@hsnovasara7
|
Hepinize merhaba çiçeklerim! Yorum yapmayı unutmayın canlarımmm!
Uzun bir aradan sonra yine bennnn, yine bennnnn!
Nasılsınız?
Umarım iyisinizdir.
Yeni bölümle yine karşınızdayım efendim!
Bölüm sonunda buluşalım canlarım!
Kırmızı güller bu satıra🌹
DİKKAT!: BU KİTAPTA GEÇEN KURUMLAR, KARAKTERLER VE OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR! KİTAP VAHŞET, +18 VE ŞİDDET İÇERİR! LÜTFEN YORUMLARDA BAŞKA KİTAPLARDAN BAHS ETMEYİNİZ!
Dipnot♡: Kitap Sezon Finalinden sonra düzenlemeye alınacaktır. Lütfen yazım yanlışlarına çok takılmayıp kitabın tadını çıkarın canlarım!
KEYİFLİ OKUMALAR!
"Onu düşünerek yazdıklarımı,
O kimi düşünerek okuyor Orlic?"
~Oğuz Atay~
Sara Hesenova
Zaman.
Acımasız bir katildi. Katlederdi hep.
Hani derler ya zamanla geçer. Hayır öyle yaralar vardır ki zamanla sadece alışırdı. Zaman oyuncaklarıyla oynamayı iyi bilen bir canavardı.
Belkide daha önce tanışabilseydim böyle olmazdı derdim hep. Ama gerçekler acıydı.
Sen onların hayatında var olmadın. Bunun nedeni seni tanımayıp bilmemeleri değil.
Bunun sebebi seni istememeleriydi.
Bir video kaydı yapmak için kamerayı açmıştım o gün. Unutmamak için, iyileşmemek için. Her izlediğimde yaramı daha da deşmek için.
Her izlediğimde kimsesizliğimi gözüme sokup yıkılmamak için.
"Söylesene Sara Hesenova" demiştim kendi kendime. İç çekerek kalbimdeki o daralmayı, acıyı azaltmak adına.
"Neden kimse seni istemiyor?" dedim sanki karşımdaki ben değilmişim gibi. Karşımda bir ayna vardı. Aynadaki yansımama bakmıştım.
Önceden belime kadar gelen saçlarım omuzlarıma bile denk gelmiyordu.
Dizime kendime çekmiş ellerimi dizlerime dolamıştım. Soğuk fayansta kestiğim saçlarım vardı. Saçlar anıları saklardı. Bir zamanlar uçlarını bile kesmeye kıyamadığım saçlarım vardı. Babamın okşamaya kıyamadığı. Annemin koklamaktan bıkmadığı. Benim şekilden şekile sokmaktan bıkmadığım.
"Söylesene ne günah işledinde sevilmemeyi reva gördüler sana?" dediğimde sesim hem kısık hemde ağlamaktan tahriş olduğu için çatallı çıkmıştı. Kalbim bin bir parçaya bölünmüş gibiydi.
Bir kız çocuğu en çok saçına kıyamaz. Çünkü yaşadığı müddetce uzayan saçları şahitti yaşadıklarına. Yoksa kırılmaktan bıkmayan kalbi hep bir umut arardı.
Bir anda gülmeye başlamıştım. "Ne kadarda acizsin!" demiştim aynadaki yansımama. Sonra bir anda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Bir tür kriz geçiriyordum sanırım. "Çok mu istiyordun seni sevmelerini? Kim bir zavvalıyı sever ki?" dediğimde bütün öfkem kendimeydi. Gitmiştim görmelerini istemiştim beni ama görmemişlerdi. İnatla kendimi gözlerine sokmaya çalışmıştım.
"Söylesene Sara kim seni sever ki? Seni hatırlamayan annen mi? Sana bir şans vermeyen baban mı? Yoksa o yerlere göklere sığdıramadığın Arif abin mi?" dediğimde artık sesim kısılmaya başlamıştı. Elimi yumruk yapıp sertce fayansa vurdum. Sonra ayağa kalktım. Bana yansımamı gösteren aynanın karşısına.
"Söylesene gerizekalı! Bir aptal gibi inandın mı?" dediğimde yumruk yapan elimi acımadan aynaya vurdum. Aynada bir çatlak oluşmuştu. Elimin acısını umursamadan ikinci defa yine indirdim yumruğumu. Parmaklarımdan kırmızı bir sıvı damlamaya başlamıştı. Kırılan aynaya baktım.
Kendimle göz göze geldim. Günlerdir yemek yememektan zayıflayan yüzüme, ayakta durmakta zorluk çeken bedenime. Bu halimede güldüm. Elimin üzerinden yol izleyen kan damlası soğuk fayansa damlıyordu.
"Bu son! Duydun mu beni? Bu son!" dedim kısık bir sesle. Gözlerime baktım. Dolu doluydu. Her zaman parlak olan bakışlarım o kadar kırgındı ki. O kadar sönmüş, o kadar boştu ki. Dudaklarım kup kuruydu ve çatlak. Gözlerimin altı ağlamaktan şişmiş uykusuzluktan mos mordu. Burnumsa kızarmıştı. Sol gözümden düşen damlayı seyre daldım. Gözlerimden düşen damla çeneme doğru ilerliyor ordansa yere damlıyordu.
Bir anda hırsla o yaşı kanayan elimle sildim. Kendime son kez baktım. Ve aynaya doğru eğildim. Çatlak aynadan kendime baktım. "Bundan sonra ölsem" dedim titrek bir nefes çektim. "Ölsemde sizi affetmeyeceğim Kaya ailesi. Özellikle sizi Asaf Kaya ve Yasmin Akın Kaya özelliklede sizi." dedim yemin edercesine. "Sizi affetiğim gün" dedim burnumu çekerek.
"Son nefesimi verdiğim gün olucak."
Ve video kaydı burda bitiyordu.
Her gece olmasada sık sık rüyalarımı süsleyen bir kabustu. O gece. Lanet olası o gece yaşadığım her şey.
Ya kaçamasaydım?
Ya o depodan kurtulamasaydım?
Ya o adam gelmeseydi?
O çirkin gece. O gece. Bedenimin acizliğine yenildiğim gece. Omuzlarıma bırakılan en ağır yük.
Aniden gözlerimi araladım. Sık sık nefes alıp veriyordum. Alnımda ince bir ter tabakasını hissediyordum. Kalbim kaburgalarımı kıracak kadar sert atıyor nefes almama mani oluyordu. Ellerim titriyordu. Üzerimdeki önü düğmeli pijamamın ilk bir kaç düğmesini açtım. Saçlarım yüzüme yapışmıştı.
O anın etkisindeydim hala.
