@huseyineneskurul
|
Gözlerimi açtığımda beyaz yatağımdan kalkarak ayaklarımı yere değdirdim. Yerde botlarımı aradım ama yoktu. Botlar yerine terlikler vardı. Üzerime baktığımdaysa mavi bir elbise vardı. Bu elbiseler benim değildi. Etrafıma baktığımda Evalon’da olmadığımı anladım. Kaldığım oda benim odam değildi. Burası revirdi. Tüm olanları hatırladım. Beatrix, ağır yaralanmıştı ve ablamı kurtarmak için babam ve Luke’a haber vermişti. Ardından tüm gerçekleri öğrenmiştim. Ben prensestim. Yıllardır aranan kayıp varistim. Aynı zamanda yıllardır aranan suikastçıydım. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki ne olduğunu anlamamıştım. Luke gitmişti. Beni burada bırakmıştı. Beni bırakmış mıydı? Babam, o da mı beni bırakmıştı? Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Odanın içinde bir cam vardı. Yerdeki terlikleri giyerek camdan dışarıya baktım. Yağmur yağıyordu. Bir bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Sanki gökyüzü benim için ağlıyordu. Evet, gökyüzü benim için ağlıyordu. Gözlerimdeki yaşları silerek yatağa geri oturdum. Odada cam haricinde, camdan dolaplar ve dolapların içinde bilmediğim kremler, şifalar, çaylar, aletler, ilaçlar vardı. Dolabın yanındaysa bir masanın üstünde ayna vardı. Ayağa kalkarak aynadan kendime baktım. Saçlarım bembeyazdı. Saçlarım gibi soluk tenimde bembeyazdı. Kapıdan yaklaşan ayak sesleri işittiğimde aynada saçımı düzelterek yatağa geri oturdum ve beklemeye koyuldum. Kapı açılınca gelen kişi bir kadındı. Beyaz önlüğü şifacı olduğunu kanıtlıyordu. Kahverengi, saçları omuzlarına düşüyordu. Yeşil gözleriyle bana bakıyordu.
Gülümseyerek “Ah, uyanmışsınız Prensesim. Nasılsınız?” diye sordu. Derin nefes alarak “İyiyim, ablam. O nerede.” diye sordum. “Odasında şuan isterseniz yanına gidebilirsiniz. Ama ondan önce anne ve babanızı görmeniz iyi olacaktır.” dediğinde öfkelendim. “Annem ve babam mı? Ben kaçırılırken neredeydiler. Beni aramaktan bile vazgeçtiler, şimdi mi akıllarına geliyorum?” dediğimde kadının ağzı açık kalmıştı. “Prensesim lütfen öyle demeyin. Sarayda Kral ve Kraliçeye karşı böyle şeyler denmez. Aileniz bunları duyarsa sizden soğur. Zaten pek aranız yok gibi.” dedi. “Adın ne?” dediğimde şaşırarak bana baktı. “Ne oldu?” diye sordum. “Bir prenses, hizmetlilerle arkadaş olmaz.” dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. “O zaman kuralları değiştiriyorum. Prenses değil miyim? Adını söyle?” dediğimde gülümsedi. “Darla, adım darla efendim.” dedi gülümseyerek. “Benim adımda Jinx.” dedim. “Memnun oldum efendim.” dedi. Efendim ve sizli bizli kelimelere alışık değildim. “Efendim ve sizli kelimelere alışık değilim, o yüzden ismimle hitap edebilirsin. Zaten benden büyüğe benziyorsun o yüzden alışık değilim.” dediğimde gözleri büyüyerek bana baktı. “Efendim ama siz prensessiniz. Eğer size adınızla hitap edersem beni işimden ederler. Şehirden kovarlar. Sürgün ederler. İdam ederler.” dedi. “O zaman sadece ikimiz kalınca bana adımla seslen. Darla” dedim gülümseyerek. “Peki, Jinx.” dedi. “Öncelikle kral ve kraliçeye bu akşam gösterileceksiniz. Onun için sizi kusursuz bir şekilde onların karşılarına çıkarılacaksınız. Bir ay kadar sonrada takdim edileceksiniz.” dedi. Bu sefer sizli derken ablam ve beni kastetmişti. “Tamam, ne gerekiyorsa yapın.” dedim. “Ama sizi ben hazırlamayacağım. Seni Faith hazırlayacak. Ama öncelikle size hazırlayacağım çayı içmelisiniz.” dedi. Başımı tamam anlamında salladım. “Darla, kaç yaşındasın?” diye sordum. “Yirmi dört yaşındayım.” dedikten sonra bir şey soracak gibi oldu ama durdu ve çay hazırlamaya devam etti. “Sorunu çekinmeden sorabilirsin, Darla.” dedikten sonra bana döndü ve dile getiremediği sorusuna devam etti. “Sen kaç yaşındasın?” diye sordu. “On yedi.” dedim düz bir şekilde. “Aramızda yedi yaş varmış çok da yok.” dedim gülerek. Ben gülünce o da gülmeye başladı. “Sana sorular soracaklar.” dediğinde gözleri korkmuş gibi bana bakıyordu. “Ne soracaklar?” diye sordum. “Evalon’daki girişlerin yerlerini, orada nerede kaldığınızı. Sizi kimin kaçırdığını. Ve.... ve.... k...kral annenizin sihir özünü aldığı gibi sizin özünüzü de almasından korkuyorum. Lütfen babanıza karşı dürüst olun.” dedi. Ona asla dürüst olmayacaktım. Aslında saraya geldiğim için üzülüyordum. Ama bu beni büyüten, bana bakan babamın işine yarayabilirdi. Tüm güç halkalarının yerini öğrenip babama kaçabilirdim. Ama bunu nasıl yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. “Tamam. Dürüst