@hmyraa
|
Floresan lambanın, önümdeki masanın yüzeyine düşürdüğü cılız ışık huzmeleri bir ânlığına gözlerime çalındı. Bir lahza duraksayarak gözlerimi randevu sistemini aydınlatan bilgisayardan ayırdım ve kolumdaki saate çevirdim. Mesai saatimin bitişi üzerinden beş dakika geçmişti, bunu yeni farkediyordum. Büyük bir nefes döküldü dudaklarımdan. Beyaz doktor önlüğümü çıkararak ayaklandım ve onu askıya astım. Odamdan çıkmadan evvel göz ucuyla yaka kartıma baktım. ‘Meva Adanır.’ Yorgun argın adımlarla sakin hastane koridorlarını arşınlayarak manuel servis kapısının iki yakalı kapısından geçtiğimde, burnuma taze atmosfer kokusu dolmuştu. Akşam saatleriydi. Kaldırımlara gölgeler devrilmiş, karanlık öbek öbek sakin caddeye yayılmıştı. Etraf tıpkı gözlerimdeki hareler gibi donuk ve sessiz görünüyordu. Tuhaf bir mırıltı duyduğumda, huzurlu bir gülümsemeyle eğilerek ayaklarıma sırnaşan kediyi kucakladım. “Sokaklar, yabancılık çektiriyor değil mi küçük dostum?” Soruma değin, sevimli bir nidayla tüylerini koluma sürttü. Güldüm. “Yolunu kaybettiysen, bulduğun her çatı seni yağmurdan korumaz ufaklık. Bazen dört duvar, bir ev etmez. Kimlere sığındığına dikkat etmelisin.” Minik burnunun ucuna dokunup, kollarımın arasında huylanarak kıvranışını izledim. Hayvanlar bazen iyi dostlar olabilirdi. Aramızda tek taraflı bir muhabbet geçerken, yürüdüğüm caddenin tuhaf bir uğultuya boğulduğunu duyumsadım. Hastaneden epey uzaklaşmış, otoyola çıkmıştım. Aşina olduğum sessizliğin bu geceden sonra ışıl ışıl bir gürültü kazanacağını anladığım ilk ândı. Karanlık asfaltın üzerine mavi kırmızı ışık demeçleri süzülmüştü, onun üzerinede iki farklı aracın farı devşirmişti. Kaşlarımı çatarak kaldırımda geriye çekildim. Geceyi yarıp geçen sirenlerle, asfaltta çığlık sesleri kopartan süratli tekerlek sesleri birbirine karıştığında; kucağımdaki kedi irkildi ve birden yanımdan geçip gitmekte olan aracın üzerine atladı. Afallayarak tiz sesli bir nida kopardım. Siyah araç, karanlığın içinden üzerine atılan küçük canlının şokuyla sarsılarak otoyolda zik zaklar çizdi ve yavaşlamaya başladı. Neler olduğuna anlam veremiyordum. Işık süratiyle giden araç yalpaladığında, onu takip eden motor aniden keskin bir manevra yaparak aracın etrafında döndü ve önünü kesti fakat motorcu yaptığı frekansla durmaya vakit bulamamıştı. Motor, aracın kaputuna çarptığında, dakikalardır süren kargaşa; motorcunun yolda sürünerek bir kaç metre ileriye savrulmasıyla ve aracında kaldırım kenarındaki rampalara çarparak durmasıyla son bulmuştu. Gözlerim iri iri oldu. Gecenin karanlığı sislere bürünmüş, etraf toz duman içinde kalmıştı. Motorcu, kaçmaya çabalayan aracı durdurmayı başardığında ise o ikisini biraz öteden takip eden polis arabası; yolu inleten siren sesleriyle birlikte temkinli bir şekilde olay mahalline doğru yaklaştı ve on adım ötemde duraksadı. Bütün bunlara neden olan haylaz kedi ise kolayca sıyrılarak caddeye doğru koşmuştu. İki polis memuru, siyah aracın içinde zanlı olduğunu düşündüğüm adamı yaka paça asfalta çöktürerek ters kelepçeye vurmuşlardı. Gözlerim onlardan uzaklaşarak motorcuya kaydı. Başka bir polis adamın yanına koşarak yaklaştığında ise ben hızlı adımlarla çoktan yanlarına vardım. Varlığımı yeni farkeden emniyet memuruna, “Doktorum.” Dediğimde, gözlerine mimlenen minnet parıltısıyla geriye çekildi. Bu bir kadermiydi emin değildim fakat kaza ânında orada olmam, ilk yardım için bir yaralıya hayat armağanıydı. Diz çöktüm, solunumunu ve nabzını kontrol edecekken sağ elini yavaşça hareket ettirerek kaskını çıkarmaya çalıştığını farkettiğimde onu durdurdum. “Hareket etmeyin, boynunuzda ciddi bir hasar olabilir.” Dedim soğukkanlı bir müdahaleyle. Verdiğim komutlamı yoksa duyduğu ince