Nefes alamadığımı farkettiğimde üzerimdeki kat kat olan yorganın altından sıyrıldım. Balkona doğru ilerlemeye başladım. Başım dönüyor gözlerimi kararıyordu. Gidemediğimi farkettiğimde duvara tutuna tutuna gittim. Balkonun pencereli kapısını açtım. Önce yüzüme tokat misali sert ve soğuk rüzgar çarptı. Gözlerimi kapattım. Bir kaç saniye öylece kaldım.
Kalbim neden kendine karşı bu kadar acımasızsın?
Aklım neden acizliğim senin gözüme soktuğun bir kusur oluyor?
Nefesim söylesene bir tek bana mı haramsın?
Elimi kalbime attım. Derin bir nefes çektim içime.
Pes etme yolun sonunda mezardasın Sara.
Verdim.
Yeniden bir nefes çektim içime.
Kim olduğunu unutma bari sen kendini unutma Sara.
Verdim.
Derin bir nefes çektim içime.
Ailenin sana ihtiyacı var. Yanlarında ol onlar senin yanında olmasada. Ezgi var kardeşin şeytanların arasında bırakacak kadar kalpsizmisin Sara?
Değilim. Verdim.
Artık kendimi daha iyi hissettiğimde gözlerimi açtım.
Göz kapaklarım ağrıyordu. Beni karşılayan manzaraysa yıldızlı bir gökyüzüydü. Ay hilal şeklini almış gecenin karanlığına inat parlıyordu. Yıldızlarsa ona eşlik ediyordu.
Kendime yeni geliyordum. Kapının zil sesini duydum. Kaşlarım çatıldı bu saatte kim gelmiş olabilirdi ki? Saate bakma ihtiyacı hissettim. Baktığımda saat gece yarısıydı. Kendimi halsiz hissediyordum. Balkonun kapısını kapattıktan sonra mutfağa ilerledim. Çekmeceden bir bıçak aldım. Apartman ne kadar güvenli olsada tedbiri elden bırakmamak iyidir. Halsiz adımlarla kapıya doğru ilerledim. Kapı zilini alacaklı gibi kim çalıyordu. İnci olamazdı bu gün nöbetteydi üstelik zaten anahtarı varken kapıyı çalmazdı.
Delikten kimin geldiğine baktım. Gelen kişi dayımdı. Kapımızda beş tane kilit vardı ve ben bütün kilitleri kullanıyordum. Hepsini bir bir açtım. Kapıyı sonunda araladığımda karşımda dayım vardı. Kendimi gülümsemeye zorladım. Eşikten bana bakıyordu.
"Dayım hoş geldin." dedim kısık bir sesle. Bana bakarken kaşları çatıldı. Kehribar rengi gözlerini hüzün bürüsede bir kaç saniyelikti. Gülümsedi ve içeri girip beni kolları arasına aldı.
"Hoş buldim Mirayum." dediğinde saçlarıma öpücükler kondurdu. Sonra yüzümü avuçları arasına aldı. Elleri buz gibiydi. Zaten üşüyen bedenim daha da üşümüştü. Kaşları çatıldı. Dudaklarını alnıma bastırdı. Sonra bana baktı.
"Güzelum yanaysun sen!" dediğinde halsizliğimin nedeni ortaya çıkmıştı. Bu saate kadar uyuduğum için çok farketmemiş olmalıydım. Dayım endişeyle bana bakarken kendimi gülümsemeye zorladım.
"Ha senin bu uşağun kolay kolay hastalanur mi?" dedim ona ayak uydurarak Karadeniz ağızıyla. Daha da kaşları çatıldı. Sonra gözleriyle beni işaret etti.
"Görünüşe bakilirsa evet. Çok ateşin var hadi git üstünü değiş hastahaneye gidelum. Burda beklerum ben seni." dediğindeyse fazlasıyla endişeliydi. Bu defa kaşlarını çatan bendim. Bir ıhlamur içerim eğer varsa bir tanede ilaç atarım ağzıma biter giderdi.
O sana öyle geliyor canım.
Sende burnunu sokmasan olmuyor zaten.
Görevimizide mi yapmayalım.
"Dayi merak etmeyesun ben bir güzel ıhlamur kaynatir içerum, bir tanede ilaç atarum sabaha hiç bir şeyum kalmaz." dedim şirin bir dille. Ne gerek vardı şimdi hastahaneye gitmeye. Bana onaylamaz gözlerle bakıyordu.
"Kötüleştiğin ilk an hastahaneye gideceğuz. Bir hafta boyuncada yatak istirahatu yapacaksan neden olmasun." dediğinde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Daha yeni gelmişken üstelik gelecek hafta bir davam varken olmazdı ki. Aslında benim gitmeme gerek yoktu ama yinede.
Dayım bana çok düşkündü. Büyükannemde öyle şu an Ordudaydı son iki yıldır yanına gitmediğim için bana küstü ama bu yıl kararlıydım gidecektim.
"Söz veremem dayı." dediğimde başım hala dönüyordu sonra içeri davet etmediğimi hatırlayınca kendime kızdım.
"Gel dayı ayakta kaldın." dedim salona yönlendirerek. Ama bir sorun vardı. Dayım yerinden kıpırdamadan kaşları havalanmış bir şekilde bana bakıyordu.
Ah dayımın şu Karadeniz damarı.
"Vermeyemusun?" dediğinde sanki yanlış bir şey söylemişim gibi bana bakıyordu. Söz vermediğim bir şeyi yapmayacağımı biliyordu. Pes ederek ellerimi teslim olmuş gibi havaya kaldırdım.
"Tamam kaptan sen nasıl istiyorsan öyle olsun." dediğimde sadece sıcak yatağıma geri dönmek istiyordum. Dayımın kaşları daha da çatıldı.
Her boka inatlaştığın için adam şaşırdı.
Seninle bile söz dalaşına girecek havamda değilim iç ses. Dayım önce ayağındakileri çıkardı. Sonra bir terlik götürüp giyindi. Paltosunu vestiyere astıktan sonra arkamdan gelmeye başladı.
"Gözüme hiç iyi değmeyesun Mirayum." dediğinde sırtımda bakışını hissediyordum. Dayım herkese aslan kesilsede benim yanımda hep uyusaldı. Bende öyle dayımı çok seviyordum. O benim ailemin bir parçasıydı. Demiştim ya liseyi İzmirde okudum. Ben üniversiteyi Orduda okumuştum. Sırf dayımlara daha yakın olmak için.
Dayım öz ailemden bana yakın olan yegane insandı.
Ezgide vardı tabi.
Salona geçtiğimizde dayım tekli koltuğa geçti. Evde ikram için bir kaç tatlı vardı halam sağ olsun. Dayıma döndüm. "Çay, kahve ne içersin dayım?" dediğimde sol tarafında olan çift kişilik koltuğu işaret etmişti.
Reis şüphelendi. Reis anladı!
