Yeni Üyelik
16.
Bölüm

13. Filizlenmeye Başlayan Tohumlar

@hsnovasara7

 

 

 

Hepinize merhaba canlarım!

 

 

 

Nasılsınız efendim?

 

 

 

Umarım iyisinizdir!

 

 

 

Yeni bölümle karşınızdayım. Dilerseniz bölüme geçelim.

 

 

 

Bölüm sonunda buluşalım canlarım!

 

Kırmızı güller bu satıra canlarım🌹.

Şarkı önerisi:

Müslüm Gürses-Affet

 

 

KEYİFLİ OKUMALAR!

 

 

 

"Yüzün, kiminle gülüyorsa, yüreğin ona aittir."

 

 

~C. Chaplin~

 

 

 

Giray Pars Demirhan

 

Sevda.

 

Birine sevdalanmak.

 

Aslında bana yabancı kelimelerdi. Bu hayatta birine karşı yenilmek her zaman acizliktir. Yenildiğiniz kişi sevdiğiniz olmadığı sürece. Birini neyi için sevmeli bir insan mesela?

 

Dış güzelliğe mi? Yoksa iç güzelliğe mi meftun olmalı bir insan?

 

İlla biri mi seçilmeli?

 

Eğer bana sorarsanız. Bence bir insan en çok sevdiğinin gülüşüne meftun olmalıdır. Neden seçim yapılsın ki? Bir insan hem dış hemde iç güzelliğe meftun olamaz mı?

 

Bence olmalıydı. Ama bir insan öyle birine meftun olmalıydı ki kalbini teslim ettiğinde kırmayacağını bilen. Zira kalpler hassastı. Çabuk kırılıyordu. Annem hep böyle derdi.

 

Derdi ki, "Bir insanın kalbini kıracağına, onu öldür daha iyidir. Daha az canı yanar." annem hep hüzünlü bakardı. Gülümserdi ama tebessümünde bile o kırgınlık, hüzün hissedilirdi. Her şeye rağmen gülümserdi. Annem iyi bir savaşcıydı. Belkide bu yüzden kaybetmişdi.

 

Beni cehenneme terk edip gitmişti.

 

Bakışlarım hemşiredeyken dikkatle onu dinliyordum. Serumu bitmişti. Fakat biter bitmez yerinde kıpırdanmaya başlamış sürekli huysuzluk yapıyordu. Akif küçüklüğünden beri hastahanelerden nefret ettiğini söylemişti. Ve iğneye tiki olduğundan bahs ettiğinde, Polat'ın yüzünde ki o haylaz gülüşten bir şeyler planladığını anlamıştım.

 

Son olarak reçeteyi aldıktan sonra hemşire odadan çıkmıştı. Bakışlarım yataktaki kadına kaydı. Onun için evde bir doktor ve bir hemşire vardı her ihtimale karşı. Başı bana taraf dönüktü. Yüzüne düşen perçemleri kulağının arkasına sıkıştırdım. Saçları yumuşak ve dalgalı bir görünüme sahipti. Üstünde ki pikeyi açarak üzerine eğilmiştim. Bir kolum bacaklarının altından tutarken diğer kolumla sırtından kavrayarak kucağıma aldım. Önce bir şeyler mırıldanmış sonraysa göğsüme başını yaslayarak susmuştu. Üzerine ceketimi atarak odadan çıktım. Güzel kokusu içime her dolduğunda bu kokuyu daha çok içime çekmek istiyordum. Hastahaneden çıktığımızda kasım ayının soğuğu yüzümüze tokat misali çarpmıştı. Bu kollarımın arasında olan kadının titremesine neden olurken, benim onu daha çok kendime yaslamama neden olmuştu.

 

Arabaya bindiğimizde bile titriyordu. Arabanın sıcak olması onu biraz yatıştırmış gibi sadece parmağıyla baş parmağına baskı uyguluyordu. İstemsizce karşımda ki koltukta uzanan kadının elini kavradım. Eli buz gibiydi, benim elimse sıcaktı. Elini tutmamla elimi daha sıkı kavradı. Bu yol boyunca böyle devam etti. Yol boyu onu seyre dalmıştım. Uyurken o kadar masumdu ki. Bir ara gözünden yaşlar akarken bir şeyler mırıldanmıştı. Elimi o kadar sıkı tutuyordu ki farketmeden tırnaklarını elime batırmıştı. Kaşlarım çatılmıştı.

