@hiyera212
|
Ona baktığımda yutkunmadan edemedim, o parmağının tersi ile gözlerimin önünde ki saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirdi ve gözlerimin içine baktı. Ah bu koku, bu koyu kahverengi gözler! "De-Deniz!?" "Tuana?" Koyu kahverengi gözleri gözlerimi sarmıştı, o sevdiğim unutulmaz odunsu, narenciye kokusu içime huzur gibi yayılmıştı. Bulutların üzerinde zıplıyormuşçasına kendini harap eden kalbim ise derdini anlatamayacak derecede durumu kötüydü. Deniz'in varlığını unutmuştum ve rezil olmuştum, gözlerimi kısıp ellerimle yüzümü kapadım. Çok utanıyordum, Deniz beni bırakmadan kıkırdayarak "Ne oldu? Utanasın mı geldi?" diye sordu. Üzerimdeki uzun tişört ve şort da o an aklıma gelmişti. Utanmayı geçin rezil rüsva olmuştum, tüm vücudumun yanması ve yüzümün alev alması kızardığıma işaret olabilir miydi? Yerimde sinirle zıpladıktan sonra Deniz’in gözlerine yetişebildiğim kadarıyla elimle bariyer oluşturdum ve bana bakışını engellemeye çalıştım. Sinirli bir şekilde homurdandım. "Deniz sen değilsin de mi, ben değilim de." "Ben değilim." Yüzünden ellerimi çekip ona baktım ve utanarak gözlerimi üzerinde gezdirdim. Deniz'in üzerinde ilk defa gördüğüm koyu yeşil bir şort ve krem rengi kısa kollu gömlek vardı. Ellerini benden çekip duvara doğru geriledi, biraz daha temas kurmaya devam etse sıvı hale dönüşüp ardından da buharlaşacaktım. "Hani sen değildin?" "Beni, ben yapan ne?" Yeşillerimi yüzüne çevirdim, koyu renkteki saçları alnına düşmüştü. Çehresine hayranlıkla bakıyordum, o kadar güzel olabilir miydi bir erkek? Erkeğin güzeli de ayrı bir olaydı, erkeksin ama güzelsin de. “Hoş geldin,” dedim gülümsemeye çalıştım, otuz iki diş sırıtarak “Hoş buldum.” dedi. Gerçekten hoş bulmuş muydu beni, yoksa kalıp bir ifade olduğu için mi öyle demişti? “E o zaman şey …” “Ney?” “Be- ben …” “Tuana, sen iyi misin?” Kollarımı boynuna sarmak, ona sarılmak, kokusunu içime çekmek istiyordum. Bunun için cesaretim yoktu, neden sarılaydım, neden kokusunu içime çekeydim ki? Ya cesaret edebilsem ya sarılsam ne olabilirdi ki? “Deniz, ben …” “Evet.” Söylemiş miydim sarılmak istediğimi, ona mı evet demişti. Neye evet demişti ki? Bazen istek ve hayallerinizi dizginleyen, sizi kamçılayan bir şey vardı ve buna engel olamıyordunuz. Benim cesaretim yoktu, şu an olsaydı da sarılsaydım, dudaklarına yapışsaydım da öpseydim. Tamam bu sondaki imkansızın da ötesindeydi. Eskiden böyle bir düşü hiç kurmadığım için yüzüm daha da kızardı. "Tuana, babam çağırıyor, hemen yanıma gel!" Ağabeyimin sesini işittiğimde yüreğim ağzıma gelirken birkaç adım sendeleyerek geriye doğru gittim. Kaç gündür bu anın olmasını beklerken bütün büyüyü ağabeyim olacak şahıs mahvetmişti. Aslında büyü yoktu, büyülenen bir ben vardım sadece. Zaten sarılamayacaktım, cesaret edemezdim. Yani bir şey mahvolmamıştı. "Abin çağırıyor, git hadi!" Deniz'in ölüp bittiğim sesini duyunca bütün ruh hâlim sinir yerine hayranlığa kaldığı