@hsnovasara7
|
Hepinize merhaba ballarım!
Nasılsınız?
Umarım iyisinizdir!
Yeni bölümle karşınızdayım!
Bölüm sonunda görüşelim canlarım!
DİKKAT!: BU KİTAPTA GEÇEN KURUMLAR, KARAKTERLER, OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR! BÖLÜMLER +18, VAHŞET VE ŞİDDET İÇEREBİLİR! LÜTFEN YORUMLARDA BAŞKA KİTAPLARDAN BAHS ETMEYİNİZ!
Kırmızı güller bu satıra🌹
Şarkı Önerisi: Göksel - Sen Orda Yoksun
Dip Not: Olabilecek yazım yanlışlarına takılmayınız. Kitap Sezon Finalinden sonra düzenlemeye alınacaktır!
"İnansaydım, Bir ömür beklerdim gelmeni.. Ve inan, Saydım, Bir ömür geçti beni sevmeyeli." ~Özdemir Asaf~
KEYİFLİ OKUMALAR!
GEÇMİŞ
Hayat azaplarla doluydu. Daha kalplerimiz temizken kirletirdi benliyimizi. Kurnaz bir oyuncuydu hayat. Kimi nerden vuracağını iyi bilirdi. Bazen öyle yıkardı ki insanı. Temelini öyle bir sarsardı ki, yıkıldığıyla kalırdı insan. Size düşen toparlanmak değildi, çünkü bunu yapan çok nadir insanlar vardı. Toparlanmış gibi göstermekti.
Siz kazandığınızı düşündüğünüzde kaybedersiniz asıl.
Çünkü bazen öyle değmeyecek şey için kendinizi yıpratırsınız ki, bunu yıprandıktan sonra ki o boşlukta hissedersiniz. O boşlukta öyle üşürsünüz ki bir daha ısınamazsınız. Mesele hiç bir zaman içe dönük olmak değildi.
Asıl mesele sevgiye duyulan ihtiyaçtı.
Bazıları çok şanslıydı. Onları seven, her daim arkalarında dimdik duran aileleri olduğu için.
Bazı prensesler çok şanslıydı onları her daim koruyan kavalyeleri olduğu için.
Bazılarıysa İnci gibiydi. Biraz yarım, biraz içe dönük, fazla olgun. Aile sorunları vardı çokca. Şiddet vardı evlerinde. Kavga vardı evlerinde. Fenare Memmedovanı gömdüğünde, İnci Hesenova doğmuştu. Işığını söndürüp derinliklerinde kayboluyordu küçük kız çocuğu.
On yaşına bu yakınlarda basmış olan İnci. Yollarını ayırmış bir ailenin yegane kızıydı. Binlerce parçaya bölünmüş aynanın küçük bir parçasıydı. Ama batmıyordu kimseye İnci. İnci batamazdı kimseye. Herkes onu incitirdi, kanatırdı o kimseye sesini çıkarmazdı.
Belkide bu yüzden kuzeni Sara vardı. Sara, İnci için bir kız kardeşten farksızdı. Aralarında öyle bir bağ vardı ki yıllarca bir birlerini görmeselerde, ne halde olduğunu hisseder gibiydiler.
Oysa İnci ve Sara iki zıt karakterdi.
Sara Hesenova ablası İnci Hesenovaya fazla zıttı. Öyle ki ablasının canını yakan herkesi korkusuzca karşısına alabilirdi. Bu kişi ailesi olsa bile. Hatta babası olsa bile. Sara o evde İnciyi anlayan yegane kişiydi. Ablası için ölümü göze alabilirdi.
O zamanlar bilmiyor fakat hissediyor gibiydiler. İnci fazla olgun, Sara fazla çocuksuydu. İnci içine atan, Saraysa saman aleviydi çabuk sönenlerdendi. Yani eskiden.
İnci mahkemeye ilk çıktığında 7 yaşında küçük bir kızdı. O zamanlar anlamasada annesiyle babasının didişmesinden nefret ederdi. Bu yüzden dayısında kalmayı severdi. Çünkü o zaman yalnız hissetmiyordu. Sara ve Fikretle çizgi filim izlemek bile fazla zevkliydi. Üçüde bir birinin çocukluğuydu bir bakıma. Fikret ve İnci bir birine fazla benzediği için iyi anlaşırlardı. Fakat Sara sürünün içinde ki kara koyun gibiydi inatlaşmaya bayılırdı. Çünkü o zaman ablasını güldürmek için bir bahane üretebiliyordu.
Bakışları dalgınca arabada ki adama döndü İncinin. Arabada oturan onun babasıydı ama o hiç öyle hissetmiyordu. Dayısını babası gibi görürdü. Zaten dayısı Anar Hesenov için o Saradan farksızdı. Hatta İnci Hesenova babası Anar Hesenovun ilkiydi, ilk göz ağrısıydı. Sarada her zaman dile getirirdi. Babası onunda babası, annesi onunda annesiydi. İnci pek yüze vermezdi ama canı yanardı.
Neden babasına rahatca baba diyemiyordu ki? Neden bu kadar zordu?
Yeniden evlendiğini biliyordu İnci. Bundan 6 sene önce boşanmışlardı annesiyle babası. Bundan sonra ki mahkemede son kararını vermesi gerekiyordu. Bu mahkemden önce ki son görüşmeydi. İnci bir şans daha vermek istedi babasına. Bundan sonra istese görüşebilir, istese yüzlerini bile görmezdi.
