@hsnovasara7
|
Hepinize merhaba canlarım!
Umarım iyisinizdir!
Yeni bölümle karşınızdayım!
Dilerseniz bölüme geçelim.
Lütfen satır aralıklarına bol bol yorum yapın!
Kırmızı güller bu satıra 🌹
DİKKAT!: BU KİTAPTA GEÇEN KURUMLAR, KARAKTERLER VE OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR!
Dip not♡: Olabilecek yazım yanlışlarına takılmayın lütfen. Kitap sezon finalinden sonra düzenlemeye alınacaktır.
"Bir ateş yakacaksa beni kalbimden,
Senin aşkının ateşi yaksın,
Senden gayrı başka bir aşkla kül olursa kalbim,
Bu kalbi istemem, ateşi istemem, koru istemem.
Seni göremediğim vahalar bedeviler olsun,
Ben senin çölünü isterim, suyu istemem.
Sana çıkacaksa durmaz yürürüm,
Sonu sen çıkmayan yönü istemem, yolu istemem.
Ben gönüllü bir köleyim, kulağımda küpem.
Kalbini fethedecekse geçerim bin Sina'yı birden.
Yoksa neyime?
Bu fethi istemem, Mısır'ı istemem, cihanı istemem.
Ben Sultan Fatihim, önündeyim İstanbulun.
Yakarım bu şehri yüzünde bir tebessüm için.
Yoksa gül yüzünü güldürmeyen sultan'lığı istemem, İstanbul'u istemem.
Ben bir garip yunusum, yazdığım sensin, yandığım sen.
Senden gayrı bir aşka ben kalemi
istemem, kağıdı istemem.
Ben senin ümmetinim, sensin benim efendim.
Senden gayrı, senden başka efendi istemem, sevgili istemem, istemem..."
~Fatih Sultan Mehmet (Avni) - İstemem~
KEYİFLİ OKUMALAR!
Sara Hesenova'dan
İnsanlar çok garip canlılardı. Öyle gariplerdiki kendininkinden olanlara bile zarardır. İnsanlar kadın ve erkek gibi iki kavrama sahiptir. Her ne kadar sözde kadın ve erkek eşitse bir o kadarda eşit değiller. En iyi izahta şu olmalı; bir aile düşünün erkek egemenliği dediğimiz o en boş kavramın var olduğu bir ev, bir aile. Erkeklerin her anlamda fazla yüceltildiği ve kadınların fazla alçaltığı bir ev. Erkek çocuğu ve baba bireyleri eve isterlerse saat 9 da gelir isterlerse saat sabahın 5 de. Anne ve kız çocuğu bireyleriyse dışarı çıkmak istediklerinde bile evde ki her hangi bir erkek bireyinden izin almalı. Baba dediğimiz birey ilk çocuğunun yada sıralamasına bakmaksızın her hangi bir kız çocuğunun onun ailesinde dünyaya gelmesini istemez. Neden mi? Çünkü onlara göre erkek çocuğu hayırlıyken kız çocuğu sadece namus dediğimiz kavramın içinde yer alıyor. Oysa kızlarının bir kere saçını okşasalar hayatlarında bir kere taktir etseler, çok mu? Bence hiç değil şu anda bile böyle insanların yaşaması bile fazla trajikomik. Sonra kızlar evlerinden kaçıp yanlış evlilik yapınca namus dediğimiz kavramdan istifade edip onların canlarını yakıyorlar her türlü şiddete maruz kalan kadın bir süre sonra yaşama sevincini ondan sonraysa akıl sağlığını kaybediyor.
Bu dediğim şeyler sizede 19 cu yüz yılı anımsattımı? Çünkü kadınlarımız hala bu kavramla boğuşuyorlar.
Kocaya kaçan kadınları desteklemiyorum ama bir kadın diğer kadını anlamalı. Onlar babalarından görmedikleri sevgiyi başka birinde arıyolar. Ama bilmiyolar ki her ikiside bir birinden beter.
Sonra yavaşca susturuluyorlar.
Bir kadın bir erkeğe bir kere boyun eğdikten sonra artık o erkek o kadın üzerinde hakkı olduğunu düşünüp hak talep ediyor. Hatta öyle ki kiyafetlerine, saçlarına, gezmelerine, hatta pişirdikleri yemeğe bile karışıyolar.
Uyanın masal bitti. Çünkü gerçekler bir kabus gibi üzerinize çökecek.
Yavaşca bu talepler artıyor kadınların çığlıklar birer sesizliğe, birer kırgınlığa, birer kızgınlığa ve birazda isyana dönüşüyor. Sesizliğe dönüşüyor, çünkü attıkları çığlıkları herkes duyuyor ama kimse yardım eli uzatmıyor. Kırgınlığa dönüşüyor, çünkü kaçtıkları cehennemken kendilerine başka bir cehennemde bulmayı düşünmüyorlardı. Kızgınlığa dönüşüyor, çünkü kendilerini kendi elleriyle bu cehenneme getirdiler. İsyan ediyolar, çünkü istedikleri sadece biri tarafından koşulsuz, sebepsiz sevilmekti. Kız çocuklarımız, annelerimiz birer hizmetci değil. Onları baş tacı yapmak yerine onları paspas yapanlar utanmalı tabi o duyguya sahiplerse.
Bütün bu anlatıklarımın bir başka adıysa cahillik. Bir adam bir kadının karşısında diz çökmekten utanmamalı aksine gurur duymalı, saygı duymalıdır. Bir koca karısının iyliği için bir şeyler talep etmelidir kendi istediği için değil.
Ve birde cemiyetimizde popüler olan başka bir başka kavram var hanımcılık şahsen bu kavrama bizzat şahit olan biri gibi söylüyorum ki. Bu insanların düşündüğü gibi bir şey değil. Bu kadınların doğru adamlarla evlendiği için mutluluklarının bu şekilde kıskanılmasıdır. Dikkat ederseniz erkek değil adam dedim. Bir adam eşine gül almaktan utanmaz, her zaman onu sevgi sözcüklerine boğmaktan yorulmaz, her fırsatta eşine yardım etmeyi kılıbıklık olarak düşünmez, eşine karışarak onun kişisel haklarını ihlal etmez. En önemlisi onu sever koşulsuz şartsız ona bir kere el kaldırmaz. Psikolojik bile olsa şiddet uygulamaz. Ve bir kadın hak ettiği değeri görür.
En önemlisiyse koşulsuz şartsız sevilir.
Bu kavramsa cemiyetimizin düşündüğünün aksine hanımcılık değil eşitliktir.
Kadınlarımız hak ettiği değeri görmesi kılıbıklık değildir!
