Yeni Üyelik
14.
Bölüm

12. Karanlık ve Aydınlık

@hsnovasara7

 

 

 

 

Hepinize merhaba çiçeklerim!

 

 

 

 

 

Nasılsınız?

 

 

 

 

 

Umarım iyisinizdir.

 

 

 

 

 

Yeni bölümle yine karşınızdayım efendim!

 

 

 

 

 

Bölüm sonunda buluşalım canlarım!

 

Kırmızı güller bu satıra🌹

 

 

 

 

 

DİKKAT!: BU KİTAPTA GEÇEN KURUMLAR, KARAKTERLER VE OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR! KİTAP VAHŞET, +18 VE ŞİDDET İÇERİR! LÜTFEN YORUMLARDA BAŞKA KİTAPLARDAN BAHS ETMEYİNİZ!

 

 

Dipnot♡: Kitap Sezon Finalinden sonra düzenlemeye alınacaktır. Lütfen yazım yanlışlarına çok takılmayıp kitabın tadını çıkarın canlarım!

 

 

 

 

 

 

KEYİFLİ OKUMALAR!

 

 

 

 

 

 

"Rüzgâr yine kokunu getirdi.

 

 

 

 

Anlayacağın yine canım burnumda."

 

 

 

 

~İlhan Berk~

 

 

 

 

 

 

Sara Hesenova

 

 

 

İnsan sevdiğinin kıymetini onu kaybettiği ve ya kaybettiğini sandığında anlarmış. Birinin kaybetmek için onun ölmesine gerek yoktu ki. İnsan sevdiğini kaybettiğini gözlerine bakıncada anlayabilirdi.

 

Sevdiğinizde sadece sevgiliniz olmaz ki. Ailenizde olabilirdi, ailenizden olanda. Sanırım bu tattığım en acı tatlardandı.

 

Annemde hiç yerim olmamıştı ki.

 

Unutulmak en çok korktuğum şeydi.

 

Ve annem beni unutmuştu. Ailemde unutmuştu beni.

 

Sanırım bu yüzden birazda sevmekten korkardım. Ya sevdiğim adamda unutursa beni? Yaşarken unutulmaktansa ölmeyi yiğelenirdim.

 

Ama ben unutmaktanda korkardım. Yaşadığımı yaşatmaktanda korkardım. İntikam için burda değildim. Asla olmamıştım.

 

O kadar yorgundum ki bir an zamanı durdurup dinlenmek istiyordum. Omuzlarımda taşıdığım yük ağırdı benim için. Ama birinin bunu taşıması gerekiyordu.

 

Ve o kişi bendim.

 

Biri ailede istenmeyen kişi olmalıydı ve sanırım bu ben oldum.

 

Sorun yoktu canları sağ olsun. Ben intikam almıyordum. Ama affetmiyordum da. Bana yaşattıklarını umarım ki bir gün yaşarlardı.

 

Ahım yakanızda Kaya ailesi.

 

Ne anneme nede babama hakkım ne bu dünyada, ne diğer dünyada helal değildir.

 

Gerçi onlar benim hiç bir zaman ailem olmamıştı. Ben sadece olmayacak bir şeye kapılmayı seçmiştim. Benim hatamdı. Hatalarımın bedelini her zaman ağır öderdim. Hayatın acımasız oyunları arasında payıma düşen, nefes almaya çalışmaktı. Çünkü her fırsatta benim nefesim kesilirdi.

 

Gece uyuyamamıştım. Bu yüzden çabuk kalkmıştım. Babamlar bu Pazar yani dört gün sonra geliyorlardı. Hala karnıma kramplar giriyordu ve halsizdim. İlaçla ıhlamur biraz toparlanmama yardımcı olmuştu. Şu an bile erkendi ama çay koymak için mutfaktaydım. Gözüm saate iliştiğinde ablamın nerdeyse eve varmak üzere olduğunu anlamıştım. Dünden beri doğru dürüst bir şey yememiştim. Şimdide canım bir şey çekmiyordu ama tansiyonumun düşmemesi için ağzıma bir iki lokma atmayı planlıyordum.

 

Geceyi iyi değerlendirerek Buse Hanıma yerleştirdiğim kamerayı incelemiş ve bir kaç araştırma yapmıştım. Elimde yeteri kadar delil vardı en azından şikayetimizi göz önünde bulundura bileceklerdi. Hem uykusuzluktan hemde kaç saatir bilgisayar karşısında oturmaktan vücuduma müthiş bir ağrı daha girmişti. Bütün bedenim tutulmuş gibiydi. Bu da yetmiyormuş gibi arada bir gözüm kararıyordu. Artık ilaçlarımı aksatmamam gerekiyordu. İştahım yine kesiliyordu. Hayatımın bir döneminde ciddi anlamda çöküş yaşamıştım. Ve sanırım bundan meydana gelen bir hastalığım vardı yeme bozukluğu.

 

İnsanlar bunu bir nimet olarak görebilir ama asla değil. Yıllarca tedavi görmüştüm sonunda iştahımı geri kazanabilmiştim. Şu ansa benden daha iştahlısı yoktu.

 

Üzerimde beyaz saten bir gömlek onun altınaysa kalçalarımı ve belimi saran dizlerimin sadece biraz üstünde olan bir kalem etek vardı. Onların üstüneyse siyah bir gömlek tercih etmiştim. Kolumda bilekliğim hariç altın bir saat takmıştım. Boynumaysa inci desenli bir kolye. Yüzüme hafif makyajımı yapmıştım kırmızı rujumu sürüp birazda parfüm sıktığımda hazırdım. Ben zamanın geçmesi için yavaş hareket etsemde bir türlü geçmemişti. Şimdiyse kahvaltı masasında ki tek eksik çaydı.