olacağım.” dedim. Tabi ki yalan söylüyordum ama şuan ablamdan başka kimseye güvenemezdim. Darla gülümseyerek elindeki çayla bana döndüğünde bende gülümsedim ve uzattığı bardağı aldım. Çay dilime değdiği anda tüm vücudum ürperdi. Tadı, ıhlamur ve ada çayı karışımı gibiydi. Ayrıca bal tadı da vardı. Tekrar içtiğimde fındık tadı da aldım. Çayı tekrar tekrar yudumlarken bitirmiştim. Tadı güzeldi. Darla elimdeki bardağı alarak masaya bıraktı. Ardından kapıyı açarak eliyle gelmemi işaret etti. “Nereye gidiyoruz?” diye sordum kapıdan çıkarken. Koridoru görünce ağzım açık kaldı. Sanki sonsuza kadar uzuyordu. Ben burada kesinlikle kaybolacaktım. Kesinlikle. “Seni odana götürüyorum. Oraya Faith birazdan gelir.” dediğinde koridordaki tablolara bakıyordum. Sıra sıra dizilen tablolar koridorun görünmeyen sonuna kadar gidiyordu. Tablolarda genellikle ormandaki evler çizilmişti. Ama bir tanesinde kanatlı birisi yerde yatıyordu. Saçları maviydi. Kaşlarımı çatarak durdum ve tabloya baktım. Dikkatimi verdiğimde etrafta daha fazla kanatlı insanların olduğunu gördüm. Bunlar insan değildi, tanrıçalardı. Sadece tanrıçaların böyle kanatları vardı. Okuduğum bilgilere göre tanrıçaların diyarın bilinmeyen bir yerinde yaşadıkları yazıyordu. “Prensesim. Hadi gidelim!” gelen sesle birlikte dağılan dikkatimi toparladım ve önüme baktım. Resim sanki gerçekti. “Darla, o resim ne anlam ifade ediyordu.” dedim kısık sesle. Darla yavaşlayarak yanıma geçti ve anlatmaya başladı. Yüzyıllar ve asırlar önce bir tanrıça öldü. Bunu herkes bilir ama bir tanrıça öldüğünde onun yerine geçecek birisinin doğması gerekir. Ve bir tanrıça öldüğünde ölen tanrıçanın sihri tüm dünyadan silinir. Ve başka bir tanrıça doğar. Söylenene göre yeni doğan tanrıçanın çocukluğu çok mutlu geçer ama tüm sevdiklerini kaybeder. Çünkü yeni doğan bir tanrıçanın ayrımcılık yapmaması için sevdikleriyle bağlarını koparması gerekir. Bunun içinde tüm tanrıçalar onun sevdiklerini alırlar. Böylece yeni doğan tanrıçayı yanlarına alırlar. Ama yeni tanrıçanın gücü insanları kontrol edebilmektir. İnsanların zihnine girerek onları bir kukla gibi oynatabilir. Diğer tanrıçalar onun gücünün tehlikeli olduğundan bahsederek oylama yaparlar. Onun ölmesini ya da bu diyardan sürülmesini talep ederler. Böylece tüm güçlerini birleştirerek onu başka bir diyara gönderirler. Fakat orada ölmüş müdür yoksa yaşıyor mudur bunu bilemeyiz. Duvardaki tabloda bunu anlatıyor. Yerde yatan mavi saçlı kız bir tanrıçaydı. Aslında bence oradaki tanrıça hala yaşıyor. Çünkü bir tanrıçayı öldürebilecek tek kişiler tanrıçalardır. Ama bununda bir bedeli vardır. Eğer bir tanrıça bir tanrıçayı öldürürse kendisi de yok olur.” dedi ve koridordan sola döndü. Koridordan sola dönünce büyük bir açıklığa çıkmıştık. Öğrendiğim bilgilerle beynimdeki bilgiler tazelenmiş gibiydi. Bazılarını biliyordum ama bunu bilmiyordum. Mavi saçlı kız rüyamdaki kız olabilir miydi? Kehaneti hatırlamaya çalıştım. “Son başlangıçtır, başlangıçta sondur. Tanrıçalar onu istiyor. Prenses intikam istiyor. Ya kanımızla boğulacağız ya da dokuzuncu elementi bulun. Ebedi son yaklaşıyor. Tüm diyar değişecek. Uzaklardan gelenler öfkeli, Krallıklar yok olacak. Hepimiz birleşeceğiz Fakat bunun uğruna yok olacağız.” Uzaklardan gelenler derken ondan bahsediyor olmalıydı. Ama çoğul diye hitap etmişti. Yanında başkaları da mı vardı? Sanki orada bir ordu hazırlıyordu. Etrafıma bakınca büyük bir genişlikte olduğumu hatırladım. Darla’ya bakınca “Prensesim burası balo yeri.” dedi büyük boşluğu göstererek. Dümdüz ilerlemeye devam ediyordu. Tan önümüzde büyük bir kapı vardı. Kapının yanına gidince kapıdan etkilenmemek elde değildi. Kapı kırmızı renkteydi ve kapının tahtadan işlemeleri vardı. Kapının tam ortasında iki kartal simgesi zıt bir şekilde durmuştu. Kapının iki tarafında muhafızlar vardı. Bana bakıyorlardı. Dik durarak “Kapıyı açın.” dedim. “Siz kimsiniz?” dedi solumda kalan muhafız. Ona bakınca “Ben Aotix Krallığının prensesiyim.” dediğimde ikisi de saygıyla ellerini kalplerinin üstüne üç defa vurdular ve kapıyı itmeye başladılar. Kapı büyük bir gürültüyle açılırken tüm boşlukta ses yankılandı. Kapı açılınca Darla benimle birlikte yanımdan gelerek yürümeye başladı. Kapı tekrar kapanınca büyük merdiveni gördüm. İki tarafa ayrılıyordu. Merdivenleri gözlerimle takip ederek arkamda birleşmelerine baktım. Etrafa baktığımda sağ ve solumda kalan kısmın