Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. BÖLÜM

@hiyera212

 

Günler birbirini kovalamıştı, bu süre zarfında evden çok çıkmamakla beraber kendimi derslerime vermiştim. Okulun açılmasına son iki gün kaldığı için heyecanlanıyordum çünkü bu sınava da az bir sürenin kaldığını gösteriyordu. Gittikçe stresim artıyordu ama çalıştığımı ve az da olsa hazır olduğumu hissediyordum. Lise üçe kadar olan tüm dersleri yiyip içip yutmuştum. Youtubeden tüm TYT ve AYT konularını da bitirmiştim. Unutmamak için tekrarlarıma dikkat edip test çözmem yeterliydi.

Bugün ki ders planımı çok şükür ki erkenden bitirmiştim, bizim çocukları da özlemiştim bu yüzden Burak'ın evine gitmeye karar verdim. Arkaadaşlarımı çok sık görmek istiyordum, tabi bu Deniz’den ibaret değildi. Evde kalmak benim için çok can sıkıcıydı, yalnız başıma kalmaktan nefret ediyordum. Okul açılması için günleri sayıyordum, haftanın beş günü arkadaşlarımı görebilmek için can atıyordum.

Deniz'in evi bizim eve yakındı ama istediğim her an evlerine gidecek göt bende yoktu. En azından aynı mahalledeydik, bunun için binlerce kez şükrediyordum. Biz genelde Burak'ın evinde takılıyorduk, hiçbirimiz buluşmak için Deniz'in evine gitmezdik. Belki de Burak'ın anne ve babası da şakacı, komik insanlar olduğundan daha rahattık, Deniz’in anne ve babası çok ses yaptığımız için bizi kovabiliyordu. Zaten evlerinde hiç kız olmadığı için rahat edemiyordum, Burak’ın ablası olduğu için bir nebze daha rahattım.

Burak'ın evi iki katlıydı, üst katta ablası alt katta ise kendileri kalıyordu. Annesi, ablası ve birkaç kadın dut ağacının gölgesinde ekmek tahtalarını dizmiş, çiltenin üstünde her birinin altında minder ellerinde oklava ekmek açıyorlardı. Annem saçın başına geçmiş ekmeği pişiriyordu. Beni görüp yardıma çağırırlar diye füze hızıyla eve girip Burak'ın odasına doğru koşuşturdum. Ekmek işinde inanılmaz bir beceriksizliğe sahiptim ve kayınvalideme rezil olamazdım.

"Oğlum insan haber verir ekmek yapıyorlar diye, bütün dedikodu teşkilatı toplanmış!" diye söylenerek kapıdan içeri girdim. Bu kadar erkekle takıldığım için sevgili komşularımız beni kötü bir şey yapıyormuşuz gibi lafımı çıkartırdı. Azıcık Deniz’den hoşlanmam dışında kötü bir şey yapmıyordum.

Geldiğimi gören Deniz ve Burak sigaralarını söndürdü. Deniz'in tıpa tıp aynısını görünce kendimi bir adım geriye atarak "Tövbe bismillah, sen ne zaman geldin?" diye bağırdım.

Toprak çok yakışıklı bir yüze sahipti, çünkü ikizi Deniz’di. Tek yumurta ikizleri oldukları için birbirinin kopyasılardı ama biz ayırt ederdik. İkisinin karakterleri de bambaşkaydı. Keşke benim de ikiz kardeşim olsaydı da Toprak'ta onunla evlenseydi.

Düşüncelerime gülerek Toprak’a göz kırptım ve Deniz'in dibine oturup gözlerini gözlerimi esir edip “Hoş geldin Toprak’ım.” dedim.

Toprak ise itliğine “Toprak benim Tunii, yanlış Deniz’lerdesin.” dedi. Sanki biz bilmiyoruz!

“Toprağa gömülmek yerine belki denizde boğulmak istiyordur.” Diyen Burak’a göz devirip Deniz’imden ayrılıp Toprak’ın yanına yanaştım ve “Nasıl geçti Mardin maceran?” diye sordum. Annesinin Mardinli oluşu, her yaz onun Mardin’e sürüklenmesine neden oluyordu. Deniz Mardin’i severdi ama Toprak daha çok gelişmiş şehir aşığıydı.

“Her zaman kinin aksine bu sefer daha bir güzeldi sanki.” Kaşlarımı çatarak ima dolu bir bakış sundum.

