Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. BÖLÜM

@hiyera212

 

Kalan yol boyunca ben hariç her şeyden konuşmuşlar, Burak ile Deniz arabada sigara içmiş ve ortalığı dumana boğmuşlar ve ben öksürmemek için büyük çabalar içine girmiştim. Bol sigara içmeli yarım saatin ardından ise resmen kusmak üzereydim, Burak manyağı bir sigara daha içerse ayaklarına kusacaktım ve bundan asla pişmanlık duymayacaktım.

Mercan ise bir müddet daha konuşmaları dinlemiş uyuya kalmıştı. Gözlerim kapanmaya başladığı sıralarda araba yavaşladı ve tamamen durdu. Geldiğimizi anlayıp Mercan'ı dürttüm. Anında gözlerini açtı. Gelmiş olmamıza şükrettim, heyecanlandığım için nefesim düzensizleşmişti, derin nefesler alıp vererek kendimi sakinleştirdim.

"Burak siz inin kardeşim ben bir saate gelirim."

"Ağabey arabayla bir tur atayım mı?" Burak'ın aslında bizi indirmek istediğini anlayıp gülümsedim. Ağabeyim ilk önce itiraz etse de Burak'ın yalvarışlarına dayanamayarak "Tamam ama acele et," demesiyle derin bir oh çektim.

Burak heyecanla arabadan inip ağabeyimin yerine geçti ve bu süre zarfında Deniz arabadan inmedi. Heyecanla nefesimi tutmuştum. Burak arabayı çalıştırdı, "Kanka çıkın artık, içeriyi Oğuzhan görmüyor."

"Oh be! Dünya varmış!" diyerek Mercan ile aynı anda yerimizden birer ölü gibi kalkıp kendimizi koltuklara attık. Deniz arkaya öyle bir bakış attı ki görmeniz lazımdı, sağına soluna bakıp hızla arkasını dönmüş ve o an göz göze gelmiştik. Hayatımda hiç bu kadar tatlı olduğunu görmemiştim. O nasıl şaşkınlık nidası, o nasıl bir çehre!

"Siz? A- ama nasıl ya?"

"Ben sana anlatırım kardeşim?" Burak ona kısa bir bakış atıp otuz iki diş sırıtışıyla bize bakıp göz kırptı.

"Bu arada aşk olsun ya iki saatte kuzenimin bütün hayat dedikodusunu ettiniz he!" Mercan yarı kızgın yarı imalı bir şekilde çemkirmişti. Deniz utanarak önüne döndü. Araba çok aydınlık olmadığı için kaç gündür hep yapmak istediğimi yapamıyor, çehresini süzemiyordum. Ne giydiğini tam göremesem de üzerinde siyah gömlek ve elinde de ince bir ceket taşıdığını görebildim.

Araba durduğunda "Çok konuşmayın da inin hepiniz!” bizim inmediğimizzi görünce de sesini yükseltip “Yahu sırf inadına yapıyorsunuz, çabuk çabuk!” diyerek resmen bizi kovdu.

Arabadan indiğimiz an gerisin geri Oğuz’un yanına hızla sürmeye başlayan Burak’a Deniz kısık sesli bir küfür ilave etti. Mercan daha önceden buraya geldiğini belli edercesine girişe doğru yürümeye başladı, ben de koşturarak ona yetişmeye başladım.

Kısa bir süre sonrasındaysa Deniz yanıma geldi ve "Şey, az önceki söylediklerim için..."

"Sorun değil,"

"Özür dilemiyorum zaten de!"

"Ne diliyosun madem özür dilemiyon?"

"Az önceki söylediklerim için kızgın mısın, diye soracaktım!" Ben nasıl ona kızabilirim, asla kıyamam, kalbimde onun için sevgi dışında bir his yoktu.

"Hayır kızgın değilim, neden kızgın olayım?"

"Ne bileyim, bağırarak konuşuyorsun da o yüzden!" deyip adımlarını hızlı hızlı atıp beni arkasında bıraktı. Gözlerimi devirdim.

"Ah, erkekler!" diyen Mercan'ın yanına sokulup "Kuzen buraya geldiğime ne zaman pişman oldum sence?" diye sordum. Gözleri gözlerimi buldu.

"Seni bilmem ama ben pencereden içeri girdiğim an pişman olmuştum!" dedi.