 

Gelen kilit sesiyle irkikerek kendime gelmiştim. Çayın kaynadığını fark ederek altını kapattım ve kapıya doğru ilerledim. Ablamın içeri girdiğinde yüzünde bir tebessüm vardı. Ablam beyaz tenli bir esmerdi bu yüzden kızarınca fazla belli olurdu. Yorgun olduğu her halinden belliydi. Duvara yaslanarak ona bakıyordum.

 

"Cerrah Hanım hayırdır yüzünüzde laleler açıyor." dedim yaramaz bir edayla. Benim seslenmemle ne düşünüyorsa irkilerek bana bakmıştı. Ablamın en sevdiği çiçekler lalelerdi. Yüzünde ki tebessümü silmesi gözümden kaçmamıştı. Kaşlarımı havada ondan gelecek cevabı bekliyordum.

 

"Yok bir şey canım öyle bu gün fazla yorulmadım bu yüzden iyiyim." dediğinde söylediklerinin doğru olduğundan şüphem yoktu. Bence başka bir şey vardı ama her neyse. Zaten anlatmak istese anlatırdı.

 

"Peki öyle olsun ama pek inandırıcı gelmedi haberin olsun. Kahvaltı hazırladım yemek yede yat." dedim yaslanmaya son verip dikleşip mutfağa gitmek için sırtımı dönerken.

 

"Aç değilim canım yorgunum biraz." dediğinde içim rahat değildi. Doğru dürüst yemek yiyen biri değildi ve zaten işte yeterince koşuşturmacanın içinde olup yoruluyordu.

 

"Bari gel bir çay içte için ısınsın." dedim çayları bardaklara doldururken. Oda zaten arkamdan geldiği için tezgaha yaslanarak bir şeyler düşünüyordu. Dayım hala uyuyordu. Erken olduğu için kaldırmaya kıyamamıştım. Çayları bardaklarımıza doldurduktan sonra ablamınkini kendisine uzattım. Almadığını fark edince seslenmeye karar verdim.

 

"Abla." dediğimde irkilerek bana döndü. Yorgun olduğu için böyle diyicemde nedense onunla çok alakası olduğunu düşünmüyordum. Elimde ki bardağı aldı. Bense ona bakarak bir şeyleri çözmeye çalışıyordum.

 

Bu işin içinde bir iş vardı.

 

"Ablacım bana söylemek istediğin bir şey var mı?" dedim kaşlarım havalanırken. Ablam benim gibiydi yalan söylemeyi pek beceremezdi. Sanırım birazda bu yüzden bir birimizden gizlimiz saklımız yoktu. Kaşlarını çatarak bana baktı.

 

"Davalarına kafa yor Avukat." dediğinde bir şey olduğundan kesinlikle emindim. Hemen bardağımı ses çıkarmamaya çalşarak tezgaha bıraktım.

 

Benden kaçabileceğini sanıyorsa büyük yanılıyordu.

 

"Eğer bana hemen ne olduğunu anlatmazsan bende sana babamların neden Pazar geleceğini söylemem." dedim kollarımı göğsümde birleştirerek. Kaşları çatıldı. Oda benim gibi kollarını göğsünde birleştirerek bana cevap verdi.

 

"Evdekilerden sorup öğrenirim." dediğinde dudaklarım iki yana kıvrıldı. Babamı iyi tembihlemiştim. Öğreneceğini pek zannetmiyordum.

 

"Öğrendiğinde bana da haber verirsin o halde." dedim göz kırparak. İkimizde tezgaha yaslanmaya son verip çaylarımızı elimize alıp sofraya oturduk. Yorgun olduğun bildiğim için pek soru yağmuruna tutmak istemedim. Ablamdan gizli saklım olmazdı. Elbette onunda benden. Eninde sonunda kendinin itiraf edeceğini bildiğim için konuşmaya başladım. Bir anda ikimizde bir birimize bakmaya başladık. Oda söylemek için bana bakıyordu.

 

"Sen söyle önce benim ki seni biraz dumura uğratabilir." dedim çayımdan bir yudum alarak. Babama söylediysem ablam çocuk oyuncağı olmalıydı.

 

Ayrıntıları kaçırıyorsun. Babanın anlaşmadan haberi yok. Fakat ablan her şeyi biliyor.

 

Çok sağol iç ses ya hiç bilmiyordum. Beni ikna etmeye çalışıcağını elbette biliyorum ama elimde olacak avantajlardan vazgeçemezdim.

 

"Bu gün ben hastahanedeyken bir buket geldi. Daha doğrusu bir buket inci çiçeği geldi. Babamın gönderdiğini düşünsemde, babamın lale sevdiğimi bilerek bu çiçeği göndermezdi. Üstelik taze. Bu mevsimde taze inci çiçeği nerde bulunurdu ki?" dediğinde derin nefes aldı. Ne düşündüğünü biliyordum. Elimde ki kupayı masaya bıraktım ve iki elimle elini kavradım. Yanında olduğumu bilmeli ve hissetmeliydi.

 

"Sende biliyorsun çıkmasına az kaldı. Ama üzerinde ki notu okuyunca şüphelendim. Bu onun yazabileceği bir not değildi. Ama tamda onluk bir hareketti." dediğinde gözlerini kaçırmıştı. Ablamın bir sapığı vardı. İki yıl önce bir şekilde onu içeri sokmayı becerebilmiştim. Adeletin duvarda olduğuna bir kere daha tanık olduğum yıllardı. Bende kuralına göre oynayarak hapise attırmıştım. Ablamı her gördüğü yerde sıkıştırıyor, onu rahatsız ediyordu. Ablam benim gibi değildi. Naif bir kadındı. Konu kendi olduğunda bazen fazla korumacı olamıyordu. Tabi ki bu eskide kalmıştı. Fakat korkusunu anlayabiliyordum ve oda bir gün o sapık karşısına çıkarsa nasıl kendisini koruyacağını.

