Yeni Üyelik
50.
Bölüm

50. Bölüm

@hiyera212

DÜN SABAHTAN BERİ ELEKTRİK YOKTU, MAALESEF BÖLÜMÜ GEÇ ATTIM, KUSURA BAKMAYIN :)
OY VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN CANLARIM
😍😍😘🥰

***DENİZ EFE KAYA***

Havanın karardığını haber veren gök yüzüne bakıyordum, bir yandan dışarı seyrediyor diğer yandan da parmaklarımın arasındaki sigarayı içime çekiyordum.

Bir haftadır dışarı çıkamıyordum, içim sıkılmıştı artık. Zaten istesem de çıkamazdım çünkü sınava çok az kalmıştı ve biraz da olsa çalışmam gerekiyordu. Ders çalışmak benim için sıkıntı değildi ama aklım sürekli Tuana'daydı. Onu artık görmek istiyordum, Gazel'in benimle uğraşması beni hiç iyi etkilememiş Tuana'nın aramalarının hiçbirine geri dönmemiştim. Kendimi suçlu hissetmesem de kötü hissediyordum o yüzden Tuana’nın yüzüne bakamıyordum.

Yalnız kalmak beni düşünce çukuruna itiyor ve sürekli alakasız şeyler kuruyordum kafamda. Belki şu öfkemi bir köşeye bırakıp kendimi toparlayabilsem daha iyi hissedecektim ama olmuyordu. Herkese karşı bir öfkem vardı, bir nedeni yoktu aslında öfkemin, olur olmadık her şeye öfkeleniyordum. Bacağım iyileşiyordu ama ben şikayet etmekten başka bir şey yapmıyordum.

Ben böyleyken Tuana nasıl beni gelip görmez merak ediyordum, ben yürüyemiyordum, araba da süremiyordum, Burak ile konuşmuyordum, Mert zaten sanayide işe girmişti; vakti yoktu. Toprak desen zaten ders çalışmaktan beyni yanmıştı, içimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Şarkı söylemek bile içimden gelmiyordu. Benim en çok ihtiyacım olan şey uyumak belki de ama onu da yapamıyorum, saçma sapan kabuslar görüyorum bu yüzden uykuyu da azalttım.

Geçen gün Tuana bana tecavüz ediyordu, o kadar çok korkmuştum ki bizim eve gelmesine rağmen onu odama almamış, yalnız kalmak istememiştim. Yani kötü kötü rüyalar görüyordum, ben böyle rüyalar gördükçe ondan uzaklaşıyordum çünkü onu her gördüğümde çıplak görüyordum. Kendimi sapık gibi hissediyordum.

Ben Tuana'yı sevmek dışında yaklaşamazdım, ellerini tutmalıydım, kokusunu içime çekmeliydim, sarılmalıydım. İlerisi olmayacak hiçbir şeyin hayalini bile kuramazdım, çünkü biz şu an sevgili gibi olsak da aynı zamanda arkadaştık da bize yakışmazdı. Bana yakışmazdı.

Mayısın ikinci haftası bitmek üzreydi, mahallemize bereket yağıyordu. Pencereye vuran damlalar yavaşça aşağı doğru kayıyordu, ben de Burak'ın suratını böyle kaydırmak istiyordum. Bunun hayali ile kendimi rahatlamış hissettim. Bir hafta boyunca bir sürü test çözmüş olsam da aklımdan Tuana'yı çıkaramamıştım.

Aniden içime bir dışarı çıkma isteği geldi, evet karar vermiştim, dışarı çıkacaktım, evet hem de böylesi yağmurlu bir havada. Kararımdan dönmemek adına yavaşça odadan çıktım, annem mutfakta öğle yemeği hazırlıyordu, ona çaktırmadan dış kapıya geçmek istesem de koltuk altı değneklerim sağ olsun annem hemen mutfaktan çıkarak "Deniz! Nereye gidiyorsun?" içimden ya sabırlar çekmeye başladım.

Ona kaşlarımı çatmış, sıkılan bir ifade ile baktım; annem kafasındaki yazmayı düzelterek “Bak oğlum baban gelir birazdan, böyle dışarı çıkma! Allah korusun ayağın kayar düşersin” omuzlarım düşmüştü.