“İşte ben de arabaya Burak’ın bindiği an pişman olmuştum.” Dedim.

"Ben geldim!" diyerek kolunu omzuma atan Burak'ın elinden tutup ben de kolumu onun omzuna atmaya çalışsam da beceremeyip indirdim. "Ağabey boyun bu kadar uzun olmamalı!" dedim.

Burak beni tınlamadı, "Deniz niye önden gidiyor?" sorusuna cevap beklemeden bağırmaya başladı: "Deniz beni beklesene la!"

Deniz aniden durdu ve arkasını döndü, Burak ile bana baktı, baktı ve baktı. Ardından arkasını dönüp beklemeye başladı. "Ne yapıyorsak yapalım!" Ellerimi birbirine sürterek "Yemek mi yesek, sucuklu ekmek!"

"He lan, canım çekti bak!"

"Burak sen git sucuklu ekmekleri sipariş et, biz de arkandan geliyoruz!" dedi Deniz.

Gözlerim büyülenmiş gibi Deniz’e bakmaya başladım. Saçları koyu kahverengiydi ama siyah denecek kadar koyuydu. Gözleri ise kalbimi yerinden oynatıyordu, tüm dünyada çokça bulunan o kahverengi gözün tonu sanki sadece ondaydı. Onun o gözlerine hep vuruluyordum. Sanki kâinatın bütün renklerini gözlerinde barındırıyordu, seçim şansı bırakmıyordu bana, illa o gözlerine tutuklu kalacaktım.

Siyah gömleği ve pantolonu vücudunu sarmıştı. Gömleğinin ilk üç düğmesi açıktı ve göğsü görünüyordu. Teninde parlayan zincirin ucu içindeydi. Boyu Burak’tan birkaç santimetre daha uzundu ama Burak'a göre daha zayıftı.

Deniz’in elmacık kemikleri belirgindi, dudakları ile yanakları arasında çizgiler vardı ve bunlar güldüğünde daha belirgin oluyordu. Gamzeleri yoktu ama yutkunurken elma şekeri gibi olan yanakları geriliyor ve sert bir imaj sergiliyordu. O kadar yakışıklı gözüküyordu ki tüm organlarına, hücrelerine nasıl daha önceden âşık olmadığımı anlayamıyordum. Bana âşık olmamasının nedeni de aynı zamanda yakışıklı olması olabilirdi, eğer çirkin olsaydım çirkin şansı beni vurabilir ve Deniz benim olabilirdi. Ne yapalım, biz de güzeldik işte.

"Neyli olsun?" Bir an neyin neyli olması gerektiğini düşündüm ve sucuklu ekmek alacağımızı hatırladım.

"Soğansız ama acılı!" Deniz2le aynı anda konuşmuştuk.

Deniz’e baktığımda o da bana bakıyordu, kalbimde anlık şimşek çakmasına benzer bir şeyler oldu. Gözlerimiz birleşti, kaç saniye bakıştık bilmiyorum ama bana saatler süren bir bakışma gibi gelmişti.

"..."

"..."

"...."

"... Tuana alo, sana diyorum, beni duymuyor musun?"

"Ha efendim, ne oluyor?"

"Kız daldın gittin iki dakika oldu, nereye bakıyorsun?" Az önce Deniz'in olduğu yere baktım ve onu orada bulamadım. Demek gözlerini ilk çeken oydu ve benim ona daha fazla bakmama katlanamadı. Ne kadar da güzel!

"Ne, nereye bakacam kızım, bir yere baktığım yok! Hayde gidek!" Bizim mahallenin sucuk ekmekçisi daha güzel yapıyordu ama beleş malın tadı bir başka olduğundan şu an acayip şişmiştim.

Burak tam ekmeği bitirmiş ikincisine başlarken ben daha çeyreğimi bitirememiştim. Mercan ise benden önce bitirmiş lavaboya gitmiş ve gelmişti. Evet, sorun bende, yavaş yesem de hızlı yesem de en son masadan kalkan hep ben olurum! Ayranım da hep erken biter ikincisini istemek zorunda kalırım, bu hep böyledir. Tipik Türk vatandaşı değilim, asla ayranımı dönerle denk düşüremem.

