dudaklarını dişledi ve "Sabırla beklesen iyi olur o zaman!" deyip benden ayrıldı; arkasını dönmüş yürümeye başlamıştı.

Bir anda Tuana bana dönüp "Sence de artık beraber olmamızın zamanı gelmedi mi?" diyerek soyunmaya ve bana doğru gelmeye başladı, gözleri kıpkırmızıydı. Ondan uzaklaşmaya ve kaçmaya çalışıyordum. Ama beni bırakmaya niyeti yok gibiydi. Korkuyordum. Çığlık çığlığa bağırırken yataktan sıçradım.

Kesik kesik nefeslerimin ardından hızla kafamı yastığa geri koydum. Oha be! Ben az önce ne gördüm rüyamda? Oha! Yok daha neler!

Gördüğüm rüyaya hâlâ inanamıyordum, Tuana bana nasıl böyle aç kurt gibi saldırırdı? Bunu yapacak olsa elindeki bütün fırsatları şu ana kadar değerlendirmişti! Kalbim hâlâ hızla çarparken odanın ortasındaki masanın üzerinde önceden kalmış yarım bardak suyu almak için yerimde doğrulup bardağı aldım ve kafaya diktim.

Sanırım Gazel sapığı yüzünden böyle bir kabus görmüştüm ve kabusumun başrol oyuncusu Tuana’ydı.

Hava kararmıştı. Kafamı yastığa tekrar koyarak uykuma kaldığım yerden devam ettim. Bu nasıl bir rüyaydı arkadaş ya? Ya yine aynı rüyayı görürüm diye korkarak yataktan kalkıp yavaşça salona doğru adımladım. Tuana’yı bir sapık olarak hayal etmek istemiyordum, ayrıca kendimin de onun kişisel sapığı olmasını istemezdim. O göğüsleri, öpülesi dudakları aklıma geldikçe bir tuhaf oluyordum.

Salonda annem, babam, Toprak ve Burak vardı. Yer sofrasında yemek yiyorlardı.

"Afiyet olsun millet!"

"Sağolasın, gel beraber olsun." dediler hep bir ağızdan.

"Dur oğluşum sana da hazır edeyim," diyerek kalktı annem. Babam istifini bozmadan TV izliyordu. Burak ve Toprak aralarında bir şey konuşuyordu. Toprak bana döndü, "Geçen gün aldığım TYT denemesini ne yaptın? Bulamadım da?"

"Bitirdim, Mert soruları anlamayınca çözümlerim yardımcı olur diye Mert’e verdim. Niye sordun?"

"Orada ki bazı soruları işaretlemiştim, deneme defterime ekleyecektim de neyse pazartesi Mert'ten alırım."

"Tamam o zaman."

Burak'a hiç bakmayıp yerime oturmuş annemin getirdiği tavuk kızartması ile pirinç pilavını yiyordum. Annem ve babam bugün ne yaptıklarını anlatıyorlar Toprak’ta Burak'ın dinlemeyeceğini bildiği halde bir kuramdan bahsediyordu. Bense rüyayı düşünürken dalmış gitmiştim. O nasıl bir bacaktı, o nasıl bir sütyendi? Bordo sütyenler oluyor muydu, sütyen doğru bir terim miydi yoksa sütgen miydi onun adı? Neden böyle bir isim takmışlardı ki annelerimizden süt geldiği için mi, ne kadar saçma!

Loading...
0%