yerden devam etti. Onun sesi duyduğum en güzel sesti, kulakta ve kalpte hoş, bedenimde sersemletici bir iz bırakıyordu. Heyecandan ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemeyerek ve Deniz'e de cevap veremeyerek yerden havluyu aldım ve koşar adım ağabeyimin yanına gittim. Gider gitmez kafama okkalı bir tokat atıp "Sana ne kadar küfür etsem az gelir kız, bu ne hâl kızım?" ağabeyime baktım ve "O hâl be bilader!" diye saçma sapan bir espri yapıp koşarak eve gittim. Biraz daha yanında kalsam katil olacak gibi hissetmiştim. Deniz'e sarılamamıştım, saçlarına doyasıya bakamamıştım, yüzünün her ince ayrıntısına kadar inceleyememiştim, çehresini aklıma kazıyamamıştım velhasıl onu ezberimde tutamamıştım. Ezberimdeki hali bugün ki değildi, üç ay önceki haliydi. Ama bugün bir şey olmuştu, günlüğüme bile sayfalarca yazacağım bir şey, belimden tutup beni resmen kendine çekmişti. Beni döndüren kemikli elleri, kahverengi içimi kıpır kıpır eden gözleri ve o harikulade sesi yüreğimin içini sarabilmişti. Bunlar bile kalp krizinden ölmem için yeterli bir sebepti. Gece boyunca sürekli aklıma Deniz geldiği için uyuyamamıştım ve sabaha kadar onu hayalime sığdırmaya çalışmıştım. En son ezan okunuyordu, namazımı kılıp sonrasında zorla uykuya dalmıştım. *** Öğlene doğru ise işe gideceğim için kalkmış, hazırlanmış ve işe gitmiştim. Bugün normalde çalışmayacaktım ama izin alan kızın yerine yine ben gitmiştim ve gerçekten onu öldürmek istiyordum. İşe gitmiş ve her zamanki şeyleri yapmış, bol bol yorulmuş, patronun olmadığı zamanlarda abur cubur yemiştim. İşim bittiğinde üzerimi değiştirip eve koşarak gelmiştim. Bugün zaman hızla akıp geçmişti Allah’tan, yoksa kafayı yerdim. Akşam üzeri dayımlar bize gelmişti ve hep birlikte dışarıda oturmuş teyzemi görüntülü aramış konuşuyorduk. Burak'tan bugün ki yetmiş beşinci mesaj gelince çok sevgili ailem beni felç etmesinler diye odama geçip mesaja baktım. BORKİ: "Tuana yarım saat sonra Oğuzhangille Adana'ya gidiyoruz, haberin olsun! Oğuzhan yalnız gidiyor, orada buluşacağız, araba boş yani! ;)" Gözlerimi devirdim, ne var yani gidebilirsiniz, bana ne! Tekrar mesaj geldiğinde Burak'a söylenmeden edemedim, içimi mi okudun zalimin oğlu? BORKİ: "Deniz'de geliyor bu arada!" Deniz'in adını gördüğüm an kafamdaki tilkiler cirit atmaya hemen plan kurmaya başladı. Acilen dışarı çıkıp "Mercan, bir bakar mısın canım kuzenim?" Mercan teyzeme el sallayarak "Halacığım sonra görüşürüz," dedi ve yanıma doğru geldi. "Kerem'i gördün de mi, nasıl yakışıklı, nasıl karizmatik!" Mercan’a gözlerimi devirerek baktım ve "O zaman Bulut'u terk et, Kerem'i al!" diyerek dalga geçtim. Mercan'da ellerini çiçek yaptı ve oflayarak odama geçtik. Sadakat önemliydi, sadakat demişken canım arkadaşım Nihan ne durumdaydı acaba? O günden sonra kuzeninin evine kalmaya gitmişti ve bu mahalleye daha dönmemişti. Israrlı aramalarıma da asla dönmemişti. "Bulut'tan hoşlanıyorum ama etrafta bir sürü