Kız kardeşi gitmemesi için çok ısrar etmişdi yine. Çünkü geldiğinde fazla durgun oluyordu. Onun moralini bir süreliğine düzeltebilsede, gece akan göz yaşlarından anlıyordu ne kadar canı yandığını. Ablasının ağlamasından nefret ederdi. Aslında Sara genel olarak ablasını üzen her şeyden nefret ederdi. Herkes babacı olduğunu düşünürdü Saranın. Ama babası bile bilirdiki ablasının tek bir göz yaşı için babasını bile gözünün görmediğini. Bu yüzden içten içe hayranlık duyardı kızlarına Anar Hesenov. Kızlarına baktıkca abi-kardeş kendilerini görürlerdi. Sara halasının çocukluğu, İnciyse onun için babadan farksız olan dayısının çocukluğuydu sanki.
Kucağına bıraktığı abur cuburlara baktı İnci. Gelirken markete girmişlerdi. Fakat İnci fazla utangaç ve çekingen olduğu için elini hiç bir şeye uzatmamışdı. Bunu gören babasıysa rastgele şeyler almıştı. Rastgele seçtiği şeyler ikinci evliliğinde ki çocuklarının favori abur cuburlarıydı. Hepsi tatlı ve tuzlu atıştımalıklardı. İnciyse annesinin onun için hazırladığı diyet listesinden çıkamadığı için yiyemezdi. Biliyordu. Zaten aralarında sevdiği atıştırmalıklar pek yoktu.
Fakat tatlı hastalığına nerdeyse tutulan kardeşi Sara için fazlasıyla idealdi. Bunu düşündüğünde bile bir gülümseme yayıldı İncinin dudaklarına. Fazla sevecen ve de kıskanç bir kardeşi olduğunu inkar edemezdi. Eğer burda olsaydı kıskançlığından ablasına birinin sarılmasına bile izin vermezdi. Ablası ve babası küçük kardeşinin kırmızı çizgisiydi. Şu an dadikalar sayıyordu muhtemelen ablasının gelmesi için. Ve ya yengesi onu uğraştırmak için matematik testi önüne koyduğuna emindi İnci.
Nihayet araba durduğunda karşısında ki apartmana baktı İnci. Bakışları direksiyonda ki adama döndüğünde çoktan kapıyı açtığını fark etti. Oda kapıyı açarak indi arabadan. Yaşına göre biraz kiloluydu. Annesi hep buna değindiği için fazla gözüne batardı İncinin.
Beraber apartmana geldiklerinde bile sessizlerdi. Sanki baba-kız değilde iki yabancıydılar. Yaşına göre olgun olan İncinin, buda gözüne batardı. Sonunda eve geldiklerinde kapıyı çaldı karşısında ki adam. Baba diyemiyordu İnci. Buda yüreğini burkan sepeblerdendi ya. Kapıyı açan kadına baktı İnci. Yüzüne aşina olduğu kadına baktı. Babasının ikinci eşi Esmerdi. Karşısında ki kadına baktığında yüzüne bir tebessüm kondurdu İnci. Annesi evde nefret tohumları ekmiyordu İncinin kalbine. Ama evdekiler tam tersini düşündüğü için yapmadığı şeyi bile ona yamamaya çalışıyorlardı.
"Hoş geldin İnci!" dedi Azerbeycan Türkcesiyle sevecen bir tonla Esmer Hanım. Ardındansa Selmayı fark etti İnci. Melike anaannesinde olmalıydı. Babaları aynı, anneleri ayrı olan kardeşi. Fakat Selma hiç bu düşüncede değildi. Ona göre düşmandan farksızdı. Buna sebep olan babaannesinden başkası değildi. Zaten her şeyini sebebi ondan başkası değildi.
"Hoş buldum." dedi gözlerini kaçırarak İnci. Bazen fazla utangaç olabiliyordu. Bunu fark eden babası gülümsesede İnci bunu fark edememişti. Zira bunu fark eden küçük Selma ağlamaya başlamıştı. Ne zaman İnciyi görse sebepsizce ağlıyordu. İnciyse şaşkınca küçük Selmaya bakıyordu. Selmanın temiz yüreğine nefret tohumlarıı eken babaanesiyse kınayan bakışlarla İnciye bakıyordu. Mehmet Beyse küçük kızını susturmak için kucağına almış, onunla konuşup bir yandanda uçak gibi uçuruyordu. İnciyse bir kendine birde Selmaya bakma ihtiyacı hissetmişti. İlk önce imrensede, sonra kendince kilolu olduğunu hatırlayarak gözlerini onlardan çekmişti.
Küçük kızın kapıda kaldığını fark eden Esmer Hanımsa gülümseyerek içeri buyur etmişti. Aradan geçen zamanda yemekler yenmiş, sohbetler edilmişti. Fakat İnci ne bir kelime etmiş nede bir lokma yemek yemişti. Kendini fazla yabancı hissetmişti. Oysa oda sohbet etmeyi oldukca severdi. Yemekten sonraysa küçük Selma, İnci ve babaanneleri yanlız bırakılmıştı. Esmer Hanım bulaşıkları yıkamak için mutfağa geçerken, Mehmet Bey işle ilgili arkadaşıyla konuşuyordu.
İnci sakince oturmuş küçük Selmaya bakıyordu. Küçük Selmaysa bütün abur cuburları önüne koymuş paketlerini açmakla uğraşıyordu. Babaannesiyse iğneleyici bir tonla İnciyi süzüyordu. Aradaysa kilosuna değinerek homurdanıyordu. Ay parçası gibi bir yüzü vardı İncinin. Her homurdanışı İnciyi utandırdığı için yanakları al al oluyordu. Sonraysa Selma açamadığı ambalajlı çikolatıyı yere fırlattı. Bunu fark eden İnci yardım etmek amacıyla çikolatayı eline aldığında babaannesi konuşmaya başladı.