“Anne kaç gündür evden dışarı çıkmadığım için beynimin etini yiyen sen değilmişsin gibi şimdi de çıkma mı diyorsun! Bazen ne istediğini ben bile anlamıyorum, çıkayım mı kalayım mı?”

Toprak beyefendi de sesimizi duyunca odasından çıkıp "Anne bence de bırak biraz çıksın dışarı, yoksa cidden bunalımından çıkamayacak sonra her önüne gelene sataşacak! Bırak çıksın, elleme! Allah Allah'a!" bu dingil bana yardım mı ediyor, gömüyor mu? İnsan bir de ikizim gel ben seni gezdireyim bu yağmurda yalnız kalmana gönlüm razı olmaz der; ama bunda o düşünce nerde!

"İyi, ne haliniz varsa onu görün he mi? Babanız gelir birazdan, ben görmedim, derim!" diyerek mutfağa gidip ocağın altını kapattı ve "Yemeğinizi de kim pişirirse pişirsin, madem bu evde sözüm geçmiyor, alın kendiniz yapın!" oflayarak "Anne abartma ya bir saatliğine dışarı çıkıp geliyorum!" diyerek duygu sömürüsü yapmasına fırsat bırakmayarak dışarı çıktım.

Bu kadına bir haller olmuştu ama çözemedim.

Ben yürürken halen arkamdan "Bu yağmurda gidiyor ya rabbim, sen bu çocuğa akıl fikir, bana da para ver!" diye dua ettiğini duyunca sırıttım. Ayakkabılarımı giyemeyeceğimi anlayınca da terliklerimi giyip birkaç basamağı yavaş hareketlerle indim.

Acaba beni göremediği için mutsuz olmuş muydu Tuana? Umarım geçen onunla konuşmadığım için bana sinirlenmemiştir, çünkü şu aralar hiç trip çekecek havada değilim. Neden duramadan hislerimin değiştiğini anlamıyorum. Mesela birine karşı sevgi besliyorsam sinirlendiğimde bu sevgi saniyelik olsa değişir ve nefret olarak bütünleşir.

Tuana'nın evinin önüne gelene kadar akla karayı seçmiştim. Yol (500 metre) çok uzak değildi kesinlikle, lakin bana o kadar uzun gelmişti ki... Allah’tan yoldan geçen komşularından birisi beni arabaya atıp evlerinin önüne bırakmıştı.

Evlerinin etrafı tellerle kaplı çiftle çevrilmişti, iki katlıydı, alt kat mağazadan oluşuyordu. Evin ön kısmında kocaman dut ağacı, ağacın dibindeyse çardak vardı. Yan taraflarda da üç sedir ve ortalarında da tahtadan bir masa vardı. Yerler ıslak çimlerle kaplıydı. Bahçe kapısının önünden evin giriş kapısına kadar taşlar dizilmişti, bu sayede ayaklarımızın çamur olması önlenmişti. Evin üst katına giriş ön taraftaydı, alt katın kapısı ise arka bahçeye düşüyordu.

Terliklerimi yere sürterek yürümeye başladım, bahçe kapısına kadar gelmiş, sürgüyü açıp içeri girmiştim. Birkaç basamağın duvar kısmında bir eliyle duvardan destek alarak ayakkabısını çıkaran Hilal ablayı gördüm, gülümseyerek yürümeye devam ediyordum ki terliklerden çıkan sesi duymuş olmalı ki bana doğru baktı. Üzerinde lacivert pantolonla beyaz bir ceket vardı ve fermuarı boğazına kadar çekiliydi. Saçlarını kıvırcık yapmıştı, makyajı da tam tıkırdı, nereye gitmişse?

Ağabeyimle buluşmuş gibi geldi ama bilemedim.

"Ooo Deniz Efe, hoş geldin canım." Tebessüm ederek "Hoş buldum abla, Tuana evde mi?" o sırada Hilal cevap vermemişken Tuana'nın evin içinden "Lan bir ayranı getiremedin, Allah bildiği gibi yapsın Hilal seni!" diye bağırması gelince dişlerimi birleştirerek "Sanırım evde!" dedim, Hilal kahkaha atarak "Çok mu belli oluyor?" dedi. Ayakkabılarını yeniden -ayakkabının arkasına basarak- giyerek yanıma geldi.