Dediği yere geçip oturdum. Ve dayıma döndüm. Koltuklar bir birine uzak değildi. Dayımda da boy pos maşallah vardı. Uzandı ve elimi kavradı içine bir öpücük bıraktı. "Mirayum, güzelum, benim biricik kizum." dedikten sonra iç çekmişti. Yine aynı konuyu konuşacaktık.
Tüh! Anlamamış!
Sen kesinlikle bana düşmansın iç ses. Yoksa buna üzülmenin başka bir cevabı olamaz.
"İstemiyorum dayı. Bilmesin, tanımasın. Bırak ait olduğu yerde mutlu mesut yaşasın." dediğimde gözlerimi dayımın gözlerine sabitlemiştim. Canımın ne kadar yandığını görsün diye.
Unutmak ne kadar kolaymış oysa ben hiç bir zaman yapamıyorum.
Söylesenize Yasmin Hanım insan kendi taşıdığı canı unuturmuydu?
Unutmazdı. Unutmamalıydı.
"Miray yapma böyle be güzelum." dediğinde artık yamacımda değil tam karşımdaydı. Gözlerime umutla bakıyordu. Oda biliyordu ne kadar acı çektiğimi. Neden bu kadar ısrarcıydı bilmiyorum.
"Yapıyorum dayı. Ve yapıcamda. Onlar bana merhamet etmedi bende etmeyeceğim." dediğimde gözlerimin parladığına emindim. Ben intikam almıyordum. Çünkü eğer alırsam herkesin canı yanardı.
Yenilmişlikle başını salladı dayım. "Yap Mirayum. Yak, yık, dağıt ama kendine zarar verme olur mi güzelum?" dediğinde endişesinin bana olduğunu biliyordum. İşte bu yüzden dayım.
İyi ki dayım. İyi ki sen Yasin Akın.
"Dayı külü yaksan ne kadar yanar? Yada sence hiç yanar mı?"dediğimde tamamen kendimdim. Bana bakarken gözlerinde ki merhameti görüyordum. Yeniden sarıldı bana.
"Benum güzelum." dediğinde saçıma öpücükler bırakıyordu. Artık daha fazla dayanamadığımı hissettim. Hem fiziken hemde ruhen oldukca bitiktim. Fiziki yorgunluk neysede ruhum neden her zaman yorgundu?
"Dayı çay koyayım mı?" dediğimde derdim mutfağa kaçmaktı. Yavaşca benden ayrıldı. Alnımada bir buse kondurduktan sonra yeniden konuştu.
"Her ne yapaysan yap ama arkanda her zaman dayunin olduğuni unutma olur mi?" dediğinde o güven hissi yerli yerindeydi. Kafamı onaylar anlamda salladım.
Dayıma can fedaydı.
"Şimdi sen usli usli oturaysun bende bir güzel ıhlamur kaynatayim. Sonra sen dayunin hazırladiği o mükkemel ötesi karışımi içeysun. Mutfak nerde güzelum?" dediğinde istemsizce tebessüm ettim. Ve cevabı çok geciktirmedim.
"Salondan çıkınca soldaki oda." dediğimde salondan çıkmıştı. O çıktıktan sonra acıyla yüzümü buruşturmuştum. Sanırım regl günüme az kalmıştı. Kendi kendime saydırmadan edemedim. En nefret ettiğim şeydi regl olmak. Yavaşca ayağa kalktım başım dönüyordu. Ama çok kötü değildi.
Berbattı.
Salondan çıktım odama girdim çekmecen bir ped alıp lavaboya girdim. İşlerimi hallettikten sonra ellerimi yıkarken lavabo aynasından aksimle göz göze geldim. Gözlerimin altı kaç saatir uyumama rağmen mos mordu. Tenim solgun bir renkteydi. Kendimi mumya gibi hissediyordum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra biraz daha kendimdeydim.
Başım hala dönüyordu ve mideme kramplar giriyordu. Ama dayımıda yalnız bırakmazdım. Biraz daha dişimi sıktım. Dayım koltukta uyuyacaktı muhtemelen. Bu yüzden bir tane yastık ve battaniye elime aldım. Kollarım bunu taşımakta güçlük çekecek kadar ağrıyordu.
Ha gayret Sara!
Elimdekileri salondaki L koltuğa bıraktım. Sanki çok yük taşımışım gibi zorla yer açtım. Üzerimden tır geçmiş gibiydim. Kendimi koltuğa bıraktım. Başımı koltuğa yasladım ve şakaklarımı ovmaya başladım. Kafamda bir sürü soru vardı. Ve kurnaz aklımın bana sunduğu seçenekler.
Eğer Giray Pars Demirhanla evlenirsem ki evleneceğim. En büyük avantaj aslında Kayaların eline geçiyor. Sonuçta husumetlerini bilmeyen yoktu. Ama bay Demirhanında avantajı büyüktü benim sayemde üç tane dost kazanıyordu.
Ne kadar arkamda durmayacaklarını bilsemde Kayalar.
Her daim arkamda olan dayım Yasin Akın.
Ve bana can borcu olan Petrov Smirov.
Üç büyük güç onun arkasında oluyordu. Ama onun kadar güçlü olduklarından şüpheliydim. Ne kadar kabul etmekten haz etmesemde bir bölge liderinin kızı. Bağımsız bir bölge liderinin yiğeni. Ve kurulmuş düzene hükmeden liderin gelecekte ki eşiydim.
O gün orda olmasaydım belkide Kayalar ve Demirhanlar arasına birde kan davası girecekti. Aslında bu kadar erken gelmeyecektik biz İnciyle. Ama Kayalar ve Demirhanlara yapılan tuzağı duyduğum an her şey o kadar hızlı gelişmiştiki zaman su misali akıp gitmişti.
Belkide gelmeseydim Timur Kaya bu tuzağa kurban gitmişti. Ve bay Demirhan tarafından öldürülmüştü. İçerde ki köstebek yoktu ama Ezgi sayesinde her şeyden haberdardım.
Ama planlarım arasında bir mafyayla anlaşmalı evlilik kesinlikle yoktu! Deli herif! Acaba o aklından neler geçiyorda benimle evlenmek istiyor.
Ne kadar geçtiğini bilmiyordum ama içeri giren dayımla düşüncelerimden sıyrılmıştım. Elinde ki tepsiyle yanıma geliyordu. Gülümseyerek yanıma oturdu. Sonra tepsiyi önümüzde ki sehpaya bıraktı. Büyük siyah Beşiktaş kupasını önüme bıraktı. Gülümseyerek elime aldım.
"Teşekkür ederim dayı." dediğimde cevabı geciktirmemişti.
"Afiyyet olsun güzelum." diyerek beni yanıtsız bırakmamıştı. Ihlamur sıcacıktı. Bir kaç yudum aldığımda içim ısınmıştı. Limonsuz bir ıhlamurdu elbette. Bu evlilik mevzusunu şimdi mi söylesem sonra mı söylesem bilmiyordum. Aptal gibi tanımadığım bir adamla evleniyordum!