büyük bir camlarla kaplı olduğunu anladım. Camların üzerinde gül işlemeleri vardı. Camların hemen altındaysa geniş saksılara ekilmiş kan kırmızısı güller vardı. Merdivenlerden çıkmaya başlayınca sarayın içine tüm Evalon’luların sığabileceğini anladım. Neden bu kadar zenginlik içinde yaşamak varken bizimle paylaşmıyorlardı? Bu haksızlıktı? Ama hayat bizim isteklerimize göre şekillenmiyordu. Biraz yavaşlayarak Darla sol merdivenden çıkınca hızlandım. Ve ona yetiştim. Merdivenler bitince ortadan sonsuza kadar uzuyormuş gibi görünen koridoru görünce resmen bunalıma girdim. Koridordan hızla yürürken neden bu kadar uzağa aldılar ki diye düşündüm. Ama sonra Darla sola döndü. Tek bir odaya giden tek bir koridoru görünce heyecanlandım. Darla kapıyı ittirerek içeriye girdi. Ardından bana dönerek “Burası senin odan.” dedi. Heyecanla odanın içine bakmaktan kendimi alamadım. Odanın ortasında kocaman bir yatak vardı. Beyazla hafif altın renkleriyle süslenmiş örtü, altından yapılmış tenteler ve tentelerin üstünden yatağın altına kadar uzanan, bir perdeyi andıran beyaz bir cibinlik vardı. Odanın soluna baktığımda bir kitaplık ve kocaman bir dolap vardı. Sağıma baktığımdaysa bir masanın üstünde kocam ayna ve bir sürü makyaj malzemeleri vardı. Sanki peri masallarından çıkmış bir odaydı. Küçükken hep böyle bir odam olmasını istemiştim. Sol tarafta birde kapı vardı. “Kapının arkasında ne var?” diye sordum. Darla sakin bir şekilde “Balkon, tuvalet, banyo ve giyinme odası var.” dedi. Kapının arkasına geçerek “Kusuruma bakmayın prensesim ama bazı işlerim olduğu için sizi yalnız bırakmak zorunda kalacağım.” dedikten sonra kapıyı kapattı ve kocaman odada tek başıma kaldım. Koşarak yatağa atlamayı düşündüm ama kirliyimdir diye atlamaktan vazgeçtim. Ama üstüme baktığımda temizdim. Saraya gelince temizlenmiş olmalıyım diye düşündüm. Temiz olduğum içinde koşarak yatağa atladım. Atladıktan sonra yüzümü yatağın tavanına bakacak şekilde kaldırdım ama tavanda gökyüzü vardı. Yatağımın üzerine gökyüzünü çizmişlerdi. Yataktan kalkarak hızla odanın solunda kalan kahverengi kapıyı açtım. Kapıyı açınca gelen serinlik titrememe neden oldu. Büyük bir koridor vardı. Koridorda üç tane kapı vardı. İlk kapıya girdiğimde elbise odasını gördüm. Bir sürü balo elbisesi vardı. Oda da çok büyüktü. İçerisi kadar büyüktü ve her boşluk elbiselerle doluydu. Odadan büyülenmiştim. Odadan çıkarak ikinci kapıya geçtim. İkinci kapı da tuvalet vardı. Üçüncü kapı ise banyoya çıkıyordu. Koridorun bitişindeki kapı büyük ihtimalle balkona çıkıyordu. Kapıyı ittirerek açtığımda kocaman balkonu gördüm. Balkon kare şeklindeydi ve her yer çiçeklerle doluydu. Balkon camdandı. Camlara koştum ve aşağıya bakmaya çalıştım. Aşağıya atlanması çok zor değildi. Geri çıkması da kolay olurdu. Zaten balkona dokunsam içine ışınlanabilirdim. Gülümseyerek rengarenk saksılardaki çiçeklere baktım. Hepsi birbirinden güzeldi. Balkondan çıkıp koridordan geçtim ve odama girecekken bir ses duydum. Elim belime uzandı ama yanımda hançer yoktu. Kılıçlarım ve hançerlerim neredeydi? Hançere ihtiyacım var mıydı ki? Odama hızla girerek baktım ama yatağımın üzerine oturmuş bana dik dik bakan kızı gördüm. Saçları yeşildi. Gözleri de saçları gibi yeşildi. Ama hayatımda hiç onun kadar güzel birisini görmediğime emindim. O çok ama çok güzel görünüyordu. Benden daha fazla prenses gibi gözüküyordu. Bacak bacak üstüne atmış beni izliyordu. Beni baştan aşağı gözleriyle süzdükten sonra ayağa kalktı, ve karşıma geçti. “Merhaba, adım Faith.” dedi elini uzatarak. “Merhaba, adım Jinx.” dedim elini sıkarak. “Şimdi üzerini çıkarda seni akşam yemeğine hazırlayalım. Daha doğrusu hizmetçiler gelmeden önce üstünü çıkarda zorluk çıkarma. Çünkü seni akşama kadar muhteşem olarak görmek istiyorum.” dedikten sonra yatağa oturdu ve iki defa alkış yaptı. Şaşkınlıkla ona bakarken kapının açılmasıyla irkildim. Kapıdan ikili şeklinde üç kişi arka arkaya dizilmiş hizmetliler geldi. “Üstünü çıkar ve banyoya girin prensesim.” dedi Faith saygıyla. “Ben... kendim halledebilirim.” dedim fısıldayarak. Faith derin bir nefes aldı ve “Üstünü çıkarın.” dedi. Hizmetliler bana yaklaşarak üstümü çıkarmaya başladı. Onlara direnmeye çalıştım ama işe yaramadı. Üstümde hiçbir şey kalmayıncaya kadar beni soydular. Acaba Bell ne yapıyordu? Ona da aynı şekilde davranıyorlar mıydı? Saçları kömür karası bir hizmetçi bana havlu vererek beni banyoya götürdü. Faith en