yakışıklı var, kendime engel olamıyorum." "Sadakatsiz bir karısın yani?" "Aynen öyle." Kaşlarımı çatıp ona baktığımda gözlerini devirdi ve "Saçmalamayı kesecek misin, ben sevgilisine sadık bir insanım." dese de 'he he' diyerek dil çıkarttım. Başka birileri ile konuşmaması onu sadık yapmıyordu, bence insanın içinde olan bir şeydi, mesela ben sevgili olmadığım Deniz’in üzerine gül koklamıyordum. "Konu Deniz mi?" Deniz’in adını anmadan anacağını söylese de kalbim hazırlık yapsa olmaz mıydı? "Yani asıl konu Deniz, hep beraber Adana'ya gidiyorlarmış. Herkes tatilini yaptı ben hariç, herkes denize gitti yine ben hariç, herkes lunaparka da gitti ben hariç!" diye sitemle oflayıp pufladım. "Tuana eniştem götürdü, kalabalık bir aileyiz ne yapayım yer yoktu!" Dediğim gibi ben hariç herkes iki araba toplanıp Yumurtalık’a gitmiş, birisi bile bana haber vermedi. Bagajda yine giderdim. "Kes be kes!" "Şu an planın vardır diye düşünüyorum." Lafı değiştirmesine göz devirip umursamamaya çalışarak gözlerine tekrar baktım. "Abimin arabasına gizlice girip Adana'ya gideceğiz." "Annemden izin aldığın sürece seninle her yere giderim." Mercan'ı çok seviyorum, Allah onu bana hediye niyetine göndermiş resmen. Mercan'ın teklifimi kabul etmesiyle birlikte yatağımda oturmuş bir yandan makyajımızı yapıyor diğer yandan da bu işi nasıl halledeceğimize kafa yoruyorduk. Ağabeyim sıkıldıkça dışarı çıkardı ve hiçbir şekilde umurumda olmazdı, lakin Burak bana gelebileceğimi söylemişti. Bu da demek oluyor ki hem gidebileceğimiz bir yer hem de Deniz'le vakit geçireceğim zamanlar olacak. Burak bana kolay kolay gel demezdi. Deniz’le aynı mahallede olmamıza rağmen her istediğimde buluşamıyorduk, neden buluşamadığımızı da bilmiyordum. Oğuzhan, Burak ile buluşmama kızmasa da Deniz ile buluştuğumda kuduruyordu çünkü ona olan aşkımın bilincindeydi. Mal olsa anlardı ama sevgili Deniz anlayamamıştı. Anlamışsa da belli etmiyordu, belki beni sevmediğindendi. Acaba bugün inanılmaz bir şekilde cesaretimi toplayıp ona aşkımı ilan edebilir miydim? İç sesim bana küfür ederek o da seninle arkadaşlığını kessin de gör sen, diyerek kalbimi kırdı. Oflayarak sağa sola bakındım, aynadaki yansımama bakarken kafamın üzerinde ampul yanıp söndü. "Tamam kuzen, sanırım ne yapacağımızı buldum!" dedim bir çırpıda. Mercan ruju dudağına sürdükten sonra bana öpücük attı ve "Hemen anlat, vaktimiz daralıyor!" dedi. Dudaklarından gözlerimi yukarı kaydırıp yeşil gözlerine baktım, ateş gibi kızdı vallahi. Ayağa kalktım ve el aynasını yatağa bırakıp dolabımın kapağındaki aynaya bakarak anlattım. "Şimdi sevgili dayı kızım, ilk olarak abimin arabasının kilidini açmamız için bize arabanın anahtarı lazım, açtıktan sonra da sen içeri gireceksin ve ben kapıları kilitleyeceğim ve kilidi aldığım yere geri koyacağım. Sonra da gelip pencereden içeri gireceğim, nasıl fikir?" Mercan yataktan heyecanla kalkarak "Tuana ya bundan babamın haberi olursa, beni lime lime