Nankör olma o kadar miras sana kalıcak işte.
Bir kerede ticari açıdan düşünmesen olmuyordu zaten.
Evet canım.
"Dayı yarın erkenden mi gidiceksin?" dediğimde sesim kısık çıkmıştı. Sonuçta onu zorla burda tutamazdım. Ihlamurdan bir yudum daha aldıktan sonra sehpaya bıraktım. Vereceği cevabı bekledim.
"Sen ne zaman istersen giderum Mirayum." dediğinde mutlu olmuştum. Gitmesini istemiyordum en azından İnci gelene kadar.
"Yorgun görünüyorsun. Ben odamdayım. İyi geceler tatlı rüyalar dayıların en mükkemeli." dediğimde kısık sesime mutlu bir tını kullanmıştım. Hasta olduğum için sarılmamıştım ama omzunu sıvazlayıp kalkmıştım.
"İyi geceler güzelum." dediğinde kupayla birlikte salondan çıkıp odama doğru ilerliyordum. Dayımın beni görmeyeceğini bildiğim için yüzümü buruşturdum. Reglin ilk günleri bu kadar ağrıtmamalıydı.
Odama girmeden önce mutfaktan ateş düşürücü bir ilaç atmıştım ağzıma. Suyla yuttuktan sonra tekrardan kolidora yönelmiştim.
Odama girdiğimde kapıyı hafif açık bırakıp ışığı açtım. Artık istesemde uyuyamazdım. Çünkü bir kere uyanmıştım. Yatağıma geri dönüp üzerimi sıkıca örttüm. Sehpanın üzerine bıraktığım kupamı aldım. Yine yudumlamaya başladım. Sonra sıkıldığımı farkettiğimde telefonumu elime aldım. WhatsApp'a girdim öylesine kim güncellemelere ne koymuş diye bakarken sıkılmıştım yine. Konuşmalara baktığımda yanlışlıkla o gün bana yazdığı numaranın üzerine basmıştım. Ve aktifti.
Acaba yazsak mı?
Senin keçiler hepten kaçmış iç ses. Gecenin bu saati bu kadın niye bana yazıyor diye sormaz mı adam?
Sözlüsü sayılırsın. Yakında evleneceksiniz zaten.
Yazmayacağım ama instasına bakmamda bir problem yoktu sonuçta. İnstagram girdim ve arama motoruna 'Giray Pars Demirhan' yazdım. Önüme çıkan hesaba baktım. İnsan bir kişiyide mi takip etmez arkadaş? Neyse. Baya takipcisi vardı mavi tiki olmasının nedeni açıklanıyordu. Paylaşımlarına bakmaya başladım. Beğenmemeye dikkat ediyordum sonuçta yanlış düşüncelere kapılmasını istemezdim.
Tabi tabi.
Bir fotorağfı dikkatimi çekmişti. Çok aktif bir kullanıcı değildi. Hesapta muhtemelen iş için vardı. Fotorağfta davette gibiydiler ve yanında sarışın bir afet vardı. Kaşlarım çatıldı. Bu kadında kimdi? Yorumlara tıklayıp baktığımda yani anladığım kadarıyla bir modeldi. Üzerinde fiziğini ortaya koyan siyah dekolteli bir elbise vardı. Yan yana çektikleri bu fotorağf bile magazine konu olmuş olmalıydı. Yorumlarda onları daha çok birlikte görmek isteyen bir kitle ve yakışmadıklarını iddia eden başka bir kitle vardı. Çok fazla kurcalamadan hesabından çıktım. Yusufun canlı yayında olduğunu belirten bir bildirim geldi.
Bu saatte neden uyanıktı acaba beyefendi? Canlı yayınına girdiğimde. Balkondaki masada oturduğunu anladım yanında Nuray ve babam vardı. Masanın üstüne baktığımda çocukluk fotorağflarımızın olduğunu farkettim. Çatık kaşlarım düzeldi.
"Evet bakalım burda kimler varmış." dediğinde eline küçükken üçümüzün birlikte çektirdiği bir fotorağf karesini eline aldı. Fotorağfa baktığımda gülümsemiştim Yusufun doğum gününde çektirdiğimiz bir fotorağftı. Ortalarında ben vardım sağımda Yusuf, solumda Fiko vardı. Küçüktük Yusuf elindekini kemiriyordu, ben kameraya gülümsüyordum Fikoda sıkıca bana sarılıyordu. Kedi köpek gibi bir birimizi yerdik ama aslında bir birimizi çok sevdiğimizdendi.
"Yusuf o bakış ne allah aşkına." diyerek güldü Nuray. Yusuf ona eşlik ederken babam gülümsemekle yetiniyordu. Yusuf elinde ki fotorağfa bakatıktan sonra kameraya tuttu.
"Ne yapayım kızım kameranın flaşından öyle yapmışımdır." diyerek kendini savundu. Sonra telefona dikkatle baktıktan sonra kaşları havalandı.
"Ablamda burdaymış ya." dediğinde bu defa gülen bendim. Bu saatte uyanık olmayı pek sevmezdim ama uykumda gelmiyordu.
"Hayret bu saatte seni uyanık bulmak büyük başarı." dediğinde babamın bakışları hemen telefonu bulmuştu. Sanırım oda şaşırmıştı. Sonra telefonunu eline aldı. Ve bir şeyler yazmaya başladı. Çok takmadan Yusufa baktım yeni fotorağf eline almıştı. Bu karede sadece babamla ben vardık. Üzerimde kırmızı güzel bir elbise vardı. Koyu renkli saçlarımı annem keçi gibi bağlamıştı. Yeni yılda amcamlardaydık sanırım. Babam karşımda oturmuş bende parmaklarıyla oynuyordum.
"Babama bak be yakışıklılığımı kimden aldığım belli oldu." dedi övünerek Yusuf. Nuraysa ona göz devirerek cevap verdi.
"Yusuf sen sarışınsın." dediğinde Yusufun yüzü hafif düşsede fotorağfa daha dikkatli baktı sonra canlı yayındaki kendine baktı. Sonra boş vermiş olmalı ki bir diğer fotorğfa yöneldi. Bu fotorağfta Muraz abimle ben vardım. İkimizde kocaman gülümsüyorduk. Muraz abim bana sıkıca sarılıyor ikimizde kameraya bakıyorduk.
"Bu Muraz abim değil mi baba?" dediğinde babam başını telefondan hafif çekerek fotorağf karesine bakmıştı. Fotorağfı gördüğünde yüz ifadesinde bariz bir yumuşama vardı.
