Odama girdiğimde botlarımı çıkardım ve yatağa uzandım. Belki de uyumam gerekiyordu fakat birisi tüm planımızı biliyordu ve onu öldürecektim. Ördüğüm saçlarımı çözdüm. Yataktan doğrulup botlarımı giydim. Dolabımdaki pelerini giyindim ve odamdan çıktım. Merdivenlerden yukarıya çıkıp silah deposuna girdim. Duvarlara asılmış yüzlerce silah vardı. Fakat benim ustalık alanım kılıç ve hançerdi. Kılıçların olduğu duvara döndüm ve uzun ince gümüş kılıcı aldım. Kılıçların yanındaysa hançerler vardı. Normal bir bıçaktan daha uzun, normal bir kılıçtan daha kısa olan gümüş hançeri aldım. Aldığım silahları odanın ortasındaki masaya bıraktım ve deri kemerlerin olduğu duvara döndüm. Siyah iki tane deri kemer aldım. Masaya geri geldiğimde hançeri aldım. Bacağıma deri kemeri taktım ve hançeri de onun içine koydum. Kılıcımı şimdilik kılıfına koymayacaktım. Hançerlerin olduğu duvardan bir bıçak gibi üç hançer aldım ve onları da kılıflarına koydum. Masadaki kılıcı aldım ve odadan çıktım. Karşı odaya gittim ve kapıyı açtım. Burası zehirlerin olduğu odaydı. Nemli ve basık kokusu nefes almamı zorlaştırıyordu. Odanın karşısındaki zehir rafına gittim ve zehri aldım. Odanın ortasındaki masaya oturdum ve zehrin kapağını açtım. Birisinin kanına karıştığı zaman onu beş dakika içinde öldürüyordu tek şansınız yanınızda bir büyücü ya da şifa büyüsü bilmenizdi. Masanın üzerindeki pamuklardan aldım ve zehre batırıp kılıcıma sürdüm. Kılıcın her yerine sürdüğümden emin olduğumda en alt kattan sağa döndüm, eğer sola dönseydim babamın işlettiği taverna vardı. Ama sağ tarafta binadan çıkış vardı. Binadan çıktığımda derin bir nefes aldım. Toprağın nemli, hafif basık kokusu...
Yukarı doğru başımı kaldırdım ve olmayan güneşe baktım. Kapkaranlıktı. Bizim güneşimizi bizden almışlardı. Şimdi de onların güneşini alma zamanı bizdeydi. Evalon şehri yerin altına kurulmuştu, ve yıllar içinde Aotrix’ten kimse uğramaz olmuştu.
Evalon’da güneş yoktu ama yapay ışık vardı. Luke ve Beatrix’in geliştirdiği yeni bir teknolojiyle yapay ışıklarımız vardı.Bizden tüm desteklerini çekmişlerdi. Aotrix’te bir hırsızlık, bir kavga veya olan tüm şeylerden bizi sorumlu tutarlardı. Kılıcımın kabzasını sıkıca kavradım. Etraf karanlıktı fakat ben gölgelerde dolaşırdım. Evalon’da herkes bilinmeyen bir suikastçının varlığını biliyordu. Hatta benim için ödül bile koydular. Fakat kimse beni yakalayamadı. Adımlarımı hızlandırıp sağa döndüm. Burası tavernanın yanındaydı. Tam solumda kışlalar vardı. Kışlalarda bizim askerlerimiz vardı. Tam karşımdaysa gökkuşağı sokağı vardı. Ah, gökkuşağı sokağı. Gökkuşağı sokağına girince güldüm. Küçükken ablamla gelip bu sokağı gökkuşağına boyardık, bu sokakta oynardık çoğu oyunlarımızı. Neredeyse çocukluğum bu sokakta geçmişti. Sol ve sağımda harabeler vardı. Harabeler eskiden böyle değildi. Aotrix krallığı çoğu evleri yaktı, bunlara da harabeler dedik. Bizim muhafızlarımız harabelere duvar yapmıştı. Fakat duvarlar onları engelleyemedi. Küçükken duvarlara resimler çizerdik diğer tüm çocuklarla beraber. Fakat onlar artık yoktu. Küçücük masum bir çocuktan ne isterlerdi ki, bu haksızlıktı. Fakat onlar bizim gazabımıza uğrayacaktı. Gökkuşağı sokağından sağa döndüğümü fark