 

"İstersen iş çıkış saatini söyle beraber gelelim eve. Ben hastahaneye gelirim sonra beraber eve geçeriz." diye bir öneri sundum. Ablam benim bu dünyada sahip olduğum en kıymetli şeydi. Bir birimizin zıttı gibi görünsekte en çok biz bir birimize benzeriz. Benim bakışlarım ondayken sonunda benimle göz göze geldi. Titreşen gözlerinden onun çıkma ihtimali bile tüylerini diken diken ediyordu. Buna rağmen gülümsedi. Acı bir gülüştü, anlamıştım. Oda benim onu anladığımı anlamıştı. Tuttuğum ellerine dudaklarımı bastırdım.

 

"Varım yoğum bir ablam var. Canının yanmasına hiç müsade edermiyim?" dedim kedi gibi yanağımı eline sürterek. Oysa eğilip saçlarıma bir öpücük bıraktı. Yavaşca kollarımı ona doladım. Sıkı sıkı sarmaladım. Burnuma dolan kokusu insanı rahatlatıyordu.

 

"İyi ki varsın kardeşim."

 

"İyi ki varsın ablam."

 

Dediğimde aslında bu dünyada konu ne olursa olsun güvendiğim yegane kadına sarılıyordum. Ablamın kolları sıcaktı ev gibi hissettiriyordu. Bir kaç dakika böyle kaldık. Ta ki ablam beklediğim soruyu sorana kadar.

 

"Şimdi sıra sende. Dinliyorum." dediğinde bir birimizden ayrıldık. Bakışlarımı ablama çevirdim. Eğer göz temasımı kesmezsem ne kadar kararlı olduğumu anlayacaktı. Ve daha az ısracı olacaktı. Biliyordum. Derin nefes aldım.

 

"Abla ben evlenmeye karar verdim." dediğimde bir anda gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Benden böyle bir haber beklemiyordu. "Sen sormadan söyliyeyim bu evlilikten kesinlikle vazgeçmeyeceğim boşuna ısrar etme." diyerek tedbirimi aldım. Bir kaç saniye sonra nihayet konuşmaya başlamıştı.

 

"Kızım ne diyorsun sen? Kiminle evleniyorsun? Niye evleniyorsun? Hani karşında ki dünyanın en zengin adamı olsa bile evlenmeyecektin?!" dedi şaşkınca. Sesi hafif yüksek çıkmıştı. Bense ablama dönüp konuşmaya başladım.

 

Bile mi? Bundan sonra daha büyük laflar etmeliyiz Sara!

 

Diyen iç sesimi umursamdan elbette.

 

"Bay Demirhanla." dediğimde aynı zamanda arkadan da bir şaşkınlık nidası gelmişti.

 

"Ne evlenmesu? Kim evleniy? Miray!" dediğinde şu halime gülesim vardı. Sırasımıydı yani! Önce bir ablamı sakinleştirseydim.

 

İşte gerçek eğlence!

 

Acımdan zevk aldığını biliyorum ama en azından nezaketen üzülmüş gibi mi yapsan?

 

Yalanı sevmem Avukat bilirsin.

 

Hemen ayağa kalktım. Ve dayıma döndüm. Derin bir nefes alarak konuşmaya başladım.

 

Umarım sonum Karadenizin soğuk suyuna atılmak olmazdı.

 

"Doğru duydunuz biz, Girayla evlenmeye karar verdik." dedim yürek yemişcesine. Bakışları bana döndü kaşları dahada çatıldı.

 

Bu ne cesaret aslanım.

 

"Ula kim bu Giray lavuği!" dedi sinirle dayım. Benimde kaşlarım çatıldı gelecekte ki kocama lavuk dediği için tartışabilirdim. Yok ben gerçekten iyi değildim.

 

"Sevgilime lavuk deme dayı!" diyerek dayımla sonlara doğru kısılan sesimle. Boğazımı temizledikten sonra bana dik dik bakan ikiliye baktım.

 

"İstesenizde istemesenizde evlenicem. Bu sizin değil benim kararım." dedim kısık ama baskın bir sesle. Dayımsa hiç geri durmadan konuşmaya başladı.

 

"Hayur efendum evermiyim seni! O Giraymu kimdirse söyle ha ona benden ona hatta hiç kimseye verecek kiz yoktur!" dediğinde kaşlarım çatıldı. Fikrime saygı duymalıydılar, fakat dayım tam tersini yaparak karşı çıkıyordu. Nefesimi verdim. İki saatir ağrımayan başım ağrımaya başlamıştı.

 

"Zaten senden istemeyecek ki." dedim iki kolumuda göğsümde birleştirerek. Ve gıcık bir gülümsemeyle. "Babamdan isteyecek beni." dediğimde yine inadından vaz geçmeyerek oda bana uyarak iki kolunu göğsünde birleştirdi.

 

Neden ailedeki bütün minyon genlerini ben aldım ki!

 

Neyse ki topuklu vardı oda olmasa delirirdim herhalde.

 

"Eğer evlenirsen hakkımı helal etmem." dediğinde gülümsedim. Acı bir tebessümdü. En son Yasmin Hanımın yanına gitmem için böyle konuşmuştu ve sonu malumdu. Gözlerim doldu. Ağlamadım ama göz yaşlarımıda geri göndermedim. Kollarım çözüldü.