Evin önüne gelmiştim o sıra, merdivenlerden çıkmama yardım etti. Demir kapıdan içeri girdikten sonra sağ tarafa da merdiven kısmı vardı, onu da yavaş yavaş 8 basamak çıkıp bu sefer sola döndük, 6 basamakta öyle çıkıp sağdaki demir kapının önünde durduk. "Yardım ettiğin için sağ ol," Hilal gülümseyerek "Ne demek, her zaman." dedi ve ayakkabılarını çıkarıp ayakkabılığa yerleştirdi. Demir kapı tam örtülmemiş, araya içeri terliği yerleştirilmişti. Tuana’nın kapıyı açmamak için girdiği tripler.

Koltuk değneklerimi kenara koydum ve terliklerimi çıkardım. Ev içeriden daha sıcaktı, normal olarak tabii, Hilal abla içeri girip "Sen salona geç, Tuana oradaydı." diyerek mutfağa doğru geçti.

Her zaman geldiğim eve tereddüt ederek baktım, Tuana ile artık kankammış gibi davranma gereği bitmişti ve Oğuzhan ağabiye verdiğim sözü tamamen unutmuştum. Tuana'ya aşkımı ilan etmiş, bu aşkta karşılık bulmuş ve hastanelerde süründükten sonra çok az birbirimizi görmüştük. Ne arkadaşım ne sevgilim ne de flörtüm olan kızın evine gelmiştim. Tereddüt etmem için gayet makul sebeplerim vardı.

Sevgili nasıl olunur, elini tutsam bir şey der mi, sarılsam kimse bakmıyorken izin verir mi, saçlarını okşasam, kokusunu içime çeksem beni öldürme olasılığı kaç? Eskiden böyle düşünceler kafamı kurcalasa da artık rahattık, mutluyduk. En azından bir hafta öncesinde öyleydik. Neyse hayalleri bir kenara bırakalım da gerçeğime gideyim, hayatımın en güzel gerçeğine.

"Hilaaoğl! Nerede kaldı lan ayran!" Tuana'nın içerden gelen sesini duyunca aklımdaki bütün sorular zihnimden silindi. Tuana her zamanki Tuana'ydı işte. Değişen tek şey sıfatlardı, kanka yerine benim sevgilim, olmuştu.

"Geliyorum kız, malamat olup kendini mahallenin diline düşürme!" Hilal mutfaktan çıkmadan cevap vermişti.

Özlemin verdiği heyecanla tir tir titreyerek içeri girdim, duvarlara tutuna tutuna ilerliyordum, yağmur dursa da her yer çamur olduğundan değnekler çamur olmuştu bu yüzden içeri alamamıştım. Sultan teyze halılarının çamur olduğunu görürse beni eve geri postalardı.

Mutfağı geçerken Hilal'in sürahinin içine ayran yaptığını gördüm, "Ne yiyoruz abla?" diye sordum. Hilal kahverengi gözlerini bana dikip beyaz dişlerini gösteren bir tebessümle "Vallahi sever misin bilemem canım, ben ayran yapıyorum Tuana da kısır yapmış yanına da pizza getittirdi, bu kızın midesi neresinde hiç bilmiyorum!" diyerek gözlerini pörtletse de kıkırdayıp "Alemsin abla ya, sanki bilmiyorsun Tuana'yı?" dedim. Benim çok sevdiğim kız böyleydi işte, yarı deli, obur ama aynı zamanda güzel. İçi de dışı gibi güzel.

Evde erkek yokken bu eve girmezdim ama söz konusu bir haftadır Tuana'yı -hatta aylardır doğru dürüst- görmediğimden kendime taviz vermiştim.

Salona gittiğimde Tuana yer sofrasına oturmuş, bir ayağını tam açmış diğerini de bükmüş oturuyordu. Sofranın üstünde iki tabakta kısır, ortada karışık turşu ile marul tabağı vardı. Beni fark etse kesinlikle böyle oturmaz, oturuşunu düzeltirdi ama televizyona baktığı için beni fark etmemişti.