"Çocuğun çikolatasını neden elinden alıyorsun Fenare!" dedi bilerek sesini yükseltirken. İnciyse babaannesinin sesiyle irkilmişti. Duyduklarıyla babaannesine inanan Selmaysa ağlamaya başlamıştı. Daha İnci ne olduğunu anlamadan olaya Esmer Hnım ve Mehmet Bey dahil olmuştu. Esmer Hanım böyle bir şeye ihtimal vermediği için İnciye bir şey demeden Selmayı susturmaya çalışıyordu. Mehmet Beyse önce kızgınca İnciye bakmış sonraysa kızını sakinleştirmek için eşine dönmüştü. Babaannesiyse fırsattan istifade İnciyi azarlamıştı. İnci ilk defa ses ederek inkar etsede babasıyla babaannesi aynı anda onu susturmuştu. Oysa Mehmet Bey bunu çok geç anllayacaktı. İşte asıl o zaman Anar Hesenov ona kızının saçının bir telini bile göstermeyecekti. Artık ağlayacak raddeye gelen İnci. Koşarak vestiyerde ki montunu eline almıştı.
Annesinin onun için aldığı küçük telefonu çıkararak kayıtlı olan üç numarandan en üsttekine bastı.
Anar Hesenovsa işten izinli olduğu için uyuyor telefonuysa salonda çalıyordu. İnci yanılmamıştı kız kardeşi Sara zamanın hızlı geçmesi için annesinin önüne koyduğu matematik testini çözüyordu. Çalan telefonla bakışları telefona düştü. Önce bir kaç saniye annesinin ve ya babasının gelmesini beklesede hiç biri gelmeyince, ayağa kalkarak sehpaya ilerledi. Sehpanın üzerinde olan telefonu eline aldığında, aklından telefonu açıp babasının uyuduğunu söylemek geçiyordu. Fakat ekranda yazan ismi okuyunca bu düşüncesinden hemen vazgeçmişti. Tuşlu telefonun cevap verme tuşuna basarak cevapladı.
"Abla geliyormusun?" dedi heyecanla küçük Sara. Gelmesini çok istiyordu. Çünkü babaları biricik kızları için kuaför seti almıştı. Ne kadar büyürlerse büyüsünler, neticede babaları için hala ele avuca sığmaz kızlarıydı. İçinde gerçeği aratmayan bir makasta görmüştü Sara. İnci bebeklerinin saçına kıyamasada Sara için bu kesinlikle geçerli değildi. Uçlarını kesmeyi çok severdi.
"Sara telefonu babama verirmisin?" dedi İnci derin derin nefes almaya çalışarak. İncinin iç çekişlerini duyan küçük Saranın kaşları çatılmıştı. Yinede ablasını ikiletmeden yatak odasına koştu. Ve yatağa yaklaşınca eliyle babasının saçını okşayarak uyandırmaya çalıştı. Çünkü babası çoğunlukla onu saçlarını okşayarak uyandırır günaydın öpücüğünü aldıktan sonra okula yollardı. Sara çoğu zaman babasının yanaklarını öperek uyandırsada bu defa durum vahimdi.
Söz konusu ablasıydı!
"Baba!" dedi küçük Sara sonunda babasını uyandırmak için farklı bir yola baş vurarak. Uykusu hafifti babasının bu yüzden hemen gözlerini aralamıştı. Kızının seslenmesiyle uyanan Anar Hesenovsa gözlerini kırpıştırarak küçük kızına bakıyordu.
"Noldu kızım?" dedi uykudan yeni uyanmanın verdiği uyuşuklukla Anar Bey. Sesi hafif kalın çıksada küçük kızının nerdeyse gözlerinin dolduğunu yeni fark ediyordu.
"Baba ablamı ağlatıyorlar orda! İncitiyorlar onu! Ablamı istiyorum baba!" diyordu iç çekişleri duydukca gözleri dolan küçük Sara. Bu görüntüyse Anar Beyin kaşlarını çatmasına ve kızının elinde ki telefonu eline almasına neden olmuştu.
"İncim noldu güzelim?" diyordu Anar Bey bir taraftanda yatağından kalkıp montunu almak için kolidora ilerlerken. Duyduğu iç çekişler kalbini acıtmıştı Anar Beyin. İnci onun ilk göz ağrısıydı, ayağına taş değse İnciden önce onun canı yanardı.
"Ba baba beni burdan götür, lütfen." diyordu hıçkırıklarının arasında İnci. Küçük kalbi öyle bir kırılmıştı ki, içinde birirktirdiği her şey dışarı boşalmıştı sanki. Bunu duyan Anar Beyse elini çabuk tutarak eşinin seslenişlerini bile duymadan hızla arabasına ilerlemişti.
"Geliyorum canım! Sen montunu giyin bekle baba 5 dakikaya orda güzelim!" dediğinde bir taraftanda arabayı çalıştırmış yoldaydı. Küçük İnciyse bir yandan babasıyla konuşurken bir yandanda montunu giyiniyordu. Bunu ilk fark eden Esmer Hanım olmuştu. Küçük kıza baktığında kalbi acımıştı. Oda baba sevgisinden mahrum büyümüş bir kadındı. Kızgın bakışları Mehmet Beyi bulmuştu.