eder biliyorsun değil mi?" Dayımın tersi pisti, bir keresinde Merve ile kanala yüzmeye gitmiştik ve döndüğümüzde ikimizi de evin önünde yere oturtturmuş hortumu bize tutarak soğuk su ile işkence yapmıştı. O anları hissedercesine bedenime titreme gelip geçti. "Yani kuzen seni de anlamış değilim ha, yakalansak sence dayım mı o an seni haşlayacak yakınımızdaki ağabeyim mi?" Hangisinden daha fazla korktuğumu bilmiyordum. "Tamam, abin daha korkunç bir şık. Devam et." Sanırım haklıydı. "Bu kadar işte, neyi devam edeyim? Hadi üzerimizi giyelim," "Böyle oldu mu sence?" Mercan'a baktım, üstüne beyaz kolları püsküllü bir bluz ve siyah dar paçalı, dizlerinde yırtmaç olan bir pantolon giymişti. Koyu olmayan ama hafif de sayılmayacak bir makyaj yapmış, tırnaklarına mavi oje sürmüş ve saçlarını da maşa yapmıştı. Çok güzel görünüyordu ama maşaya ne gerek vardı anlamamıştım. "Vay be ne dehşet olmuşsun kız. Şurayı düzeltirsek benden güzel olacaksın." diyerek kıyafetine sıkışan bir tutam saçı çıkardım. "Ben nasıl görünüyorum?" Mercan beni süzmeye başladı. Üzerime krem rengi tişört, bacaklarımı saran siyah dar paça pantolonu giymiştim. Saçlarımı düzleştirmiş; üç bukleyi arkaya doğru örmüş ve yukarıdan at kuyruğu yapmıştım. Saçlarım çok hoş görünüyordu ve uzun olduğu için ayrı bir havası vardı. Gözlerimi ortaya çıkaran koyu bir makyaj yapmış; dudaklarıma da kahverengiye benzer bir ruj sürmüştüm. Eminim fevkalade görünüyordum, hatta havalı sayılacak derecede güzeldim. Kendimi övmeyi size bırakıyorum ama harbi dehşetim yani, kusuruma bakmayınız hanımlar. "Valla benden duyduğun tek iltifat olacak sanırım, çok güzel görünüyorsun. Hatta abartısız çok güzelsin!" Ona içten bir şekilde gülümsedim. "Çukurların olayım Tuana'm." Diyerek parmağını gamzelerime bastırdı ve sonra da ısırdı. Gözlerimi büyüterek "Bak kız öldürürüm seni ha, dua et de rujun bulaşmamış olsun!" "Yok kız vallahi billahi bulaşmadı!" diyerek yanağımı sildi. Eline vurup "Çek elini kemik!" deyip aynada yanağımı sildim. "Kuzen hadi ben gidip abimin anahtarını alıyorum, sen de ayakkabıları al arka kapıya doğru git." "O iş ben de!" Parmak uçlarımda ilerleyerek ağabeyimin odasına gittim. Evde ki haksızlığa bakar mısınız, ağabeyimin odası ayrı ama Hilal ile benimki aynı, oh ne güzel! Hilal benim odama taşındığından beri özel alanım falan kalmadı. Allah'tan lisede son sınıfım, Hilal’in üniversitesinin bitmesine de daha iki yıl vardı. Ağabeyimin yatağı çift kişilikti, annemlerin eski yatağında yatıyordu, annem iki yıl önce kendisininkini yenilemişti. Yatağın karşısında bilgisayar masası ve üzerinde de birkaç kitap vardı. Sandalyesinin üzerinde yığılmış şekilde duran kıyafetlerinden kokular yayılıyordu. İğrenerek bu olanları Nefes’e anlatsam hala ağabeyimi sever mi, diye düşünmeden edemedim. Ağabeyimin pis odasını boş verip anahtarı bulmak için etrafa bakınmaya başladım. Acaba arabanın anahtarı neredeydi, diye düşünürken yatağın üzerinde