 

Ne gibi bir kabus onu bu derece etkileye bilirdi ki?

 

Arabadayken bir dizimi kırarak karşısında ona doğru eğildim. Boşta kalan elimle saçlarını okşadım. Ona olan her temasım onu daha da hafifletmiş gibi sakinleşmişti. Saçlarına dokundukca dokunasım geliyordu. Ben onun saçlarını okşarken yol su misali akıp gitmişti.

 

Araba durduğunda dağ evine varmıştık. Akif ve Polat benim yerime işleri halledecekleri için yolumuzu ayırmıştık. Avukatı yeniden kucağıma alarak hareketlendim. Eve vardığımda onu direk kendi odama çıkarmıştım. Bu ev özellikle kafa dinlemek için gelirdim. Malikaneden çok burda olurdum. Ahşap ağırlık olan odama zıt şekilde yatağım siyahlar içersindeydi. Onu yatağa bıraktığımda gömleğimi eliyle sıkıca tuttuğu için kalkamamıştım. Yüzlerimiz bir hayli yakındı. Gözlerim yüzünün her bir santiminde dikkatle geziniyordu. Kokusu içime dolarken bu yakınlıktan zerre rahatsızlık duymuyordum. Nasıl rahatsız olurdum ki? Onun kokusunu her içime çektiğimde, kendimi gül bahçesinde geziyor gibi hissediyordum.

 

"Gitme," diyordu fısıltıdan farksız bir ses tonuyla. Gözlerini hafifce kırpıştırarak araladığında bana asıl manzaramı sunduğundan bihaberdi. Ay ışığı tamda onun yüzüne düşüyor yüzünü aydınlatıyordu. Nefes dahi almadan dudaklarından çıkacak kelimeyi bekliyordum. Güzel gözleri sisli bir dağ gibiydi sadece hüznü seçe bilmiştim.

 

Oyunbaz bir kadındı. Bana da oyununa ayak uydurmak düşerdi.

 

"Gitmezsem yarın beni öldürmeyeceğinizin bir garantisi var mı Avukat Hanım?" dediğimde onunda kaşları çatılmış alttan göz kırpıştırarak bana bakıyordu. Gözüme o kadar tatlı geliyordu ki bu hali istemsizce dudaklarım kıvrılmıştı.

 

"tek kalmaktan korkuyorum." dedi gözlerini kaçırarak. Fakat gülümsediğimi fark edince ikide bir gözleri gamzeme düşüyor sonraysa gözlerime çıkıyordu. Benimse bakışlarım açıkta kalan boynuna kayıyordu. Benini öpmemek için zor tutuyordum kendimi. Gözlerimi tekrardan gözlerine sabitledim.

 

"O zaman benimde bir şartım var." dedim onun gibi fısıltılı bir ses tonuyla. Kaşları hafif çatık vaziyette bana bakıyor aklında bir şeyleri tartıp biçiyor gibiydi. Bana göre hava hoştu sabah kadar bu pozisyonda kokusunu soluya bilirdim. Nihayet konuşmaya başlamıştı.

 

"Nedir?" dedi meraklı bir ses tonuyla. Aslında şu anda ilaçların etkisinde olmasaydı muhtemelen hiç bir şekilde benimle böyle sakin konuşmaz, hatta beni öldürmek için her türlü yola baş vurmuş olurdu. Neyse ki ilaçların etkisindeydi. Bakışlarımı gözlerine sabitledim. Parlak yıldızı andıran toprak rengi gözleri güzeldi, hemde fazlasıyla.

 

"Bunu zamanı geldiğinde söyliyeceğim Avukat. Ve o zaman geldiğinde bu isteğim karşılıklı olucak." dediğimde anlamsızca bana bakmıştı. Sonraysa eliyle beni omuzlarımdan iterek kaşlarını çattı.

 

"Sizi denemiştim Bay Demirhan!" dediğinde kabul etmeliyim ki zevkli bir oyundu. Haylaz bir gülümsemeyle ona baktığımda daha da sinirlenmiş olmalı ki hızla eline bir yastık alarak bana fırlattı. Daha bana değmeden yastığı yakaladığım da ayağa kalkarak bu sefer o benim üzerime geliyordu. Roller değişmişti anlaşılan.

 

İşime gelirdi.

