Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. BÖLÜM

@hiyera212

 

İçeri girdiğimde aynaya baktım, biraz saçlarım dağılmıştı. Ellerimle taradım ve kendime öpücük attım. "Çok güzelsin, insanlar kıskanır bu güzelliği!" Normalden farklı bir şekilde harbi güzel görünüyordum, bugün ki makyaj işe yaramıştı. Normalde çok yapmadığım için farklı görünüyordum ve bunu sevmiştim.

Az önceki üç kız da aynada yansıyınca kaşlarımı çattım, gözlerim, Deniz'e asılıp benim suratımı az kalsın dağıtacakları düşüncesiyle, sinirle büyüdü. Boynumdaki damarlar şişecek kadar dişlerimi sıkıyordum, omzumu geriye doğru oynatarak esnemeye çalıştım.

Öküz gücünde bir ağabeyiniz varsa ve sürekli yeni öğrendiği dövüş tekniklerini üzerinizde uyguluyorsa siz de kendinizi savunacak kadar bir şeyler öğreniyordunuz.

"Bana bak kızım, üç kişiyiz, karşımızda hiç şansın yok. Bizi az önce küçük düşürdün ve bil bakalım kim bundan rahatsız oldu.”

“Keyfim ve kahyam mı?”

“Ebeninkinden bahsediyordum!” deyip elini havaya kaldırıp üzerime yürümeye başlayan esmer kızdan yana doğru adımlayarak -yüksek ihtimal Osmanlı tokadından- kurtuldum.

“Zehra, tut şunun kollarını da şunun saçlarını bir yolayım!”

Zehra denen kız daha bir adım atmışken ben de ona doğru yaklaşıp baldırlarına gelecek şekilde tekmemi savurdum. Kız acıyla bağırdı ve yere dizlerinin üzerine çöktü; diğerleri de üzerime doğru gelmekte gecikmemişti.

Kızın birinin yumruğunu gördüğüm gibi kafamı geriye doğru çekip ardından sağ dizimi karnıma çektim ve sertçe sarışın kızın karnına doğru savurdum. İki büklüm geriye doğru düştü. Diğer esmer kız da benim gibi tekme attı, tekmeden kurtulup yanağına tokadı patlattım. Elini yanağına koydu ve kızgın gözlerle bana bakarak bana tekrar tekme attı, tekmesini son anda gördüğüm için kaçamadım. Tekme kalça kemiğime gelmişti ve canım acayip yanmıştı. Sinirle bağırdım.

Az önce yüzüne tokat attığım kız yanıma yaklaştığında boy avantajımı kullanıp saçlarından tuttum ve lavaboya doğru savurmaya çalıştım ama yere düşen kız bacağımı tuttuğu için başarısız oldum. Saçını yine de bırakmadım ve var gücümle çekmeye başladım.

“Seni orospu, öldüreceğim seni!” diye bağırıyordu yerinde zıplayarak. Birazcık içim cız ettiği için saçını gevşettim ama bırakmadım.

“Defolup gidecekseniz bırakıyorum.”

Aslında şiddete karşıydım, bir erkek için dövüşmeyecek kızlardan da biriydim ama onlar üç kişiydi ve kesinlikle onlar başlatmıştı.

“Ne gitmesi be kafanı koparmadan buradan çıkmana asla izin vermeyeceğim.” Elimi yumruk yaptım ve bana doğru hızla yaklaşan kızın yanağına vurdum. O sırada diğer kızın saçını bırakmıştım, o da hızla uzaklaştı.

Ayağıma aldığım darbe ile yere yapışınca ilk vurup devirdiğim kız üzerime binip saçlarımı iki taraftan tuttu ve çekmeye başladı. Çığlık atmaya başlayıp aynı zamanda ellerimle memelerini sıkmaya başladığımda kız da çığlık atmaya başladı. S

Çığlık çığlığa ortalığı velveleye veren bir kızın sesi ile saçlarımı bırakan kızla aynı anda sesin geldiği yere baktık.