arkadan gelmişti. Banyodaki küvete beni yatırdıklarında sıcak suyu açtılar ve her yerimi keselemeye başladılar. Neredeyse tüm tenim kazınıyordu. İşleri bittikten sonra saçlarımı yıkadılar. Tırnaklarımı kestiler. Kendimi tüyleri olmayan bir kedi gibi hissediyordum. Faith hepsine gidin anlamında başını sallayınca gittiler ve banyoda ikimiz kaldık. Askılıktan beyaz bir bornoz alarak bana verdi. Beyaz bornozu giydikten sonra tek kelime etmeden banyodan çıktık. Makyaj masasının önündeki sandalyeyi işaret ederek “Otur.” dedi. Sandalyeye oturduğumda saçlarımı taramaya başladı. “Saçlarımı kendim de tarayabilirdim. Kendim de banyo yapabilirim.” dedim ona bakarak. Saçlarımı taramaya başlayan elleri bir anlığına duraksadıktan sonra “Bak, senin yüzünden işimden olmak istemiyorum ama eğer seni akşama kadar kralın yanına hazırlamazsam beni işimden ederler. Anlıyor musun? Seni, öz ve öz babana hazırlamak zorundayım.” dedi öfkeli bir şekilde. “Özür... dilerim. Öyle demek istememiştim. Senin kovulmanı istemem.” dediğimde bana şaşkınlıkla baktığını aynadan gördüm. Derin bir nefes alarak “Çok işimiz var anlaşılan. Prensesler kimseden özür dilemezler, ne olursa olsun asla özür dilemezler.” dedi. Bunu aklımda bir köşeye yazdım. Kimseden özür dilemek yoktu. Ne olursa olsun. Faith saçlarımı taramayı bitirince saçlarımın kuruduğunu fark etmemiştim. Bu kadar kısa bir sürede bu imkansızdı. Aklımı okurcasına “Biraz sihirle saçını kuruttum.” dedi sırıtarak. Belki de ablamında işlerini Faith yapıyordu. “Ablam, onun işlerini de mi sen yapıyorsun?” dedim. “Tabi ki hayır. Her soyluya başka bir özel hizmetli verilir. Ve ben senin sonsuza kadar hizmetlin olmaya devam edeceğim.” dedi. Başımı tamam anlamında sallamakla yetindim. Ablamı görmek için sabırsızlanıyordum. Büyük ihtimalle burada ablamla yatamayacaktım kabuslar gördüğümde. Aklıma geçen gün gördüğüm kabuslar geldi ve istemsizce titredim. Bunu fark eden Faith “Ne oldu?” diye sordu. “Yok bir şey.” diye geçiştirdim. Elindeki tarağı masaya bırakarak çekmeceyi açtı ve küçük yuvarlak bir kutu çıkardı. Kutunun kapağını açtı ve içindeki beyaz şeyi yüzüme sürmeye başladı. Kutuyu çekmeceye koyarak masanın üstündeki allığı aldı ve yanaklarıma sürdü. Masadaki bardağın içinden sürme alıp gözlerimin altına ve üstüne sürdükten sonra gözlerime eyeliner çekti. Masadaki bardağa sürmeyi geri bırakıp rimel aldı. Kirpiklerime narin, ince dokunuşlarla rimel sürdü ve işine aynadan baktıktan sonra rimeli bardağa geri koydu. “Harika oldun.” dedi ellerini çırparak. Aynadan kendime baktım ve adeta dilim tutuldu. Çok güzeldim. Peri masallarından fırlamış gibiydim. Saçlarım ayışığı gibi parlıyordu. Gözlerim denizin rengini almıştı. Gözlerimdeki siyah sürme beni acımasız bir kraliçe gibi göstermişti. Bu hoşuma gitmişti. Faith’e minnet dolu bir şekilde baktım. “Teşekkürler.” dedim. “Ne demek.” dedi ellerini birleştirerek. “Şimdi elbise seçeceğiz.” dedi beni elimden tutarak. Belli ki işini seviyordu. Bu yüzünden okunuyordu çünkü işini yaparken hep gülüyordu. Bu bana Beatrix’i hatırlattı. Ah, Beatrix. Acaba şimdi nasıldı? İyileşmiş miydi? Benim gittiğimi öğrenince ne hissetmişti? Bana kızgın mıdır? Belki de benden nefret ediyordur? Faith elimi bırakarak elbise odasına girdi ve girişin sağında kalan ışıkları açtı. Üzerimde hala bornoz vardı ve kendimi bornozla dolaşırken garip hissediyordum. Hızlıca bir elbise seçmeli ve üstümü giyinmek istiyordum. Derken yardımıma Faith koştu. Beyaz ve kırmızı karışımı elbiseyi çekiştiriyordu. “Bunu giyeceksin. Bu senin için yaratılmış olmalı.” dedi elbiseyi mankeninden çıkararak. Bu kız gerçekten ya aklını kaçırmıştı ya da bu sarayda aklını yitirmişti. Sonuçta iki türlü de aklını kaçırmıştı. Benim yanımdan hızlıca gelirken elimi tuttu ve beni yatak odama getirdi. Elbiseyi yatağın üzerine derin bir nefes alarak attı. “Hadi, giyinsene kollarım koptu bunu senin için çıkaracağım derken.” dedi. Gözlerimi devirerek “Tamam.” dedim ve bornozu çözdüm. Bu yaptığıma şaşırmış olmalıydı ki öyle oldu. İnsanları şaşırtmayı seviyordum. Aldığım zaferle birlikte gülümsemeden edemedim. Zaten beni böyle görmüştü onun için sorun yoktu. Elbisenin sırtındaki ipleri çözerek elbisenin içine girdim. Elbisenin kol askılarına kollarımı geçirdim ve Faith’e sırtımı göstererek bağlamasını söyledim. Faith elbiseyi sıkı bir şekilde bağladıktan sonra ellerini çırptı. Aynanın karşısına geçerek kendime baktım. Elbisenin etekleri ayaklarıma