 

"Ne yani fırsat ayağıma gelirken nasıl tepme mi beklersin Avukat?" dedim ciddi bir ses tonuyla. İçten içe gülmek istesem de bunu şu an yapmamalı olduğumu biliyordum. Toprağı andıran gözleri sarf ettiğim sözlerle daha da alevlenmişti.

 

"Fırsatcı herif!" dedi sinirle soluyarak bir adım daha atarak aramızda ki mesafeyi daha da azaltmıştı.

 

Bu gözler neden bu kadar tanıdıktı?

 

"Beni bu şekilde ittiham edemezsiniz Avukat Hanım." dedim kaşlarımı usta bir oyunculukla çatıp maduru oynayarak. Bunu yapmam kaşlarını çatıp gözlerinin kısılmasına neden olmuştu. Ellerini göğsünde birleştirerek meydan okurcasına başını yanına eğerek gülümsedi.

 

"Neyse ki sizi 'ittiham' etmek gibi bir derdim yok, Bay Demirhan." dedi pürüzsüz bir ses tonuyla. Anlaşılan kendine gelmişti. Bu halleri oldukca hoşuma gidiyordu. Ardından bir kaç adım daha atarak aramızda ki mesafeyi kapatmıştı.

 

"Bunu yapamayacağını bilerek yapmaman senin için iyi Avukat." dedim pişkin bir tavırla. Alayla güldü. Elini ağzına kapatarak sanki çok komik bir şey varmış gibi güldü. Ardından aniden ciddileşerek işaret parmağını bana doğrulttu.

 

"Bana bak gereksiz ego yığını! Ben senin hafife alabileceğin bir kadın değilim!" dedi kaşlarını çatarak. Burnunun dikine gidiyordu. Ardından aklına ne geldiyse elini indirdikten sonra konuşmaya başladı. "Hem bakmışsınız sizinle evlenmekten vazgeçmişim." dedi kuşkulu bir tonla. Buysa benim kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Yakınımda olan bedenini kolumla kavrayarak kendime çektim. Bu konuda fazlasıyla ciddiydim. Alayla gülümseyerek bana bakıyordu.

 

"Bu konuda oldukca ciddiyim. Böyle bir şey söz konusu bile olamaz!" dedim soğuk ve sert ses tonumla. Gözlerini devirerek beni itti. Onu bırakmadığımı fark edince ondan beklemediğim bir hareket yaparak bacağıyla tekme attı. Daha ne olduğunu bile anlamadan elimi ters çevirerek sırtımda birleştirdi. Kısık bir inilti döküldü dudaklarımdan.

 

"Bende bahs ettiğim konuda oldukca ciddiyim." dedi kulağıma doğru soğuk bir ses tonuyla. Ardından elimi bırakarak aramıza mesafe koydu. Ve ardından arkasını dönerek yatakta oturdu.

 

"İkimizde bu konuda anlaştığımıza göre diğer konuya geçelim." dediğimde konuşmama bile fırsat tanımadan konuşmaya başladı.

 

"Sizinle yarın yangından mal kaçırır gibi evlenmeyeceğim!" dedi inatcı bir tutumla. Bunun için iyi bir teklifim vardı. Bunu kabul edeceğini biliyordum.

 

"Bence beni dinledikten sonra böyle düşünmeyeceksin Avukat." dedim kendimden emin bir ses tonuyla. Bakışları bana değdiğinde ne söyliyeceğimi merak ettiğini biliyordum.

 

Aslında sadece iki haftatır tanıdığım bir kadına evlenme teklif etmemiştim ben.

 

Yıllardı onu beklerken, o bugün benim yanıma gelmişti.

 

Ait olduğu yere.

 

 

 

Yazar'dan

 

Yıllar geçmişti. Her şey değişmiş bir o kadarda değişmemişti. Genç adamın geçmişten yana oluk-oluk kanayan yarası çoktu. En büyük olanı şüphesiz ailesiydi. Belkide genç kadını yadırgamayışının sebebi de budur. Genç kadın hala geçmişte ki o küçük kız çocuğuydu. Adamsa gelecekte ki hem en büyük şansı, hem de en büyük hayal kırıklığıydı.

 

Kadın kalbinin bir yerine sakladı küçük oğlan çocuğunu.

 

Adamsa sonsuzlukta kaybetti küçük kız çocuğunu.