Bunları anlatıyorum çünkü yaptığnız her bir seçimin vebalini siz ödiyiceksiniz bir başkası değil. Ve unutmayın ki bir kadının her şeyden bağımsız olması kötü değil iyi bir şeydir. Bana bağımsız olmam gerektiğini babamdan öğrendim bana anlattığı masalardan aklıma, kalbime işledi. Babam her zaman derdi ki Bağımsız bir kadın her zaman cahil erkeklerin en büyük korkusudur güzel kızım. Bunu hiç bir zaman unutma. Mesela sizin okuduğunuz Rapunzel masalında Rapunzel biri tarafından kurtarılıyordu, öyle değil mi? Ama babam her zaman farklı bir bakış açısına sahip olmam için farklı yollara baş vururdu.
" Kızım düşün ki onun kurtarıcısı gelmemiş ve Rapunzel hala o kulede. Sence nasıl kurtulabilirdi? Kendi başına. " diye sorduğunda itiraf etmeliyim ki biraz şaşırmış, birazda düşünmüştüm.
" Saçlarını kesip kurtarıcısını kurtardığı gibi kurtulabilirdi. " dediğimdeyse babam düşünüyormuş gibi yapıp yine bana döndü bakışları.
" Mantıklı. Ama farz et ki Rapunzel saçlarını kesmeye kıyamıyor. O zaman nasıl kurtulabilirdi? " dediğindeyse artık bunu bir oyun gibi düşündüğüm için ciddi bir şekilde düşünmüştüm çok geçmeden cevap vermiştim.
" O zaman cadının o taşları nasıl açtığını öğrenip giderdim. " dediğimde yüzünde ki bana yönelik olan -her zaman ki- gülümsemesiyle baktı.
" Bu da mantıklı bir fikir. Ama farz et ki bunu bir türlü yapamıyorsun. O zaman nasıl kurtulurdun? " dediğinde soru artık bana yönelikti. Bu yüzden çok düşünmeden cevap verdim.
Her zaman hazır cevap biri olmuşumdur.
" Ona bir kaç soru sorardım niyetini öğrenirdim, sonra onun saçlarıma dokunmasına izin vermezdim. Böylelikle o her geçen gün yaşlanırdı ve artık bana yönelik bir öfkeyle bütün gerçekleri söylerdi. Fark etmeden nasıl çıkacağımıda ağzından kaçırırdı. Ve ben yine giderdim. " dediğimdeyse dikkatlice beni dinlemiş ve bu söylediklerim aklına yatmış gibi yüzünde ki gururlu bir tebessümle bana baktı.
" Peki ya olaya Cadının tarafından baksan. O zaman ne yapardın? " dediğindeyse. O zamanlar cadı benim için fazla haksız bir konumda olduğu için verdiğim cevapta o yöndeydi.
" Cadı her ne kadar haksız olsada. O sevilmemiş ötekileştirilmiş bir kadın olduğunu görüyoruz. O yüzden onun tarafından bakarsak o madur olur. " dediğimdeyse babam cevabımdan memnun bir şekilde saçlarıma bir öpücük kondurdu.
Hiç bir kötü durduk yere kötü olmamıştır. Yaşadıkları onu acımasız olmaya zorlamıştır.
" O zaman birde ortak bir pencereden bak o zaman kim haklı? Kim haksız? " dediğinde biraz düşünmüş ve yine gecikmeden cevaplamıştım.
" Cadı onun tarafından bakınca madur olabilir ama bu ona bir çocuğu ailesinden ayırıp bir kuleye haps etme hakkını vermez. Bu yüzden cadı haksızdı ama haklı olan bir taraf göremiyorum. " dediğimdeyse babamın yüzündeki tebessüm derinleşmişti.
" Zeki kızım benim. " diyerek kucağında olan beni daha çok sarmalamıştı.
Dedim ya her kötü durduk yere kötü olmamıştır diye. Ama onlar kötü olmayıda kendileri tercih etmişlerdi.
Serum denilen illet çıkmıştı kolumdan şu an çantamı kaptığım gibi temkinli adımlarla aşağı iniyordum. Serum için Altan beye teşekkür etmiştim. Kalanlarıysa -Ezgi hariç- umrumda değildi. Ezgi arkamdan ilerliyordu. Sanki az önce duyduklarıma şaşırmamış gibi rol yapmaya gidiyordum.
Bay Demirhanı öldürmek fikri sakın aklımdan çıkma!
Malikaneye göre küçük olan kapısından çıktığımda İstanbulun soğuğu yüzüme tokat gibi çarpmıştı. Yinede önemsemedim. Sanki gerçekten sevgilimin yanına gidiyormuş gibi yapıyordum. Ve sonunda onu gördüm...
İt herif! Hayvan! Manyak! Deli! Psikopat! Maymun suratlı embesil!
Sanki onu gördüğüme sevinmişim gibi yüzümde bir gülümseme peydah oldu.
Sinirden zangır zangır titrememek için derin derin nefes alıyordum.
Kahretsin! Onu tam şu an şurada vurmak istiyorum!
Ona yaklaştığım zaman sanki onu gördüğüme sevinmişim gibi sarılmak için onun dibine kadar girip. Hem fısıltı hemde her kesin duyabileceği bir ses tonuyla " Sevgilim! Hoş geldinde hani akşam buluşucaktık? Hasretim ağırmı geldi? " dedim dişlerimi sıka sıka aynı zamanda munzır bir ifadeyle. Bu onu biraz şaşırtmıştı ama muhtemelen hasımlarının yanında belli etmemek için oda aynı ifadeyi takındı. İçten içe gülmek istediği biliyordum.
Muşmulat suratlı sadist herif!
Sol koluyla belimi kavrayıp kendine çekti ve oda bana nazaran daha ciddi ses tonuyla. " Sevgilimi görmek için bir nedene ihtiyaç duymuyorum. Hem ailesinin yanındayken fırsattan istifade bir de ben tanışayım dedim. Kötü mü yapmışım sevgilim? " dediğinde artık her şeyi bildiğini açık açık söylüyordu. Şu an söylediklerim acımasızca olabilirdi.
Ama gerçeklerde hep acı olmazmıydı?
" Benim ailem Aydında sevgilim. Buraya Ezgi için geldim ve şimdide Furkanla dönücektim. Gelmen banada süpriz oldu doğrusu. " dediğimde üzerimde hem kızgın, hemde kırgın bakışlar his ediyordum ama dönüp bakmadım.
Onlarda bana bakmamışlardı zaten.
Sahi neden bana bakmamışlardı?