kadar uzanıyordu. Ayaklarımdan başlayan kırmızı renkli etek belime kadar dönerek beyazla karışmıştı. Belimden göğsüme kadar uzanan yer bembeyazdı. Belimin olduğu yerde beyaz ve kırmızı güller sıra sıra dizilmişti. Aynı güllerden omuzlarımdada vardı. Ama güllerin dalları gibi omuzlarımdan aşağıya inen kırmızı çizgiler vardı. Kısacası harikaydım. Çok güzeldim. Faith bana hayranlıkla bakıyordu. Ama elbise pek rahat değildi. Ben buna alışamazdım nasıl yürüyecektim. Dar bir beli vardı. Ayaklarım için faydası olabilirdi ama sıkıyordu belimi. Neden prensestim ki. “Şimdi seni yemeğe götüreceğim.” dedi Faith. “Tamam, hazırım.” dedim. Faith kapıya yönelerek kapıyı açtı. Faith dışarı çıktığında ben de onu takip ettim. Dışarıya çıktığımda kapının solunda ve sağında muhafız görünce şaşırdım. Ne zaman gelmişlerdi? Ben odaya girerken yoktular. Faith’e baktığımda koridorun ortasında durmuş beni izliyordu. Hadi dercesine elini salladığında adımlarımı hızlandırdım ve peşine düştüm. Faith koridordan sağa döndüğünde duvarlara işlenmiş altın sarısı çizgiler yavaş yavaş beyaza dönüyordu. Dikkatlice baktığımda çizgiler ileride bembeyaz olmuştu. Duvarlarda eski kralların, varislerin, kahramanların, kraliçelerin ve kraliyet ailelerinin portreleri vardı. Koridorun baştan sonuna kadar kırmızı bir halı vardı. Ne gerek vardı ki? Tüm Evalon’lular acı, sefillik, pislik, karanlık, fakirlik içindeyken buradakiler zengindi. Ve onları umursamıyorlardı. Bu nasıl bir insanlıktı. Buradakilerin hiç mi acıması yoktu? Öfkelendiğimi anladığımda kendimi sakinleştirmeye çalıştım ve işe yaradı. Daldığımı fark etmemiştim ve şimdi büyük bir kapının önünde duruyorduk. Faith’e baktığımda yoktu. Arkama dönüp baktığımdaysa onu gördüm. “Sen bir varissin tek başına girmelisin.” dedi gülümseyerek. Tamam anlamında başımı salladım ve derin bir nefes aldım. Muhafızlar kapıyı aynı anda açtıklarında büyük bir ses yankılandı. Şimdiden tüm bakışların bana döndüğünü hissedebiliyordum. Derin bir nefes alarak içeriye girdim. İçeriye girdiğimde sıcacık yemeklerin kokusu burnuma geldi. Sanki çiçek kokuyordu. Tekrar nefes aldım. Evet, çiçek kokuyordu. Nergisti bunlar. Gözlerimle nergisleri aradığımda odanın ortasında duran nergisleri gördüm. Masada çeşit çeşit yemekler vardı. Hiçbirinin Perla’nın yerini tutmayacağına emindim. Gözlerim kral ve kraliçeyi aradığında onları gördüm. Kral odanın karşısında tahtında oturuyordu. Kraliçe ise kralın tahtından daha küçük bir tahtta kralın yanında değil, kralın solunda ve altında oturuyordu. Bu nasıl bir saygısızlıktı. Bir kral asla kraliçeyi solunda oturtmazdı. Krala aktığımda beyaz ve siyah karışımı sakalları siyah ve beyaz karışımı saçlarını gördüm. Mavi gözleri vardı. Kraliçeye baktığımda benim gibi uzun beyaz saçları vardı. Benim gibi.... Hayır, bu doğru olamazdı. Herkes kraliçenin saçlarının sarışın olduğunu bilirdi. Bu nasıl mümkündü. Kraliçenin mavi gözleri tıpkı benim gözlerim gibiydi. Sonsuzluğa bakan denizlerin rengini almıştı kraliçe. Derin bir nefes daha alarak odanın ortasına doğru ilerledim. Gözlerimle ablamı aradım ama bulamadım. Odaya derin bir sessizlik hakimdi. Kimse çıt çıkarmıyordu. Bu sessizliği bozan kral oldu. “Bildiğimiz gibi yıllar önce kızlarımız kaçırılmıştı. Ve şimdi onları görmemiz büyük bir mucize. Bize kızlarımızı veren, kahinin kız kardeşi olan Ellie’yi sarayımızda ağırlamaktan mutluluk duyarım. Bize tüm gerçekleri sunacak olan Ellie’ye tüm saygılarımı sunuyorum. Bize kızlarımızı verdi.” dedi kral. Başıyla kapıya işaret ettiğinde kapı büyük bir gürültüyle açılarak ablam ve Ellie geldi. Bizi buraya getiren demek ki Ellie’ydi. İçimdeki öfkeyi indirdim ve ablama odaklandım. Siyah saçlarını örmüşlerdi. Siyahtan maviye dönen bir elbiseyle yanıma geliyordu. Yüzüne baktığımda ise gözlerinin üstüne mavi bir eyeliner çizilmişti. Gülümseyerek yanıma geliyordu. Yanıma geldiğinde kral konuşmaya başladı. “Hoş geldiniz kızlarım. Hoş geldiniz Aotrix’e. Evalon’da çektiğiniz acılar artık bitti. Sizi o pisliklerden kurtardık. Artık canınız yanmayacak. Ayrıca size yaptırdıkları tüm kötü şeylere rağmen hala ayaktasınız. Bize onların yerini söylerseniz onları hızlıca bulup idam ettireceğim.” dedi gülümseyerek ve ayağa kalkarak. İdam mı? Onları idam edemezdi. Kral kim oluyordu da benim ailemi idam edecekti. O kimdi ki babama pislik diyordu. Asıl pislik kendisiydi. Çenemi kaldırarak krala baktım ve kaşlarımı çattım. “Benim adım Jinx. Adımı