@hiyera212
|
Babamın "Sultan, mavi gömleğimi nereye koydun?" diye bağırışıy77la gözlerimi araladım ve oflayarak öbür tarafıma döndüm. Annem odama daha yakın bir yerden "Dolapta asılı işte, neden bana soruyorsun?" diye bağırınca yastıkla kulağımı tıkadım ama babamın kalın, tok sesi yastığı aşıp beynimde tekrar yankılandı. "Yok orda, olsa sana mı soracağım?" Sinirli bir o kadar da sert sesi kulak zarımı parçalayıp beynimdeki hücrelerimi katlettiğinde gözlerimi yumdum ve derin nefesler aldım. Annemle babamın eskisinden daha çok tartışmaya başlaması beni sinir ediyordu, tabi şu an ki konuşmalarını tartışmadan saymıyordum. Annem menopoza girdiği için sinir kat sayısı olduğundan daha da artmıştı, sanırım en son iki ay önce regl olmuş ve artık olamadığı için deli oluyordu. Annem neden üzülüyordu anlamıyordum, kırk günde bir regl olan ben, olduğum her güne lanet ediyorken annem ne güzel kurtulmuştu, neden bu kadar büyütüyordu bilmiyorum. Menopoz depresyonu diye bir şey olduğunu biliyordum ama bu kadar kötü olduğunu bilmiyordum. “Sen kendini de kaybetsen bana sorarsın, neden, çünkü beni deli etmek için.” Kafamı hızla yataktan kaldırdım ve odanın içinde çığlık atarak bağırdım: "Sabahın kör dibinde ne böğürüyorsunuz be, bir uyutmadınız!" "Ne sabahın körü, ikindi çayını içeceğiz!" diyen ablama "Benim sabahım akşamdır belki!" diyerek yataktan çıktım. Ablam odadan çıktı, ben yerdeki içeri terliğimi giydim ve tam adım atacakken odanın kapısı aniden açıldı ve yatağa düştüm. "Ne açıyosun lan kapıyı öküz!" diye bağırdım. Ablam bu hallerime alışık olduğundan "Tuni sana bir şey söylicem," dedi kinayeyle, gözlerimle 'eee' diyerek baktım. "Saplantılı olduğun çocuk geldi bu sabah.” Şaşkın ve mal gibi baktığımı görünce “Deniz’i diyorum kız, Kerem ve abinle birlikte az önce çıktılar." Yataktan kalkmaya çalışıp yeri boyladığımda omzum yere çarptı, son anda kafamı da çarpacakken Hilal ayağı ile canım kafamı kurtardı. “Iyy çek kız pis ayağını,” deyip ittirerek yerden kalktım, bana kahkaha atarken dağılmış saçlarımı toparlayarak “Ne zaman geldi, niye bana haber vermedin?” diye söylenmeye başladım. “Valla sabah geldiler, az önce de çıktılar. Sana kalk, dedim ama uykum baldan tatlıdır, geleni siker gideni ebenin amına girdiririm, dedin.” "Hilal sen neler söylüyorsun, bu dediklerimi bir tek sen duydun değil mi?" pencereye koşup perdeleri açtım ama görünürde kimse yoktu. Kalbim hiç bu kadar hızlı çarpmış mıydı, ben ne zamandır bu kadar terbiyesiz olmuştum? Yerdeki içeri terliğini ayağıma geçirip "Allah'ım bir kere erken uyanamaz mıydım?" diye sitem edip Hilal'e döndüm, "Sen niye hâlâ odamdasın, kış kış." diyerek onu odadan çıkarttım. Eskiden burası onun odasıydı ben salonda koltukta yatıyordum ama o lisede yurtta kalınca ben kalıcı olarak odaya yerleştim. Hilal Hanım bu yaz salonda yatmam diyerek cinnet geçirince babam ona yatak alıp ikimizi aynı odaya koydu ama onu sadece yatarken ya da üstünü değiştirirken odaya alıyordum. İki yıl sonra okulu bittiğinde eve dönerse ne yapacağımızı bilmiyordum ama o zamana kadar evlenmesini