Bir kere oturup dinlemek ne kadar zor olabilir ki?
Demek ki çok zormuş ki yapamamışlar.
" Öyleyse gidebiliriz öyle değil mi? " dediğimde hem üşümekten hemde sebepsiz yere kendimi kötü his etmiş olmamdan kaynaklı sesim biraz titremişti. Giray bir elini belimden çekti ve ceketini çıkarıp omuzlarıma bıraktı. Böyle bir jest beklemiyordum ama şaşırdığımı belli etmedim. Ayrıca ceketide onun gibi kokuyordu yağmur yağdıktan sonra toprağa çöken huzur gibi. Kendisi gibide baya uzun ve boldu kalçalarımı sarıyordur muhtemelen. Çok düşündüğümü fark ettiğimde bu düşünceleri sonraya sakladım. Arabaya doğru bir adım atmıştım ki arkadan bir ses işittim.
" Siz istediğiniz yere gidebilirsiniz fakat kardeşim hasımlarımızla hiç bir yere gidemez! " diye gürleyense Timur Kayaydı. Babasının genç versiyonu olduğuna yüzdü yüz eminim şu an.
Düşündüğün tek şey bu mu gerçekten?
Elbetteki hayır ben ayrıca çok açım ya! Şimdi şurda sıcak mercimek çorbası olsada yesek şöyle bol limonlu.
Sara senin limona alerjin var. Ayrıca sen mercimek sevmezsin zeki kadın!
Halime bak dertli çal! Kemancı başımın tacı! Gitme! Bu gece olur mu? Bak benim halim çok acı...
Bak hakaret de edemiyoruz kendine gel Sara Hatun! Senin şu an o meymenetsiz fakat yakışıklı herife cevap vermen gerek!
Bu konuda iç sesime hak verip arkamı döndüm. Trajik bir şekilde Ezgi; Kaya ailesiyle benim aramdaydı. Eğer istemiyorsa kala bilirdi. Benim için sorun yoktu fakat dayımlar geldiğinde evde kıyamet bile kopabilirdi. Ezgi zaten yaralıydı... Keşke onun yanında olabilseydim diyorum bazen.
Keşke onu koruyabilseydim o kadından...
" Ezgi benimle geliyor. Ayrıca sevgilim sizin hasmınız olduğu kadarda benim sevgilim. Benim olduğum hiç bir yerde ona zarar gelmez. Ama eğer isterse Ezgi kalabilirdi fakat o gelmeyi seçti. Bu yüzden abisi olmanız size onun kararlarına karışma hakkı vermiyor." dedim sert ifade takınarak. Gözlerimi gözlerine dikerek verdiğim cevapla kaşları daha çok çatıldı. Umrumda olmadığı için Ezgiye döndüm ve yüz ifadesine baktım.
Sevgilimin bay Demirhan olmasını beklemiyordu. Çünkü sevgilim olduğunu düşünmüyordu!
Ezgi ailesiyle benim aramda gidip gelirken. Sonunda bana doğru ilerledi. Ve o an demir kapılar yeniden aralandı. Gideceğimizi anladıkları için korumalar ufaktan toparlanmıştılar. Bu defa içeri giren arabanın kime ait olduğunu biliyordum.
Ünlü Karadeniz mafyası Yasin Akın.
Oda en az bay Demirhan kadar uzun bir konvoyla gelmişti. Yasmin Hanımında orda olduğunu bildiğim için Ezgiye baktım. Ezginin adımları durmuştu. Bana baktı gelenin kim olduğunu elbette biliyordu. Ve bakışları bile ne demek istediğini açıklıyordu.
Gitmeyecekti.
Ben burda onun için her kesi karşıma alırken o burda kalmayı seçecekti. Kınamıyorum ve ya yargılamıyorum. Dayısı yıllar sonra İstanbula ayak basmasının sebebini merak ediyordu.
Daha fazla burda kalmak istemediğim için arabaya doğru ilerledim kapıyı benim için bir koruma açtı. Ezgi gelmiyorsa burda kalmanın bir anlamı yoktu. Siyah filtreli camdan izledim onları. Bay Demirhan tanıyordu galiba ama benim yanında olmadığımı fark edince arabaya baktı. Göz göze geldik arabanın camından içeriyi görmesi nerdeyse imkansızdı ama o beni görmüş gibiydi. Gözlerim dolmuştu yıllar önce beni fark etseydiler acaba neler olurdu? Kabul etmem daha mı kolay olurdu onları. Yasmin Hanımın herkesi eşini bile unuttuğu gerçeği canlarını çok mu yakardı? Yakmasını istemediğim için sakladığı öğrenseler bana yine kızarlarmıydı? Açıkcası artık bir önemi yoktu. Elimin tersiyle sildim gözlerimi. Bay Demirhanda zaten arabanın önündeydi. Son kez arkasına baktığında. Arabadan inen Yasmin Hanımı fark etti. Siyah arabadan inen bu kadın kumral saçları, burdan bile kendini belli eden bal rengi gözleri, mükkemel fiziği, zarif yüz hatlarıyla fazlasıyla alımlı bir kadındı. Alttan giyindiğini göremedim çünkü sıkıca sarılmıştı kabanına.
Her kesin öldü bildiği kadın bütün ihtişamı ve zarifliğiyle geri dönmüştü.
Bazen onda kendimi görüyorum ama biliyodum ben o olamazdım.
Ben onun kadar saf olamam ve de unutkan.
İntikam saf bir duygu değildir.
Yasmin Hanımla eş zamanlı inen bir diğer kişiyse kardeşi Yasin Akın'dı. Dayım bence burda ki herkese taş çıkarırdı. Oda ablasıyla aynı renk kumral saçlara ve kehriban rengi gözlere sahipti. Yapılı bir vücudu vardı. Ve herkese korku salan bakışları. Gözleri hepsinin üzerinde gezindi. Aradığını bulamamıştı.
Aradığı bendim.
Konuşmaya başladılar. Burda ki Yasmin Hanım hakkında her şeyi bildiğini zann eden her kes fazlasıyla şaşkındı bay Demirhan'da dahil. Arabada benim haricimde Furkanda vardı. Gözlerinde ki şaşkınlığı gördüm. Bakışlarım hala ilerleyen Yasmin Hanımdayken konuştum.