bilmediğiniz için size söylüyorum çünkü bizleri aramak bir kahinin önemli sözleriyle aklınıza geliyor. Bizi, kızlarınızı aramak şimdi mi aklınıza geldi. Ben tüm çocukluğumu Evalon’da geçirdim ve bana asla kötü bir şey yapmadılar, yaptırtmadılar. Ben hepsini kendi isteğimle yaptım. Asıl Aotrix onlara kötü davranıyor. Anlamıyor musunuz? Sizler burada zenginlik içindeyken onlar fakirlik içinde onlar sefillik içinde.” dediğimde sıktığım ellerimi fark etmemiştim. Ablam sağ eliyle sıktığım elimi tuttu ve biraz da olsa öfkem dindi. Ben konuştuktan sonra kralın tüm gülümsemesi solmuştu. Tüm hizmetliler bana bakıyordu. Kraliçe ise oturduğu yerden gülümsüyordu. Neden gülümsüyordu ki? “Herkes dışarı, derhal!” diye haykırdı kral bana bakarak. Herkes dışarıya çıktığında gözleriyle beni süzdü. “Sen kim oluyorsun da bana karşı çıkıyorsun. Sen kimsin!” dedi bana yaklaşarak. “Ben Evalon’lu Aotrix krallığının kayıp varisiyim.” dedim dik durarak. Kral tam karşıma geldiğinde öfkeli nefesini hissedebiliyordum. Kralın öz babam olması umurumda değildi. Beni aramaya bir kahin için gelmişti. Benim asıl babam Felix’ti. Beni yıllardır büyüten, koruyan, bakan oydu. Zaten şehri ele geçirdiğimizde kralı öldürecektik. Onun için ona acımıyordum ve korkmuyordum. “Sen, sen ne cüretle benimle böyle konuşursun?” dediğinde elini kaldırdı tam yüzüme vuracakken ablam kralın elini tuttu. “Sakın, sakın ona dokunma!” dedi ablam. Kraliçeye baktığımda gülümsüyordu. Neden gülüyordu? Kral şaşkınlıkla ablama baktı ve elini geri çekti. “Siz, siz.” dedi sadece ardından Ellie’ye döndü. “Gerçekten bunlar kayıp prenses mi?” dedi kral. “Evet, efendim.” dedi Ellie. “Peki, Ellie hangisi hepimize acılar çektirecek olan ve dokuzuncu elementin gücünü taşıyacak olan prenses.” dedi kral. “Bella, efendim. Siyah saçlı olan. Kendisi ayrıca ateşi de çağırabilir.” dedi Ellie ablama bakarak. Ablam dokuzuncu element miydi? Ateşi çağırabiliyor muydu? Kral ablama yaklaştı ve kolunu sertçe tuttu. Ardından kral ellerini açtı ve ellerinden ateş çıktı. Şaşkınlıkla ablama bakarken kral gülümsedi. Kraliçeye baktığımda kraliçenin gülümsemesi solmuştu. Gözlerine yaşlar dolmuştu ve ağlamamak için kendini tutuyordu. “Peki dokuzuncu element nedir? Onu kullanamıyorum.” dedi kral ablamın kolunu sertçe bırakıp elindeki ateşi söndürerek. Ablam kolunu geri çekti ve kralın dokunduğu yeri tuttu. “Kralım, Bella kendini tanıyamadığı için dokuzuncu elementi kullanamaz. Şu anlık çok zor anlarda dokuzuncu element ortaya çıkar.” dedi Ellie. Kral bana dönerek “Peki o.” dedi. “Jinx, suyu çağırabiliyor efendim ama kimsenin yapamadığını yapabiliyor. Suyun sıcaklığını ve soğukluğunu da kontrol edebiliyor.” dedi Ellie. Kral benim kolumu da sertçe tuttuğunda geri çekilmek istedim ama yapamadım çok güçlüydü. Sanki benden bir şeyi çalıyormuş gibi hissettim. Elini açtığında elinden su çıktı. Su yuvarlak bir top gibi havadaydı. Elimi daha fazla sıktığında koluma sanki iğne batırıyorlar gibi hissettim. Kralın elindeki su bu sefer buza dönüştü. Kral gülümseyerek bana baktı ve kolumu bıraktı. Acıyla kolumu tuttum ve krala kaşlarımı çatarak baktım. “İkisini de güçlerini kullanmayı öğretin. Her gün savaşmayı da öğrenecekler.” dedi kral kraliçeye bakarak. Kraliçe gözyaşlarını tutuyordu. Kendini tutuyordu. Kral bir zafer kazanmışcasına kahkaha attı ve kraliçeye konuştu. “Onlar bizim kurtuluşumuz olacak değil mi kraliçem?” dedi kral gülümseyerek. “Götürün.” dedi muhafızlara bizi göstererek. Muhafızlar kollarımıza girerek bizi odadan çıkardılar.
Kral ve Kraliçe Aileler, çocuklarından birçok şeyi gizlerler. Kral ve Kraliçede çocuklarından birçok şeyi gizliyorlardı. Kral Dean, prensesler gidince kraliçenin karşısına geçti ve kahkaha atmaya başladı. Aklından kazandım diyordu kendi kendine. Kraliçe Laura öfkeyle masadaki bıçağı alarak krala saplamaya çalıştı. Ama kral Dean buna izin vermedi. Kraliçe Laura krala bıçağı saplayacakken kral Dean, kraliçeye bir tokat çarptı. Kraliçe Laura gelen şiddetle birlikte yere çarptı. Kraliçe artık bıkmıştı. Her şeyden bıkmıştı. Artık sadece kızlarını önemsiyordu. Tüm sevdiklerini kaybediyordu. Zaten bir tek Ellie, Cyrus, Bella ve Jinx kalmıştı. “Yeter, istediğini almadın mı? Daha ne istiyorsun? Zaten benim sihrimi kullanıyorsun? Kara büyüyle benim gücümü aldığın gibi kızlarımın gücünü de almana izin vermeyeceğim!” diye haykırdı kraliçe Laura. Kral Dean, kraliçeye acıyarak baktı ardından “Bunu nasıl