"Mehmet. İnci gidiyor." dediğinde sesinde öyle bir ton vardı ki, sanki kendi babasına sesleniyordu. Oysa Mehmet Bey annesiyle konuşmakla meşkuldü. Bunu fark eden Esmer Hanım İnciye doğru ilerledi. Montunu bir türlü giyinemeyen İnciye yardım etti. Bir yandansa küçük kızın gönlünü almak istiyordu.
"Kusura bakma İnci. Neden böyle yapıyor hiç anlamıyo-" aceleyle kendini açıklamaya çalışan Esmer Hanımın lafını bölen kapının alacaklı gibi çalmasıydı. Montunu giyen İnci hemen kapıyı açarak babasına sarılmıştı. Anar Beyse küçük kızının saçlarına öpücükler bırakarak kucağına almıştı. Kızının önünde kavga etmek istemediği için aşağı inmişti.
"Tamam babam. Tamam güzelim. Ben burdayım bak." diye küçük kızını sakinleştirmeye çalışıyordu Anar Bey. Oysa küçük kızı her şeyi anlayabiliyordu. Okul çıkışı herkes annesiyle babasıyla giderken o bazen yalnız, bazense annesi ve ya dayısıyla dönüyordu. Herkesin içinde dayısınada baba diyemiyordu ki. Oysa ne çok isterdi oda herkes gibi babasıyla doya doya vakit geçirmeyi. Ama küçük İncide, büyük İncide çok iyi biliyordu ki bu imkansıza yakın bir şeydi. Taş olsa çatlardı da, kaybolmaya devam eden yıllar buna bile müsaade etmiyordu.
Küçük kızını arabaya yerleştiren Anar Bey yeniden yukarıya çıkmıştı. İçinde kalan her şeyi kusmuştu Anar Bey. Bu esnada küçük Selma ortalıkta olmaması da Anar Beyin kavgasını rahatca etmesi için bir sebepti. Ortalıkta duyulan ses ilk Anar Beyin, Mehmet Beye attığı tokattı. Sonraysa ettiği yüz kızartıcı küfürlerdi.
"Seni bir daha kızımın yanında yöresinde görmeyeceğim lan şerefsiz!" dedikten sonra hemen kızının yanına inmişti Anar Bey. Merdivenlerden inerken yine kalbi ona ihanet etsede, güç bela kendine gelmişti. Ardından arabaya binmiş küçük kızına bakmıştı. Boğazı düğümlenmişti Anar Beyin. O kızlarının tek damla göz yaşını akıtmaması için bütün dünyaya meydan okuyan bir adamdı. Şimdiyse kızının gözünden akan yaşlar sanki onun kalbine düşüyordu.
Çocuklarını seçmezdi Anar Bey. Kendiside baba yokluğu görmüştü, hemde yaşarken. Yaşadığı şeyleri yaşatmamaya özen gösterirdi. Bazen yetersiz hissetsede çocuklarının gözlerinin içinde ki o ışıltıyı, yüzlerinde yer edinen o gülüşü gördükce bütün problemler çözülüyordu sanki. Eşinin arkasında duruşuda onu etkilerdi. Kız kardeşinin dert ortağı olmasıda onu yormazdı. Özellikle kızlarına özenirdi. Küçükken kız kardeşinede o babalık yapmıştı. Bir mesleği olmamıştı Anar Beyin. Arkasında duranı pek olmamıştı. Bu yüzden ailenin büyüğü gibi her şeye o koştururdu. Fakat aptal bir adamda değildi. Belkide arkasında duran biri olsaydı, ailesinin yükünü küçük yaşta o sırtlamasaydı her şey farklı olabilirdi. Ama bir yandan da şükür ediyordu. Onun ödülü şu an sahip olduğu ailesiydi.
Bir yandansa evde sabırsızca ablasına bekleyen küçük Sara vardı. Duyduklarını hem annesine, hemde halasına anlatmıştı. Bütün aile hatta babaannesi bile İnciyi bekliyorlardı. Annesinin boynuna gömülmüş güç bela sakinleşmişti.
Diğer yandansa Anar Bey marketin önünde arabasını durdurmuş. Arabadan inerek arka kapıyı açmıştı. Küçük kızına elini uzatarak gülümsemişti. Babasının çehresinde yer edinen o güven barındıran gülüşe baka kalmıştı küçük İnci. Dudakları büzülmüş, gözleri doludoluydu. Ardından beklenmedik yaparak babasının boynuna sarılmıştı.
"Baba beni evde uçak gibi uçururmusun?" diye sordu küçük İnci burnunu çekerken hafif çekingen bir tonla. Bunu fark eden Anar Beyse gülümseyerek kızının saçlarını öpmüştü.
"Uçururum prensesim. Yeter ki sen iste." dediğinde küçük İnci öyle bir gülümsemişti. Gözü öyle parlamıştı ki. Görülmeye değerdi. Ardından küçük kızının göz yaşlarını silmişti Anar Bey.
"Şimdi baba-kız kaçamak yapalım mı? Ama evdekilere söylemek yok." dediğinde tepkisini merak etmişti. Küçkü kızıysa hiç düşünmeden cevap vermişti.
"Nasdı da bizimle gelsin mi?" dedi küçük kızı, kız kardeşinide ilave etmeye çalışarak. Nasdı, küçük Saranın evde ki lakabıydı. Zaten Azerbeycanda çoğu kız çocuğuna böyle seslenirlerdi. Kızına gülümseyerek elinden tuttu Anar Bey. O gün bugündür tuttuğu eli bırakmamaya yemin etti.