" Furkan bey eve gidebilirimiyiz lütfen. " sesim kısıktı çünkü gerçekten kötü his ediyordum serum işe yaramış gibi gözüksede midem hala bulanıyordu. Sanki onu izlediğimi anlamış gibi Yasmin Hanımın gözleri filtreli camda oyalandı. Göz temasını bir an olsun bozmadım. Sonra Ezgi şaşkınlığını üzerinden atmış gibi küçük adımlarla annesine yaklaştı. İkiside birbirini inceliyor ikisininde gözleri dolu doluydu. Yasmin Hanım bir şeyler söyledi. Gözlerim yeniden sıcak yaşlarla dolduğunu his ettim. Boğazım düğüm düğüm oldu. Nefes almakta zorluk çekiyordum.
Kahretsin! Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum.
Ezgiye bir bakışı vardı öyle sıcak, öyle özlem dolu.
Bana hiç öyle bakmamıştı...
İnsana gerçekten koyuyormuş...
Yıllarca aradığı yokluğunu bile sevmeye çalıştığı insanın sizi hatırlamaması, sevmemesi çok koyuyormuş insana.
Üstelik onun için yaptığınız her şey için aldığınız travmalar...
İstanbul cehhenemdi bana, Kaya aileside, öz ailemde öyle.
" Giray beyi beklemeye- " dedi yeni transtan çıkan Furkan. Muhtemelen hortladığını düşünüyordu. Dikiz aynasından bana bakınca ne gördü bilmiyorum ama başını sallıyarak beni onayladı ve arabayı çalıştırdı. Sadece saniyler sonra demir kapılar bizim için açılmıştı. Herkesin dikkati bizdeydi. Ama bu muhtemelen bir anlıktı. Sadece üç kişi bakışlarını burdan çekmiyordu.
Asaf Kaya, Giray Pars Demirhan ve beni biraz şaşırtan kişi yani Timur Kaya.
Asaf beyde, Timur beyde ikiside onu bulduğumu ve buraya getirdiğimi biliyordu.
Asaf beyin gözlerinden hüzün okunuyordu, okuyordum. Timur beyse öyle ketumdu ki gözleri hiç bir duygu barındırmıyordu.
En azından bana karşı.
Bay Demirhansa fazla sürdürmedi bu teması oda adamlarına emir verir gibi bir el hareketi yaptı ve arabalardan birine doğru yürüdü. Sonrasındaysa artık malikanenin geniş avlusundan çıkmıştık. Önüme döndüğümde Furkanın bana uzattığı suyu fark ettim. Doğrusu ihtiyacım vardı. Yüzümdeki minnetli bir tebessümle ona baktığımda oda bana gülümsedi. Suyunu kapağını açıp bir kaç yudum içtim. Gözlerimi kapatıp kafamı koltuğa yasladım. Derin bir nefes çektim içime. Sanki arabaya sığamıyordum. Arabnın sol tarafında oturduğum için sol taraftaki camı açtım. İçeri dolan soğuk hava belki beni kendime getirirdi.
Artık ölsem unutmazdım ki ben.
Hepsini ama hepsini incelemiştim Yasmin Hanım inerken indikten sonraki hallerini. Arif Kaya hem kırgınlıkla hemde kızgınlıkla ama en çok özlemle bakıyordu. İçim burkulmuştu ona kaç kez söylemek istemişdimde hep beni susturmuştu.
Sonra Altan Kaya en çok o duygularını gizlemiyordu o evde. Annesinin yolunu gözleyen çocuğun heyecenı vardı üstünde. Aklıma ne zaman o gelse gülümsüyordum çünkü onunla daha önce diğerleri gibi bire bir tanışma fırsatım olmamıştı. Çünkü o, o zamanlar Amerikada tıp okuyordu.
Sonra Timur Kaya annesini görünce öyle bir yutkunmuş, dilini yutmuştuki çok sonradan fark edip toparlamıştı. Belli etmiyordu ama oda özlemişti, özlüyordu. Onunla nadir özelliklerimizden biride buydu ya; inkar etmiyorduk bazılarının düşündüğünün aksine isyan ediyorduk.
Ezgi Kaya onun özlemide bir başkaydı ya. Dolu dolu sarılmak istedi ama sadece bir kaç adım attı. Çünkü artık adım atmak değilde adım atılmasını istiyordu.
Yaren Akın Kaya kesin deliye dönmüştür. Muhtemelen onu tehdit falan edeceğimi düşünmüştü. Oysa ben gerçekleri konuşmayı daha çok severim.
Unutmayın ki üstü kapalı her sırrı sadece gerçek felakete dönüştürebilir.
Asaf Kayaysa hem özlemle, hemde öyle bir tutkuyla bakıyordu ki eşine. Bu zamanda bile aşkın var olduğuna inanabilirdim. Gözlerinden okuduğum tek duygu bu değildi. Eşine karşı olan hayranlığı insanı mest edecek türdendi. Ne çok ne az tam 26 yıl sonra eşiyle karşı karşıyaydı. Bir zamanla hiddeti, sevgisi, tutkusu ve de en önemlisi aşkıyla göz kamaştıran bir çiftdi onlar.
Ben bunları düşünürken arabanın içini benim telefonumun zil sesi doldurdu. Çantamdan çıkardım ve arayanın kim olduğuna baktım.
Babamdı.
Hemen cevap verdim gözümden süzülen damlayı sildikten sonra. "Alo" diye kalın bir ses geldi bu ses benim babama aitti.
" Alo babam " dedim tatlı olduğumu düşündüğüm bir ses tonumla ne kadarda uğraşsam nafileydi sesim kısık çıkmıştı.
" Alo kızım nasılsın? Sesine noldu güzelim? " dediğinde yüzümde bir gülümseme belirdi. Babam beni hep merak ederdi. Ve elbette beni tanıyordu. Her zaman uzun konuşup her kesin başını şişirdiğim için anlamıştı.
" İyiyim babam sen nasılsın? Kusura bakma biraz üşütmüşüm o yüzden sesim böyle çıkıyor. Annemler halamlar nasıl? Ne yapıyorsunuz? " dediğimde. Babam pek inanmamıştı ama sorgulamadı.
" Çok şükür iyiler kızım. Az önce ablanlada konuştum dedim bende güzeller güzeli kızımıda bir arayayım iki çift laf edelim. " dediğinde olayı anlamıştım. Muhtemelen bana gelen görücüleri redd etmenin bir yolunu bulduğu için koltuk cezası yemişti.
" Yinemi? Bu sefer kaç gün? " dedim kıkırtıma engel olamazken. Derin bir iç çekti. Canım babam yine koltuklarda.
Hanımcılıkta bir marka olabilir ama elbette ki benim taraftarım.
Babalar bir markadır.