yapacaksın? Yakında tüm diyar benim önümde diz çökecek. Diğer krallıklar dokuzuncu elementin ölmesini istiyorlar. O kızın ölmesi için her şeyi yaparlar. Merak etme onu öldürmeyeceğim ama gücünü kullanacağım. Bunu yapmazsam o bize zarar verecek anlamıyor musun?” dedi. “Hayır, onlar bizim kurtuluşumuz. Onlara zarar verme.” dedi Kraliçe Laura. Kral Dean kahkaha attı. Ardından odadan çıktı. Ellie daha fazla dayanamayarak “Lütfen, lütfen izin ver de onun kellesini alayım. Onu parçalara ayırayım.” dedi ve kraliçe Laura’nın kolundan tutup ayağa kaldırdı. Kraliçe gülümseyerek “Üzülme, onlar bizi kurtaracak. Değil mi?” dedi. Ellie düşünerek “Gelecek değişken, çok değişken. Her gün değişiyor. Çok, çok uzun zaman sonra düzelebilir her şey. Amacımız için yüzyıllar geçecek ama hissedebiliyorum isteğimiz olacak. Tüm bunlar bitecek ama bir sürü kayıplar verilecek.” dedi. Kraliçe Laura elini Ellie’nin omzuna koyarak “Başka bir yolu var mı?” diye sordu. “Hayır. Bekle düşünüyorum. Çok karışık. Gelecek sonsuz bir fırtına gibi. Şu anki zamanlarımız fırtına öncesi sessizlik. Döngü tekrar edecek ama bitecek.” dedi Ellie, kraliçenin elini tutarak. Ve ona geleceği gösterdi. Kraliçe bir savaşın içindeydi. Etrafına baktığında beyaz saçlı, parmaklarından beyaz ipler çıkan birisi vardı. Parmaklarındaki ipleri sanki bir parçasıymış gibi büküyordu. İpler gittikçe uzuyor hızla önündeki rakibi delik deşik ediyordu. Kahin haklıydı. Tanrıçalar ölüyordu. Tanrıçalar ölecekti. Kraliçe etrafına daha dikkatli baktı. Siyah saçlı bir adam vardı. Adamın yüzünde siyah izler vardı. İzler bir parlıyor bir sönüyordu. Adam sanki lanetlenmişti. Bir anda her şey yok oldu ve geri geldi. Bu sefer kraliçe bir harabenin içindeydi. Hayır bu sefer yıkılmış bir şehrin ortasındaydı. Kraliçe sarı saçlı bir kızın duvara çarptığını gördü. Kız yere düştüğünde kolundaki bileklik yavaş yavaş toza dönüşüyordu. Kız ağlamaya başladı ve siyah saçlı bir erkeğin yanına koştu. Erkek ölüyordu ellerinden kollarına, kollarından boynuna, boynundan yüzüne tırmanan siyah izler vardı. Kızın ve erkeğin arkasında tüm bunları yapan kahverengi saçlı bir adam vardı. Adam yavaş yavaş toza dönüşüyordu. Bir anda her şey yok oldu ardından tekrar belirdi. Kraliçe bu sefer bir ormandaydı. Mavi ve beyaz karışımı saçlı bir kız birisiyle konuşuyordu ama kraliçe, kızın kiminle konuştuğunu göremiyordu. Mavi saçlı kız yukarı doğru yavaşça uçmaya başlayınca kızın gözlerinden beyaz ışıklar çıkmaya başladı. Işık gittikçe dahada büyüdü ve kraliçe kendine geldi. Gördükleri ona çok fazla gelmişti. Gelecek çok karışıktı. Bir sürü kayıplar vardı. Ama bir şey yapamazlardı. Geleceği etkilerlerse gelecek baştan oluşurdu. Her şeyi değiştirmeyi göze alamazlardı. Zaten yüzyıllar sonra istedikleri olacaktı. Bu yüzden geleceği değiştirmeyeceklerdi. Bu yüzden Kralı öldürmüyorlardı. Bu yüzden kralın acılarına ses çıkarmıyorlardı. Bu yüzden olacak tüm şeylere göz yumacaklardı. Geleceğin değişmemesi lazımdı. Gelecek çok ince bir çizgiydi. Küçücük bir şey bile geleceği değiştirebilirdi. Bu yüzden kraliçe hiçbir şeye karışmazdı. Tüm işleri kral yapardı ama kral bununla yetinmiyordu. Kralın herkesten gizlediği karanlık bir yüzü vardı. Kral daha fazla güç istiyordu. Tüm diyarı ele geçirmek istiyordu. Bunun için kara büyüyü kullanıyordu. Kara büyü yıllar önce yasaklanmıştı. En son kara büyüyü kullananlar büyük bir yıkım yaratmıştı. Ve büyük bir kayıp yaşanmıştı. Fakat kara büyüyü kullananlar bir bedel öderdi. Kral ödediği bedeli kimseye söylememişti. Sadece kendisi biliyordu. Herkesin sırları vardı değil mi? Kral bu hayatta acımasızdı. Kimseye güvenmezdi, kendi eşine bile. Fakat bir söz vardır: “Kaleme bile sözünü verme kalem gider kağıda yazar.”
Jinx Muhafızlar beni odama getirdiğinde elbisemi çıkartıp dolabı açtım. Dolapta beyaz bir gecelik gördüğümde hızla onu alıp giyindim. Yüzümdeki makyajları umursamadan yatağa yattım. Gözlerimden akan yaşları tutamadım ve ağlamaya başladım. Babam, onu özlüyordum. Babamı istiyordum. Daha fazla yapamazdım. Sadece iki gün geçmişti ve ben dayanamıyordum. Luke’u istiyordum. Acaba şimdi ne yapıyordu? Beni özlemiş miydi? Yoksa gittiğim için sevinmiş miydi? Hayır Luke asla ben gittiğim için sevinmezdi. Babam da öyle, şu an benim için bir plan yapıyorlardır. Değil mi? Beni kurtarmak için geliyorlardır. Değil mi? Yatakta yan döndüm ve bacaklarımı karnıma doğru çektim. Sonsuza kadar burada mı yaşayacaktım? Belki