"Ben şiştim!" deyip sucuk ekmeği masaya bıraktım, Burak tam elini uzatırken ona ölümcül bir bakış atmıştım ki Deniz ekmeği alıp "İsraf olmasın, ben yerim." dedi ve hayat benim için o an güzelleşti. Deniz ekmeğimi yerken bana hiç bakmasa da ben ondan gözlerimi ayırmıyordum. Nasıl bu kadar yakışıklı olabilirdi?

Deniz ekmeğini Burak'tan önce bitirdi ve acılı şalgamı kafasına dikip ardından ellerini temizledi. Deniz ayağa kalktı ve "Burak kardeşim şimdiden teşekkür ediyorum, en son ne zaman yediğimi hatırlamıyorum yeminle!"

Burak elindeki ekmeği bırakmadan hararetle ayağa kalkıp sandalyeyi devirdi, "Ne demek teşekkür, bana bir açıklama borçlusun!" derken sucuk ekmekçi amca "Sen de bana 170 lira borçlusun!" deyince hepimiz kahkaha atmaya başladık. Burak hayal kırıklığına uğramış, hayattan bezmiş, sokakta yürürken araba su sıçratmış gibi bir hale büründü.

"Ya kanka üzülme ya herkes kendininkini öder olur biter!" Dedim kankime kıyamayarak, Deniz hemen amcanın yanına gidip "Amca kızlarınki dahil benimki ne kadar?" diye sorunca "Ya Deniz ne yapıyorsun, biz kendimizinkini öderiz!" diye atıldım. Mercan hiç oralı olmamıştı ama Burak ağzı doluyken "Evet kanka onlar öder ama ben ödeyemem!" dedi.

Nankörlüğü karşısında kollarımı birbirine sardım, ardından "Neyse, Denizciğim sen öde istersen, Burak'ın karakterine yetecek para kalmamış kendisinde, en azından yediklerini ödesin!"

Deniz'e baktığımda yine zaman benim için durmuştu, her şey oydu, dünya onun için dönüyordu. Gamzelerimi belli edecek şekilde gülümsedim, o da bana tebessüm ediyor hatta gözlerinin içi gülüyordu. Gözlerime birkaç saniye daha bakıp amcaya parayı verdi ve yanıma geldi.

"Dondurma ister misin?" Dişlerimi göstererek sırıtmama engel olamadım, "Aslında bugün çok yedim.” Bugün dayımgil geldiği için annem sofrayı donatmıştı, kaç tabak yediğimi hatırlamadığım tavuklar midemde halay çekiyorlardı. “Ama karamelli dondurmaya asla hayır demem!" karamelli dondurmaya en az Deniz'e âşık olduğum kadar aşıktım.

Deniz’in bakışları terlememe neden oluyordu, heyecanlanıyordum ve ben heyecanlanınca normalin iki katı terlerdim. Deniz'in sesini duyduğumda ona döndüm, terlediğimi biliyor muydu, eminim çok kötü kokuyordum.

"Tamam o zaman, siz oyun alanına gidin biz geliyoruz!"

Aramızda kalan boşlukla yürümeye başladık ve hiç konuşmadan ilerledik. Bir anda bana dondurma ısmarlayası tutmuşu, kalbim yerinden fırlayacak gibiydi ama bunu idare edebilecek kadar güçlü hissediyordum kendimi.

Etrafta çok insan vardı, saat bayağı geçti ama kızlı erkekli çoğu insan buradaydı. Vay be, insanların ne kadar çok boş vakti var. Acaba bu insanların YKS’den haberi var mıydı ya da burada o sınava çalışan herhangi birileri var mıydı yoksa tek keriz biz miydik?

Aylar sonra ilk defa düzgün bir etkinlik yapıyordum ama gelin görün ki şu lanet sınav aklımdan hiç çıkmıyor benim en güzel anımı katlediyordu. Şu andan itibaren sınav düşüncesini geri gelmemek üzere beynimin çöp kutusuna fırlattım.

Deniz ile uzak kaldığımızda aramızda bir soğukluk oluverirdi, lakin artık soğuk olmak istemiyordum, aklımdan geçeni yapmak istiyordum. Okul ortamındaymışız gibi koluna girdim ve yüzüne merakla baktım ve tepkisini gözlemledim. Deniz ilk başta şaşkın bir şekilde baksa da ben konuştuktan sonra şaşkınlığı dağıldı ve eski samimi hayatımıza kaldığımız yerden -üç ay öncesi- devam ettik.