“Hayırdır, bir şey mi oldu?”

“Yok yahu, birkaç güzel kızla tanıştım. Aslında zorla tanıştırıldım desem daha iyi olur. Her gittiğim düğünde bir kuzenim çıktı, bilmem kimin dıdısı. Anneannem de hepsiyle tanıştırdı. Güzeldi yani.”

“İnsan bir kardeşini de görüntülü arar!” diye kızdı Burak.

“Oğlum kuzenlerimi sana neden göstereyim, gevşek!”

“Kusura bakma Burki ama Toprak haklı.”

“Tamam kız sustum.”

Başımı sallayarak sigara tüttüren Mert’e baktım, “Merto, sigaran güzel mi?”

“Vereyim tadına bak güzelim,”

“Yok sağ olasın da midem önünüze serilecek diye diyorum, sigarandan daha kötü bir koku olur sana söyleyeyim.”

Mert kafasını camdan çıkartarak “Aman be bacım, asla kusup beni de kusturma.” diye çıkıştı. Sanki kusmuşum da nefessiz kalmış gibi dışarıdan hızlıca oksijen alıp eski yerine kuruldu. Gözlerimi devirip lazer ışınlarımla onu parçaladıktan sonra rahatça etrafı süzmeye başladım. Her yer sigara izmaritiydi ve küller sağlı sollu kirletmişti. Tiksinerek gözlerimi devirdim.

Mert ile Burak benim gözümde hemen hemen aynıydı ama Mert daha aklı başında sayılırdı ama bu aklı başında kelimesi Burak’la kıyaslandığı içindi yoksa çok akıllı oldukları söylenemez. Toprak’a kıyasla bu pezevenklerin hepsi birer çocuktan ibaretti, yani ben de dahil genel olarak en akıllımız Toprak’tı.

Mert, siyah saçlı, açık kahverengi gözlü, esmer bir çocuktu. Boyu diğerlerine oranla kısa olsa da benden uzundu, kısa olduğundan mı yoksa kalıplı olduğundan mıdır bilmem ama kilosu diğerlerine göre fazlaydı. Tüm yaz boyunca sanayide çalıştığı için onu okul kapandığından beri ilk defa görüyordum.

“Nihan nerede?” diye sordum.

“Nerede bıraktıysan oradadır.” Nihan’dan hoşlandığını hepimiz biliyorduk ama o hiçbirimize söylememişti, bizimkisi tahmindi ama emindik.

“En son evinde bırakmıştım.” Dedim. Yeni yaktığı sigarasından daha iki fırt çekmesine rağmen pencereden dışarı atıp gözlerini gözlerime dikti ama ben hemen kaçırdım. Korkutucu derecede tehlikeli bakmıştı.

“Evinde bulursun o zaman.” Dedi kelimelere bastırarak. Pepe’nin kalbim kırıldı, şarkısı beynimde çalmaya başlayınca gözlerimi kapayıp açtım. Ağlamamalıyım.

“Siz Nihan ile küs müsünüz?” Patavatsız Burak’ın yeni öğrenmesinin şokuyla gözlerimi devirdim. Bir de kendisini dünyanın en gözü açık bireyi sanıyor.

Nihan’a hoşlandığını söylemişti ama Nihan o zamanlar o şerefsiz ile çıktığı için sevgilim var demişti, bu yüzden onunla konuşmuyordu. Ayrıca bu konuda bana da hala kızgın olduğunu hissedebiliyordum. Herkes ikisini benim ayarladığımı düşünüyor olabilirdi ama ben bir şey yapmamıştım, ayrılmalarını ve hiç uyumlu olmadıklarını kaç kez dile getirmiştim.

Ortalık sessizleştiği için etrafımı süzmeye başladım, değişen bir şey yoktu. Burak'ın odası dağınık değildi ama pisti, oda küçük ve bence sevimliydi. İki koltuk karşı karşıyaydı, yan tarafta Burak'ın yatağı toplu bir şekilde duruyordu. Odanın içinde klima ve ortadaki masa dışında pek bir şey yoktu. Aslında başka bir şey yoktu. Erkekler ve odaları…

"Ben soru sordum sustunuz, önemli bir konuşmayı mı böldüm?" diye sordu Burak. Deniz ona bakmadan sigara yakmıştı, Toprak ise telefonu ile uğraşıyordu. Mert ise Burak'a ölümcül bakışlar attı, "Hiç öyle boş boş konuşuyorduk, duymadın mı?”