umuyordum. Deniz üç gün önce Adana’ya gelse de buraya gelmemişti. Geç de olsa bugün gelmiş, sonunda onu görebilecektim, aylar sonra kokusunu hissedebilecektim. Kokusunu nasıl hissedebilirdim ki daha yanına, yamacına sokulamazken? “Allah’ım cehennem mi cennet mi bu ya Rabbim, geliyor ama onu daha göremedim?” "Sen o günahlarla değil cenneti, kapısını bile göremezsin cannnım!" ablam kapıyı açıp bağırdı ve terliği yemeden önce kafasını geri çekti. O kadar mutluydum ki onun ergenliği umurumda bile değildi. Onu bugün görmemiş olmak, yarın görmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Sabah kaç saat bizde kalmıştı da ben onun kokusuna, sesine uyanmamıştım bilmiyorum. Kendime güzel küfürler dizerek kendimi hızla yatağıma bıraktım. Şimdi ne yapmalıyım, hazırlanmalı mıyım, süslenmeli miyim? Hiçbir şey olmamış gibi devam mı etmeliyim, yaz tatili boyunca ne aramış ne de sormuştum ama arkadaş gurubumuzdan sürekli konuşmuştuk. Özel olarak hiç konuşmamıştık. Neden bilmiyorum ama özelden konuşamıyordum, o da yazmıyordu zaten. Telefonum çalmaya başlayınca belki Burak arıyordur diye hemen aldım ama arayan dayımın kızı Merve'ydi. "Efendim kuzim?" yüzüm solmuştu iki saniyede. "Hayırdır, başkasını bekliyormuş gibi açtın telefonu?" Canım kuzenim, nasılda sesimden beni tak diye çözüyordu. Ona dürüstçe cevap verdim "Evet, başkasını bekliyordum ama araması imkânsız olduğu için sıkıntı yok aşkom. Bir şey mi oldu, yeni uyandım da olduysa haberim yok yani!" "Biliyorum yeni uyandığını, önce halamı aramıştım da!" Kahkaha atmaya başlayınca gözlerimi devirdim, "Neyse kuzen işim var dalga geçmeye sonra devam ederim, bugün Mercan'ın yanında çalışan kız hasta olmuş da onun yanına gidiver diyecektim. O kız da her kimse artık, senin yerine bakacakmış!" "Ay cidden mi, hemen hazırlanıyorum. Bugünün yarısı bitmek üzere zaten, en azından yarın gündüz yerime bakar da biraz uyumuş olurum!" diye bu sefer ben kahkaha atarak güldüm. Merve de "Sen az değilsin!" diyerek gülmeye başladı. Telefonu biraz daha konuşup kapattık, hemen hazırlanmam gerekiyordu. Heyecandan ve B12 eksikliğinden Merve ile konuşurken Deniz’i unutmuş ve gideceğimi söylemiştim. Ne kadar şanssız, bahtsız bir insan yavrusuydum ben Rabbim. Markete gelir belki diye dua ederek hazırlanmaya başladım. Kısa bir duşun ardından saçlarımı kurutup taradım. Biraz makyaj yapıp üzerime beyaz tişörtümü ve koyu lacivert kot pantolonumu giydim ve aynada kendime baktım. Rabbim azıcık kilo vereyim, amin. Mutfağa ilerlerken evdeki sessizlikten babamın dışarı çıktığını ve annemin rahatça nefes aldığını anladım. Annemin işten ayrılması iyi olmamıştı, ne işle kendini meşgul edeceğini şaşırıyordu. Annem anasınıfı öğretmeniydi, ders çalışabilmem için istifa etmişti. Babam çiftçiydi, ara sırada da koyunlarla uğraşırdı ama annem kokusuna katlanamadığı için hepsini satmıştı. "Anne ben bir arkadaşın yerine markete gidiyorum, haberin olsun." Annem markette çalışmak yerine ders çalışmamı istese de biraz hareket ettiğim ve odaya kapanmadığım için çok tepki göstermiyordu. "Anneciğim sen zaten yarın