etmemiştim bile. Muhafızlara görünmeden duvarları geçmeliydim. Aotrix krallığı evlere saldırınca tüm evleri şehir dediğimiz, duvarları devasa olan şehre taşıdık. Şimdi de gözcü kulesine görünmeden gizlice şehre sızacaktım. Işık teknolojisinin önünden geçmeden önce kapüşonumu taktım. Devasa duvar tam sağımdaydı. Duvarın altından,gölgelerden, yürümeye devam ettim. Işık teknolojisinin önünde muhafızlar yer alıyordu. Devasa duvarı geçtiğimde sağa döndüm. Artık tırmanabilirdim. Tam arkamda orman yer alıyordu. Duvarlara nedense küçük delikler vardı, bu sayede kolayca tırmanabiliyordum. Ayağımı deliklere koyarak tırmanmaya başladım ama bir ses duydum. Ayaklarımı hızlıca bıraktım ve aşağıya indim. Arkamı döndüğümde kimse yoktu. Ormandaki yeşil uzun ve yosunlu ağaçlara baktım. Hayır kimse yoktu. Etrafa bakarken onu gördüm, ayak izleri. Bacağımdaki hançeri hızlıca çektim ve “Kimsin sen?” diye haykırdım. Sesim ormanda yankılandı. Sessizlik, cevap gelmedi. Ormana dikkatlice bakarken bir karartı gördüm.
“Hey” diye bağırdım. Ama geç kalmıştım.Karartı hızla ormanın içine doğru koşmaya başladı. Onun peşinden gitmeyecektim, ama o kimdi?
Neden, beni takip ediyordu. Olanları unutmaya çalışarak hançeri kılıfına soktum. Ayaklarımı deliklere yerleştirerek tırmanmaya başladım. Tırmanmak bana göre kolaydı, küçüklüğümden beri antrenmanlar yapıyordum ve şimdi tırmanmak çocuk oyuncağıydı. Kafamı yukarı kaldırıp baktığımda daha yarıladığımı fark ettim. Ellerimi deliklere yerleştirip aşağıya baktım. En az yirmi metre yukarıdaydım. Orman harika gözüküyordu. Fakat ileriye baktığımda karanlık vardı. Ormanın arkasına kimse gitmezdi. Söylentiye göre oraya gidenleri karanlıklar tanrıçası öldürürdü. Karanlıklar tanrıçası aynı zamanda öfkeyi de temsil ediyordu. Her tanrıça aynı zamanda hissettikleri duygularıyla bilinirdi. Karanlıklar tanrıçası öfke, ışık tanrıçası tiksinti, ether tanrıçası arzu, ağaç tanrıçası neşe, ateş tanrıçası aşk, hava tanrıçası korku, su tanrıçası nefret, toprak tanrıçası üzüntüyü temsi ediyordu. Kafamı kaldırıp yukarıya tekrar baktım. Az kalmıştı, hızlanıp yukarıya çıktığımda manzara inanılmazdı. Babamın duvarların dışında kurduğu taverna kasaba gibiydi ama burası bir şehir kadar büyüktü. Tam önümde aşağıya inen merdivenler vardı. Merdivenleri yarıladıktan sonra kendimi hazırladım ve karşıdaki çatıya atladım. Ayaklarım çatıya değdiğinde koşmaya başladım. Eğer beni muhafızlar görürse hepsi beni yakalamak için peşimden gelirlerdi. Babam, Luke, Beatrix ve ablam benim bir suikastçı olduğumu biliyordu. Ablamda benim gibi dövüşmeyi biliyordu ama savaşmayı sevmezdi, genellikle sorunları konuşarak çözmeyi isterdi. Ama bazı sorunlar öyle olmazdı. Önümdeki çatıdan karşıya atlamadım aksine demir borulardan kayarak aşağıya indim. Alex’in evi fırıncının arka tarafındaydı. Alex babamın eski arkadaşıydı, babam onu severdi. Fakat bizi açık açık tehdit etmişti. Belki de onu öldürmemeliydim ama babam yıllarca bu plan için uğraşmıştı, bu babam için ne kadar zor olmalı diye düşündüm. En yakın arkadaşını kızına öldürtmek. Hayır o hak etmişti diye teselli ettim kendimi. Ara sokaklardaki gölgelerden ilerledim. Benim yaşadığım sokakların aksine buradaki sokaklar