"İstersen biz alalım evde çigi film izleyerek bakın. Nasıl fikir?" diye bir öneri sundu Anar Bey. Bunu duyan küçük kızıysa önce biraz düşünsede kabul etmişti. Mehmet Beyin aksine Anar Bey kızının kan azlığına kadar her şeyini bilirdi. Kızı elini uzatmasada onu sevdiği abur cuburları market sepetine attı. Bundan sonra ki bir kaç hafta kızı onlarda kalıcaktı. Ve tabi kız kardeşide. Kız kardeşiyle eşi aynı okulda öğretmenlik yaptığı için Anar Bey için problem değildi.
Sonunda eve geldiklerinde. Apartmanın balkonuna tırmanmış olan Fikret bir süredir onları bekliyordu. Annesinden izin almadan soğuk havada balkondaydı. Annesi ablasını sakinleştirmekle meşkuldü. Bunu fırsat bilerek diğer ablasını beklemişti. Daha 8 aylık olan küçük kardeşi Yusufsa derin uykuaydı. Hemen balkondan çıkarak kapıya koşmuştu. Evleri küçük ve mütevazi olduğu için kapı salona açılıyordu. Bunu fark eden ablası Sara ayaklanarak kardeşinin yanına gitti.
"Geldiler mi?" dedi ağladığından dolayı tahriş olmuş sesiyle küçük Sara. Bunu fark eden Fikret üzülsede kafasını sallayarak onu onaylamıştı. Ardından merdivenlerden kahkaha sesleri bunu onaylamıştı. Ablalarının şen kahkaha sesini duyan ikilinin yüzünde bir tebessüm yer edinmişti. Ardından kapı açılmış ve babalarının kollarında tıpkı bir uçak gibi dahil olan İnci ablalarını fark etmiş onlarda heyecanla gülüşmüşlerdi. Haberi duyduğundan beri içi içini yiyen annesininse kızının kahkaha sesi rahatlatmıştı. Sevinc Hanım kızı için canını bile verirdi. Sırtında bir el hissetti. Bu el Aysima Hanıma aitti. Onlar bir birlerine görümce - gelin değilde kız kardeştiler.
Ardındansa evden şen kahkahaların sesi dolduruş. Tabi bu sese uyanan küçük Yusufsa evi daha da şenlendirmişti. Maşa ve Koca Ayıya bakan aile üyeleriyse Maşanın her hareketini taklit eden küçük Saraya daha da çok gülüyordu.
İşte Hesenovlar böyle bir aileydi. Ne tufanlar kopmuştuta aileyi yıkamamıştı. Kimler gelip geçmiştite bu bağlılığa zeval getirememişti.
O gece Anar Bey ilk göz ağrısıyla uyumuştu. Yanlarını kesen küçük Sarayıda reddetmemişlerdi. Halasıyla uyuyan Fikret de, annesinin yanında yer alan Yusufta hiç bir şekilde şikayetci değillerdi.
Küçük kızlarına masal anlatarak uyutmuştu Anar Bey.
Küçük kızı İnci için 'Dilsiz Kız' masalını anlatmıştı.
Dilsiz Kız
Biri varmış, biri yokmuş. Uzak diyarlarda yaşayan bir kız varmış. Kızın uzun sarı saçları, göz kamaştıracak güzellikte olan yeşil gözleri varmış. Bu kızın tek kusuru dilsiz olmasıymış. Küçük kız konuşma engelliymiş. Bu yüzden hep dışlanırmış. Kendini anlatamayormuş küçük kız. Bu yüzden herkes ona 'Dilsiz Kız' dermiş. Buda küçük kızın kalbini çok kırarmış. Her gece yatmadan önce bunu düşünüp hüzünlenirmiş. Kimseside yokmuş bu Dilsiz Kızın. Günlerden bir gün yine bir gece şiddetle ağlamış Dilsiz Kız. Yıldız kayarken içten bir dilek dilemiş. Kuşlar gibi özgür olmak istemiş. Çünkü insanların ona olan bakışlarından utandığı için evden çıkamaz olmuş. En önemlisi onlar gibi sesini herkese duyurmak istemiş. Ve ertesi sabah uyandığında eşyalar gözüne fazla büyük gelmiş. Garipseyerek yerinden kalkmak istediğinde ellerinin olmadığını fark etmiş. Çünkü onun yerine bir çift kanatı varmış. Gözlerine inanamamış ilk önce. Sonraysa sesini duymayı denemiş. Sesini duyduğunda, kendi sesine hayran kalmış. Dilsiz Kız bir bülbüle çevrilmişti. Fakat unuttuğu bir şey vardı Dilsiz Kızın. Bunu dilediğinde aynı zamanda kendine bir zaman belirlemiş. O zaman dolduğundaysa ölmeyi istemiş. Fakat cesedinden kırmızı gülün mayhoş edici kokusunun yayılmasını istemiş. Kendine tanıdığı süreyse 1 haftaymış. 1 hafta boyunca özgürce kanat çırpmış, türlü türlü şarkılar mırıldanmış. 1 hafta dolduğundaysa bir avcı tarafından avlanmış. Ama yinede pişman olmamış Dilsiz Kız. Bülbülü vuran avcı bülbülden garip ama mayhoş edici bir koku almış. Bir şeylerin yanlış olduğunu düşünerek bülbülü bırakmış. Bülbülün saatler sonra süresi dolduğunda birere solmuş gül yaprağına dönüşmüş. Ama öyle mesutmuş ki Dilsiz Kız. Onun dilsiz geçirdiği onca yıla tercih edermiş, o bir haftalık özgür hayatını.