 

Kadın yine unutuldu. Kadın, ona yazılan bu kaderi tekrar tekrar yine okudu. Ama sonuç hiç değişmedi. Çünkü kadın hep yanlış insanlara baktı. Onu hak etmeyen o kadar çok oldu ki, kalbini bir hapishaneye hapsetmişcesine aşık olamadı. İnanmamayı seçti. Bir şiir gibiydi genç kadın anlayana çok şey anlatırdı, anlamayanaysa boş gelirdi. İnsanlar dört yere ayrılırdı.

 

Bazı insanlar kitap gibidir, onları anlamak için okumak gerek. Her şeyi uzun yaşarlar. Sonları ya iyidir ya da kötü ve ya yarım kalmış. Bir insanı anlamak bir kitabı anlamaya benzer. Bir insanı dış görünüşüyle yargılamamalı insan. Buda bir kitabı kapağına göre seçmeye benzer mesela. Kitabı da okuyup geçmemeli insan. Sevdiği cümlelerini altını çizip o cümlelerde kendini bulmalı. Birinin gözlerinde kendini bulmaya benzer bu. Her kitap yazarının içinde kopan fırtınaların sözel anlamıdır. İnsan insana benzer derler ya, işte sizin altını çizdiğiniz her cümlede yazara benzersiniz. O cümle yazarın yüreğinden ağıt misali dökülmüştür ve siz o an'a kadar içinizde ki o ağıtı fark etmezsiniz. Bazı cümleler can yakar, yürek burkar dı. Bazılarıysa öyle güzel, tatlı bir his bırakırdı ki tarif edilemez.

 

Bazı insanlarsa şiir gibidir. Onlar kelimelerin arkasına saklanan insanlardır. Kimi yerlere, göklere sığdıramadığı aşkından yazar. Kimisi hiç bitmeyen acılarını mısralara sığdırır. Kimisi ise sitemlerinden bahsederdi. Onlar net insanlardır, bir o kadar da hassas. Bir şeyleri içine sığdıramayan insanlar çareyi ya mısralara dökmekte yada renklerle sert darbelerle indirmekte bulurdu çareyi. Şiirleri de anlamak gerek yoksa ezberlemekte bulmamalı insan çareyi. Şiirlerde ki iki mısra bile bir kitabın yarısı olabilir bazen. Şiirleri ince ruhların yazdığı gibi, yine ince ruhlar anlar. Bazen bir barbardan da ince ruhlu bir adam çıkar. Bazen ince görünümlü bir adamdan içi kin dolu bir ruh. Bu yüzden insan dış görünüşüyle yargılamamalı birini. Karşısındakinin de bir kalbi olduğunu unutmamalı. Şiirler ilaç gibidir, yaralar içinse merhem. Amansız bir hastalığa yakalanmış şairlerin ilacı, yaralı ruhlarınsa merhemidir.

 

Bazı insanlarsa müzik gibidir. Onlar notalara sığınan insanlardır. Onlar acılarını bağırabilen cesur insanlardır. Onlar çareyi acılarını bas bas haykırarak anlatan insanlardır. Onlar sevgilerini dile getirebilen insanlardır. Onlar huzuru dinlemekte bulan insanlardır. Onları anlamak için dinlemek kâfidir. Onlar kalplerinin hala çarptığını hissettiren yürekli insanlardır.

 

Bazılarıysa sanata sığınırdı. Bazı karaladığını iddia eder acılarını iki renge sığdırırdı. Bazılarıysa hayatlarında olmayan renkleri tuvale çizer onunla mutlu olurlardı. Detaylara takık insanlardır. Çünkü aile problemlerini aşamayan her çocuk bir şeyler karalayarak rahatlardı. Çizdikleri her resim farklı bir hayat hikayesidir. Ekledikleri her detaysa zihinlerinde nakış misali ince işlenmiş anılardır.

 

Peki siz hangisisiniz?

 

Bakışları usulca hastahanenin girişine kaydı bakışları Polat Saygın'ın. Gözleri sadece bir kişiyi bekliyordu, İnci Hesenova'ı. O saniyeler içersinde kulaklarına radyodan gelen müzik sesi doldurdu. Eskiye dair sevdiği yegane şey şarkılardı Polatın. En sevdiği sanatçılardan Müslüm Gürsesin en nadide parçalarından olan affet çalıyordu radyoda. O an hastahaneden çıkan İnciyi fark etti Polat.