gitmeyecek misin?" "Anne dedim ya bir arkadaşın yerine gidiyorum diye, yarın gitmeme gerek kalmayacak." "Tamam, sana ekmek arası yaptım, çıkmadan atıştır." annemi yanağından öperek "Oyy sana kurban olam!" diye yağ çekip ekmek arasını aldım ve hızla dışarı fırladım. Allah'ım inşallah Burak ve Deniz Efe bugün markete gelirlerdi yoksa bugün marketten çıkamayacağım için kalpten gidebilirdim. Biraz daha Deniz’i görmezsem ölecek gibi hissediyordum, birazcık güzel suratını görsem, birazcık o beni kendine bağlayan kokusunu içime çekebilsem bana yeter de artardı. Yolda her türlü onu görmeye gidemeyeceğim için bugün onu göremeyeceğimi anlamıştım. Bir şeyi bahane edip gidemezdim. Burak’a çık dedikodu yapalım, desem gelirdi ya da o, gel markete gidip sigara alalım, dese ben gelirdim. Ne yazık ki Deniz ile böylesine bir yakınlığım yoktu. Deniz Efe ile aramda hiçbir zaman öyle iki yakın arkadaşlığı temsil edecek yakınlığı kuramamıştık, belki de bu yüzden ona bu gözle bakabilmiştim. Mesela bana göre Burak, erkek bile değildi ama Deniz, erkeklerin hasıydı. Burak’la birbirimizden uzak kaldığımızda ilk görüştüğümüz an sarılabiliyorduk, lakin ben Deniz’i görsem gidip boynuna atlayamıyordum. Aşırı çekiniyordum, ne kadar özlesem de asla gidip sarılamazdım. İnsanlar arkadaşlarına nasıl sarılıyordu anlamıyordum, acaba ben ona bir gün sarılabilecek miydim? Hiç sarılmadım diyemem ama böyle gidip de kollarımı ona sarmamıştım, insan hiç yaşamadığı duyguyu özler miydi? Ben ona sarılmayı özlemiştim. Allah’ım şu anlık çok şey istemiyorum ya Rabbim lütfen bir kerecik sarılalım, lütfen. Elimi yüzüme sürüp amin, diyerek adımlarımı hızlandırdım. Her yaz Mercan bu markette çalıştığı için benim işe girmeme yardımcı olmuştu, her ne kadar torpil olayını sevmesem de zaten markete girmek için kimse sırada beklemiyordu o yüzden rahattım. Sıkıntıdan ve reyonların arasında gezmekten, tarihi geçmiş ürün var mı diye son kullanma tarihlerine bakmaktan baygınlık geçirecektim. Yağan yağmurun üzerinden üç gün geçmişti ve sıcaklar kaldığı yerden devam ediyordu, müşteriler tek tük olduğu için kasadaki sandalyelere oturmuş telefonlarımıza gömülmüştük. Bu marketin sahibi Cahit Sonışık’tı, sapık, konuşkan, küfürbaz ve eziyetli bir adamdı(!). Gerçekten ihtiyacım olmasa kesinlikle çalışmak istemediğim bir yerdi, patron zaten insan değil, maldı bildiğiniz. Kızlara bir bakışı vardı, sanki evli değil, dört çocuğunu da ben yapmıştım(!). Bugün tabii ki de patron müsveddesi yoktu -kesin bir karı ile buluşmaya gitti, eminim o karı da eşi değildi- ve müşteri de yok sayılırdı, patron sapık olduğundan olsa gerek müşteri bile gelmiyordu kocaman markete. Müşteriler olduğunda çok çabuk geçen zaman bugün müşterisizlikten geçmiyordu. Akşam marketten çıkmadan önce Mercan'ın omzuna vurdum, "Yemin ediyorum boşuna gelmişim ya. Ben ne hayallerle geldim ne kalp kırıkları ile eve dönüyorum bir bilsen. Akşama kadar belki buraya uğrarlar diye bekledim ama ne gelen oldu ne de giden. Kapının önünden bile geçmedi, ben ne yapayım, kafamı taşlara mı vurayım?" Deniz'i üç aydır görmüyordum, onu