"Eee, Toprak ne zaman dönüyor? Her seferinde Mardin'e gidiyor ama beni hiç davet etmedi. İnsan der, sen benim best frendimsin, seni de götüreyim, der. Ama nerde?”

Deniz gülerek "Valla canım benim, sen istesen ben seni oraya bin kez götürmüştüm ama sen de biliyorsun ki Oğuzhan ağabey asla izin vermez!” Canım benim, mi demişti? Allah’ım kalbime mukayyet ol.

“Toprak da bir iki güne gelir, soruyorum ikizime ne zaman geleceksin diye, sürpriz yapacakmış aklı sıra, söylemiyor!"

"Anneni de özledim vallahi, hele gitmeden önce annemle oturdular bana oya yapmasını öğretmeye çalıştılar, görmen lazımdı. Diyorum yapamıyorum diye, dinleyen yok!" Ne saçmaladığımı kendime sorarken dudağımı ısırdım, başka konu yokmuş gibi oya ne yani, Allah'ım bu bendeki heyecanın kaynağını yok edemez misin?

Aniden Deniz'in önünü üç kız kestiğinde bir adım geriledim ve Deniz'in kolundan çıktım. Ne olduğunu o an kestirememiş olsam da Deniz'den beni uzaklaştıran kızlara lanetler yağdırarak keskin bakışlarımı fırlattım.

İkisi esmer birisi sarışındı. Sarışın olan konuştu, "Sen Kerem’in kardeşiydin değil mi?”

"Seni ne ilgilendirir?” diye çıkıştığımda bu dediğime kendim de inanamamıştım. Normalde sosyal anksiyetem tutabilirdi ve orada mal gibi durabilirdim ama kendim gibi davranmış ve müstakbel kocamı savunmuştum.

“Seni ilgilendirdiğinden daha fazla ilgilendirdiği kesin.” Diyerek bana tiksinircesine baktı ve ardından Deniz’e dönüp ona yaklaştı ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Deniz hemen geri çekilmişti ama o saliselik zamanda kalbim bin parçaya bölünmüştü.

Boğazımı temizleyip Deniz’den hafifçe uzaklaştım ve kollarımı birbirine doladım. Allah’ım sen bana sabırlar ver yoksa ben katil olabilecek potansiyele sahiptim.

Aralarında kısacık giyinen sarı saçlı kız "Yakından daha yakışıklıymış,” diyerek Deniz’in koluna dokunacağı sırada olduğum yerde duramayıp aralarına girdim ve kızın elini sertçe tuttum ve sıktım. Elini kuvvetle çekti ve benden kurtulduğunu sandı, elbet bir gün hesabını soruverirdim.

"O elini kırarım!" dedim tehdit edercesine. Üçü birden varlığımı yeni hissetmiş ya da beni bir bok yerine yeni koymuş olacak ki "Sana ne oluyor be!" Deniz kızlardan beni uzaklaştırıp elimden tuttu ve yanına çekti. Yeteri kadar mesafe aldıktan sonra koluyla belimi sardı.

Allah’ım bu olanlar gerçek mi, Deniz elimi tutması yetmiyor gibi yine belime dokunmuştu ve kısmen de olsa sarmış mıydı? Tensel temasları içimi kavuruyordu.

"Sevgilin mi?" dedi esmer olan, iğrenerek bana bakıyorlardı ve aralarında fısıldaşıyorlardı. Hayır, yani olabilirim olmayabilirim, bunları ilgilendiren neydi onu anlamıyordum.

"Seni ilgilendirir mi?" dedi Deniz. Sakinliği beni delirtiyordu ama içimi okumuş olması beni heyecanlandırdı.

"Hayır, sadece bugün mü müsait değilsin, yoksa her gün mü onu merak ediyoruz!" dedi sarı çiyan, ardından üçü kişnercesine güldü. Normalde hemcinslerime çok saygı duyan birisiyim ama bunların had bilmezliği fazla oluyordu.

Deniz'in himayesinden çıkarak "Her saniye meşgul, sizin gibi haysiyetsizlere ayıracak bir salisesi bile yok!" dedim. Deniz kolumdan tuttu ve kulağıma "Gidelim!" diye fısıldadı.