 

Çünkü sen, çölüme yağmur oldun

 

Sen, geceme gündüz oldun

 

Sen, canıma yoldaş oldun

 

Sen, kışıma yorgan oldun

 

Diyordu Müslüm Gürses aheste - aheste. Polatsa son cümlede takılı kalmıştı. Polat hep üşürdü, yazında kışında. Minicik bir tebessüm bile insanın içini ısıtabilirmiydi? Oysa ısınıyordu Polatın içi, hem de tek bir tebessüme. Bu Polatın bile tanımlayamadığı bir duyguydu. Oysa basit bir sözcük, bir çok duyguyu içinde barındırıyordu.

 

Oysa sevgi alelade bir sözcük değildi.

 

Polatın denizi andıran açık renk gözleri İncinin üzerinde dolaşıyordu. Beyaz tenini yeni çıkmaya başlayan siyah sakalları süslüyordu. Yakışıklı bir adamdı Polat Saygın. Ve bunun farkındaydı da. 1.90 boylarında, yirmilerinin sonunda olan Polat Saygının başına ilk defa böyle bir şey geliyordu. İnciye olan bakışları fazla anlamlıydı. Uzaktan izledi Polat İnciyi. Gül çehresinde yer edinen yorgun ama gururlu tebessümü seyre daldı. Tam arabasının önünden geçti İnci ama onu fark etmedi. Uzun siyah saçlarının savruluşunu da izledi Polat.

 

Uzaktan sevmeye başladı Polat İnciyi. Nasıl seveceğini bilmeden, incitmeden yer aldı yüreğinde İnci. İsminin anlamını verecek kadar eşsizdi. Polatın içinde yer alan en güzel şeydi.

 

İnci, Polat'ın ilk ve tek yenilgisiydi.

 

Polat'a göre bu sevgi ona fazlaydı. Hele bir kadın tarafından kendi olduğu için sevileceğini düşünmek, sadece imkansızdı. Polat'a göre beş para etmez bir adamdı. Geçmişine dönüp baktığındaysa pek haksız sayılmazdı.

 

Bir insanı annesi bile sevemez miydi?

 

Annesinin sevmediği bir adamı başka bir kadın niye sevsin ki?

 

Oysa bir birlerine ne kadarda benziyorlardı. Yaralarının izleri hançer misali batmıştı her ikisinin göğsüne daha çocukken. İkiside yaralıydı geçmişten. Söylesenize kimin geçmişten yana bir yarası yoktu ki?

 

Her birimizin yarası farklıydı. Farklı zamanlarda, farklı anlarda gafil avlanılmıştık her birimiz. Fakat merhemimiz aynıydı. Sevgi.

 

Sevgi hem en büyük silah, hem de en büyük zaaftır. Bir insan dünya üzerinde en çok kime kıyamaz? Sevdiğine. Hiç hakketmeyen birine gereğinden fazlasını verirseniz, onlarda sizi zaafınızdan vurur. Düşmanınızın size yapmadığını, dostunuz yapar. Çünkü sizi tanır, sizin ona kıyamayacağınızı bilerek yapar hem de bütün her şeyi. Bu yüzden bazen mesafe iyidir. Kendi iyiliğiniz için.

 

Bakışları usulca Batu Bayraktarı buldu Ece Kayanın. Durumun farkındaydı. Herkesin düşündüğünün aksine teyzesinin eteğine saklanan bir kadın değildi. Onun meydan okuması kendisineydi. Hiç kimse anlamıyordu Ece Kayanı. Aslında bakarsanız güç tutkusu olmayan bir kadındı. Fakat onu buna mecbur bırakan yalanlar vardı. Şu an burda olmamalıydı, biliyordu. Ama mecburdu. Söylese kimse inanmaz ama o da ailesi için bunları yapmaya mecburdu işte. Elinde ki belgeleri masaya bıraktığında da oldukca dikkatliydi. Onu büyüten ailenin fişini çekmek için burdaydı. Belgelerse ailesinin sonu için ona verilmişti. O an zihninde teyzesinin sözleri yankılandı.

 

"Aptal olma Ece! Sana bu şansı ben verdim! Sen burdaysan Ece Kayaysan bunun tek sebebi benim istemem! Unutma ki benim isteğimle burdaysan benim isteğimlede yok olursun! Şimdi dediklerimi harfiyen yapacaksın! Anlaşıldı mı?"