çok özlemiştim, ona doya doya sarılmak istiyordum. "Kızım bir sakin ol ya, Burak ile geziyorlardır onlar. Ne bekliyordun ki ilk dakikadan seni görmeye geleceğini mi?" Sorusuna sessiz kaldım. "Cidden mi?" Oflayark ona döndüm, evet aynen öyle düşünmüştüm. "Ben mi çok safım hayat mı çok zor!" "Sen çok saftiriksin hayatım, ayrıca salaksın." Ona tam cevap verecekken telefonuma bildirim geldi, belki Burak mesaj atıp Deniz'den haber vermiştir umudu ile hemen telefona sarıldım ama ondan değildi. Burak Deniz’e aşık olduğumu ilk baştan beri bilen birisiydi ama beni ddelirtmek için olsa gerek hiç haber vermiyordu. Ne gereksiz bir arkadaş! Mesaja hiç bakmadan "Ben ne hayaller kuruyorum kaç gündür bir bilsen!" diye ağlamaklı bir şekilde isyan ettim. Eve geldiğimde annem, babam ve ablam bahçedeki masada oturmuşlar yemek yiyorlardı. Yorgun bir şekilde "İyi akşamlar ailem!" diye inledim. Bensiz ne kadar da güzel gözüküyorlardı, sanırım aileye tek fazlalık ben ve ağabeyim. Babam üzgün bakışlarla bana bakarak "Ben sana diyorum çalışma ama sen beni dinlemeyip gidip çalışıyorsun. Kendine acıman yok mu senin?" diye sitemle konuşunca annem benim yerime cevap verdi. “Leventciğim işe gitmese o yataktan çıktığı var mı Allah aşkına!" ben tam ağzımı açacakken bu sefer Hilal Hanım "Zaten kiloları almış başını gidiyor, markette de çalışmasa yakında kapıdan sığamayacak.” dedi. Gözlerim büyüyüp ağzım şaşkınlıktan bir karış açık kalarak baktım. Vay be, ne çok seviliyorum bu dünyada. Gerçekten insanı kırdıklarının farkında ya değiller ya da hoşlarına gidiyordu, kilo takıntım olduğunu bildikleri halde beni en savunmasız yerimden vuruyorlardı. Ne aile ama! "Ben doydum!" diyerek ayaklarımı yere vurarak içeri girdim. Annem yaptığı yemeği yememi, odamdaki aburcuburlara saldırmamamı eklediğinde elimi kafama atıp saçlarımı yolarak çığlık attım. Gerçekten bazen ailenizden nefret ettiğiniz anlar oluyordu. Hepsi sağlıklı olsun, yaşasın ama benden uzak olsun, diye düşünmeden edemiyordum sonra. Tövbe estağfurullah... Cidden üniversiteye gideceğim günü iple çekiyorum yemin ederim, başka bir kurtuluşum da yoktu zaten! "Allah'ım beni bunların elinden kurtar, hangi günahımın bedelini ödüyorum?" gözlerimi yukarı çevirdim, "O günahlarımı affeyle ya Rabbim!" diye isyan bayraklarını indirdim ve beyaz bayrağı sallayarak banyoya doğru ilerledim. Uzun bir duşun ardından mabedime uçarcasına gidip kapıyı kapattım. Banyo benim odama en uzak taraftaydı, banyo yapmam için evde kimsenin olmadığı anları kollamak benim imtihanımdı. "Ağladığına yanıyor insan, ağladığına yanıyor!" diye sesli bir şekilde bir yandan şarkı söylüyor diğer yandan da saçımı kurutuyordum, kolum ağrıdığı için kurutma makinasını fişten çekip kafamı havlu ile sardım. Üzerime ağabeyimden ödünç aldığım siyah tişörtü ve Buggs Bunny'li şortu geçirdim. Oğuzcuğumun tişörtü öyle uzundu ki altına şort giydiğimi bilmesem çıplak derdim kendime. Masanın üzerinden nemlendirici alıp yüzüme, llerime ve kalan vücuduma krem sürdüm. Banyodan sonra aşırı kuruyordu tenim, sular maalesef aşırı