“Afiyet olsun,” Tuana ağzında yarısı yenmiş bir marulla bana dönüp öksürmeye başladı, o an o kadar tatlı geldi ki gözüme otuz iki diş sırıtmadan edemedim. Saçları ev topuzuydu ve bir kısmı yanlarından dökülmüştü. Yeşil gözleri irileşmiş ağzı hafif aralanmıştı. Yanaklarının kızardığını görünce elimi saçlarıma atıp utançla karıştırdım, utanınca neden bu kadar tatlı oluyordu ki?

Kıyafetleri dikkatimi çektiğinde gülmemek için dudaklarımı dişledim, kendine büyük gelen Hello Kitty'li pijamasının belini annesinin yazması ile bağlamış ve üzerine giydiği ince sweetin üzerine, göğsünün altına kadar çekmişti. Aklıma Avrupa Yakası'nda ki Gaffur'un pijamalı hali gelirken içimden kahkahalar atıyordum. Nitekim bu kahkahayı attığımı duysa beni şuracıkta boğacağından hiç şüphem yoktu!

"Senin ne işin var burada?" Tuana ağzındaki marulu sofraya koymuş bir kısmını da çiğnemeden yutmuştu. Hızla ayaklandı, kıyafetlerine baktığımı fark etmemişti Allah'tan. Gözlerinin yeşilliklerine bakarak kızıyormuş edasıyla "Ne demek ne işin var, özledim de geldim!" dedim dürüst bir şekilde!

"Özledin de geldin öyle mi?" Tek kaşını çatmaya çalışmış lakin iki kaşı da kalkınca işaret parmağı ile tek kaşını kaldırarak, "Demek öyle?" diye tekrar sordu.

"Öyle!"

"Bu ayaklarla özledin ve o kadar yolu geldin öyle mi?" Tekrar sormasına sinirlenemeden Tuana gözleri dolmuş bir şekilde bana baktı, daha fazla dayanamayarak bir adım atıp onu omzundan tutup kendime çektim ve kollarımın arasına aldım. O kadar güzel kokuyordu ki onun kokusu ile sarmalanmak istedim. Onu nasıl özlediğimi bir bilse kendinden asla mahrum bırakmazdı beni.

"Keşke haber verseydin, ben sana gelirdim!" Ben sende bitiyorum Tuana, her şeyden geçiyorum senden geçemiyorum.

"Senin ders çalışıp üniye gitmen, ardından atanıp memur olman ve beni alıp bana bakman gerekiyor. O yüzden çok rahatsız etmeyeyim, dedim!"

"Memur olsam seni mi alacam ben la?"

Omuzlarından tutup göz göze gelmemizi sağladım, gülmemek için dudaklarına dişlerini geçirdiğini görünce "Bak bak şunun tatlılığına bak, resmen beni delirtmek için var olmuşsun!" diyerek burnunu ısırdım. Tuana'nın gözleri irileşti ve dudakları aralandı.

"Sen ne yapıyorsun deli!"

"Deliysem bir tek sana deliyim!"

"Off sus Deniz ya, hadi otur da kendi ellerimle yaptığım kısırdan ye! Bak bakim ben mi daha güzel yapıyorum annen mi?"

"Yuh Tuana ya, yuh!" Hilal yuhlayarak salona girince Tuana'nın sofraya tekrar oturmasına şükrederek "Kendini neden annemle kıyaslıyorsun ki?" diye sordum, daha bismillah demeden gelin rolüne bürünmüştü hanımefendi, kaynanasını kıskanacaktı başımıza.

"Yok yani canım arkadaşım, annen kadar güzel yapabilmiş miyim diye soruyorum!" İçimden yav he he, dışımdan da "Hele öyle de!" diyerek ayakta kalmaya devam ettim, bacaklarım sağ olsunlar oturamıyordum yere, otursam da iki kişi beni ancak kaldırıyordu.

"Tuana kör müsün, çocuğun bacağı kırık, nasıl otursun yere? Kalk ona servisi mutfakta aç, kendi tabağını çanağını da götür. Ben izleyeceğim biraz da televizyon! Sabahtan beri sen izliyon!" Biz ders çalışıyor sanıyoruz, hanım kızımız TV izliyor, keyfe gel.