aydınlıktı. Buradaki muhafız başkanı beni yakalamak için daha fazla ışık istemişti. Babam da kabul etmek zorunda kalmıştı. Belki de kabul etmeseydi benim suikastçı olduğumu anlayabilirlerdi. Çünkü herkes benim ne kadar iyi dövüştüğümü biliyordu.Fırının önüne gelmiştim. Alex burada mı diye baktım ama yoktu. Kimseye görünmeden hızlıca ışıklardan karşıya geçtim. Burası karanlık bir sokaktı. Alex’in eviyse sokağın sonunda olan sol binaydı. Önümdeki binayı geçince solumda kalan borulara tutunarak yukarıya tırmandım. Çatıya çıktığımda büyük bir şey yapmışım gibi heyecanlandım. . Alex’in evi son kattaydı bu yüzden balkondan kolaylıkla girilebilirdi. Arkamı dönerek eğildim, ellerimle çatı katının duvarını tuttum ve kendimi aşağıya doğru sallamaya başladım. Öne ve geriye doğru sallanarak kendimi bıraktım balkona düştüğümde sessiz olmamı diledim fakat tam aksine masada duran vazoyu kırmıştım. Belimdeki küçük hançerleri hızlıca çıkardım. Balkon kapısından birisi çıktı elinde bir şey yoktu.
Hayır o muhafızdı, fakat üniforması yoktu. Alex kendine muhafız almış olmalıydı. Elimdeki hançeri muhafızın tam kalbini hedef alarak fırlattım. Hedefi on ikiden vurmuştum. Muhafız acıyla yere düştü ve hareketsiz kaldı. Balkon kapısından içeri girdiğimde kimse yoktu, etrafa derin bir sessizlik hakimdi. Gözlerim Alex’i aradı ama yoktu. Odada ceviz oymalı yeşil eski koltuklar, ortada siyah bir masa ve sağ duvarda kalın ciltlerden oluşan tarih kitapları yer alıyordu. Gelen sesle birlikte irkildim. Elimdeki hançeri sıkıca tutup kapıya doğru ilerledim. Kapıya yaklaşırken Alex bir anda bağırarak bana koşmaya başladı. Elinde büyük bir hançer vardı. Hızlıca belimdeki kılıcı çekip saldırısına karşılık verdim. Kılıçların sesleri tüm odada yankılandı. Gözlerinde öfke vardı. Beni kılıcıyla geriye doğru ittirip geriye çekildi ve ağzından bilmediğim kelimeleri fısıldamaya başladı. Yaptığı şeyle birlikte gözlerim büyüdü ve öfkelendim. Tılsım yapıyordu. Belimdeki diğer küçük hançeri çekip ona doğru fırlattım ardından ona doğru koşmaya başladım. Ona gelen hançeri savurdu ama arkasından gelen saldırıyı savuramadı. Karnına saldıracakmış gibi yapıp sağ dizini boydan boya kesmiştim. Acıyla haykırdı.
“Herkes öğrenecek.” diye bağırdı öfkeyle.
Gülümsedim. Sol elimdeki hançerimi karnından geçirdim. Acıyla karnını tuttu ve bu sefer daha çok haykırdı. Alex’in kanları üzerime ve yerlere sıçradı. Geriye doğru gittim ve yüzüne bir tekme geçirdim. Attığım tekmeyle birlikte yere düşmüştü. Elimdeki kılıcı koluna sapladım onun acıyla haykırışını dinlemeyecektim. Zaten zehir yüzünden konuşamayacaktı ve ölecekti.Zehir etkisini göstererek onu hareketsiz bıraktı. Derin bir nefes aldım fakat gelen sesleri duydum. Muhafızlar gelmişti.
“Açın kapıyı.” bunlar muhafızdı.
Hızlıca yerdeki hançerleri topladım ve kılıflarına soktum.
Balkona çıkarak yukarıdaki tavana tutundum ve zıpladım. Kendimi yukarı çekmek oyalanmama neden oldu muhafızlar kapıyı kırmışlardı. Tüm gücümle koşmaya başladım. Çatıya çıktığım borulardan tutunarak aşağıya indim. Geldiğim karanlık sokaktan ışıklara çıkarken bir bayana çarptım ve yere düştüm. Bayana bakmaya gerek kalmadan çığlık attı.
“Suikastçı burada, koşun.” diye bağırdı.