ŞİMDİ
İnci Hesenova
İzler.
Yaralar iz bırakırdı. Kanamayan yara morarır ve ya kızarırdı. Kanayan yaraysa iz bırakırdı. Peki ya içten kanayan yaralar?
Onlarsa her daim kanardı.
Kabuk tutan yaralarsa hep bir anlam taşırdı. Hani elinizi kanatırsınızya, ince bir kabuk bağlar o yara. Onun gibi. Dokunsan kanamaya devam eder ama yine acıtır.
Kalbim o kadar çok yere çakılmıştı ki, işte bahs ettiğim o ince kabuklu yaraya dönüşmüştü. Canımı her daim yakan ama dışardan bakınca geçtiği düşünülen.
Unutmamıştım. Unutamamıştım.
Ama her gün lanette okuyamamıştım. Sonuçta birinin beni sevmemesi benim canımı bu kadar yakmamalıydı, öyle değil mi?
Beni sevmediğini her hatırladığımda, daha çok canım yandı benim baba.
Benim ışığımı kapatıp karanlıkta yalnızlığa mahkum ettiğinde sesim çıkmamıştı ki. Nasıl çıkardı ki? Hala beni bir ümit sevmesini beklediğim bir adam için fazla olurdu.
Ben denizin derinliklerinde ışığını kaybetmiş bir inci tanesiydim. Defalarca parçalara ayrılıp sonunda dalgalara teslim edilen o ışıktım. Oysa içimde ki kız çocuğu kalan son umut kırıntısına tutunuyordu.
Neyse ki o da ben de çok iyi biliyorduk ki sevilmek bizi aşardı. Yeni yaralar demek, yeni izler demek ti.
Ben İnci Hesenovaydım. Bir denizin derinliklerinde fark edilmemek için gizlenen bir inci tanesiydim.
Ben hala 10 yaşında ki o kız çocuğuydum. Bir umut babam tarafından fark edilmeyi bekleyen o ışıktım.
Bakışlarım saate kaydı. Öğle arasına az kalmıştı. Bense önümde ki hastanın raporlarını inceliyordum. 34 yaşında bir omurga hastasıydı. Omurgasında bir fıtık vardı. Ve bizi onu ameliyatla çıkarıcaktık. Bu tür kötü huylu tümörlerin çözümü genellikle böyle bir ameliyat oluyordu. Aynı zaman da bu adamın panik atak hastasıydı. Bu bizi bir tık zorlayacak gibiydi. Kapımın çalınmasıyla bakışlarım kapıya döndü.
"Gir." dediğimde kapı açılmış içeriye yeni geldiğimde tanıştığımız asistanım Elif vardı. Orta uzunlukta sarı saçları ve mavi gözleri olan çok güzel bir kadındı. Küçük bir burnu ve dolgun dudakları yüzüne şirin bir hava katıyordu. Mavi gözleri itiraf etmeliyim ki beyaz tenli yüzüne yakışıyordu. Benden sadece biraz kısaydı. Ama arkadan yaptığı at kuyruğu ona yakışmış, gözleri üzerinde ki önlükle fazlasıyla uyumluydu.
"Hocam acil yaralı, hızlı bir şekilde acile gelmeniz gerekiyor!" dedi Elif hızlı hızlı nefes alırken. Muhtemelen koşarak geldiği için bir kaç tutam saçı yüzüne yapışmış, söylediklerimi tastiklercesine göğsü hızla inip kalkıyordu. Fazla zaman katbetmeden ayaklanarak ben önde o arkada kolidorda acile doğru hızlı adımlarla yürümeye başladık.
"Yaralıdan bahset." dedim hızlı hızlı önden ilerlerken. Elifse arkadan koşturarak geliyordu.
"Selim Demir. Kırklı yaşlarında, kalp hastası erkek. Bir otobüs kazasıda, göğsünde cam kırıklarıyla çıkarılmış. Ambulansa binildiğinde göğüs tüpü takılmış, solunum yolu açılmış. Ama iç kanama olduğunu düşünüyoruz." dedi oda hızlı söyliyerek. Adımlarım, boynumda ki stetoskopu ellerimle tutarken daha da hızlandı. Ardından kolidordan dönerek acile yakınlaşmıştık.
"Değerleri!" dediğimde içerde ki kargaşayı fark etmişdim. İçeri girdiğimizde hemşireler ve doktorlar bir birine karışmıştı.
"Tansiyon dokuza üç, saturasyon altmışa düşüyor." dediğinde beklemeden acile girerek hastaya doğru ilerledim. Hastanın yanına geldiğimde bilinci yerinde değildi. Üzerindeki gömlek dikkatle çıkarılmışa benziyordu. Hemen eldivenlerimi takarak Elife döndüm. Hastanın nabzı gittikce düşüyordu. Ve ameliyat odasına kadar dayanacağı muammaydı. Ve iç kanama riskide vardı. Mecbur açık ameliyat gerçekleştirecektik.
Acil kapısından içeri girer girmez ileride ki hastanın başında yer alan kalabalığa bakarak yüksek sesle "Açıl!" diye bağırdım. "Açılın! Kalabalığı boşalt!"