Burak kızın birinin kollarını arkada birleştirmişti ve yüzünü de duvara dayamıştı. Mercan ise sarışın kızı saçlarından yakalamış yüzünü yere yapıştırmıştı. Bir an midem bulanır gibi olsa da histerik bir şekilde kahkahama engel olamadım.

Burak'ın bir kız kavgasında olmasına gülüyordum, bu çocuk ne zaman büyüyecekti ya da büyüdüğünü ben görür müydüm? Kız debelendikçe "Şişt, uslu ol yoksa kaynak saçlarını çeker, protez tırnaklarını sökerim." diyordu. Bu dedikleri şeyin ne olduğunu ben bile bilmiyordum.

Üzerimdeki kızın bacaklarına ayaklarımı geçirerek geriye fırlattım ve aniden üstünde olan ben oldum. "Ben ağabeyimin ve bir sürü erkek arkadaşımın yanında yetiştim kızım, sizden dayak yer miyim?" diyerek kahkaha attım.

"İyi misin kız?" Burak'a nefes nefese kalmış bir şekilde baktım, ardından kafamı sallayarak tekrar güldüm. "Ay sizin yanınızda kala kala benim de ciğerlerim mi çürüdü ne yaptı, nefesim başka yerlere kaçtı!"

"Siz kimsiniz de kardeşime saldırıyorsunuz kız!"

"Burak tamam sakin ol, işimiz bitti burada! Almaları gereken bir şey vardı yeterince aldılar!" kızlar daha fazla dayak yemeyeceklerini anlamış olacaklar ki çırpınıp küfür etmeyi bıraktılar.

"Bu arada siz ucubeler!" aynanın üstüne koyduğum telefonumu aldım, "Bunda kavganın görüntüleri var haberiniz olsun. İlk önce sizin geldiğinizi ve bana saldırdığınızı kanıtlayan görüntüler! Bu yüzden benden ve ailemden uzak durun! Ailem derken neyi kastettiğimi de anlamışsınızdır umarım!" diyerek göz kırptım ve kıvırttırarak dışarı çıktım.

"Kuzen bunları paketleyip geliyoruz!"

Koşar adımlarla buraya doğru gelen Deniz'in yanına gittim. "Acaba iki saattir neredesin, bir şey oldu sandım!" Telaşlı hali hoşuma gitse de "Ay ne olacak canım?" daha yeni çıktığım tuvaletten Burak çıkıp "Tuana neden hemen çıktın, çok güzel bir görüntüyü kaçırdın?" diye sordu.

Deniz yanlış anlayan gözlerle ikimizi süzdü ardından kaşlarını çatarak "Ne oluyor burada?" diye sordu.

"Ne demek ne oluyor Deniz?" diye sordum. Hayır yani bunu yanlış anlaması saçmaydı, tamam, değildi. Ben böyle bir durumla karşılaşsam onunla asla konuşmazdım. Çünkü aşıktım ona, böyle bir durumu kaldıramazdım. Deniz kaç yıldır birlikte büyümemişiz gibi Burak ile beni yanlış anlaması da anormaldi!

"Yani ne bileyim, ağabeyinin burada olduğundan haberi yok ama sen dondurma al bana diye beni oyalayarak Burak ile bu tuvalette ne bokumu yiyordunuz merak etmiş olamaz mıyım?" dedi, ses tonu gayet sakin çıkıyor olsa da sinirlendiğinde beliren damarları gün yüzüne çıktığında yutkunmadan edemedim. Yani içeriden Mercan ve o üç kız da çıkar birkaç saniye sonra umudu ile bekliyorum ya da ne bileyim hayal kırıklığına uğramış gibi hissettiğimden susuyorum, bilmiyorum ama susuyorum aptal gibi yani.

"Kardeşim yanlış anladın, sence böyle bir şey mümkün mü? O ve beni yanlış anlayacak son insan senin olman lazım! Unuttun mu, biz üçümüz beraber doğduk, beraber büyüdük, beraber yaşlanacağız falan filan, ne oldu yani?" diyerek Burak Deniz'in yanına gitti ve omzuna vurdu.