sesimlemi bilinmez, eli havada asılı kaldı. Polis aracının üzerinden etrafa düşen kırmızı ve mavi ışık huzmeleri, kaskının camına vuruyordu. O camın ardındaki bir çift gözün ağırlığını sebepsizce yüzümde hissettim. Yaralı motorcunun nefes alması için kaskın camını açtığım esnada gözlerimin içine odaklanan su yeşili gözlerle karşılaştığım an bilincinin yerinde olduğunu anlamak istercesine “İyimisiniz?” diye sordum. Göz kapaklarını beni onaylamak adına iki defa indirip kaldırdığı esnada kahverengi kirpikleri geceyle gündüzün kavuşması gibi kenetlenip ayrılırken boynunda hasar olmadığını anlayıp kaskını yavaşça çıkardım. Kahverengi saçlarındaki dalgalı tutamlar düzensiz bir şekilde dağılıp kaşlarının üzerine kadar varmıştı. Hasar tespiti yapmak için bedeninde göz gezdirirken aynı anda, "Ağrınız var mı?" Diye sormayı ihmal etmedim. Sol kolunun kumaşı sürtünmenin etkisiyle yırtılmış, oluk oluk kanamıştı. Yarası derindi, üstelik dirseğini hareket ettiremiyordu ve buda liflerine yada eklemlerine zarar verdiğini gösteriyordu. Üzerimdeki ceketi çıkararak koluna sardım. “İyi olduğunuzu temenni ediyorum, hassasiyetim hastaneye varmadan evvel gerekli bir ön yardım. Kendinizi kasmayın.” Son cümlemle elimin altındaki gergin kolu ağır ağır gevşedi.Acıya dair emareler taşımayan gözleri, sakin sakin yüzümde geziniyordu. Buna karşılık vermeden başımızda dikilen polis memurundanda ceketini istedim. İtiraz etmedi. Ceketi adamın başının altına yasladığımda, kesik kesik soluklarını rahatça ciğerlerine çekti. Kızaran gözler ısrarla gözlerimde dolaşırken fısıldar nitelikte kalın ve ince arası bir ses tonuyla kelimelerini serbest bıraktı. “Serçe parmağım.” dedi sadece. Derdini anlamıştım. Başımı çevirip kaldırım kenarlarındaki ağaçlara baktım. Daha sonra ise ambulansı arayan polis memuruna döndüm tekrar. “Kalın bir dal parçası gerek.” Polis memuru, beni hiç ikiletmiyordu. Peki o neden böyle bir fedakarlık yapmıştı? Üzeri sivildi, polise benzemiyordu. Saniyeler içerisinde elime ulaşan dal parçasını cansız duran serçe parmağının kenarına tutturarak cebimden çıkardığım mendille sardım. Bir yandanda dakikalardır geç kalan ambulansın yolunu gözlüyordum . Kolu tekrar kasılmıştı. Canı yanıyor olmalıydı fakat dudaklarından itiraz dolu nidalar dökülmüyordu. Ağrı eşiği yüksek olmalıydı fakat kendini kontrol etmekte güçlük çekmiyordu. “İyi olacaksınız.” Diye mırıldandım kendi kendime. Ambulans sesiyle ondan uzaklaştığım esnada, bunu gözlerini hiç üzerimden ayırmadığı için söyleme ihtiyacıyla dolmuştum. Yüzüne düşen ışıklarla çehresi aydınlanmıştı. Refleksle gözlerimi kırpıştırdım. Keskin çene hattı ve oval yüzüyle uyumlu düz bir buruna sahipti, siması afallatıcı bir beyefendiydi. Saniyeler sonra meslektaşlarım tarafından sedyeye yatırıldı, ardından ambulansın içerisine aldılar. Çekik gözlü hemşire, “İlk müdahale çok başarılı. Hayati tehlikesini önlemişsiniz.” Diye atıldıktan sonra teşekkür ederek arkasını döndü. Bu sözlerle önümden uzaklaşıp gitmekte olan yaralı motorcu kızarıklıkların peydahlandığı gözlerini, uzun uzun gözlerimde dolaştırdı. Bakışları ise sanki beni tanıyormuş gibi derin bir bağ kurarcasına bakıyordu. Dakikalar süren karmaşa son bulduğunda, çöktüğüm yerden kalktım. Ağır bir edayla başımı eğip kana bulanmış kaldırım taşına ve kıyafetlerime baktım. Ambulans çoktan uzaklaşıp yol alırken ardından bakakaldığım bu sahne yıllar önce kabuk bağlanan yaralarımın üzerini bir bir açmıştı. Geceden daha koyu bir renge sahip olan siyah kirpiklerim kıpırdamadan olduğu yerde sabit kalırken harelerimde tıpkı kirpiklerim gibi kenetlenmişti. Onunla bir kez daha karşı karşıya geleceğimden bir haber usulca kaldığım yerden devam ettim yoluma…
Bölüm Sonu. Devamı gelsinmi? |
0% |