"Evet oğlum." dediğinde sesinde hoş bir tını vardı. Gülümsemem büyüdü. Sonra Yusuf bir diğer fotorağfa geçmişti. Burda Oktay abimle ben vardım. Oktay abim büyük dayımın oğluydu. En kafa dengi kuzenimdi anne tarafımda ki kuzenlerimin arasından. Onun ağzı açık bende ona bakarak gülüyordum. Anaannemlerin evindeydik. Bunu arkadaki raflardan anlayabiliyordum.
"Bak bu Oktay abim Nuray. Ablamın yegane didişmediği insan." dediğinde kaşlarıma havalanmıştı. Aslında herkesle anlaşabiliyordum ama sevdiklerimle uğraşmayı seviyordum. Oktay abimi ayrı severdim. Anne taraftan üç tane dayım vardı. Annem nesilde ki yegane kızdı bende o kızın yegane kızıydım. Şaka gibi ama anne taraf kuzenlerimin hepsi erkekti. Anne taraftan 8 tane kuzenim vardı. Evet sayıca bana da çok geliyorlar ama hepsi samimi insanlardı. Oktay abim bir başka tabi ki.
"Ablam her kesle didişmiyor Yusuf." dediğinde beni savunuyordu Nuray. Nuray İnciyle bana düşkündü. Yusuf bir tek banaydı. Zaten böyle söylemesinin nedeni canlı yayında benim olduğumu bilmesiydi.
Yusuf göz devirerek başka bir resime geçti. Bu fotorağfta Fiko ve ben vardık. Ben Fikonun sırtına çıkmış komik bir fotorağf çekmiştik. Fiko şaşkın bir ifadeyle bense sinsi bir gülümsemeyle kameraya bakıyorduk.
"Ablam her türlü abimin başına belaymış. Abim çok sakin ama ablam yerinde durmazmış." dedi gülerek bir yandanda konuşarak. Resmen benim dedikodumu yapıyorlardı! "Annem hep anlatır. Ablam anaannemin babaannemin bütün tabaklarını kırıyormuş. Birde yerindede durmuyormuş. Ama tabi o şeytan tüyü onda hep olduğu için bir şekilde kendini affetiriyormuş." dediğinde nastoljiyle gülümsemem daha da derinleşti.
Ne günlerdi be!
Aslında çamurdan yemek gibi şeyler yaptığım için hep elimden düşüyordu. Birde orda zemin toprak değildi sert bir zemini vardı. Düştüğüyle kırıldığı bir oluyordu. Oyuncaklarımdan çok gerçek mutfak eşyalarıyla oynuyordum.
"Desene bu yüzden ablamın eli bu kadar lezzetli diye." dedi Nurayda gülerek. Bu iki keçininde diline düşmüştüm ya. Neyse. Yusuf bir diğer fotorağf karesini eline aldı. Burda ablamla ben vardık. Ben küçüktüm ablamda zaten benden sadece iki yaş büyük olduğu için yaşıt sayılırdık. O zamanlar babaannem bir pianino almıştı. Pianinonu yerleştirdikleri gün bir düğüne davetliydik. Annemle halam İnciyle beni pişti gibi giydirmeye bayılırdı. O gün aynı renk ama farklı desenli elbiseler giyinmiştik. Annem saçlarımın bir kısımını tokayla sıkıştırmıştı. Halamsa İncinin saçının bir kısmını at kuyruğu yapmıştı. Ben sandalyede oturup merakla tuşlara dokunurken ablamda ayakta hemen yanımda dokunuyordu.
Ablam benim çocukluğumdu.
Aslında hala halsizdim ama bu yarın işe gitmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Yarın Cerenle konuşmalıydım.
Sonra telefonuma bir arama geldi. Arayan babamdı. Sanırım telefonu neden eline aldığını anlamıştım. Görüntülü arıyordu. Sesim ıhlamur sayesinde daha iyiydi. Geciktirmeden cevap verdim. Telefonu açtığımda canlı yayından çıkmıştım. Ama sanırım babam artık balkonda değil solandaydı.
"Güzel kızım." dediğinde bariz hoş bir tını vardı. Bense gülümsedim aklımda ki seslerin aksine. Yalnız olduğunu anladım.
"Babam nasılsın?" dedim daha bugün konuşmuş olmamıza rağmen. Oda bana gülümsedi.
"İyiyim kızım. Sen nasılsın?" dediğinde cevabımı geciktirmedim.
"İyiyim babam." dedikten sonra bir sesizlik oldu. Nefesimi verdim ve konuşmaya başladım.
Ne kadar erken o kadar iyi.
Diye içimden keçirdim.
"Baba sana bir şey söylemeliyim." dedim hem gergin hemde utangaç bir tonla. Çekiniyordum. Ve gizlemiyordum. Babamın kaşları çatılsada sözümü devam ettirmemi bekledi.
"Baba ben evlenmeye karar verdim."
●●●
İlahi bakış açısı
Saatler önce
Kaya ailesi masa başında akşam yemeklerini yiyorlardı. Ama masada bir eksik vardı. Timur Kaya. Gittiğinden beri ne bir telefon etmiş nede geri dönmüştü. Masanın arkasında ki herkes hala Yasmin Hanımın gelişine şaşırsada pek ses etmiyorlardı. Asaf beyin aklı hala kızındayken yarın onu görmek için yanına gideceği için mutluydu. Yasin beyse henüz eve gelmemişti. Masada sessizlik hüküm sürüyordu. Ta ki Ezgi Kayaya gelen telefon aramasına karşı. Arayan kişi ablasıydı. Evet öyle kaydetmişti.
Masadakilere kısa bir an baktı. Yanında oturan ortancıl abisi ve büyük abisi kimin aradığını anlamış bu sebepden neden aradığını merak ediyorlardı. Terredüt etsede telefonunu götürdü. Ve ayağa kalktı.
"İzninizle önemli biri." diyerek izin istesede Yasmin Hanımın meraklı bakışların kaçamamıştı.
"Yavrum yemeğini yeseydin öyle cevap verseydin." dedi Yasmin Hanım kızını düşünerek. Asaf beyinse dikkati kızındaydı. Ezgiyse sadece annesine tebessüm etmişti.
"Merak etme annecim hemen dönerim." dedikten sonra adeta koşarak bahçeye kaçmıştı. Yasmin Hanımsa kimin aradığını merak ettiği için oğullarına döndü. Arifle arasında hala mesafe olduğunun farkında olduğu için sorusu Altanaydı. Fakat kimin aradığını merak eden tek kişi Yasmin Hanım değildi kocasıda merak ediyordu.
"Oğlum" dedi biraz çekingen bir tonla. Altansa annesinin seslenmesiyle ona taraf döndü.
"Efendim." dediğinde yine çekingen bir tonla sorusunu sormuştu Yasmin Hanım. Çünkü kıznın sevinci gözünden okunuyordu. Kızını tanımak istiyordu.
Sarayı tanımak dahi istememişti.