 

"Etme dayı canın sağ olsun." dediğimde ne dediğinin farkına varmış gibi yutkundu. Ama yinede geri durmadı. Bende durmadım. Dediklerimin arkasındaydım.

 

"Şimdi gitmem gerek." dediğimde hareketlendim ve mutfaktan çıktım. Topuklularımı giyindim kabanımı da omuzlarıma attıktan sonra telefonumuda çantanın içine attım. Kapıyı açtığım gibi kendimi dışarı attım. Derin derin nefes aldım. Gözlerime dolan yaşları geri gönderdim. Yapabilirdim. Dayanabilirdim.

 

Aşağı indiğimde Furkan burda değildi çünkü saat daha erkendi. Umursamadan kabanıma daha sıkı sarılarak boş sokakta yürümeye başladım. Yaptığım tek şey yürümekti. Nefes alıp verdim. Nefesimi verdiğimde hapşırdım. Hastalanmıştım anlaşılan. Şu an umrumda değildi. Böyle kaç saat yürüdüm bilmiyorum ama adımlarım bir yere geldiğinde kendiliğinden durdu. Bakışlarımı karşısında olduğum kafeye çevirdim.

 

Tanımıyordum yeni açılmıştı muhtemelen. Açık olmasını fırsat bilerek kafeye girdim. Henüz kimse gelmemişti. Çalışanlar masaları siliyordu. İçerisi kahve tonlarıyla ağırlıklı, ahşap masalarla döşenmiş hoş bir kafeydi. Sahil manzarasını es geçerek orman manzaralı olan masaya doğru ilerledim.

 

Oturduğumda sırtım kapıya dönüktü. Menüye kısa bir bakış attım. Hiç bir şey yemediğim için başım dönüyordu. Tansiyonumun düştüğünü tahmin etmek zor değildi. Garip bir şekilde canım bir şey çekmiyordu. İçimi ısıtmak adına çikolatalı kahve rica etmiştim.

 

Nefesimi vererek arkama yaslandım. Gözlerimi kapattığımda tamamen etrafa konsantre olmuştum. Çalan notalara kulak vermek rahatlatıcıydı. Yalnızken asla konuşkan biri olmuyordum. Aksine en sakin insan oluyordum. Önce sert notalar ardındansa çalınan yumuşak notalar uyumu yakalamış gibiydiler. Eskiden daha çok bu gibi şeylerle uğraştığım için alışkanlık gibiydi benim için. Bırakması zor bir alışkanlıktı.

 

Oysa eskiden hayallerim bu alışkanlıklar üzerine kuruluydu.

 

Yavaşca gözlerimi araladım. Orman manzarası bana bir şeyi anımsatmıştı. Belkide kendim uydurduğum bir şeydir.

 

"Orman gözlü çocuk." dedim fısıltıdan farksız bir ses tonuyla. Niye böyle bir şey hatırlamıştım bilmiyorum ama bunu söylediğimde gözümün önüne gelen yeşil gözlü, kumral bir oğlan çocuğunu görmek garip bir his yaratıyordu.

 

Do you get Deja vu ha?

 

Sıkıntıyla nefesimi verdim. Gelen kahveyle bakışlarım garsona döndü hafif bir tebessümle teşekkür edercesine kafamı salladım. Önüme gelen çikolatalı kahveye baktım. Dumanı tüten kahve fazlasıyla sıcaktı. Soğuktan donan ellerimin arasına aldım. Sanki buz kütlesi çözülüyordu. Sıcağı hissetmek hoştu. Yaksa bile. Ellerimin yeterince ısındığına kanât getirerek elimi çantama attım. Telefonumu elime alarak ekranını açtım. Dayım, ablam iki kez aramıştı. Fakat beni şaşırtan yabancı bir numaranın aramasıydı. Kime ait olduğunu bilmediğim bir numaraydı. Boğazımı temizleyerek numarayı aradım. Bir kaç kez çaldıktan sonra cevap verdi.

 

"Alo" dedim kısık ses tonumla. Arkadan gelen sinirli bir solukla kim olduğunu sorguluyordum.

 

"Alo. Merhaba Sara benim Altan." dediğinde şaşırmıştım. Neden beni aramıştı ki?

 

"Merhaba Altan bey önemli bir durum mu var?" dedim merakla. Beni merak ettiği için arayacak hali yoktu ya.

 

"Hayır. Aslında evet eğer müsaitsen öğle arası buluşabilirmiyiz diyicektim. Ben, Ezgi, Arif abim, Timur ve sen. Eğer müsaitsen elbette." dediğinde gülümsedim. Benimle konuşurken bir yandanda heyecanını bastırmaya çalışıyordu.

 

Saatime baktım. Eğer erken gidersem işimi erken halledip buluşmaya katılabilirdim.

 

"Söz veremiyorum ama gelmeye çalışacağım." dediğimde gelecek cevabı bekledim. Beni tanımak istiyorlardı. Oysa ki fazlasıyla geç kalmışlardı.

 

"Elbette. Teşekkür ederim, Sara." dediğinde biraz bozulmuş gibiydi. Cevabı geciktirmedim.

 

"Rica ederim Altan bey." dediğimde sıkıntılı bir nefes aldığını duydum.

 

"Görüşürüz o zaman."

 

"Görüşürüz." dedikten sonra kapattım. Sonra beni ikinci şaşırtan numaraya tuşladım. Bay Demirhanın numarasına. İlk çalışta açmıştı.