Deniz onu ciddi bir şekilde itti, şaşkın gözlerle bakakaldım. Biraz korkmuştum ama şu lanet çenemi bir açabilsem, gerçi açsam kesin kavga ederdim ben.

“Peki Tuana’nın saçı neden tiftik tiftik olmuş?” diye sorup elini uzattı ve saçımı düzeltmeye çalıştı. O sıra Burak tekrar ona sırnaşmaya çalıştı ama Deniz onu ittirdi.

"Oğlum leş gibi kokuyorsun ya!"

İçimden öyle bir yük kalmışçasına ferahladım ki anlatamam. "Oğlum on dakikadır tuvalette ne boklar oldu bir bilsen!"

"Gerçekten orada ne halt ettiniz!" bu sefer harbi sinirlenip omzuma çarparak tuvalete giden Deniz'in arkasından bakıp "Of! Görmesen olmaz mıydı?" diye söylendim. Şimdi kesin kızları onun için dövdüğümü ve onu sevdiğimi sanacak.

Evet, aynen, gerçekten de o yüzden.

"Mercan!"

"Deniz?"

"Ne olduğunu biriniz açıklayacak mı, yoksa ben mi öğreneyim?"

Yanına gittim ve kolundan tutup kendime çevirdim, "Bir halt döndüğü yok! Her şeyi yanlış anlama, biz birbirimizden hoşlanmayız. Ve zaten Burak ile Mercan'ın da arasında bir şey yok! Kimsenin aramızda dostluktan başka kurduğu bir duygu yok anlıyor musun?"

Tamam, biraz abartmıştım.

"Şey dicem, aslında benim var?" Burak'a sinirle döndüm ve baktım, "Ne dicen sen ya?" Deniz elini elimden kurtardı, "Mercan güzel kız yani!" şok olmuş bir şekilde Burak'a baktım. Ardından ani bir hareketle "Ulan ırz düşmanı, seni it!" diye bağırarak ayağımdaki ayakkabıyı kafasına fırlattım.

Deniz utanmış bir şekilde gülümserken anlık güzel dişlerine odaklansam da odağımı bozmadan Burak’a “Ver ayakkabımı bari!” diye bağırdım.

Mercan her zaman ki umursamazlığına bürünüp "Burak seni döverim! Artık vazgeç!" diyerek yürümeye başladı. Mahalle yanarken saçını tarayan kuzenime bakıp gözlerimi devirdim. Hoşuna da gider böyle şeyler.

İçerden "İmdat!" diye ses gelince, sesi bastırmak adına "Burak ayakkabımı geri getir Allah'ın cezası!" diye tekrar bağırdım.

Ayakkabımı geri fırlatan Burak'a bir yandan söyleniyordum bir yandan da yere çömelmiş ayakkabımı giyiyordum. Arkamdan beni kucaklayan Deniz'in beni havaya kaldırması ile çığlık atıp "İndir beni!" diye bağırdım. Deniz indirmeyip koşar adımlarla beni dondurmacının yanına kadar taşıdı. Hem de tuvalet pozisyonunda, yani Allah bilir çişim olsa altıma yapardım.

"Kaç dakikadır yerinde duramıyorsun kızım, bir dur yerinde!" Yere indirirken arka cebimden telefon düştü.

"Tefonum!" diye bağırmama kalmadan Deniz yere düşmekte olan telefonumu top sektirir gibi ayağı ile vurdu ve havada yakaladı. Oh my god!

Şok olmuş bir şekilde bakarken “Telefonum.” diye inledim. “İnşallah yaşıyor.”

Deniz telefonu kontrol etti ve kendi cebine atıp "Gelir gelmez aksiyondan, kavgadan, gürültüden başka bir şey görmedim, sağ olun!" deyince çenem aşağı doğru seğirdi. Haklıydı.

Deniz fark etmiş olacak ki "Hiç asma suratını, bir rahat ettirmediniz ki." şirince gülümseyerek "Dondurma yersek her şey geçer sanki!" dedim.