"Ezgiyi arayanın kim olduğunu gördün mü? Onu bu kadar sevindirenin kim olduğunu bilmek istiyorum." dediğinde Altan yanlış anlamamış anlayışla başını sallamıştı. Ne kadar gerçekkeri söylemek istesede küçük kız kardeşini görmüştü. İstemiyordu. Zorlamaya gerek yoktu.
"En yakın arkadaşı." demeyi tercih etti. Yasmin Hanımsa aldığı cevapla devam ettirmesini bekledi. "Sara." Sonra Yasmin Hanımın kaşları havalandı. Yemek yediği çatalı ve bıçağı bırakarak tamamen oğluna döndü.
"Bu Saranın soyadı Hesenova mı?" dediğinde masada ki herkes kesinlikle bunu beklemiyordu. Asaf Kayaysa bunu bildiği halde inanamamıştı. Arifse ilk defa ağzını açarak konuştu.
"Siz onu nerden tanıyorsunuz?" dediğinde sesinde mesafe hissediliyordu. Yasmin Hanım bozulsada gülümsemeyi tercih etti. Gülünce gamzeleri ortaya çıkıyordu. Ama sol yanağında ki gamzesi hep daha derindi.
Bu özellikleri bile birdi. Ama tanıması için bir sebep bile değildi anlaşılan.
"Hayatımı borçlu olduğum bir kadın." dedi gülümserken Yasmin Hanım. "Hatta bütün gerçekleri bana anlatanda oydu. Beni ordan kurtaranda. Beni kurtarmak için benimle birlikte yanmaya bile hazırdı. Ailemize çok bağlı. Ne yalan söyliyeyim ilk gördüğümde bana birini hatırlatmıştı. " dedi devam ederek. Masada ki herkes bir anda yine sessizliğe gömülmüştü. Asaf bey yutkunmuştu. Arifse yine kendi kabuğuna çekilmişti. Altansa annesinde gözünü çekmeden aklını kurcalayan sorulardan birini sordu.
"Sana ne anlattı anne? Yani kendi hakkında." dedi merakla Altan ama aynı zamanda alıcağı cevaptan korktu. Ya aldığı cevap umduğu gibi olmazsa?
Altan Kaya kardeşini görememekten korktu.
"Kendisinden pek bahsetmedi. Ne kadar istesemde ismi ve soyismi dışında bir şey söylemedi. Birde bazı gerçeklerden bahsetti. Asaftan, Ariften, Altandan ama en çok Timur ve Ezgiden. Bir de..." dediğinde gerisi gelmemişti. Yasmin Hanım kaybettiği bebeğinden konuşamamıştı bile. Acısı hala tazeydi.
Belkide o yüzden görememişti kızını.
Asafınsa bakışları Yasmin Hanıma döndü karısını tanırdı. Yüreğinde yaşattığı kadının yaşamasına sevinsin mı? Üzülsün mü? Bilmiyordu. Yıllarca öldü sandığı karısı şu anda cap canlı karşısındaydı. Farketmemişti ama gözleri dolmuştu Yasmin Hanımın.
"Her neyse." diyerek kestirip atmayı istedi Yasmin Hanım. Ama oda biliyordu o kestirip atabileceği bir şey değildi. Sonra sessizliğin hükm ettiği bir masada sadece çatal, bıçak sesleri duyuluyordu.
Sara Hesenovanın yada gerçek adıyla Miray Ece Kayanın laneti tarihlerken.
Öz annesi Yasmin Akın Kayanın laneti o tarihleri unutmaktı.
Kaybettiği her şeyi bulan bir kız değildi. Ama unutmayı ne kadar istesede başaramamıştı. Çok istemişti ama olmamıştı. Sara neyi unutsada tarihleri asla unutmazdı.
İşte anne-kız bir birlerine bu kadar zıttılar.
Diğer yandan Ezgiyse bahçede telefona cevap vermişti. Arka bahçede olduğu için hoparlöre almayı sorun etmedi. Heyecanla konuşmaya başlamıştı. Cevapladığı an her zaman merhametle dolup taşan ses bu defa kısıktı da.
"İyi akşamlar Doktor Hanım. Nasılsınız?" dediğinde bile kısıktı sesi. Kaşları havalanmıştı Ezginin. Ablası neşeyle dolu bir kadındı. Yaşama hevesi onda bolca mevcuttu Ezgiye göre.
Ama bilmezdi bunun onu saklayan bir maske olduğunu.
Kimse bilmez Saranın acısını gülüşünde sakladığını.
"İyi akşamlar Avukat Hanım. İyiyim teşekkür ederim siz nasılsınız?" dediğinde oda sesini mutlu bir tını kulanarak cevap vermişti. Ezgi bilmiyordu ama babası aslında onları dinliyordu. Asaf Kaya kızının sesini duymak istiyordu.
Babasının kızına ihtiyacı vardı.
Kızının babasına ihtiyacı olduğunda babası yoktu.
Her ailede, ailesi için kendini bile yok sayan bir çocuk vardır.
Kaya ailesinde bu çocuk belkide Saraydı.
"Sara ne oluyor orda? Nerdesin sen?" dedi endişeyle Ezgi. Ablasının inleme sesini duyduğuna emindi. Ablasını tanırdı kötü olduğu zaman da 'iyiyim' derdi iyi olduğunda da. Sevdikleri için gerekirse canıyla kumar oynamayı bilen ablası, konu kendi canı olduğunda fazla umursamazdı.
Aynı sesi duyan Asaf Kayaysa kaşları çatık ve bir hayli endişeliydi. Acaba başına bir şey mi gelmişti? Burda bayılmıştı oğlu kan azlığı olduğunu söylesede serumdan sonrada solgun tenini fark etmişti. Hastalanmışmıydı? Yanında ona bakabilecek biri varmıydı? Dudaklarını bir birine bastırdı Asaf Kaya. Kızı hakkında sadece her kesin bildiğini biliyordu.
Yani koca bir hiç.
"Tatlım ablan her zaman iyi! Evde oturmuş koltukla kavga ediyordum sıkılıp seni aradım. Dayımlar ne yapıyor? Evde tekim ben bilirsin yalnız kalmayı sevmiyorum. Eğer gelebiliyorsa, buraya gelsin." dediğinde sesi bir hayli kısıktı. Neşeli bir tını kullanmak istesede canı yandığından emindi Ezgi. Gözlerinin dolmasına mani olamadı. Ablası onun en kıymetlisiydi. Canı yansa, canı yanardı Ezginin. Ayağına taş deyse taştan hesap soracak tek kişinin ablası olduğunu biliyordu. Yanına gitmek istiyordu ama çıkamayacaktı. Derin bir nefes aldı.