Hilal ikimize de birer bakış atarak "Ne oldu küs falan mısınız?" diye sordu. Şaşırmadım doğrusu, genelde Tuana'nın üzerime atlaması gerekti ama aramızda karşılıklı duygusal bağın farkında olduğumuzdan dolayı yaklaşamıyorduk birbirimize ve bunu tuhaf karşılaması gayet normaldi. Üstüme atlamak derken yani yanı başımda bitmesi, koluma girmesi gerekiyordu. Fesat olmayın.

"Yok ya ne alaka Hilal, sadece açlıktan bağırsaklarımda ki kurtlar ölcek, ondan korkuyorum!" diyerek mutfağa hızla koşup biz gelene kadar saçını başını düzeltmeye çalışmış, becerememişti. Mutfağa baktığımda her yer dağılmış tezgâhın üstü birbirine girmişti. Hayatımda yemek yaparken etrafı bu kadar dağıtan insan görmemiştim, zaten yemek yapmayı da sevmezdi.

Tuana'ya gülecekmiş ama gülemiyormuş gibi bakarak "Kızım mutfağa ne yaptın, burada 3. Dünya Savaşı çıkmış gibi görünüyor!"

Dalga geçmeme sinirlenip masanın üzerinden bir marul alıp bana fırlattı ama havada yakaladım. Bu hareketime de sinirlenip dudaklarını buruşturunca "Tamam tamam, bir şey demiyorum. Hadi yiyelim midem kazındı!" diyerek masanın kenarında durdum, benim için sandalye çekince gülümseyerek ona dönüp baktım. Oturduktan sonra bana da bir tabak kısır koydu ve bir çatal alarak önüme bıraktı.

Kısırı yemeye başladığımda çok güzel yapmış olduğunu anladım ama beğendiğimi belli etmedim. Şımartırsak hazır kafamıza çıkardı! Yemeyi bırakıp ona baktığımda elinde bir tepsiyle salona gitti, dönüşte iki bardak ayran ile kendi kısır tabağı ile gelmiş yanıma oturmuştu. "Zahmet olmazsa ekşiyle pul biberi getiriversen!" gülümseyerek ayaklandı.

Tuana istediklerimi tabağımın yanına bıraktıktan sonra tam oturacaktı ki belini kavrayarak kucağıma çektim. İnce beli avcuma sığıyordu, çok güzel bir histi bu. Elim belindeydi ama hala yaşıyordum.

Tuana'nın yüzüne baktığımda yanaklarının kızardığını gördüm, daha fazla kendisine bakmamı istemiyormuş gibi gözlerini kapayıp burnunu göğsüme sürterek kokumu içine çekti. Derin nefesler almam kalbimin bu kadar hızlı atmasını engelleyemiyordu.

"Özledim," dedim titrek nefesimle. "Çok özledim!"

"Öyle çok özledim ki..." Sesi kırık geliyordu, hani kalbi kırık insanların sesini anlarsınız ya, onun gibiydi. Ağlamadan önce çıkan çaresiz ses tonuyla tekrar konuştu: "Seninle aynı mahalledeyiz ama ne çok uzağız birbirimize! Ben senden bir adım uzak kalmak istemiyorum!" diyerek burnunu çekti. Burnumun direği sızlarken "Seni çok seviyorum bir tanem, sakın üzülme tamam mı, bu sınavlar bitecek, biz birbirimizden asla ayrılmayacağız!" saçlarının kokusunu içime çekerken bir buse kondurdum.

Yanaklarını ellerimin arasına alıp kendime çevirdim, "Tamam mı?" gözlerimin içine bakarak "Tamam," dedi.

"Babanlar nerede?"

"Babam ve annem Burakgile gitti, aslında bende Burak'ın yanına gidecektim ama karnım o kadar acıkmıştı ki gidemedim. Demek ki buraya geleceğini hissetmişim, kaderimiz bir yani." İkimizde gülümsedik.

"Kaderinim zaten kızım, bunca yıl boşuna mı sevdik?"

"Boşuna sevmedin ama az sonra açlıktan öleceğim için belki sevecek birisini bulamazsın." diyerek üstümden kalktı ve kendi sandalyesine oturdu. Kısırın üzerine ekşi ardından da acı pul biber ekleyince yutkundum ve Tuana'nın ağzına daldıracağı kaşığı elinden tutarak ağzıma daldırdım ve o leziz tadı ilk ben tattım. Dilim yansa da belli etmedim, çok güzeldi.

 

Loading...
0%