" 1 hafta yedik iyi mi? Konuşmuyorda. Sen bilirsin annen sana kıyamaz. Gözünü seveyim bir konuş. 3 gündür koltukta belim tutuldu. Hayır yani bu koltuklar neden rahatsız diye söylenincede biz suçlu oluyoruz. Kızım konuş lütfen annenle bu ceza bana yettide hatta arttı bile. " diye yakındığında bu sefer gülmüştüm. Babam o kadar komik bir tonla yakınıyordu ki insanın gülesi geliyordu.
Bizim evimizde uzun zamandır kadınların sözü geçiyor.
" Şimdi babacım yalan yok ben sana nasıl kefil olayım. Sen yine annemin aksi istikametinde esersen arada ben yanarım canım benim. Ama yinede konuşurum sen merak etme. Şimdi sen gidiyorsun doğru çiçekciye. Çiçekciden bir buket beyaz gül alıyorsun yanınada annemin en sevdiği çikolatalardan. Bir de güzel bir not yazdınmı annem hemen yumuşar. " dediğimde babamın şu an ben görmesem bile onaylar anlamda başını salladığını biliyordum.
" İyi güzel diyorsunda kızım şimdiye taze beyaz gül yoktur ki. Başka bir çiçek de ama beyaz olsun annenin düşkünlüğünü bilirsin. " dediğinde bende o görmese bile kafamı onaylar anlamda salladım ve düşünmeye başladım. Sonra aklıma gelen çiçekle babama cevap verdim.
" Babacım bir buket kasımpatı alabilirsin beyaz olanından. Çok güzel kokarlar bu çiçekler. " dediğimde onaylar bir mırıltı çıkardı.
" Tamam güzel kızım teşekkür ederim. Kusura bakma işinden ettim seni. Görüşürüz kendine iyi bak güzelim. " dediğinde yüzümde ki sıcak tebbesümle karşılık verdim.
" Yok ne kusuru babacım. Sende kendine iyi bak babacım. Görüşürüz. " dediğimde telefonu kapatmıştım. Bizim evde klasik bir durumdu bu aslında. Annem ne zaman babama kızsa koltuk cezası veriyordu. Babamsa yenilgiyle koltukta uyuyordu. Babamla konuşmak iyi gelmişti. Kendimi daha iyi his ediyordum.
Kendimi artık iyi his ettiyim için aynayı kapattım. Bakışlarım Furkana döndü. Dikkatle beni inceliyordu diğer taraftanda yola bakıyordu kaza yapmamak için. Sanki bir soru sormak istiyorda çekiniyor gibiydi. Açıkcası ilgilenmiyordum. Ama öyle bir bakıyordu ki sanki içi içini yiyordu.
" Furkan bey bir sorunmu var? " dediğimde nihayet konuşmaya başladı. Tedirgindi bunu görebiliyordum. Ama yinede konuştu.
" Avukat Hanım en son ne zaman yemek yediniz? " diye sorduğunda şaşırmadan edemedim. Beklediğim soru bu değildi. Daha çok malikaneyi sorgular diye düşünmüştüm. Şimdi anlaşılıyordu neden tedirgin olduğu.
Onu yanlış anlayacağımı düşünmüştü.
Doğrusunu söylemek gerekirse haddini aşmaması hoşuma gitmişti. Şimdilik bende bıraktığı izlenim iyiydi. Saygıda kusur etmemişti. Yüzümde tatlı tebessümle ona bakarak cevap verdim.
" Sabahdan beri bir şey yemedim. Vaktim olmadı. Neden sordun ki? " dedim dürüstce. Oysa bunu duyduğunda kaşları çatılmıştı. Ama hemen cevap vermişti.
" Yüzünüz fazla solgun sanki morgda ki ölü bir ceset gibi. " dediğinde tebessümüm acı bir hal alıp derinleşti. Diyemedim ki ameliyattan sonra her şey çok değişti diye.
" O zaman sen boş ver evi. İstanbulda tanıdığın güzel bir lokanta var mı? " dediğimde resmiyyetide ortadan kaldırmıştım bir nevi. Söylediklerimide babacan bir tavır takınarak söylemiştim.
Sanki az önce hıçkıra hıçkıra ağlamak isteyen ben değilmiş gibi.
Bazen hislerin hissiz kalması gerekir.
Bu onun tedirginliğini azaltmış gibi kafasını onaylar anlamda sallamıştı. Sonraysa arkada gelen arabaları nihayet fark etmiştim. Zaten sonrasında Furkan beye bir arama gelmişti. Muhtemelen benim yüzümden azar işitecekti. Ama bu bana iyi gelmişti bunun için ona teşekkür etmeyi kafamın bir köşesine not ettim. Furkan bey cevap vermişti ama ben pek kulak misafiri olmamak için çantamdan kablosuz kulaklığı çıkardım. Ve play listimden rastgele bir şarkı açtım. Sonraysa usulca gözlerimi kapattım.
Eminem- Mockingbird
Şarkı usul usul ruhuma işliyor gerçek dünyadan uzaklaştırıyordu. Şarkılar bazı insanlar için çok anlamlıdır. Nasıl desem huzur bulduğu, mutlu olduğu kısaca kendi olduğu bir evdir.
Şarkılar bazı insanların huzur bulduğu tek evrendir.
Tıpta yeri yok ama şarkılar iyileştirir tıpkı kitaplar gibi.
●●●
Yazar'dan
Geniş avlu yavaş yavaş boşalmıştı çünkü. Giray Pars Demirhan burdan ayrılıyordu eş zamanlı olarak getirdiği konvoyuda. Giray çıktıktan sonra sanki avlu baya boşalmış gibiydi. Ama bu bile fark edilmiyordu. Yasmin Akın Kayanın gelişi öyle bir ses getirmişti ki. Kimse kimin gelip gittiğyle ilgilenmiyordu. Evin içinde meraklı hizmetciler Yasmin Hanımın hortladığını düşünürken. Bir diğer odada sinir krizi geçiren bir adet Yaren Akın Kaya vardı. Bir zamanlar aralarından su sızmayan kardeşler artık aralarında dağlar kadar boşluk vardı.
" Ne yapıcam? Bittim ben! Geldi mahvetti her şeyi! Kahrettsin! " dedi aklını kaybetmişcesine. Odalarındaki her şeyi kırıp dökerken. Odada üç kişi vardı. Yaren Akın Kaya ve onun pek sevgili yiğeni sahte Ece Kaya ve de eşi Akel Kaya. Akel Kaya onu sakinleştirmek için uğraşmıyordu bile. Nasıl böyle bir canavarla evlenebilmişti? Aşk dedikleri şey gerçekten bu kadar mı kör ederdi insanı? Bunca yıl nasıl fark etmemişti? Bir kere bile elini sürmemişti, sürememişti. Çünkü istememişti şu 27 yıllık evliliklerinde nadir anlarda birlikte uyuyorlardı. Çünkü istemiyordu sevdiği kadın onu istemiyordu. Çok ağırdı. Haddinden fazlaydı bu kadarı. Kaç kere tartıştılar mutlu değilsen, seni mutlu edemiyorsam boşanalım. Kendini, aşkını bile yok saydı. Aldığı cevapsa olumsuz yöndeydi. Onu sevdiğine inandırmıştı hiç sevmediği halde.