katlanmış siyah pantolonu gördüm, sanırım bunu Adana'ya giderken giyecekti. Gidip pantolonunun cebini karıştırdım ve arabanın anahtarını aldım, sessiz ama koşar adım arka bahçeye açılan kapının oraya gittim. Arabanın penceresinin küçüklüğünü görüp "Kuzen ben bu kilo ile hayatta pencereden sığmam sana söyliyim, bence anahtarı sen koy. Sol cepten aldım." diyerek onu yolladım. Çok tecrübeliydim bu pencere konusunda ama kilolarım yüzünden giremezdim. Mercan açtığım pencereden bir panter edasıyla girdi ve koltuğa oturdu. Ağabeyim gelmeden koltuktan aşağı inip o araya sıkışacaktık. Aklıma Burak ile bir anım gelmişti, hemen Mercan'a anlatmaya başladım. "Kuzen bir keresinde ne oldu bil bakalım?" "Burak deme de!" "Burak!” “E devam et, şaşırmadım.” “Burak, eniştesinin arabası ile uğraşıyordu ve o ara sürmeyi bilmiyordu, bende arka taraftaki pencereden kafamı içeri sokmuş içerideki çikolatayı alacaktım sonra bu mal arabayı çalıştırmasın mı, bildiğin pencerede kaldım ve az kalsın düşecektim." "Oha ya ne mal bir çocuk bu." "Aman çocukluğu biter mi?" İkimiz de söylenip telefonlarımızla ilgilenmeye başladık. "Ay ne zaman gidecek bunlar acaba?" Burak'ı aradım. İkinci çalışta açtığında tüm soruları nefessiz aktardım: "Kanka nerdesin, ne yapıyon, yanında kim var?" "Valla Deniz'i aldım, inşatta oturuyoruz, hayırdır niye sordun?" "Lan demedin mi bugün Adana'ya gideceğiz diye, biz de Mercan ile abimin arabasına saklandık, gitmenizi bekliyoruz!" diye sessizce ciyakladım. Burak kahkahalarının arasından bana cevap vermeyi tenezzül edip "Şaka yapıyorum, birazdan gideceğiz!" gözlerimi devirerek "Deniz kesin geliyor değil mi, benimle konuştuğunu belli etme sakın!" Mercan beni omzumdan itip "Abin geliyor, saklan!" diye uyarınca "Burak bays!" deyip kapattım ve ön koltukların arkasına iyice gizlendim. "Mercan korkuyorum!" "Sessiz ol aptal!" "Peki peki!" Ağabeyim kapıyı açıp içeri girdi ve arabayı çalıştırdı, ardından müzik çalardan şarkı açıp arabayı sürmeye başladı. Şarkının adını bilmiyordum ama kafamın patlamasına ramak kalmıştı. O kadar yüksek sesli müziği babamın bulunduğu bir ortamda nasıl açardı, ayrıyeten dayım da vardı o daha çok kızıyordu böyle durumlarda. “Şimdiki gençlikte ne saygı kalmıştı ne görgü ne kural.” Demiştir yüksek olasılıkla. "Mercan, Merve'ye mesaj atsana. Babangile eve gelip erkenden uyuduğunu söylesin!" diye kısık sesle söyledim. Mercan telefonu çıkardı ve Merve'ye mesaj attı. Araba durduğunda "Burak! Kerem bir saat önce gitti, isterseniz birlikte gidelim?" Burak gülerek "Abi olur valla, şimdi eniştenin arabasını kaçırırsam beni ormana kadar kovalar!" dedi. "Deniz nerede yok mu?" Bir dakika Deniz nerede lan, ben onun için geldim, onsuz gitmem! "Buradayım abi, çöpleri atmaya gittim." Deniz'in sesini duyduğumda o mistik kokusu burnuma dolmuş gibi hissettim. Gözlerine biriktirdiği topraklar, dağlar, taşları andıran kahverengiliği zihnimde canlandı ve anında kalbimde bir sızıya