Hastanın değerleri yeteri kadar düşmüş durumdayken, hızla üzerimde yer alan beyaz önlüğü çıkardım ve ameliayhane kıyafetlerini giyerek "Eldiven verin bana! Eldiven verin!" diye bağırdım. Getirilen eldivenleri parmaklarıma geçirir geçirmez derin bir nefes aldım ve adamın açılan göğsüne yer alan cam kırıklarına baktım. Hasar gerçekten büyüktü. Ama yapabilirdim.
"Hemen anestezi doktorlarından birini çağırın bana. Yeteri kadar anestezi verilsin!" dedim ve Elif'e elimi uzattım. "Cımbız! Ameliayhaneye kadar dayanamayacak!" dediğimde oldukca elimi çabuk tutmaya çalışıyordum.
"Hocam burada imkansız!" diyen Elif umutsuzluğa kapılmış gibiydi.
"İmkansız diye birşey yok Elif! Değerler düşüyor, ver şu cımbızı!" Bana belirsizlik içerisinde bakarken, iç kanama geçiriyor olan hastanın değerlerinden gelen çizgi ve ses ile birlikte gözlerimi büyüttüm. Sağ tarafına takılmış göğüs tüpünü fark ederek, direkt olarak sol tarafına geçtim.
"Acil yeni bir göğüs tüpü verin bana!" Bu işlemde dikkatli olmalıydım yanlış bir hareketim hastanın hayatına mal olabilirdi. Elif hemen cımıbızı uzattığında elinden aldım.
Kenarda duran tentürdiyotu alıp sol göğüsünün kenarına iyice vurup, elime neşteri aldım. “Hocam!” diyen Elifi umursayacak vaziyette değildim.
“Susar mısın!”
Bakışlar bana odaklandı. “Adrenalin ve epinefrin verilsin! Hemen acil” dedim ve neşterle sol göğsünün kenarını kestim. Göğüs tüpünün borusunu geçirdim, ciğerlerinin hava almasını bekledim. Saturasyon yavaş yavaş düzelirken, yaşam sesleri doldurdu acili. Ardından derin bir nefes. Yüzümde açan tebessüm ile doğruldum, derin bir nefes daha alıp verdikten sonra Elif’in bana bakan bakışlarına baktım.
“Hemen ameliyathaneye alınsın, gerekli müdahaleler yapılsın. Yirmi dört saat tedbir amaçlı yoğum bakımda tutulacak. Ailesine haber verilsin.” dediğimde sonunda rahat bir nefes alabilmiştim. Elif dediklerimi uygulamaya başlamıştı. Eldivenlerimi çıkarırken arkamdan alkış sesi duydum.
Bakışlarım alkışlayan kişiye döndüğünde buranın başhekimi olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Ellilerinin başında yaşına rağmen gayet dinç bir adamdı. Dudağında gururlu bir tebessüm vardı.
"Gerçekten fazlasıyla etkileyiciydi! Hastahanemizin sizin gibi yetenekli doktorlarına ihtiyacı var İnci Hanım." dedi gururla Kaan Bey. Bakışlarım Elife düştü.
"Teşekkür ederim Kaan Bey. Bu ameliyatı yalnız yapmadım bana yardım eden Elifinde emeği büyük." dediğimde yüzünde bir gülümseme belirdi Elifin. Sonraysa yeniden başhekime döndüm.
"Elbette. Sizin için bir ekip oluşturacağız." dediğinde benim için zaten böyle bir planı olduğunu en başından biliyordum. Bu yüzden itiraz etmedim. Burası gayet prestijli ve özel bir hastahaneydi. Popüler cerrahlardan biri olan Altan Beyle tanışma fırsatım olmasa da Elif geldiğim günden beri ondan bahsedip duruyordu. Ondan hoşlandığı belliydi. Umarım hayal kırıklığına uğramazdı.
"Nasıl isterseniz." dediğimde biraz daha konuşarak yanımızdan ayrılmıştı. Zaten sonrası hızlı gelişmiş öğle arasına çıkmıştı. Restorana ilerlediğinde telefonumun zil sesi doldurmuştu kulaklarımı. Arayan kişiye baktığımda Sara olmasını diledim. Fakat arayan kişi annemdi. Bekletmeden cevap verdim.
"Alo, kızım." diyen annemin ince ve yumuşak sesi doldurdu kulaklarımı. Cevabını geciktirmeden konuşmaya başladım.
"Efendim anne. Nasılsın?" dediğimde restorandan içeri geçiyordum. Hastahaneye yakın güzel ve sade bir restorandı.
"İyiyim kızım. Sen nasılsın? Sara nasıl?" dediğinde gülümseyerek cevap vermek istedim ama malesef sabah olanlar buna engel oldu.
"İyiyiz anne geçinip gidiyoruz." dediğimde gözlerimi kaçırıyordum. Yalan söylemek hiç benlik değildi. Mecbur kalmadığım sürece kullanmazdım.
"Baban Pazar oraya gideceklerini söyledi. Ne için olduğunu biliyormusun?" dediğinde kaşlarım çatılmıştı.
"Sen gelmiyormusun?" dediğimde sıkıntılı bir nefes verdiğini duydum.
"Kızım Yusuf'la Nuray'ın okulları, kendi işim vaktim yok. Hem Aysimayıda idare etmem gerek." dediğinde cevabını geciktirmedim.
"Yusuf'la Nuray'a Ekrem amca göz kulak olabilir. Sende gel." dediğimde bana kıymamasını umdum. Çünkü bahaneleri arasında kocası olduğunuda biliyordum. Aslında çok kötü biri sayılmazdı. İlk evlendikleri zamanlar içip evde kavga çıkarırdı. Şanslıyım ki o zamanlar babamlarda kalıyordum. Bir umut teklifimi kabul etmesini bekledim.