Diğer yandan Ece Kayaysa teyzesini sakinleştirmekle meşkuldü. Gerçekleri o anlatmadıysa, kim anlatmıştı? Kimse aklına gelmiyordu ki. Bir yandan teyzesini sakinleştirmeye çalışırken bir yandan bu düşüncelerle kafası karışıktı.
Diğer yandansa koskoca avluya sığamayan ruhlar vardı. Bunlardan biride Asaf Kayaydı. Az önce kızının gidişini izlemişti.
Kızının, onun kızının.
Yıllarca arayıpta bulamadığı kızını.
Herkesin öldü bildiği onunsa hep içinde yaşattığı kızını.
Dikkatle incelemişti. Uzunluğu beline kadar gelen canlı saçlarını. Yüzüne yakışan o güzel gülümsemesi ona eşini anımsatmıştı tıpkı küçük güzel ona yakışan burnu gibi. Sonra ondan aldığı belli olan kahve rengi gözlerine. Fazla ketum bakıyordu, ona çekmişti. O dik omuzlarına, her zaman kalkık olan çenesine. Yalana gerek yoktu o babasına çekmişti, öz babasına. Sağ gözünün altındaki güneş lekesi gibi görünen o küçük beni bile babasından almıştı.
O herkese meydan okuyan gözlerinde ki parlaklığı, aslında fark etmeden onları gülümseten hareketleri. Sırf kardeşine laf attılar diye bütün herkesi karşına alışını. Kendi gençliğiydi ama o daha ketum olanıydı. Kızı o kadar güzeldi ki bunun farkında bile değildi belkide.
Kızlarının bir birine olan düşkünlüğünü gördü.
Birde kızlarının onlara dönük olan sırtını.
Ezginin tek bir göz yaşı için dünyayı yakacak bir ablası varmış. Sonrasında anlatıkları can alıcıydı. O dönemler Ecenin öz kızı olmadığı öğrenildiği zaman çok dolandırıcı gelmişti sırf paraları için. Belki de biride kendisiydi de onlar görememişti. Gözünden akan her bir göz yaşı batmıştı Asaf Kayanın göğsüne. Bir sevdiği kadın bunu yapabiliyordu birde 26 yıl hasretini çektiği küçük kızı. Belkide küçük kızını görmediği içindi onları benimsemeğiyişi. Kızı ne kadar güçlü görünsede bir o kadar kırılgandı. Görebiliyordu. Kalmak istemedi, durmak istemedi ama Ezgi istese yapardı bunuda görüyordu.
Ama bir şeyide görüyordu kızının bir ailesi vardı yıllardır onun yanında duran destekleyen. Biliyordu, araştırmıştı.
Anar Hesenov yıllarca kızına ona babalık yapan adamdı. Bir kaç videoda bulmuştu telefonlarına sızarak. Bir videosunda kızı daha iki yaşındaydı. Çok tatlıydı. Anar Hesenova doğru koşuyordu, Anar Hesenovsa asker uniformasıyla kızının önünde diz çökerek ellerini kızına açmıştı. Kızıysa Azerbeycan Türkcesiyle heyecanla, mutlulukla 'Baba!' diye bağırıyor hatta becerebildiği kadar koşa koşa babasının kolları arasına girmişti. Anar Hesenov öyle bir sarmalıyordu ki sanki gidecekmiş gibi. Kızıysa neşeyle kıkırdıyor babası bildiği adamın yanaklarından öpüyordu. Neşeyle bıcır bıcır bir şeyler söylüyordu Anar Hesenovsa bu hallerini merakla dinliyor ve kızını öpücüklere boğuyordu. Bu görüntüler bulanıklaşmaya başlamıştı yada Asaf Kayanın gözleri dolmuştu.
Kıskanmıştı gizlemiyordu. Geç kalmıştı kızına ama daha fazlada geç kalmaya niyeti yoktu. Belki kabullenmezdi, istemezdi hatta belki onlara buna hakkları olmadığını savunurdu. Ama Asaf Kaya biliyordu ailesinin kızına, kızınınsa gerçek ailesine ihtiyacı vardı.
Ezgi gelip bunları ona anlattığında şaşırmış inanamamıştı. Fotorağfına bakmıştı uzun uzun duruşuyla bile onun kızı olduğunu bağırıyordu adeta. Ezgi kardeşinin artık evlerine gelmesini istemişti. Gizli gizli buluşmak değilde artık her sabah beraber kahvaltı masasına oturmak istediğini. Ezgi bütün kanıtları adeta gözlerine sokmuştu.
Ezgiyi ilk defa böyle görüyorlardı.
Ezginin tabiatı gereği hep çekingen, narin ve az konuşan bir kızdı. Ama bütün her şeyi anlatınca o kadar cesaretli ve özgüvenliydi ki bu özgüven normalde Ezgiden beklenmeyecek performanslar ortaya çıkarıyordu. Şimdi anlıyordu Asaf Kaya. Ablam var demişti kızı öyle gururla öyle kendinden emindi ki sanki aksini iddia edeni çekip vurucaktı.
Ezgi babasına güvendiğinden daha çok güveniyordu ablasına.
Dik omuzları vardı ablasının, kalkık çenesi, o herkesi buza döndürebilecek bakışları, söylediği her kelimeyle adeta zehirliyordu insanı, kendinden eminliğin vücut bulmuş haliydi. Doğru olduğunu düşündüğü şeyi asla bırakmazdı ucunda ölüm olsa bile. O zarif haraketleri, asaletiyle birleşince fazla mükkemel oluyordu.
Farklılığı onu mükkemel kılıyordu.
Kızı zarifliğini ve asaletini annesinden, gücünü ve gözü karalığını babasından almıştı.
Sahte adıyla Sara Hesenova gerçek adıylaysa Miray Ece Kaya Yasmin ve Asaf Kayanın kızıydı kabul etsede, etmsede.
Öte yandan Arif Kayaysa yıllardır öldü bildiği annesine bakıyordu. Özlemişti gizlemiyordu. Ama sarılamıyorduda sanki biri onu tutuyor ve yerinden kımıldımasına izin vermiyordu.