neden oldu. Düşünceli sevdam benim, nasıl da duyarlı; çöpleri çöp kutusuna atmaya gitmiş. "İyi haydin binin de gidek, daha geç olmasın!" "Deniz sen öne bin kardeşim!" Burak seni sevdiğimi söylemiş miydim kardeşim? Burak arka kapıyı açınca bizi gördü ve biz bütün dişlerimizi göstererek sırıttık, Burak'ın göz kırptığını gördüm. Ardından ortadaki boşluğa bizi tepelemeden oturdu. Deniz'de arabaya binmiş olacak ki ağabeyim arabayı çalıştırdı. Kısa süren sessizliğin ardından ağabeyim sohbet konusu açmak istercesine her zaman sorduğu o soruyu sordu: "Mahallede bilmediğim bir yaramazlık var mı?" bu soruyu kesinlikle Burak'a sormuştu, daha Deniz geleli kaç gün olmuştu da mahalleyi bilecekti. "Valla abi şu an pek bir dümen yok, Sevda ile Murat geçen parkta buluşup sanırsam barıştılar. Gizli numara ile Selim'i aradık haber verdik ki ailesinin haberi olsun. Maksat Murat döneklik yapmasın!" diyen Burak'ın ayağını cimcikledim. Bunu yaptığını ya da yapacağını bana söylememişti. Ayrıca zaten yapamazdı, kız hamileydi. "Ne oldu sonra, Selim mi gitti babası mı?" "Babasına söylemiş hemen, ne gevur bir çocuk ya? İki haftaya evleneceklermiş, annem dedi. Murat bu işten sıyrılamaz abi, şerefsiz falan ama kız seviyor o da seviyor. Ne boklar karıştırdığını anlayamadım." Son cümleye yüklediği ima kilometrelerce öteden anlaşılırdı. "Oğlum ben onu linç ederdim de dua etsin arada Nefes var! Geçen ki kavgadan sonra böyle bir şeye nasıl cesaret etti anlamadım, uzman oldu ama adam olamadı. Allah'a dua etsin ki şikâyet etmedik, etsek işinden olurdu!" "Haklısın abi!" "Eee sen de ne var ne yok Deniz Efe, geldin İstanbul'dan yine buraya! Yazın kaçmakla kurtulamıyorsun oğlum bu şehirden, bu mahalleden... Ruhunun bağı var oğlum, vazgeçsen de o seni bırakmıyor! Bıraksan da illa gelecek sebebin oluyor!" Ağabeyimin özlü sözlerden oluşan cümlelerini dinlerken dudaklarımı büzmüştüm, belki de o bağ kaderimizdin bağıydı. "Hayırlısı ya, abi! Babam da artık emekliye ayrılacak ya artık İstanbul işi de benim için bitti! Zaten gürültüden, kalabalıktan bıkmıştım. Babam sırf evde bırakmamak için götürüyor, yoksa ben gitmezdim.” “Adam napsın, Burak ile bir araya geldiğinizde neler olabileceğini ön gördüğü için kendini sağlama alıyor.” “Öyle deme abi, artık çocuk muyuz, kocaman olduk.” “Orası öyle de babaların gözünde büyümüyorsunuz.” Herkes onaylayan sesler çıkarttıktan sonra kısa bir sessizlik hâkim oldu, radyodan gelen Serdar Ortaç’ın sesinden başka ses yoktu. "Tuana ile denk de gelemediniz sanırım?" Adım geçtiğinde Burak beni dürtü, ben de şaşkınca ağabeyime bakıyordum. Deniz'in ağzını arıyordu, daha geçen kendisi yüzünden ona sarılamamıştım hangi yüzle soruyordu. Ne kurnaz ne hain bir evlat doğurmuşsun sen ana? "Ha! Yok denk geldik de sohbet etme şansımız olmadı." "Doğru, geçen gün kafasında havlu ile inşaatın oradaydınız. Ne bok yemeye öyle geldiyse!" Ağabeyim diye demiyorum çok pis bir insan olmakla beraber insanın ağzına