Asaf Kayaysa arkadan gelen adım seslerin duymasıyla kafasını o tarafa çevirdiğinde oğullarının ona baktığını fark etmesi bir oldu. Fakat baş parmağını dudaklarını götürüp 'ses çıkarmayın' demekten başka bir şey yapmadı. Oğullarıysa onu dinlemişti. Tam Altan ağzını açmıştı ki duyduğu sesle açılan ağzı aynı saniyede kapanmış ve oda babasının yanında yerini almıştı. Daha sonra hareketlerinden utanabilirlerdi nede olsa.
"Ablam! Ablaların birtanesi! İkizim! Ben diyorum kiiii" dedi Ezgi cevabını bildiği şeyi bir ihtimal değişmesini umdu. Hastalandığının farkındaydı. Yanında olmak istiyordu ama yanınada gitmedi. Ezgi sadece bir defa olsa bile ailesiyle bir masada oturup, bir aile gibi yemek yemek istedi.
Asaf Kaya tam odaklanacakken bu defa başka bir ayak sesi duydu. Sesizce bir küfür savurdu. Gelen kişiye baktığında Yasin Akınla Timur olduğunu fark etti.
"Ula enişte ne yapaysun burda?" dedi şiveyle Yasin. Bu defa onun yerine oğlu Altan ağız oynatarak sessiz olması gerektiğini anlatmaya çalıştı. Yaptığı hareketlerle kaşları çatılan Yasin Akın duyduğu sesle susmuştu.
Mirayının sesini nerde olsa tanırdı.
"Hayır." dediğinde oflamaktan başka bir şey yapamadı Ezgi. Ablasını bilirdi ve elbette dillere destan keçi inadınıda. Kesinlikle nerde olursa olsun bu inadıyla Karadeniz damarı olduğunu ele verirdi.
Yasin Akınsa ne olduğunu bilmediği için kaşları çatık bir şekilde konuşmanın bitmesini bekliyordu. Yiğenin yanına gidemememişti bu gün. Çok özlemişti. Beş tane yiğeni vardı ama Miray farklıydı. Miray yiğeni değilde öz kızı gibiydi. Hatta onun için öz kızıydı.
Asaf Kayaysa kızının o sert duvarına yine tosladı. Yıkılması zor olduğunu anladığındaysa yutkundu. Bir çok özelliğini babasından almış gibiydi. Nasıl görememişti? Bu kadar mı kör olmuştu? Kendine kızdı Asaf Kaya kızını daha önce bulamadığı için. Belki erken bulsaydı her şey farklı olurdu. Ama bilmezdi ki kızının keşkelerinin içinde kaybolduğunu.
Arif Kayaysa kız kardeşini görmek için adeta can atıyordu. Ezgi o kadar içten konuşuyordu ki ikiziyle konuşurken. Oda öyle olsun istedi. Arif Kaya kardeşiyle yaşayamadığı her şeyi yaşamayı istedi.
Altan Kayaysa gitmekle gitmememek arasında kalmıştı. Ama gitmek istesede ne diyip gidecekti? Gitse kardeşi onu kabul edermiydi? Etmesini istedi Altan Kaya.
Timur Kayaysa bu gün öğrendiği şeyleri sinirmeye çalıştı. Timur içinde fırtınalar koptuğunda bile oldukca sakin ve sessizdi. Bazı bilgilere ulaşmıştı. Ulaştığı bilgilerle öğrendiği şeylerin bağlandığı tek nokta da pekişiyordu, yeni bulduğu kız kardeşiyle. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama Timur Kaya zekası hafife alınamayacak bir rakipti. Timur Kaya hiç çocuk olmamıştı. Ruhu hep yaşlıydı. Timur Kaya hafıza konusunda kız kardeşine çok benzerdi. Tek fark o geçici bir süreliğinede olsa unutabiliyordu. Eğer Timurun bir şansı olsaydı yeniden küçülüp çocukluğu hissederek büyümeyi dilerdi.
"Ama daha ne diyeceğimi duymadın ki! Hastalanmışsın inat etme gel bize burda ben sana bakarım." dediğinde Ezginin tek amacı ablasının inadı bırakıp onların yanına gelmesiydi. Ailesinin yanına.
Yasin Akın duyduğu cümleyle endişeyle Ezgiye bakmıştı. Yiğeni hassas bir kadındı. Kan azlığı, mide hassaslığını biliyordu. Yanına gitmek için hareketlensede Asaf bey onu durdurmuştu. Yaptıkları yanlıştı ama hepsi yeni buldukları ailelerinin bir parçası olan kadını merak ediyordu.
"Ezgim, güzel kardeşim, canımdan bir parça sana olan zaafımı en iyi sen bilirsin, öyle değil mi? Ama anla be güzelim bende bir insanım, benimde bir gururum var. Ayrıca ben hayatımdan gayet memnunum. Annem var, babam var, halam var be benim! Bak konusu açılmışken yine özledim onları. Kardeşlerim var, sen varsın, dayım var. Benim zaten bir ailem var güzel kardeşim. Anlıyorsun beni, öyle değil mi?" Sara bu cümleleri söylerken Ezgi yavaşca arkasını dönmüştü. Demin bir ses duyduğuna emindi. Arkasında gördüğü kişilerle gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Telefondan kendi sesini kısarak ailesine döndü.
Fakat Saranın sarf ettiği her cümle ok misali kalbine saplanmıştı Asaf Kayanın. Kabul etmiyordu onları. Farkındaydı. Ama ne için etmediğini bilmeyecek kadarda kördü. Kızının onlara baktığını fark edince hemen dikleşti. İçinden kendine sövdü yakalanmışlardı.
Yasin Akınsa bildiği şeylerin tekrarını dinlemişdi aslında. Ama yanındakikerin bunu bilmesine gerek yoktu. En azından o öyle düşünüyordu. Yiğenin yarası derindi bilirdi. Yasin Akın Asaf Kayanın aksine Mirayı hakkında her şeyi bilirdi.
Arif Kayaysa sadece yutkunabilmişti. Gerçekten onları kabul etmiyormuydu? Kabul etmeyişinin altında yatan sebep neydi peki? Arif Kaya da kördü. Geçmişi unutacak kadar.
Altan Kayaysa o sarf ettiği cümleler arasında sadece bir sözcüğe takılmıştı. Kardeşlerim. İşte oda bu sözcüğün içinde olmak istedi. Altan Kaya kız kardeşine doya doya sarılmak istedi. Ve yapacaktı.
Timur Kayanınsa kafasında ki çarklar dönüyordu. Her bir turda yeni bir aydınlanma yaşıyordu. Kız kardeşi onların yanına gelmişti, öyle değil mi? Ama onlar görememişti. Timur Kaya bu sefer kız kardeşine hak verdi. Nede olsa onu en iyi o anlardı.
Yakalanan Asaf Kaya ve Yasin Akınsa gözlerini kaçırmıştı. Tıpkı diğerleri gibi. Onlara kaşları çatık bir şekilde bakan kız kardeşine dümdüz baktı Timur.