“Mert sence Nihan boş bir konu mu?” Saçma cümlemle kafamı kırmak istesem de sonra mantıklı olduğuna karar verdim.

“Tuana seninle bu konu hakkında konuşmak istemiyorum hele ki gidip her şeyi ona anlatacağını bildiğim için şu an seninle münakaşaya bile girmiyorum.” diyerek ayağa kalktı ve kapıdan çıkmadan önce “Sonra görüşürüz ya da görüşmesek de olur.” dedi ve gitti.

Arkasından taklidini yapıp yüzümü buruşturdum.

“Bu bizimle *** mı geçiyor?” diyen Burak’a Toprak yastık fırlatmış, Deniz ise yanında olduğu için kafasına bir tane vurup “Pis pis ne konuşuyorsun mal!” diye kızdı.

Neler olduğunu anlamadığımız için suspus olmuştuk, yani çok kötü bir şey de dememiştim. Doğal olarak bacımın tarafını tutmam normaldi. Ben hep kadınları tutardım.

Zaman hızla ilerlerken boş boş oturmuştuk, bir ara Burak bize bazlama ile ayran getirmişti ve hepimiz iştahla yemiştik. Üzerine çay içtikten sonra saçma sapan sohbetler etmiş ve Toprak’ın yazın neler yaptığını dinlemiştik.

“Okullar da açılacak ama siz burada kafanızı dumanlamaktan başka bir halt yapmıyorsunuz!" diye çıkıştım, ben geldikten sonra en az bir paket sigara bitmişti.

"Ne yapabiliriz ki?"

"Bul işte kanka!"

"Kanala gidip yüzelim mi?" Burak'a ölümcül bakışlarımı sunarak "Burak öldürürüm seni, benim de yapabileceğim şeyler bul!"

"Doğruluk mu cesaret mi?" Toprak sayesinde aklımda kurnaz fikirler gelmeye başladı, gülümsedim "Haydi şişe getir Burak!"

"Ben oynamam!"

"Deniz ya!"

"Kızım çocuk musunuz, gidin dışarda oynayın asabımı bozmayın!"

"Ben gidiyorum!" diyerek ayağa kalktım, Burak "Kanka hemen gitme ya!" deyince saçlarımı savurarak "Sakın arkamdan gelmeyin!" diyerek kapıdan çıktım.

Kimsenin gelmediğini görünce ayakkabılarımı hızla giydim ve Burak'ın odasının penceresine gidip onlara baktım. Deniz kafayı yastığa gömmüş bir şekilde yatarken Toprak telefonuna gömülmüş bir şekilde dünyadan bihaberdi. Burak ise ayakları duvarda kafası yerde ters dönmüş bir şekilde oturuyor ve Tiktok izliyordu. Hangi ara bu pozisyonlara geçmişlerdi?

"Sakın gelmeyin arkamdan!" diye tekrar bağırdım, üçü aynı anda korkmuş bir şekilde bana bakıp "Defol!" diye bağırdılar.

"Evlendiğiniz gün hepinizin karısını kaçıracağım!" diye bağırarak oflaya oflaya yürümeye başladım.

“Kanka benim karıyı gerdek sonrası kaçırsan olur mu, kardeş kıyağı?” Burak’a orta parmağımı çekerken Toprak ise “Olum onu bunu boş verin de kanala gidelim.” Deyip herkesi ayaklandırdı. Belliydi beni neden dışladıkları, ben de erkek olsaydım işte giderdim onlarla.

"Tuana gel de ekmeği ser kızım!" Olduğum yerde kalakaldım, kımıldamazsam beni görmezlerdi değil mi?

"Bekleme güneşin altında, gel hadi!" Anne ya! Neden ben, neden bir başkası değil! Mahallede daha iyi seren kimse yok mu, bu sıcağın bağrında ateşin dibinde olmamı nasıl istersin, sen anne misin, vicdanın yok mu, insan evladına nasıl bunu reva görür?

"Tabii ki anneciğim, fırının başında kavrulmaktan başka hiçbir önemli işim yok!" Ekmeği açamasam da ekmeği saça serebiliyordum.

Deniz'in annesini gördüğüm an cici hallerime büründüm ve gülümseyerek annemlerin oraya gittim ve en becerikli, en hamarat kız rolüyle bütün aferinleri aldım. Şuraya yazıyorum eğer anneme bağırıp gitseydim hepsi benim dedikodumu yapardı. İşte önünüzde iki seçenek varsa işinize gelmeyeni seçin, bu sayede milletin diline dolanmıyorsunuz.