"Sen onun avukatı mısın?"

“Her şeyiyim!" dedim sinirle.

Dilimden dökülenler sonradan kafama dank ettiğinde dilimi ısırdım ve Deniz'e döndüm aniden. Çok utanmıştım. Deniz’in dudakları hızla iki yanına yayıldı, içten bir gülümsemeydi. Ne kadar da güzel güler benim sevdiğim çocuk. Resmen gülümseyerek bana bakıyordu, bu haline içten içe tekrar âşık oldum. Vicdansızın oğlu, o nasıl gülüş.

Kızlar şaşkınca bize bakarken Deniz belimden tutup ardından yürümem için teşvik etti. Bakışlarımı ondan çekmeden yürümeye başladım, gözlerimi ondan çekemeyecek kadar büyülenmiştim.

Deniz, dünyamı aydınlatan bir güneş gibiydi, sıcaklığı kalbimi ısıtıyordu.

Ay gibiydi, yörüngemdi. Ona hep çekilirdim.

Dünya bendim, o da çekirdeğimdi. Sıcaktı, alevdi, yakardı, yanardım.

Dünyam o an sallanmaya başladığında daha neler olduğunu anlayamadan betona doğru çekildim. Sanırım yere düşüyordum, her şey aslında çok hızlı olmuştu ama sanki ben ağır çekimde izliyordum olanları. O kadar ağzımı ayırmıştım ki yere düşmek üzere olduğumu yeni fark ediyordum.

Deniz Efe'nin güçlü refleksleri sayesinde ağzım yüzüm hoşaf olmadan yer çekiminden kurtulmuştum ama sanki kalbim durmuş gibi hissediyordum. Korkudan ölmek üzereydim, az önce resmen pestilim çıkacaktı ve Deniz beni tutmuştu.

Benim biricik kahramanım, beni kurtarmıştı.

“Oha, yuh!”

"İyi misin?" Deniz'in elinden kurtularak "Oha az önce ölüyordum, beni tuttun!" diyerek ağzım yüzüm kaymış bir şekilde sırıttım. Sanırım şok geçiriyordum ve ben o an tam bir salaktım.

"Oh iyisin!" Sevinmesine sevinemeden gözlerimle kızların kıkırtısına ölümcül lazer ışınlarımı fırlattım. Deniz benimle ilgilenmeyi bırakıp kızlara döndü. "Derdiniz ne kızım sizin, kibarlıktan da anlamıyorsunuz, ne yapmaya çalışıyorsunuz?" Oh yiğidim benim, parçala, yok et onları.

"Yanlışlıkla oldu!" dedi esmer olan, yalan söylediği sırıtmasından belliydi. "Ne yanlışlıkla oldu, çelme taktın ona, görmedim mi?"

"Deniz, bırak o muşmula suratlıları, gel dondurma yiyelim!" dedim. Deniz şaşırmış gibi baktı, masum masum gülümsedim. "Hatta sen dondurmaları almaya git, ben tuvalete gidip geleyim. Bunlar yüzünden kendini yorma, değmezler!"

Kızlar bu söylediğime gurur yapacak kadar asil olmadıkları için üstlerine alınmadılar bile. Deniz ise "Sen iyiysen hiçbir şeyin önemi yok!" dedi. Ona o an aşkımı ilan etmek istesem de gülümseyerek yanağına küçük bir buse kondurup "Kahramansın!" dedim.

Şaka, şaka lan, gül diye.

Ben de o göt var mı? Sadece teşekkürler, dedim.

Tuvaletlerin olduğu yere doğru gittim, üçü de peşimden geliyorlardı. Yürürken mesaj attım bizimkilere. "Kanka tuvalette kavga var!" Burak hemen cevap vermişti, "Geliyorum hemen şekerim!"

Tuvalete gidene kadar sırıtmış, Deniz'le evlendiğimi ve bir sürü çocuklarımızın olduğunu hayal etmiştim. Yani tamam bu şeklide bile bu kadar hayale kapılmışsam başka bir şey olsa ne olurdu ama elimde değildi. Eli elime değmişti, parmakları parmaklarımın esiri olmuştu. Ben de onun esiriydim.

Loading...
0%