nasıl sıçılır, nasıl rezil edilir iyi biliyordu. Burak'ın bacağını cimcikleyince "Ya abi geçen gün Tuana'nın hesabını çalmışım!” Oğuz’un arkaya attığı bakış ile hızla “Yanlışlıkla abi yahu yoksa niye çalayım. Ardından da kız arkadaşlarına buluşma adresi atıvermişim diye biraz sinirlendi, ondan geldi, yoksa gelir mi öyle?" "Burak var ya bir gün seni eşek sudan gelene kadar döveceğim ama o gün ne zaman sen belirlersin." "Aman gözünün yağını yiyim abi ne kötülüğümü gördün?" Yarım saat kadar ağabeyim Burak'ın yediği haltları anlatırken artık kulak tıkamam yetmiyor psikolojik olarak duymamayı tercih ediyordum. Erkekler arası hiç hoş olmayan muhabbetlere denk gelmiştik ve Burak onu susturamıyordu biz de duymak zorunda kalmıştık. "Tuana da seni sormuştu Deniz, kimyadan bir ödev vermiş hocanız onu yapmış mı diye." Ağabeyim neden durup durup Deniz'e yem atıyordu anlamıyorum, aranması gereken bir ağız varsa benim ağzımı arasın, onun bana karşı bir hissiyatı yoktu ki. Ayrıca yaz tatilinde ödev mi olurdu, bari düzgün bir yalan söyle. Beceriksiz. "Ben okullar tatil olmadan bir hafta önce gitmiştim ya hani o yüzden ödevden hiç haberim yok. Burak'ta haber vermedi. Tuana ile de konuşmayalı bayağı oldu en son ben gitmeden bir gün önce konuşmuştuk.” “Allah Allah’a, o kadar uzun zamandır hiç mi konuşmadınız?” “Valla hiç anlam veremiyorum abi, kardeşin uzakta olduğumda benimle konuşmuyor!" Son cümlesinde sitem mi vardı yoksa ağabeyimin konuşmadığımıza inanmasını mı istiyordu bilmiyordum. Zaten konuşmamıştık da. "Valla ben İstanbul'dayken de sadece işi düştüğünde arıyor, yüz yüze olduğunda daha fazla kendini ifade edebiliyor. Gerçi alışmış olmalısın, benden çok vakit geçiriyorsunuz!" Ağabeyim kıskançlıkla laf atmaya başladı. Laf atmasa olmazdı zaten, ne var yani, rahat ver şu çocuğa. Eve geldiğinde evde kalıyormuş gibi bir de trip atıyor ya, paspama bak sen. "Öyle!" demekle yetinen Deniz suspus olmuştu birden. Bu sefer yanımdaki varlığını unutturmayan Burak lafa atladı: "Instagram’a fotoğraf atmış, saçlar çeneye geliyor, saçnan sakal da birbirine girmiş!" Ağabeyim kahkaha attı "Oğlum ben de gördüm o fotoğrafını, ne acayip olmuştun la! Yemin ederim şu anki baby face halinden eser yoktu!" bu ağabeyimin Deniz'le alıp veremediği neydi, biricik sevdiceğim ile uğraşmadan edemiyordu bu geveze! "Oğlum tam bir mağaradan çıkmaydın lan, keşke kestirmeseydin ben de canlı canlı görürdüm." "Ya saçmalama Burak sus Allah aşkına." diyen sevdiceğimin bıkmış usanmış sesine binaen Burak'ın bacak kıllarından tutam tutam alıp çektim. "Ahh!" diye inleyip ardından "Saçı sakalı kestirip geldim, kuaförde süslenip geldim, geldim de geldim, bir yar için kırk şehri boş verip de geldim!" diyen Burak'a başka hangi işgenceleri yapabilirim diye düşünürken Mercan onun elini ısırınca kulağımıza "Sustum, belanızı sikeyim sustum." dedi ağlamaklı. Küfür ettiği için de bacağını çimdirdim. “O fotoğrafı sence ben mi attım, salak