"Benim bildiğim öpünce geçiyordu!" deyince Burak kahkaha atarak Deniz'in yanağından öptü. Deniz şoklar içerisinde Burak'a baktı ve ardından "Seni bitirdim bu kez." diyerek birbirlerini kovalamaya başladılar. İlk önce Deniz ona vurmuş arından Burak onu kovalamaya başlayıp o ona vurdu derken yorgun bir şekilde Deniz tekrar yanıma gelmiş ve kendini bankın üzerine atmıştı.

Derin soluklanmalarının ardından birlikte dondurmalarımızı yedik. Bankta bir başımıza oturmuş, o kalabalığa rağmen kulaklığı takarak onun listesinden müzik dinlemeye başlamıştık. Hiç böyle bir an yaşamamıştım, kalbim güm güm atıyordu. Daha önce de birlikte müzik dinlemiş olsak da başımızda ne Mert ne Toprak ne de Burak vardı.

Şu an için baş başaydık.

Burak ve Mercan tehlikeli aletlere binmeye gitmişlerdi, benim götüm yemediği için biz gitmemiştik. Zaten kalça kemiğim ağrıyordu, kıçımı kaldıracak halim de yoktu.

"Bak geçen bir tane şarkı kaydettim," diyerek yeni bir müzik açtığında onun sesi kulağıma doldu. O kadar güzel bir sesi vardı ki sesine şiirler şarkılar yazabilirdim. Bilmediğim bir dilde söylediği şarkının anlamını bilmiyordum, hatta kelimelerini dahi bilmiyordum ama bana hüzünlü gelmişti. Kürtçe şarkıların çoğu bana hüzünlü gelirdi.

Şarkıyı içten içe dinlerken gözlerim Deniz'in biçimli yüzünü esir almıştı. Saçları koyu kahverengiydi, yüzü tertemizdi ama şah damarının orda bir beni vardı. O bene odaklanmıştım ve dudaklarımı orada hayal ettim, oradan nefes almayı diledim.

Bu kadar sapkın düşüncelere sahip olmak, kesinlikle utanç vericiydi.

Bankta kayarak ayaklarımı diğer tarafa uzattım ve kafamı Deniz'in bacağına koydum. Dizlerimi kendime çektim onun yüzünü incelemeye devam ettim. Kahverengi gözleri yeşil gözlerimin esiri oluvermişti.

"En son bunu ben gitmeden önce mi yapmıştık?" diye sordu.

Eskiden Deniz uykusu geldiğinde dizime yatardı, bende onun saçlarını okşardım. Ben hiç Deniz'in dizine yatmamıştım, gitmeden önce tüm cesaretimi toplayıp o yapacakken onu durdurup ben onun dizine yatmıştım. Uyuduğumu sandığı iki saat kadar sürede saçımı okşayışına, avcumun içine masaj yapışına kadar her şeyi aklımın bir köşesine yazıvermiştim.

Deniz’in bacaklarına yatmak çok tuhaf bir duyguydu, hiçbir şey yoktu etrafta o ve ben dışında. Her şey yok olmuştu, başka bir evrende sadece biz kalakalmıştık. Her şey durmuştu, zaman, mekân... Sadece onun odunsu kokusu, o muhteşem sesinin tınısı bütün sesleri bastıran o erkeksi sesi kalıvermişti. Ah, o an, çok özeldi.

O gün ağabeyim gelmemişti, sabaha kadar öyle kalmıştık. Sabah ise Kerem ağabey gelip bizi almış ve eve götürmüştü. Mercan ile beni sır olarak tutacağına söz vermişti. Annemgil ise ben geldiğimde hâlâ uyuyordu, bu yüzden sıkıntı olmamıştı, hepimiz evlerimizde inmiştik ama Deniz ben eve girene kadar evin önünde arabayı beklettirmişti. Onu gerçekten her şeyiyle seviyordum, bunca yıl hiç yorulmamıştım onu sevmekten, bundan sonra da yılmaz, asla pes etmezdim.

Herkes bilirdi benim onu sevdiğimi, o bilmez, anlamazdı.

Loading...
0%