"Siz beni mi dinliyordunuz?" dedi kaşları çatık bir şekilde Ezgi.
"Hayır yani ev-" diyen herkese inat.
"Evet." dedi Timur Kaya. Yalan sevmezdi her şeyi olduğu gibi kabul ederdi. Dikense onun dikeniydi karışmak kimin ne haddineydi.
"Kayaların yegane kızı olmanın keyfini çıkar ikiz. Çünkü fazlasıyla hak ediyorsun." Gelen sesi herkes duymuştu. Kaşları çatık olan Ezginin bile yutkunmasına sebep olan bir cümleydi. Ne kadar kızmak istesede kafasını iki yana salladı Ezgi.
Asaf Kaya yutkundu. Kendini bu aileye ait hissetmiyordu. O da onların kanını taşıyordu ama onları istemiyordu. Ağırdı. Artık kızının ne kadar ağır bir yük taşıdığını biliyordu Asaf Kaya. Ve kendisinden nefret ediyordu. Oysa daha bu kızının yaşadıklarının yanında bir hiçti.
Arif Kaya sadece yerinde durup kalmıştı. İlk başta onları istemediğini düşünmüştü. Onları inciteceğini düşünmüştü. İsyankar olacağını, her fırsatta onlara zarar vereceğini. Ama onun incittiği kişinin kendisi olduğunu bilmiyordu.
Altan Kayaysa diğerlerinin aksine nedenini bildiği için sadece sustu. Ama kız kardeşinin ağzından duymak yaralıyıcıydı.
Timur Kayaysa anladı. Garipti. Kendine karşı yapılan her şeye göz yumuyordu. Konu kendi olmadığı sürece fazla korumacıydı. Tanıdık gelmişti. Oysa tanıdık olan sadece bu benzerlikleri değildi.
Bütün hikayelerin başlangıcı aynıdır. Anne rahmine düştüğün an başlar çilen. Daha bir noktadan farksızken yazılırdı kader denilen alın yazısı. Size yazılan kadere boyun eğmekte, isyan etmekte sizin elinizdedir. Hayat size sandığınız kadar çok fırsat sunmaz. Siz bir fırsat yaratırsınız ama bunu kabul etmeye korkarsınız. Gerçekler her zaman acıdır.
Bir aile. 7 aile ferdi. Tek çürük meyve.
Yada.
Dağılmış bir aile. Bir birinden habersiz 7 fert. Çürümeye mahkum bırakılan bir meyve.
Bir ezgi. Tek ses. Mısralarca sözcük.
Ama hepsi aynı. Hepsinin buluştuğu tek bir nokta var.
Kaybedilen yıllar.
Kazanabileceğiniz bir şey değildi ki zaman. Kaybetmeye mahkum olduğun bir satranç tahtasıdır. Her hanesinde farklı bir tuzak. Her oyunun için farklı bir bedel. Oyunun sonundaysa elleri kanlı birer oyuncu.
Oyunun sonunda bir hiç için savaştığını anlarsın. Bu da senin en büyük kaybın olur.
Şu an gece yarısıydı belkide. Fakat genç adamın aklı hala genç kadındaydı. Elinde ki viskiyi yanında ki sehpaya bıraktı. Bütün İstanbul ayaklarının altındaydı. Bu soğuk havaya zıt bir şekilde yanıyordu genç adam.
Göğsünde ki bu yangında neyin nesiydi böyle?
Sebebini bilmezken sebepkarını bilmek ancak bu kadar saçma olabilirdi. Başını kanepeye yaslayıp gözlerini kapattı genç adam. Bu kadın başa belaydı.
Onun başının belası olucaktı. Hissediyordu.
Ama inkarda etmek istemiyordu. Sanki kalbi genç kadını bekliyormuş gibiydi. Bunca yıl kalbine kimseye açmayan bu adam bir kalbe girmeyi bu kadar istiyor olması saçmaydı. Saçmalıktı. Ama güzeldi de.
Genç kadın ateşti.
Farkındaydı. İş yerindeydi aşağıda korumalar hariç yanında kimse yoktu. Siyah ağırlıklı olan bu çalışma odası bile genç adamın karanlığıyla bir tutulamazdı. Genç adam bu yaşına kolay gelmemişti. Az şey yaşamamıştı. Ama bu farklıydı.
Gözlerini araladığında bakışları yanında ki cekete düştü. Kadınlar ilgisini pek çekmezdi. Ama bu kadın çekilmeyecek gibi değildi. Ceketine uzandı elinin arasına aldı. Normal ceketti aslında. Ta ki genç kadının teniyle temas edene kadar. Garip bir istekti fakat yavaşca ceketin giyinince boyuna değen kısmını kokladı.
Gözleri yavaşca yeniden kapandı. Soluduğu koku eşsiz gibiydi. Kırmızı gül ve vanil kokusu bu kadar uyumlu olmamalıydı. Ama sadece bu iki kokuyu solumuyordu genç adam. Genç kadının kokusu buram buramdı.
Genç adama geceler hep haramdı. Ama bu koku bile onu mahrum eden şeyi gerçekleştiriyordu. İçerek uyuyan bir adamdı. Bir yerden sonra her şeyi unutuyordu. Rahat olmasada uyuduğu bir kaç saat bile yetiyordu. Fakat genç kadının kokusunu bir ömür soluyabilirdi.
Gözlerini kapattı genç adam ama her zaman ki gibi geçmişin karanlık perdesi oynamadı aklında. Tek bir kadının yüzü canlandı. Avukatın. Bu gün ona gülümserken sol yanağında ki o çukur ortaya çıkmıştı. Gözlerinde ki o parlaklık, umut doluydu. Bu gecede onu düşünerek uykuya daldı, tıpkı bundan önce ki geceler gibi.
Aslında bilmiyorlardı ki onlar bir elmanın iki yarısıydı. İki yaralı ruhun ilacıda bir birleriydi.
Bu akşam genç adam ve genç kadın için son kozunu oynadı.
Deniz misali her dalgaların kıyılarla buluştuğunda artan şiddet gibi bir birlerine bağlanacaklardı.
İki beden. Tek kalp.
Sevdaları yaralı ruhlarının ilacı olduğu vakit kıyamet kopacak ve asıl o zaman kader son kozlarını oynayacaktı.
SON
Bölüm sonuna hoş geldinizzzz!
Bölüm nasıldı canlarım?
Sizce başımıza daha neler gelicek?
Favori sahneniz?
Bölümün geciktiğinin farkındayım fakat bu yıl ve önümüzde ki dört yılda bir hayli yoğunum canlarım. Elimden geldiğince çabuk yazıp atmaya çalışacağım!
Okuyan gözlerinize sağlık çiçeklerim🌹
|
0% |