Kerem ben uyurken yüklemiş. Uyandığım an sildim.” “İyi yapmışsın, zaten çok çirkin çıkmışsın, gören takipten çıkmıştır.” Dirseğimi bacağına geçirdiğimde eğilip “Bu sondu götelek, sondu.” Diye inledi. Gözlerimi devirdim. Bir müddet sonra yine ağabeyim beni çok seviyor gibi "Tuana ile uğraşan falan da var mı?" diye sordu. Ağabeyimin bu sefer sesi sertti, ağzını aramıyor direk soruyor, 'seni öldürür, gömerim' edasıyla sorguluyordu. Allah’ım beni yok et, arabadan al at. Ne bu Tuana aşkı ya, yemin ederim 17 yılda hiç utanmadığım kadar utanmadım. "Yok la, kim uğraşacak senin kardeşinle! İşte o mal Berat var okuldan, onu da biliyorsun zaten, benden bile arsız! Zaten Tuni de 'ağır abla' havalarında, biz varken de uğraşamıyorlar zaten!" Mercan dahil herkes gülmeye başladığında yerimde rahatsızca kıpırdandım. Gerçekten dedikodum yapılıyor ben bunu duyuyor hiçbir şey yapamıyor üstelik hiç hoş olmayan hisler içerisinde huysuzca kıpırdıyordum. 'Ağır abla' ne ya, Burak seni öldürür üzerine kızgın yağ dökerim Burak! Neyse ağır abi demediğine şükredeyim, öyle deseydi şu an bacağını ısırırdım. "Okul birincisi ama ha, öyle gülüp alay ediyorsunuz!" dedi Deniz'im. "Benim kardeşim öğretmen olacak öğretmen!" dedi ağabeyim gururla. En büyük hayalim öğretmen değildi tabii ki, ben psikolog olmak istiyordum, ardından da yazar. Ağabeyim ise beni öğretmen yapmıştı, ben asla o kadar çocukla bir araya gelip de nefes alacak türden bir insan değildim! "Öğretmen mi olmak istiyor?" bunu soran Deniz'di ve bayağı bir şaşırmıştı, çünkü öyle bir isteğim hiçbir zaman olmamıştı. Deniz’de psikolog olmak istediğimi biliyor olmalıydı. Her yıl farklı bir meslek istediğim için yetişememiş de olabilirdi. "Ne bileyim ne olmak istiyorsa istiyor, kapatın şunun konusunu!" ağabeyimin kafasını direksiyona on binlerce kez vurduğumu hayal edip rahatlamaya çalıştım. Ağabeyim dedim bağrıma bastım, sevgilisini el alemin elinden kurtardım, gelin görün ki benim dedikodumu açıp ardından konuyu kapatın diyor. İnsafsız sen başlattın sen, sen! "Şimdi biladerler gece saat bir de parti var, ilk önce benim biraz işim olduğu için sizi parka bırakacağım siz takılın ben gelene kadar, ondan sonra da partiye gideriz!" "Tamam abi sen nasıl istersen," Burak istediğin zaman ne kadar kibar olduğunu bir bilsen, koçum. Ağabeyimin ne planladığını merak etsem de ilgilenmekten vazgeçtim. Nefes’e her ne kadar ispiyonlamak istesem de bu anı mahvetmekten korktuğum için vazgeçtim. Yarın sağ salim eve varırsam kesinlikle söyleyecektim, bir aldatma vakası daha yaşamak istemiyordum. Aklıma yine Nihan geldiği için somurtarak telefonumu elime alıp ona mesaj attım, o kadar merak ediyordum ki aklımın bir köşesinde hep o yer ediniyordu. Keşke kuzeninin numarası olsaydı da onu arayabilseydim. Yarın evlerine gidip annesinden Nihan’ın kuzeninin numarasını alıp aramayı aklımın bir köşesine not aldım ve içimi rahatlatmak adına derin bir nefes alıp yavaşça verdim.
|
0% |