 

Gözlerini ona bakan kuzguni gözlere kilitledi Ece ve konuşmaya başladı.

 

"Burada ne için olduğumuzu her ikimizde biliyoruz Batu Bayraktar. İstediğini getirdim, karşılığındaysa bana borçlusun." dedi ela gözlerine hiç bir duygu barındırmayan sesiyle. Adamın kuzgunu andıran gözleri dikkatlice kadında geziniyordu. Belgeleri ondan istediği doğruydu. Fakat getireceğini kesinlikle beklemiyordu. Batu Bayraktar zekası küçümsenebilecek biri değildi. Genç kadında gezindi bakışları. Duygusuz gözlerle ona bakan bu kadının ela gözleri vardı. Kumral saçları kendiliğinden düz olduğu için oldukca canlı görünüyordu. Üzerinde ona yakışan yeşil bir tulum ve ona uygun bir topuklu ayakkabı vardı. Uzun sayılmayacak bir süre genç kadına baktıktan sonra tek bir soru sormuştu.

 

"Neden bana yardım ediyorsun?" dediğinde oldukca haklı sebepleri vardı. Neticede kim ailesine ihanet ederdi ki? Bunun altında başka bir sebep yattığına nerdeyse emindi Batu Bayraktar.

 

"Bu sizi ne kadar ilgilendirir?" dedi kaşları havalanırken Ece Kaya. "Size lazım olan belgeleri getirdim. Şimdi anlaşmaya uyma sırası sizde." dediğindeyse 'sizde'yi bilerek bastırarak söylemişti. Mesafesini korumayı iyi bilirdi. Herkes için basit bir piyon olabilirdi Ece Kaya. Fakat gerçekler bir o kadar farklıydı.

 

"Gözüm üstünüzde Ece Hanım." diyerekten ayrılmıştı masadan Batu Bayraktar. Fakat bu işin peşini bırakacak değildi. Batu Bayraktarı çıktığını anladığında sonunda nefesini verebilmişti. Kendini o kadar sıkmıştı ki kalbinin sesini kulaklarında hissediyordu. Kendini suçlu hissediyordu Ece Kaya. Her ne kadar evrakların çoğu sahte olsada aralarında gerçek olanlarda vardı. Elini çantasına attığındaysa eline değen sigara paketini ve çakmağı çıkardı. Ardından astım ilacınıda unutmadı. Her ne kadar sigara astımını tetiklesede ancak böyle rahat nefes alabiliyordu. Sigaradan bir dal çıkararak dudaklarına yerleştirdi. Ucunu çakmakla yaktı. Zehirli havayı içine çektiğinde gözlerini kapatarak başını oturduğu koltuğa yaslandı. Nefesini verdiğinde öksürmek zorunda kalsada ilacı yanındaydı.

 

Herkes için soğuk nevale olan Ece Kayanında bir kalbi vardı. Ne taştandı, ne de buzdan.

 

Sadece böyle olmaya mecbur bırakılan, yalnız bir kadındı Ece Kaya.

 

Yasmin Kayanın gelişi onun nefes olmasına yardımcı olan yegane unsurdu. Teyzesinin zehirli sözlerini işitmektense, ondan uzak kalıp kafasını dinlemek daha cezbediciydi.

 

Diğer yandansa bütün Kayalar bir masa etrafında toplanmıştı yine. Çünkü Yasmin Hanım bir restoran ayarlayarak, Altan Kayanın planını suya salmıştı. Bu yüzden yemeğini derin nefesler eşliğinde oynayarak zamanın dolmasını bekliyordu. Sabah yiğeniyle kavga eden Yasin Akınsa bir hayli sinirliydi. Sinirini çakaracak birilerini ararken Altanın gözüne fazla değdiğine kanaat getirerek konuşmaya başladı. Onun konuşmasıyla masanın üzerine ki sessizlik bozulmuştu.

 

"Ne kırmızi görmüş boğalar gibi nefes alıp veriin lan?" dedi kaşları çatık bir vaziyette Yasin Akın. Altan Kayaysa buna bile cevap vermek istemiyordu. Efkarlı bir şekilde başını iki yana sallayarak cevap verdi.