Hızla ayağa kalktım ve koşmaya başladım. Arkama bakmamam gerekiyordu bakarsam zaman kaybetmiş olurdum. Karanlık sokağa tekrardan girdiğimde borulardan yukarıya tırmandım. Kendimi çatıya atınca onları atlattığımı düşündüm. Ama hata yapmıştım. Bacağımdan gelen acıyla yere düştüm. Elimi bacağıma götürdüğümde sıcak sıvıyı hissettim. Acıyan yere bakınca okla vurulduğumu fark ettim. Elimle oku çektim. Fakat gelen acıyla çığlık attım, canım çok yanıyordu. Pelerinimden bir parça kumaş kesik bacağımı bağladım. En azından şimdilik böyle duracaktı. Ayağa kalkıp koşmaya başladım ama yaralı bacağımı yere basınca gelen acıyla birlikte çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Merdivenleri görünce koşarak merdivenlere atladım. Muhafızları atlatmıştım ama her yerim sızlıyordu özellikle bacağım. Merdivenlerden hızla yukarıya tırmanmaya başladım. Duvarlara ulaştığımda bir ses duydum.
“Hey, dur.” muhafız sesiydi ama benim kim olduğumu bilmiyordu bu yüzden yanıma gelmesini bekledim. Siyah saçları hafif dalgalıydı ve siyah gözleri vardı.
“Özür dilerim.” dedim fısıldayarak.
Şaşkın gözlerle bana bakıyordu ne olduğunu anlayamadan kılıcımı göğsüne sapladım.
Tekrardan kulağına fısıldayarak “Üzgünüm.” dedim ve onu duvardan aşağıya atmak zorunda kaldım. Eğer onu burada bıraksam buradan indiğimi anlayabilirlerdi. Duvardan tırmandığım yere baktım. Ellerimle duvardan tutunarak aşağıya inmeye başladım. Aşağıya inmem zaman alacaktı. Bu sırada kafamı dağıtmaya çalıştım.Aklıma kahinin sözleri geldi.
“Son başlangıçtır, başlangıçta sondur.
Tanrıçalar onu istiyor.
Prenses intikam istiyor.
Ya kanımızla boğulacağız ya da dokuzuncu elementi bulun.
Ebedi son yaklaşıyor.
Tüm diyar değişecek.
Uzaklardan gelenler öfkeli,
Krallıklar yok olacak.
Hepimiz birleşeceğiz
Fakat bunun uğruna yok olacağız.”
Dokuzuncu element derken ne kastediyordu?
Dokuzuncu elementin ne olduğunu düşünmeye başladım. Ama hiçbir yanıt bulamadım. Bunun üzerinde fazla durmayacaktım. Peki kanımızla boğulacağız derken neyi kastediyordu?
Kendi kanımız yani kendi yaptıklarımızla ilgili olabilir mi diye düşündüm ama vazgeçtim. Ayaklarım yere değince rahatladım. Ormana bakarak bir karartının gelmesini bekledim ama kimse yoktu. Belki de hayal görmüştüm. Duvarın yanından yürümeye başladım ve köşeden dönünce muhafız kulesini gördüm ama muhafızlar yoktu. Muhafız kulesinde her zaman muhafız olurdu ama bu benim işime gelirdi. Hızla koşmaya başladım ve ışık teknolojisini geçince yavaşladım. Soluklanarak yürümeye başladım. Harabeleri gördüğümde duvarların olmamasını diledim çünkü içinden geçebilirdim ama duvarlar vardı işte. Gökkuşağı sokağından geçerken çizdiğimiz resimlere baktım. Çocukluğum bu sokakta geçmişti. Bacağımdan gelen acıyla titredim. Sağ elimle duvara tutundum ve yere çöktüm. Derin nefes aldım ve ayağa kalktım ama kalkamadım. Tekrar denedim fakat olmadı. Gözlerimden süzülen yaşları fark etmemiştim. Derin bir nefes alarak burnumu çektim fakat sonra onu gördüm. Birisi bana doğru yaklaşıyordu. Bana yaklaştıkça büyüyen gölgesine baktım. Refleks olarak elimi hançerime götürdüm. Fakat sonra onu gördüm sarı saçlarını ortadan ikiye ayırmış, kahkülleri yüzüne düşen çocuğa baktım. Beni almaya gelmişti, bu Luke’tu.