Geceye doğru dip boyası gelmiş tavanımı izlerken aklımdan çıkmayan bir adet Deniz Efe Kaya’yı düşünüyordum. Yani neden bu kadar takıntı yapıyordum, aklımdan bir türlü çıkmamasına mı yoksa benim abarttığım için kendimi boğazlamak istemememi mi yanayım bilmiyordum.

“İnsan normal arkadaşça sarılır, olmadı öper falan ama yok yani. Mesela bazen Burak beni üzdüğünde sarılır, saçımı öper ama Deniz asla böyle değil. Zaten kardeşi gibi beni görmüyor, biliyorum ama eski mesafesi de yok hani. Eskiden mi daha yakındık şimdi mi emin olamıyorum. Tensel temaslarımız oluyor bazen…”

“Ne teması kız, yolarım seni?” Ablacağızımla aynı odayı paylaştığımı unuttuğum anlardan herkese selamlar.

Hilal’in cırlamasıyla sesli düşündüğümü anladım ve anında alnıma bir tane şaplak attım, düşünme pozisyonumu düzelttim. Gözlerime kara perde indiğinde birkaç saniye bekledim ve düzgün bir şekilde yatağa uzandım.

“Ellerimiz çarpışabiliyor ya canım ablacığım, onu diyorum.”

“Fazlasına izin verme, zaten mahallede ne kadar erkek varsa diplerine giriyorsun. Nasıl rahat ettiğini de anlamış değilim zaten, gören laf ediyor.” Laf ediyorlardı ama bu kız hukuk öğrencisi olarak bir kere olsun kardeşini savunamıyordu.

“Ya sana ne, eden seni mi ediyor beni ediyor. Onlara kalsak biz yaşamayalım.”

Pandik’i kucağımda sağa sola döndürüp içimden düşündüğüme emin olduktan sonra tekrar tavana gözlerimi diktim. Tavanda Deniz’in gözleri belirdiğinde derin bir nefes aldım.

Hayallerimde sarılıyoruz bazen, hiç kopmayacakmışız gibi oluyoruz. Bazen ulaştığımı sanıyorum ama bir türlü gerçek anlamda kavuşamıyorum. Kavuştuk işte, dediğim anda hayat bana arkasını dönüyor ve çıkmaz sokaklardan birine çıkıyorum. Her zaman şans beni terk ediyor ve kendi başımın çaresine bakmaya çalışıyorum. Sanırım bu benim sınanma şeklim, kaderim. Bundan vazgeçecek değilim, eğer sınanacaksam bu olmalı, başkalarının acısını kaldıracağımı pek zannetmiyorum.

"Cennetin kokusu sandığın, hayatına renk katan, onu gördüğünde yüzünde güller açan sen, 'O' bir gün hiç beklemediğin bir anda karşına çıksa ne yapardın?" sorusuna cevaben "Hiçbir şey." derdim usulca. Neden mi, o benim kankim ya kankim. En fazla uzaktan sevebilirim onu. Öğrense ne yaparım bilemem, utançtan ölürüm belki de. Bu şehri terk etme nedenim olurdu, emindim bundan. Ay şimdi öyle şeyler hissettiğimi öğrense...

İntiharlık sebep...

Kor ateşlerde yaktıran, heyecanı tam doruklarında yaşatan, vurdu mu tam vuran, öldü mü tam öldüren aşk; beni böyle sınama, aşkınla sınama.

Aşk yüzünden ölmek güzeldir ama çok ölen vardır değil mi kavuşamadan ölen ya da kavuşmayı beklerken terk edilen.

Allah’ım bana ikisini de nasip etme ya Rabbim, Deniz ile kavuşayım, mutlu olalım, bir sürü çocuklarımız olsun, yüzümüz hiç solmasın. Âmin.

Gözlerimi kapadım. Uykunun çağrısına kulak verdim, belki rüyamda sevdiğim çocuğu görürdüm. Sağa döndüm sola döndüm, uyku ne zaman alıp götürür bilmiyordum ama bir kez de saniyesinde alıp götürseydi hiç fena olmazdı. Deniz ile olan tüm anılarımı, rezilliklerimi kafamda canlandırmaya başladım, ne zaman böyle olsa uykuya dalıveriyordum.

Loading...
0%