 

"Hiiiç." dediğinde nedensiz yere i'leri uzatmıştı. Bunu fark eden Asaf Kayada kaşları havalanarak oğluna baktı.

 

"Biriyle buluşucaktık." dedi aynı ifadeyle Ezgi Kaya. O da en az abisi kadar birlikte sohbet edebilecekleri bir masada yer olmak istiyordu.

 

"Ee" dedi aynı kaşları çatılmış vaziyette devam etmesini bekleyerek Yasin Akın.

 

"İşte buraya geldik iptal oldu." dedi onlara bakınca daha bir normal tonla Arif Kaya.

 

"Hepiniz birden mi buluşucaktınız?" dedi merakla Akel Kaya. Onaylayan bir mırıltı çıktı Timur Kayadan. Bu hallerini minik bir tebessümle izliyordu Yasmin Akın Kaya.

 

"Kim miş bu buluşucağınız kişi?" dedi Asaf Kaya her birine bir-bir bakarak. Eline su bardağı alan Altan Kaya bir yudum alacağı esnada.

 

"Çocuğu sıkıştırmasanıza. Belli ki gelinimizle ilk kardeşlerini tanıştırmak istemiş." dedi eliyle eşinin koluna dokunarak Yasmin Hanım. Fakat duyduğu şeylerle içtiği suyu öksürerek kaytarmak zorunda kalan Altan kıpkırmızı kesilmişti. Duydukları laflarla Kaya kardeşlerin bakışları ilk annelerine ardındansa Altan Kayaya değmişti. Fakat onun bu halini keyifle izleyen bir adet Yasin Akın vardı. Sabahtan beri kaçan keyfi işte şimdi yerine gelmişti. Bahsedilen kişinin yiğeni Miray olduğunu bilseydi bu kadar keyiflenirmiydi. İşte orası şüpheliydi.

 

"Demek gelun adayımiz var. Desenize düğun v-" demesine kalmadan duyduğu isimle cümlesi yarıda kesilmişti Yasin Akının.

 

"Buluşucağımız kişi Avukat Miraydı." dedi nasıl lakap takacağını bilemeyerek Ezgi. Bunu duyan aile fertlerininse kaşları çatılmıştı. Tabi ki herkes kimden bahs edildiğini anladığında çatılan kaşları düzelmişti. Tek bir kişi hariç. Yasmin Akın Kaya. Masada oturan her bir aile ferdine kaşları çatık vaziyetde bakıyor bir açıklama bekliyordu. Tam kim olduğunu soracakken çalan telefonuyla bakışları telefonuna düşmüştü. Arayan kişi arkadaşı olduğunu gördüğünde hepsine son bir bakış atarak ayaklanmıştı. Yasmin Hanımın gitmesiyle Asaf Beyin bakışları hesap sorarcasına çocuklarına dönmüştü. Kötü bir şey olmamasını umuyordu.

 

"Sadece beraber vakit geçirmek istemiştik." dedi Altan açıklayarak.

 

Belkide Kaya ailesinin birleşmesi için yeni bir tohum filizleniyordu.

 

Bu sefer ekilen tohumlar yalanla değil sevgiyle büyüyecekti.

 

 

 

SON

 

 

 

 

 

Dilerseniz sorulara geçelim!

 

 

 

 

 

Öncelikle bölüm sizce nasıldı?

 

 

 

 

 

Kısa olduğunun farkındayım bu yüzden kusura bakmayın lütfen. Sebebini zaten açıklamıştım.

 

 

 

 

 

Ece Kaya hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

 

 

 

 

Yaren Kaya sizce nerde?

 

 

 

 

 

Batu Bayraktar evrakların sahte olduğunu anladığında neler olucak?

 

 

 

 

 

Girayla Avukat bu bölüm sizce nasıldılar?

 

 

 

 

 

Sizce ne konuşucaklar?

 

 

 

 

 

Giray son cümlesinde neyi kast etmişti?

 

 

 

 

 

Sorularımız şimdilik bitti.

 

 

 

 

 

Yeni çiftimiz için ip ucunu aldığınızı düşünüyorum🤭

 

 

 

 

 

Gelecek bölüm özel bölüm olmasını planlıyorum bakalım.

 

 

 

 

 

Kendinize iyi bakın❣️

 

 

 

 

 

Yeni bölümde yine sizlerle görüşmek dileği ile çiçeklerim🌹❤️‍🔥

 

Loading...
0%