 

"Alo Bay Demirhan?" dedim sorgular bir tonla.

 

İnsan kocasına telefonu böyle mi açar?

 

Ne diyeyim iç ses? Hem ne kocası. Evli bile değiliz.

 

Henüz.

 

"Avukat nerdeysen konum at buluşmamız gerek." dediğinde sabit ses tonundan ne olduğunu çözememiştim. Yinede önemli olabileceğini düşünüp cevap verdim.

 

"Tamam." dedikten sonra yüzüme kapatmıştı. Öküz!

 

Konumu attıktan sonra telefonumu kapattım. Doğru dürüst yalnızda kalamıyorduk iyi mi. Aslında dayımda bende boş yere kavga ettiğimizi biliyorduk. Sadece dayım beni herkesten soyutlayarak koruyabileceğini düşünüyordu. Ona kalsa arkamda onlardan farksız en az iki araba dolusu adamla dolaşmalıydım. Ama gerçek kimliğim ortaya çıkmadığı sürece sorun yoktu. Zaten gerçek kimliğim için önce benim sonra onların imzası olmalıydı. Ve ben bunu istemiyordum.

 

İstemediğim şeye kimse beni mecbur bırakamazdı. Karşımda ki en değer verdiğim olsa bile.

 

Kahvemden bir yudum aldığımda soğuduğunu fark etmiştim. Kahvemi sonuna kadar içtim. Her sevdiğiniz şey için bazen bir şeyede katlanmalıydınız. Mesela içinde hiç bir zaman yer alamayacağınız, yeriniz olmayan bir yere yuva yapmaya çalışmak gibi.

 

Kışın ortasında kuru güçsüz bir dala yuva yapamazdım. Ya yuva yapmak için baharı beklemeliydim ya da bu daldan vazgeçip başka bir dal aramalıydım. Dalımdan vazgeçemezdim bu yüzden baharı beklemeliydim.

 

Yuvada hiç bir zaman yerim olmayacağını bile bile yapıyordum.

 

Kalbim üşüyordu benim.

 

Bunun içinde bir ilaç varmıydı?

 

 

 

 

 

 

●●●

 

 

 

 

 

 

Giray Pars Demirhan

 

 

Arabada Avukatın attığı konuma doğru giderken fazla düşünceliydim. Bu gün öğrendiğim şeyler hafife alınacak şeyler değildi. Avukatın Petrov Smirov gibi bir adamla ne işi olabilirdi ki? Aklıma geldikce sinirleniyordum. Konuşmak istediğim tek konu bu değildi. Bir süredir onu gözlemlediklerinin farkındaydım. Hissediyordum. Onu bu şekilde yeterince koruyor gibi hissetmiyordum. Ama benim evime gelmeyecek kadar inatcı olduğunuda biliyordum. Gelmezse kaçırarakta götürebilirdim çünkü ona zarar gelmemeliydi.

 

Garip bir kadındı. O küçük boyuna rağmen kalkıştığı işler büyüktü. Ve tek başına sırtlıyordu. Bakışları bile farklıydı. Canı yanıyordu, gülüyordu. Ölümle tehdit ediliyordu. Baş kaldırıyordu. İtiraz ediyordu. İsyankar bir kadındı. Yolun sonunu bilmeden koşuyordu. Ama fark etmiyordu, kaçtığı şehire doğru koşuyordu. Yaralarını gülüşüyle gizliyordu. Gülüşü insanın aklnı başından alır cinstendi.

 

Fakat gücünün o kadar adama yeteceğini düşünmüyordum. Ben düşüncelere dalmışken Polatın konuşmasıyla kendime geldim.

 

"Akif çekiksene!" dedi Polat sataşarak. Bu ikisi yan yana gelmemeliydi. Kenara sıkışmış Akifse sinirle Polata döndü.

 

"Bana bak Polat siktirtme belanı." dedi tıslarcasına Akif. Duyduklarıyla kaşları çatılan Polatsa susmadı.

 

"Noluyor lan sana ne bu sinir stres? Azıcık relax olun abicim. Ne bu işkolik." dedi bıkkınlıkla Polat. Akifse sonunda sabrının sonlarında olmalı ki Polatı boş köşeye itti. Bundan zerre rahatsız olmayan Polat oturduğu yere yayıldı.

 

"Pezevenk!" diye homurdandı Akif. Bu ikisi hiç anlaşamıyordu. Ama yinede en yakın iki arkadaşım ve bu korumalarımdı. İstemeselerde aynı ortamdaydılar.

 

İçten içe bir birlerini sevdiklerini biliyordum. Bir keresinde bir çatışmada Polatın ağır yaralı olduğunu hatırlıyordum. Çok adam kaybetmiştik ve ayrı yerlerdeydik. Polatla Akif aynı yerde çatışıyorlardı. Akif Polatı orda da ölüme terk edebilirken tam tersini yaparak onu kurtarmıştı. Hayatımda verdiğim en doğru karar onları hayatıma almaktı.

 

Sonunda eski ahşap desenli bir restoranın önündeydik. Saat henüz erken olduğu için kimsecikler yoktu. Kapı açıldığında sadece ben ve korumalar arabadan inmiştik. Hava soğuktu bu kadar erken saatte neden burdaydı bilmiyordum. Tek bildiğim dayısı yani Ordunun bölge lideri olan Yasin Akının onlarda olmasıydı.

 

Restorandan içeri girdiğimde dışı gibi içeriside ahşap detaylıydı. Masaların çoğu boştu. Dolu olan tek masa soldan en dipteki masaydı. Uzun saçlarından onun olduğunu anlamak zor değildi. Yavaşca o masaya doğru ilerledim. Derin düşüncelere dalmış gibiydi. Bakışları penceredeydi. Neye bu kadar dikkatli baktığını merak ederek pencereye baktım orman vardı. Kışın ortalarında olmamıza rağmen hoş bir manzaraydı.