Küçük kız kardeşi varmış. Ezgiyle hiç bir zaman çok yakın olma fırsatları olmamıştı. Teyzeleri annelerinin ölümünden sonra bütün ipleri eline almıştı. Bir tek gece yataklarında uyumaya vakitleri oluyordu. Birde erkek kardeşleriyle aksatıkları derslerde beraber oturup iki çift laf etmeye. Ama Ezgiyle hiç öyle vakitleri olmamıştı. Sahte Eceyle bile daha çok vakit geçirirlerdi. Çünkü Ezgi hep bir yerlere gönderiliyordu eğtim adıyla. Aralarında hep görünmez bir duvar vardı. İnce olduğunu bildiği ama yıkılamayacak kadar sert olduğunu bilinen bir duvardı.
Sonra küçük kardeşini görmüştü. O korkusuz bakışlarını onları güldüren hareketlerini. İncelemişti hiç bir sözünde ne terredüt ne de yalan vardı. Ama asıl onu dumura uğratan şey ona bu kadar tanıdık gelmesi. Belki annesine benziyor diye düşünmüştü ama hayır. Çünkü daha önce görmüştü.
Eğer daha fazla burda kalsaydı belki sorardı ama soramamıştı. Artık peşini bırakmazdı. Sonra bir sevgilisi varmış hemde hasımlarından Giray Pars Demirhan. Kıskanmıştı. Ve Ezgininde sevgilisi varmış. Salonda bayılmıştı. Ezgi kan azlığı ve vitamin azlığı olduğunu söylemişti. İğneyi gördüğünde gösterdiği tepki çok komikti. Daha ilk görüşmeden herkesi neşelendirmiş, kendini sevdirmişti. Ezgi ondan bahs ederken şeytan tüyü olduğunu söylemişti. Doğruymuş kardeşi hem sıcak kanlı hemde sevimliydi. Sonra etrafına baktı burdamı diye ama nafile gitmişti. Bir bahaneyle çıkacaktı yine karşısına.
Kardeşi artık bir abisi olduğunu his etmeliydi, his ettirmeliydi.
Altan Kayanınsa keyfine diyecek yoktu. Bir kız kardeşi olduğunu öğrendiğinde odada ki kimse kadar şaşırmamıştı. Çünkü biliyordu. Tabi onlardan sadece 2 gün önce öğrenmişti ama yinede daha önce araştırma fırsatı olmuştu.
Herkes onu saf bilebilirdi ama aptal asla.
Neyse oydu yansıtmaktan çekinmezdi diğerlerinin aksine. Ezgiyle arası daha iyiydi abisinin ve erkek kardeşinin aksine. O yüzden küçük kız kardeşini İstanbula geldiğinden beri takib ediyordu. Onu fotorağfla gerçeği aradında ki farkı artık daha iyi anlıyordu. Sıcak kanlıydı, güzeldi, sevimliydi.
En önemlisi sarılmıştı abisine gülümsemişti ona.
Genellikle Altan için gülümsemesi bulaşıcı derler ama asıl gülümsemesi bulaşıcı olan kız kardeşiydi onun kız kardeşi, Kaya ailesinin en küçük ferdi. Daha ilk günden onları bu kadar neşelendirmişti. Acaba hep onlarda kalsaydı böyle neşelendirirmiydi? Yada soruyu değiştiriyorum, o hiç burda onların yanında kalırmıydı? Belki evet belki hayır. Ama Altan Kaya bu sorunun cevabının evet olmasını isterdi.
Minik kız kardeşine sarıldığında ilk burnuna gelen o güzel taze gül kokusuydu. Sonra mutluluk, tatlı bir heyecan vardı onu sarmaladığında üstünde. Sonra ona karşılık vermişti oda ona sarılmıştı. Altan Kaya ilk kez kendini bu kadar evinde gibi his etmişti. Minik kız kardeşi daha ilk günden bu koca ama içi boş malikaneden daha sıcak daha kalınası his ettirmişti. Altan Kaya ayrılmayı hiç istememişti ama rahatsız olucağından korkmuştu. Daha yeni bulmuşken kaybetmekten korkmuştu Altan Kaya.
Sonra ona serum için iğne yaptığında gösterdiği tepki fazlasıyla komikti. Ezgi gerçekten onları uyarmış iğneye olan tikinden bahs etmişti.
Şimdiyse annesi karşısındaydı daha 4 yaşındayken kaybettiği annesi. Ona çekmişti. Altan Kaya annesi Yasmin Akın Kayanın oğluydu. Ama ona sarılamadı adeta çivilenmişti. Ama sonra annesi ona minik kız kardeşini anımsatmıştı. Etrafına baktı en son Ezgiyle gidiyorlardı. Üstelik sevgilisiyle hasımlarından Giray Pars Demirhanla. Kıskanmıştı hemde çok. Ama hakkı yoktu bunuda biliyordu. Yoktu gitmişti yine.
Ama artık kaçamayacaktı çünkü baktığı her yerde abisi olucaktı bu güne kadar yanında olamaması bundan sonrada olmayacağı anlamına gelmiyordu.
Timur Kayaysa tek kelimeyle karmaşık duygular içersindeydi. Önce küçük kız kardeşinin yaşadığını öğrenmişti. Yıllardır öldü bildiği kardeşi yaşıyordu.
Ailede ki en ketum olan fertti ama sanki küçük kız kardeşi onu anlamıştı. Benziyorlardı gerek fiziki görünüş gerekse huy olarak.
Uzun saçlarının rengi değişikti öyle ki bir tonda sabit durmuyordu. Çözememişti.
Onunla aynı renk aynı tona sahip olan kahve rengi gözleri canlıydı aynı zamandada ölüydü.
Dik omuzları onu başkaları için özgüvenli bir aura kattığını düşünebilirdi ama kanatları kırıktı kanatlarının kırık olduğunu belli etmemek için omuzlarını dikleştiriyordu.
Kalkık çenesi vardı ve istese herkesi zehirleyecek sözleri öyle değil mi? Kalkık çenesi vardı çünkü acılarına meydan okumayı öğrenmişti, sözcükleri zehir gibiydi çünkü tek başına savaşmak zorunda kalmıştı.
Teyzesini kışkırtmıştı çünkü güçlü refleksleri vardı. Kibirliydi çünkü başka türlü duygularını saklayamazdı.
Gözleri bazen bir insanın içini ısıtacak kadar sıcakken, bazen insanı yerine sindirecek kadar soğuktu. Çünkü sevdikleri için sınır tanımazken, sevmediği tanımadığı insanlar için bir o kadar umursamazdı.
Bunları görebiliyordu Timur Kaya.