kireçliydi. Telefonuma gelen bildirim ile isteksiz bir şekilde telefonuma doğru uzandım ve bildirime tıkladım. Instagram’dan başka bir cihazdan giriş yapılmış, artı kızlara buluşma mesajları atılmıştı. Buna inanamıyorum! Burak, Allah seni bildiği gibi yapsın Burak! Burak diyordum çünkü Burak’tan başkası bunu yapmayacağı gibi şifremi de ondan başkası bilmiyordu. Onu elime geçirdiğim gibi kahverengi saçlarını cımbızla tek tek yolacaktım. Göt kıllarına kadar kel edecektim onu. Elimdeki telefonu yatağa fırlatıp ayaklarıma terlikleri geçirdim ve koşar adım Burak'ın evine doğru ilerledim. Babam arkamdan nereye diye sorunca "Katil olup geleceğim, bekleyin!" diyerek koşmaya devam ettim. Dört dakikalık uzaklıkta ki eve bir dakikada uçarcasına gittim ama annesi inşaat evde olduğunu söylediğinde düşünmeden oraya da aynı hızla gittim. Böbreğimin olduğu yere sancı girmeye başlamıştı, zor zekât nefes alıp veriyordum ama sanki birisi boğazımı sıkıyormuş gibi hissediyordum. Anlayacağınız nefesi makattan alıyordum. Burak'ı gördüğüm gibi "Lan Burak, Allah seni bildiği gibi yapsın! Islak tuvalet terlikleri ile dövülesin Burak, gömlekleri ütülenmeden okula gidesin Burak! Allah cezanı vermesin öküz Burak!" diye bağırmaya ve beddualarımı sıralamaya başladım. Hızımı alamamış olmalıyım ki "Sürüm sürüm sürünesin, jölelediğin saçların dökülsün, kemiklerin tez zamanda erisin Burak, dalga geçtiğin kısa boylular gibi olasın Burak!" Burak korkarak koşmaya başladığında ben de peşi sıra koşuyordum. O kadar hızlıydı ki namussuzu yakalayamamıştım ve buna da ayrıyeten sinirlenmiş, yerimde zıplayarak çığlık atmaya başlamıştım. “O uzun bacakların erisin, kemik erimesinden cüce kalasın Burak!” Fark etmişsinizdir ki Burak’ın en sevdiğim özelliği boyunun uzun olmasıydı, benim arkadaşımın boyu uzun aklı kısaydı. O kadar çok koşmuştum ki ciğerlerim patlayacak gibiydi, totomdan başlayarak bacaklarımın yanıp kaşınması da cabasıydı. Kafamı yere eğip ellerimi dizlerime koyup soluklanmaya çalıştım, beni boğazlayan eller sanki ağzımı burnumu da yastıkla kapatmıştı o derecede kötü olmuştum. Hiç böyle olmamıştım, resmen birisi benden tüm oksijeni kesmişti. Burak yanıma doğru gelip “İyi misin kız?” diye sordu, ona attığım bakıştan sonra tekrar koşmaya başlayınca "Dağda ayılar mı yedi beynini öküz!" diye bağırarak tekrar kovalamaya başladım. En son inşaatın arkasına doğru gittiğinde hızlı adımlarla yürümeye başladım. Eninde sonunda onu yakalayacaktım ve kafasını yolacaktım, yolunmuş tavuklara benzetecektim. "Se-ni öl-dü-re-ce-ğim!" artık kelimeleri bir araya getirecek kuvvet kalmamıştı bende. Köşeyi tam dönüyordum ki arkamdan biri belimden tuttu, elleri hızla beni çevirdiğinde kafamdaki havlu yere düştü ve uzun saçlarım yüzüme saçıldı. Saçımın ıslaklığı yüzünden olsa gerek resmen kırbaçlanmış gibi canımı yakmıştı. O ana kadar havlunun bende olmasına mı şaşırayım, bunca koşuşa rağmen havlunun yeni düşüşüne mi yoksa birinin beni neredeyse kucaklamasına mı? Kafamı yukarı kaldırıp bana dokunan kişinin kim olduğuna baktım ve tabiri caizse küçük dilimi yuttum. |
0% |