 

Karşısında ki sandalyeyi çektiğimde bile bakışlarını ormanlıktan çekmemişti. Nihayet bana döndüğünde boş bakışlarım ondaydı. Tıpkı onunda bana baktığı gibi. Yüzü kızarıktı. Dışarıdan yeni mi içeri girmişti? Yoksa başka bir şey mi vardı? Bakışları fazla yorgundu.

 

"Neden burda olduğunuzu sorabilirmiyim bay Demirhan?" dediğinde sesi o kadar kısıktı ki duymakta güçlük çekmiştim. Kaşlarım çatıldı. Elimi kaldırıp alnına yasladım. Sıcaktı. Ama benimde ellerim soğuktu. Hemen alnını elimden çekerek yüzünü buruşturdu. Yavaşca ayaklandım.

 

"Burdan gidiyoruz." dediğimde kaşları çatılmış meraklı gözlerle bana bakıyordu. Belkide fark etmiyordu ama bakışları bile baygındı.

 

"Neden?" dedi merakla. Kaşlarını çatmış bir vaziyette bana bakıyordu. Her konuda inatlaşabilecek bir kadındı fakat bendede Laz inadı vardı. Ben kabullensem o baş kaldırırdı.

 

"Gelmiyormusun?" dedim kaşlarım havalanırken. Onun kaşları mümkünmüş gibi daha da çatılmıştı. Arkasına yaslanarak bana bakmaya devam etti. Ayakta olduğum için başını kaldırarak bana bakıyordu. Güneş tam yüzüne vuruyordu ve kahverengi hareleri ela rengine bürünüyordu. Kırmızı ruj sürdüğü dudakları alayla kıvrıldı.

 

"Beni istemediğim hiç bir şeye zorlayamazsınız bay Demirhan." dediğinde sesini yüksek çıkartmak istesede pek becerebilmiş değildi. Ayağa kalktı çantasını toplarken bir anda masaya ellerini bastırdı ve gözlerini kapattı. Gözlerinin karardığını anlamak zor değildi. Aramızdaki mesafeyi kapatarak ona belinden destek oldum. Tekrar gözlerini açtığında elimi belinden iterek beni kendinden uzaklaştırdı. Çantasını toparladıktan sonra kabanını alarak önden ilerledi.

 

Arkasındansa ben ilerledim. Ona yetişmek zor olmamıştı. Önünde durduğumda mecbur oda durmuştu. Sağdan ve ya soldan gitmeyi denese bile onu kolayca yakalayacağımı bilecek kadar zeki bir kadındı. Ben ona doğru bir adım atarken oda arkaya doğru bir adım atıyordu. Her adımıma karşılık bir adım atıyordu. Ona yaklaşmak ateşle dans etmekle eş değerdi. Yakınlarını ısıtan, yabancıları yakan bir ateş. Tenine dokunmak günaha davet gibiydi. Düşmanımın kızıydı. Düşünmem gereken şey çıkarım olmalıydı belkide. Eğer şeref yoksunu bir piç olsaydım. Gün geçtikce daha çok dikkatimi çekiyordu. Ve bu da benim için bir ilk ti. Olmamalıydı. Eğer ona tutulursam, zaafım olurdu.

 

Belkide bu hayatta ki yegane zaafım.

 

Onu duvarla arama alana kadar bu böyle devam etmişti. Kollarımla ona küçük bir kafes yapmıştım. Gözlerini kırpıştırarak bana bakarken, gözlerini açık tutmak için direndiğinin farkındaydım. Yavaşca kulağına doğru eğildim. Kokusu burnuma dolarken konuşmak garip bir şekilde zordu. Burnum istemsizce saçlarına değiyor ve kokusunu nefes gibi içime çekmeme neden oluyordu. Nefes alışının hızlandığını hızla inip kalkan göğsünden anlayabiliyordum. Ve bu nedensizce hoşuma gidiyordu.

 

Onu heyecanlandırmak hoşuma gidiyordu.

 

"Artık istesen bile benden kaçamazsın. Nikah tarihini aldım. Yarın nikahımız kıyılıyor. Düğünü ne zaman istersen yaparız." dediğimde bir kolumu çektim ceketimin iç cebinden küçük siyah kadifemsi bir kutu çıkardım. Yaptığım her haraketi dikkatle takip ediyordu. Kutuyu gördüğündeyse yutkunmuştu. Bu kadar hızlı olucağını düşünmemiş gibiydi. Kadifemsi kutuyu açtığımda içinde çiçek desenli yakut bir yüzük ve bir alyans vardı. Ona yakışacağını düşündüğüm bu yüzüğü bir gece ansızın ben çizmiştim. Tıpkı elime fırçayı aldığım an onun portresini çizdiğim gibi. Ardından kızgın bakışları bana döndü.

 

"Nasıl bana sormadan bunu yaparsınız! Daha aileme bile bu durumu açıklamamışken, benden yangından mal kaçırır gibi sizinle evlenmemi nasıl beklersiniz?!" diyerek bana diklendiğinde onu belinden kavrayıp daha da kendime çekmekten çekinmedim. Eğildiğimde yüzlerimiz bir birine bir hayli yakındı. Sinirle nefesimi yüzüne verdim.