Sonra gerildiği zaman açılıp kapanmayan çenesini. Kendini böyle sakinleştiriyordu. Bunuda görebiliyordu Timur Kaya.
Timur Kaya ilk defa yansımasını bu kadar iyi görebiliyordu. Timur Kaya ilk defa bir insanı göğsüne çekip sarmalamak istiyordu. Ezgiyle bile olan o kalın duvar yaşadığını öğrendiği küçük kardeşine gelince tuzla buz oluyordu. Timur Kaya kardeşinin ona ne kadar benzediğini görüyordu ve onu daha çok tanıma ihtiyacı his ediyordu. Onları kabul etmeyişi garip bir şekilde kızmasına neden olmuştu. Bir sevgilisi olamasını bilmesi üstelik bu kişinin hasımlarından Giray Pars Demirhan olmasıda cabasıydı. Oda kabul etmesede kıskanmıştı. Hemde çok. Gidişide canını yakmıştı.
Timur Kayanın ilk defa böylesine umutla dolmuştu içi. Umudu kardeşiydi henüz kabul etmesede anlayacaktı şimdilik sadece zaman gerekiyordu.
Yasmin Akın Kaya yıllar sonra ailesinin karşısındaydı. İçi özlem doluydu. Daha beş yaşında terk etmek zorunda olduğu oğlu. Ondan sadece bir yaş küçük olan bir diğer oğlu ve daha üç yaşında terk etmek mecburiyyetinde olduğu bir başka oğluydu. Ve birde bir kızı vardı.
Öpüp koklayamadığı yıllardır kokusuna hasret olduğu bir kızı vardı. Bir de doğumda kaybettiği bir diğer kızı. Hiç öpemeyecek olduğu kokusunu içine hiç çekemeyecek olduğu doğrusunu söylemek gerekirse hatırlamamıştı bile.
Kızına baktı Yasmin Hanım sonra dudaklarından dökülen tek bir cümle kızının ona olan özlemli bakışlarını dahada harladı. "Kızım."
Öyle içten öyle şefkatle söylemişti ki Ezginin kalbi sıcacık olmuştu. Sonra eşine döndü bakışları.
Bir zamanlar herkesin hayranlıkla izlediği bir çiftlerdi.
Kocası değişmemişti en azından ona olan bakışında tutkuyu, hayranlığı ve mest olmuşluğu seçebiliyordu. Oğullarına baktı teker teker. Tanıyamamıştı.
Onlara hitaben konuştu. "Büyümüşsünüz. Oğlum annene sarılmayacakmısın?" dediğinde sanki oğluyla aralarında dağlar var gibiydi. Timura baktı Yasmin Hanım. "Küçüğüm. Ne kadar büyümüşsün." dedi şefkatle.Timur Kayaysa Daha fazla dayanamıyormuş gibi son kez annesine bakıp arabasına doğru yürüdü.
Sırtı annesine bile dönüktü.
Yasmin Hanımın bakışları bu defa Altan Kayaya döndü. Bakışlarıyla anlaşıyorlardı. Sonra bakışları yine Ezgiye döndü. Ve aralarında ki mesafeyi kapatıp sarıldı kızına.
Oysa Miray'a hiç sarılmamıştı. Hoş ona hamile olduğunu bile hatırlamıyordu ki.
Yasin Akınınsa aradığı belliydi. Küçük Mirayı yiğeni kanından canından olan. Daha onu bulduğu ilk günden benimsemişti. Bütün mirasını ona bırakmıştı. Öz kızı gibi seviyordu, sayıyordu. Sırf dayısıyla anlaşabilmek için Karadeniz aksanıyla konuşmayı öğrenmişti. Dayısına olan tatlı yalakalıkları vardı. Mesela ne zaman bir şey yapsa "Dayuum benim! Canım dayımmm! Dünyanın en yakışıklı dayısı! Seni ne kadar çok sevdiğimi söyliyeyim mi?" diyordu dayısının yanaklarını öperek sonra kollarını küçük bir kız çaçuğu gibi açabildiği kadar açıyor ve eş zamanlı konuşarak. "Kocamann!" diyordu neşeyle.
Yasin Akın bu dünyada ki bütün serveti yalnızca on yedi yıl sonra kavuştuğu yiğeniydi. Yıllarca yalnızdı ama yalnızlığının ilacıda küçük yiğeniydi. Sevdalandığı kadın bile ondan vazgeçerken bir yiğeni yanındaydı.
Bu kırık, dökük ailenin tek ihtiyacı olan ilaç onlar için geldiğinde hepsinin sırtı ona dönüktü, tıpkı şimdi onun herkese dönük olan sırtı gibi.
Timur Kaya belkide haklıydı dik omuzları vardı kırık kanatlarını gizleyen, kalkık çenesi ve zehir olan sözleride belkide vakti ile yaşadığı şeylerden kaynaklıydı. Güçlü refleksleri vardı çünkü kendine karşı ördüğü duvarı aşamıyordu, gözleri o an karşısında ki kişiye ne his ediyorsa ona göre parlardı. Ama hep parlardı, hep ışıldardı. Belkide gecenin karanlığında ışıldayan milyonlarca yıldızdan biriydi. Yaşadığı, gördüğü, bildiği şeyler onu o yapmıyordu. Her zaman güçlü kalabilmesi, çözüm üreticiliği onu o yapıyordu.
Sara Hesenovanın belki de en büyük şansı kendisiydi.
SON
Hepinize yeniden merhaba canlarım!
Dilerseniz bölüm sonu sorularını soruyorum!
Sizce bölüm nasıldı?
Sara ne yaşamış olabilir?
Sara neden Yasmin Hanıma kendisinin öldüğünü söyledi?
Sara neden gerçek ailesini kabullenemedi?
Sizce Sara gerçekten haklımıydı?
En sevdiğiniz sahne?
Sizce Giray nasıl bir teklif sunucak?
Bu teklifi avukat kabul edicek mi?
Asaf bey Yasmin Hanımı affedebikecek mi?
Kaya ailesi yeniden bir arada olabilecek mi?
Yasin Akını nasıl buldunuz?
Sizce gelecek bölüm neler olucak?
Ve sorular bitti!
Eğer bana ulaşmak isterseniz sosyal medya hesaplarımı alta bırakıyorum.
İnstagram hesabım: yazar093 Tik tok hesabım: yazar.090 Kitabın resmi instegram hesabı: farklı_hisler_official
Şimdilik görüşürüz canlarım!
Hoşca kalın kendinize iyi bakın!
Yeni bölümde yine sizlerle görüşmek dileği ile : )
|
0% |