"Tamam duruma göre bakarım. Ama gelmeye çalışacağım." dediğinde öyle çok sevinmiştim ki. Yüzümde istemsizce bir tebessüm oluşmuştu.
"Tamam o zaman haber verirsin." dediğimde telefonun diğer ucundan onaylar bir mırıltı çıkarmış ve ardında görüşürüz diyerek kapatmıştı.
İçimde ki kız çocuğunun dudaklarında minik bir tebessüm gezindi.
Ardından hafif bir şeyle sipariş vererek öğlen yemeğimi yemiştim. Sara sabah haber verdiği için içim rahattı. Kız kardeşim bazen fazla anlaşılmaz olabiliyordu. Ve ne yazık ki onu fikrinden vazgeçirmek fazlasıyla zordu. Hastahaneye döndüğümde masamda bir buket fark etmiştim. Bu artık ikiydi. Bu defa gönderilen çiçekler kasımpatıydı. Bir deste pembe kasımpatı vardı masamda. Kokusu bütün odama yayılmıştı. Fakat bu beni ürkütüyordu.
Çıkma ihtimali beni delicesine korkutuyordu.
Üzerinde yazan nota düştü bakışlarım.
Sevgili İnci Tanesine.
Sizin kadar zarif ve güzel olmadıkları için bu gönderdiğim buketi mazur görün İnci Hanım. Derler ki kasımpatılar ölümsüz aşkı ve platonik sevdayı temsil eder. Gülümsemenize şahit olduğumdan beri hayatımı renklerinden size bu bile az. Dilerim karşılaştığımız zaman sizin aşığınızın, size hediye ettiği bu çiçeklerden birinin anlamını taşırız.
Sevgilerle P.S.
Kim tarafından olduğunu bilmediğim bu bukete bakarken içimde bir şeylerin değiştiğini hissettim. Bu onun yazabileceği bir mektup değildi. Kimin gönderdiğini bilmesem de çiçekleri bir vazoya koydum. Nedensizce hoşuma gidiyordu. Bir adam tarafından sevilmenin nasıl bir his olduğunu ne babamdan, ne de platonik aşık olduğum adamdan anlayabilmiştim. Beni bu dünya üzerinde seven yegane adam bana bunca senedir babalık yapan dayımdı.
Yarım kalmış bir hikayeden farksızdım ben.
Babam tarafından yok sayıldığımda henüz yeni doğmuş bir bebektim.
Sevdiğim adamın nikah şahidi olduğumdaysa yirmililerinin başında genç bir kız.
Beni sevdiğini iddia eden adamınsa tek amacı elde etme isteğiydi.
Peki ben gerçekten sevilebilirmiydim?
Bunu yalnızca bir kişiye sormuştum. Kız kardeşime. Saraya. Onunsa cevabı her zman ki gibi açıktı.
"İnci bir gün ikimizde öyle bir rüzgara kapılacağız ki. Bütün kaybettiğimiz her şeye inat öyle mutlu olucağız ki. Senle ben abla. Bir birimizi öyle seveceğiz ki hiç bir sevgili, hiç bir mevzu bizim bir birimize duyduğumuz o gönül bağı kadar kuvvetli olmayacak."
Dediğinde henüz liseli yıllarının başındaydı. O yaşta olmasına rağmen öyle bir arkamda duruyordu ki, bazen bir kız kardeşten bile fazlası oluyordu. Fazla mizah severdi. Bazen bunu bilerek yaptığını biliyordum. Özellikle üzüldüğümü hissettiği zamanlar. Sanki rolleri değişiyorduk. Olgun bir kadın olmasına rağmen çoçuksu bir ruha sahipti. Ben bundan hiç şikayetci değildim. Çocukken çoğu zaman o benim ailem oluyordu. Tek bir kişi bütün her şeye bedel oluyordu. O yüzden onu her yaşta büyütmekten hiç sıkılmamıştım belkide.
Kız kardeşim benim yuvamdı, evimdi. Dertlerimi anlatabileceğim ve beni alayabilen yegane insandı. Benim için dünyayı yakabilecek kadar seviyordu. Çünkü biliyordu, benimde onun için herkesi karşıma alabileceğimi.
Bizi ölüm bile ayıramazdı.
SON
Evet canlarım dilerseniz sorulara geçelim!
Öncelikle sizce bölüm nasıldı?
Geciktiğinin farkındayım ve bunun için özür diliyorum. Telafi etmek için elimden geldiğince uzun bir bölüm yazmaya çalıştım.
Özel Bölümümüzü nasıl buldunuz?
Sizce böyle bölümleri daha sık yazmalımıyım?
Artık İnci hakkında ki düşünceleriniz nedir?
İnci ve Saranın çocukluğunu okumak size neler hissettirdi?
Sizce mektubu gönderen kişi kimdi? (Bence hepimiz biliyoruz🤭)
Peki bir sonra ki Özel Bölümde kimin olmasını istersiniz?
Arada sırada böyle bölümler yazabilirim.
Bu ikisini yazınca aklımda dönen bir şarkı var. İki kız kardeşinde kaderi o kadar benzer ki. Kalben-Saçlar dinlemenizi tavsiye ederim.
İnstegram hesabım: yazar093
Bir sonra ki bölümde görüşnek üzere canlarım! Kendinize iyi bakın!
Yeni bölümde yine sizlerle olmak dileği ile💖🎀
|
0% |