 

"Anlaşmaya uygun davran Avukat. Ve bir daha sakın! Sakın bana bu şekilde bağırma!" dediğimde bende sinirle soluyordum. Benim sarf ettiğim sözler onu daha da çok sinirlendirmiş olmalı ki başını kaldırarak yüzlerimizi bir birine daha da yakınlaştırdı.

 

"Siktir git! Ben senin emir verebileceğin bir çalışanın değilim! Sözlerine ve davranışlarına dikkat et. Ben senin uşağın değilim. Hiç bir şekilde bana karışamazsın! Sakın! Sakın bir daha bana emir verme!" dediğinde bu halinden etkilenmemek elde değildi. Şu an kaza süsü verip onu öldürebileceğimi biliyordu. Eğer benim yerimde başka biri olsaydı onu çoktan öldürmüştü. Fakat sınır tanımayan bir kadındı. Bu ileride başına bela olucak gibiydi.

 

Gözlerim gözlerine sabitliydi. Cayır cayır yanan kahveleri beni her an yakabilirdi. Bakışlarım usulca yüzünün her bir zerresinde gezindi. Dudaklarına değdi istemsizce bakışlarım. Kırmızı ruj dolgun dudaklarına yakışıyordu. Verdiği her nefes aldığım nefese karışıyordu. Bakışları fazla etkileyiciydi. Kapılmamak elde değildi.

 

Burnumu hafifce yanağına sürterek kokusunu içime çektim. Uyuşturucu gibiydi. Bağımlılık yapıyordu. Güzel gözlerini kırpıştırırken de bir o kadar can alıcıydı.

 

Nihayet yakınlığımızın farkına vardığında. Gözlerini kaçırarak kendini benden uzaklaştırmak için beni itti. Fakat zerre kıpırdamadan ona bakıyordum.

 

"Bıraksana beni!" dedi zorla çıkan sesiyle kızgınca. Onu bıraktım. Üstünü düzeltirken eğilip bir kolumla omzuma attım. Çığlık attığını sansada kısık çıkan sesiyle belimi yumruklamaya başladı.

 

"Zorlada olsa benimle gelmelisin." dediğimde tek isteğim onu yanımda tutup korumaktı aksi taktirde tehlikedeydi. Restorandan çıkmadan önce onu sırtımdan sarkıtmak yerine kucağıma almaya karar verdiğim için pozisyonunu değiştirdim. Kucağıma aldığımdaysa baygın olduğunu fark etmem uzun sürmemişti. Bu hali beni endişelendirdiği için hızla hazır olan arabaların birine geçtim. Başı göğsüme yaslı olan bu kadını korumalıydım.

 

Canım pahasına.

 

Hastahaneye sürmelerini emir ettiğim için hastahaneye doğru yol alıyorduk.

 

Kesik kesik verdiği nefesleri hissediyordum. Yavaşca bana daha çok sokuldu. Bu benim taş kesilmeme neden olurken o bunun farkında bile değildi. Boynuma yasladığı başını haraket ettirerek saklanırcasına daha çok sokuldu.

 

"Baba" diye sayıkladı mırıltılı bir ses tonuyla.

 

"Üşüyorum" dediğinde aslında arabanın içerisi sıcaktı. Yinede ısıyı arttırmak için ısı arttırıcı düğmesine bastım. Kollarını boynuma doladığında beni şaşırtacak hareketler yapıyordu.

 

"Korkuyorum" dediğinde gözünden akan yaş boynuma düşmüştü. Ağlıyordu. Hemde benim kollarımda. Bilinçsizce bunu yapıyordu. Kollarımı daha sıkı doladım. Bende başımı onun boynuna gömdüm. Sol tarafta ki kulağının altında küçük bir beni vardı tıpkı gözünün altında ki ben gibi. Ve itiraf etmeliyim ki bu ona çok yakışıyordu. Benine dudaklarımı bastırmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

"Şhh korkma ben burdayım." dedim güven vermek istercesine belini yavaşca acıtmayacak şekilde sıkarak.

 

"Biliyorum abi sen beni korursun, değil mi?" dediğinde beni abisiyle karıştırdığını anlamak zor değildi. Beni böyle karıştırması hoşuma gitmediği için konuşmaya başladım.

 

"Kocan olarak seni her zaman korurum karıcığım." dediğimde bir şeyler daha mırıldandıktan sonra yine susmuştu. Sonrasıysa hızlı gelişmişti. Ateşinin yüksek olduğunu bunun için reçete yazmış, şimdiyse serum takmışlardı. Geldiğimizden beri huysuzlanıyor fakat ne zamanki elimi tutuyor sakinleşiyordu. Küçük bir çocuktan farksızdı.

 

Geldiğimizden beri uyuyordu. Uzun saçları dağınık bir şekilde yastığa serilmişti. Perçemi yüzüne düşmüştü. Arada kaşlarını çatıyor. Aradaysa fındık kadar olan burnunu buruşturuyordu. Kızarık olan yanakları artık daha normaldi. Yeniden kaşlarını çattığında yavaşca gözlerini araladı. Kısa bir andı. Yanında ki koltuktaydım. Bilgisayarımdan işlerimi hallediyordum. Benim burda olduğumu görünce gözlerini yeniden kapattı. İçimde anlamsız bir duygu filizlendi.

 

Felaketim olucaktı hissediyordum.

 

 

 

 

Yazar'dan

 

Tarih tekerrürden ibaretti.

 

Yıllar önce ekilen tohumlar şimdilerde filizlenen birer güldü. İki kalp yıllar önce bir birini tamamlamıştı. Öyle bir tamamlanıştı ki bu hem felaketi hemde huzuru beraberinde getiriyordu. Öyle bir buluşmaydı ki bu sanki asırlarca bunu beklemiş gibiydiler. Öyle bir kazançtı ki bu kalbinin kuytu köşelerine saklanan umut tohumlarının filizlenmesini sağlayan. Öyle bir kaybedişti ki bu felakete yol açan.

 

Kader denilen bu şey yazdığı kadar karalardı da. Karalanan her bir kelime birer leke olurmuş. Öyle bir leke ki asla saklayamayacağınız, istesenizde yok edemeyeceğiniz. Genç kadının kaderi öyle çok karalanmıştı ki ruhu siyahlar içersindeydi. Kefen misali üzerine yapışmış gibiydi. Buna rağmen gözleri hep aydınlıktı. Loş fakat bir o kadarda berraktı. Genç adamsa siyahtan ibaretti. Zifiriydi. Her bir sözcük öylesine karalanmıştı ki okunması mümkünsüz bir yazıdan farksızdı.

 

Kadın aydınlık için savaşırdı.

 

Adamsa zifiri karanlıktan ibaretti.

 

Kazandığı her savaş için bir cümle karalanırdı kadının kaderinde.

 

Kazandığı her savaş için bir kelime karalanırdı adamın kaderinde.

 

Genç kadın umut etmekten vazgeçmezken genç adam çabuk pes etmişti.

 

Gerçekse umut daima kaybettirirken, kabulleniş daima kazandırmıştı.

 

Bir aile vardı ihanetlere doyum olmayan. İkinci evliliğini yapabilmek için ilk eşini gözden çıkarıp ölmesine neden olan bir baba. Sadece oğlu için bütün her şeye katlanan bir anne. Çirkin bir iftira atarak kadının nerdeyse ölümüne neden olan bir kadın. Ve bütün bunlara şahit olan bir çocuk. Dışlanan, çocuk yaşta olgunlaşmak zorunda kalan bir çocuk. Babası gibi olaktan korkan bir çocuk. İşte o çocuk Giray Pars Demirhan'dı.

 

Şimdilerde her kes onun karşısında dururken bile titriyor olabilirdi. Fakat geçmişi onun zihninde öyle bir kazınmıştı ki çekip atmak mümkünatsızdı.

 

Bir aile vardı içinde ki haini ayırt edemeyen. Ve o hainin aileye verebileceği en büyük zararı verdiğinde bile farketmeyecek kadar kör bir aile. Kanından, canından olan zarar. Zarar verene şifa olan o aile. Kadını tarihlerle lanetleyip, kendileriyse unutan o aile. Zihnin unutması kolaydıda, peki ya kalbin? Çıkmaz sokak gibiydi bu ailede doğmak. Her kes ya kör ya da laldi. Kimse sizi görmezdi, istemezdi. Bir yalan kadar günahkar olurdunuz her birinin gözünde. İşte o yalan Sara Hesenovay'dı gerçek adıylaysa Miray Ece Kaya. Ailesinin düşündüğünün aksine gerçek olan Miray Ece Kaya.

 

Şimdilerde her kes onu ailelerinde görmek istiyordu. Fakat unutuyolardı. Onunun laneti unutamamaktı.

 

Geçmiş hiç te geçmiş gibi değildi.

 

Şimdiyse karşısında bütün güzelliğiyle yatan bu kadın nedensizce kalbinde daha önce hissetmediği hisleri hissetiriyordu. Kadının adamın kalbinde yaktığı o cılız ateş gün geçtikce alevleniyordu. Tenlerinin bir birine olan ufacık teması bile o ateşı körüklüyordu. Gün geçtikce bir birlerine çekiliyorlardı. Yıllarca diğer yarısını arayan kalplerin bir birlerini bulduklarında son bulacak olan bir arayıştı bu. Birleştiklerindeyse...

 

Bir felaket olucaklardı. Bir felaket kadar cezbedici bir kadın. Bir felaket kadar tehlikeli olan bir adam.

 

Kusurlu bir o kadar da kusursuz olan o çift.

 

SON

 

 

 

Yeniden herkese merhaba canlarım!

 

 

 

Uzun sayılabilecek bir aradan sonra birlikteyiz.

 

 

 

Bu biraz benim nedensizce bölüm yazamamdan ve derslerimin sıklığından olabilir. Bunun için özür dilerim canlarım. Bu aralar bizde tatil. Sadece özel derslerim olucak. Yazabildiğim kadar yazıp elimde bölüm biriktirmeye çalışacağım. Belki süpriz yapıp iki bölüm yayınlayabilirim. Bu kadar beklemişsiniz o yüzden size küçük bir spoi vereyim.

 

 

 

14 cü bölüme düşünüyorum ama 15 te olabilir yeni çiftimize bir özel bölüm gelecek.

 

 

 

Şimdi tahmin edin bakayım. Sizce yeni çiftimiz kimler?

 

 

 

Genel olarak bölüm nasıldı?

 

 

 

Bu bölüm çiftimize biraz eridik bence🫠. ( opsiyonel)

 

 

 

Sizce İnciye gizemli buketi kim gönderdi?

 

 

 

Petrov Smirov kim sizce?

 

 

 

Avukatla ne gibi bir bağlantısı var?

 

 

 

Aslında bu iki soru için önceki bölüme bakmanız yeterli olucaktır.

 

 

 

Giray'ın dilinden okumak nasıldı?

 

 

 

Sizce çiftimizi neler bekliyor?

 

 

 

Düşüncelerinizi merak ediyorum canlarım!

 

 

 

Yorum yaparsanız sevinirim!

 

 

 

Kendinize iyi bakın canlarım!

 

 

 

Yeni bölüme yine sizlerle olmak dileği ile ; )

 

 

Loading...
0%