de kraliçe olacaktım ve burada ölecektim. Hayır böyle olamazdı. Değil mi? Gözlerimden akan yaşlar durduğunda yanımda ablamın olmasını diledim ama yoktu. Keşke zamanda geriye gidebilseydim. Belki de dokuzuncu element zamandı. Olabilir miydi? Belki de ablam zamanda geriye giderek beni kurtarmaya çalışıyordu. Hayır bu olamazdı. İyice saçmalamıştım yine. Keşke yanımda babam olsaydı. Ablam gibi beni dizlerinin üzerine yatırır sabahlara kadar saçlarımla oynardı. Canım babam, kim bilir ne yapıyordu şimdi. Gözlerimi sıkıca kapattım ama uyuyamadım. Bugün olanları düşündüm Ellie ne demişti? Ablamın gücü zor bir durumda ortaya çıkardı. Yani şu an zor bir durum değildi. Derin bir nefes aldım ve tekrar sıkıca gözlerimi kapattım. Ablam neredeydi? Hangi odadaydı? Keşke Faith gitmeden önce ona sorsaydım. Yataktan hızla kalktım ve odanın giriş kapısını açtım. Muhafızlar şaşkınlıkla bana baktılar. “Ablamı görmek istiyorum. Ablamı istiyorum, beni ona götürün.” dedim muhafızlara bakarak. Muhafızlar birbirine bakarak bana döndüler ve sağımda kalan muhafız konuştu. “Efendim, geceleri odanızdan çıkmanız yasak.” dedi muhafız. Odamdan çıkmak yasak mıydı? Bunu kral mı söylemişti? O kim oluyordu da bana emir veriyordu. Çıkarsam ne olacaktı? Koridorun sonuna baktım ve koşmaya başladım. Benim koştuğumu gören muhafızlar hızla peşimden koşarken sağa döndüm. “Hey bekle. Gece dışarıya çıkamazsın.” dedi muhafızlardan biri ama umursamadım. Ablam tabi ki en fazla muhafızın olduğu odada kalacaktı. Koridordan hızla koşarken sola döndüm ve tekrar sola döndüm. Kapısı açık bir oda görünce içine girdim ve kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya yaslayarak derin bir nefes aldım. Ayak sesleri uzaklaştı. Tamamen kesildiğinde odanın kapısını açtım ve koridorda gezinmeye başladım. Duvarlarda aile portreleri vardı. Ne bitmez bir aileydi bunlar. Koridordan sağa döndüm ve koridorun sonunda dört muhafızın olduğu bir kapı gördüm. Aradığımı bulmuştum. Gülümsemeden edemedim. Hızla kapıya yürürken sağımdaki aynada kendimi gördüm. Ne kadar korkunç görünüyordum. Ağladığım için rimellerim akmıştı. Simsiyah izler yanaklarıma kadar uzanıyordu. Görünüşümü umursamadan kapıya doğru ilerledim. Muhafızlar beni görünce mızraklarını bana doğrulttular. “Siz kimsiniz?” dedi içlerinden biri. “Ben prensesim. İçerideki prenses kız kardeşim.” dediğimde bir muhafız kıkırdayarak güldü. “Prenses mi, şu haline baksana güzelim, seni kim ağlattı? Sen anca çöplükten gelmişsindir.” dedi önümdeki muhafız kahkaha atarak. Ben kim miydim? Hah, ben kim miydim? Bugün bu kadar yaşadıklarım yetmiyor muydu? Sinirimden kahkaha atmaya başladım. Tüm sessizliği benim kahkahalarım bozdu. Arkamdan gelen ayak seslerini duyduğumda beni arayan muhafızları gördüm ve daha fazla kahkaha attım. Benimle uğraşan muhafız şaşkınlıkla beni izlerken bir anda karnına tekme attım. Herkes bana şaşkınlıkla bakarken onu çenesinden tuttum ve kafasını duvara çarptım. Muhafız acıyla inledi. Tekrar çenesinden tutup duvara çarptım. “Ben yıllardır aranan Evallon’lu, Aotrix Krallığı’nin kayıp varisiyim. Sen kimsin?” dedim adamı yere fırlatarak. “Kapıyı açın yoksa aynısı sizin başınıza da gelir.” dediğimde kapı içeriden açıldı. Ablam kırmızı geceliğiyle şaşkınlıkla bana bakıyordu. “Jinx, burada ne işin var? Kabus mu gördün? Bu halin ne? Sana bir şey mi yaptılar? Jinx iyi misin?” ablam endişeli bir şekilde bana sarıldı ve akmış rimellerime baktı. Ardından elimden tutup beni odasına götürdü. Muhafızlar şaşkınlıkla bize bakarken yerdeki muhafız bana öfkeli bir şekilde bakıyordu. Onu sinir etmek için gülümsedim ve kapıyı yüzlerine kapattım. Ablamın odası da aynı benim odam gibiydi. Her yer aynısıydı. Ablam beni yatağa oturttu ve gözlerime baktı. “Ne oldu?” dedi ellerimi tutarak. Kendimi tutamayarak ağlamaya başladım. “Babam....babamı, Luke’u her şeyi özledim.” dedim ablama sarılarak. “Ben de, ben de özledim.” dedi bana sarılarak. “Babamız, bizi kurtarmak için plan yapıyordur. Değil mi?” dedim titrek bir sesle. “Bilmiyorum. Bence yapıyorlardır. Bizi asla arkalarında bırakmazlar.” dedi ablam. “Uyumak istiyorum.” dedim. “Hadi yat, yat bacağıma.” dedi ablam dizlerini işaret ederek. Ablamın bacağına kafamı koyduğumda yumuşacık bacaklarını hissettim. Ablamın elleri saçlarımda gezindi. Sanki beni uyutan bir sihir yapıyordu. Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Uyumamak için bir nedenim yoktu. Kendimi bırakmamak için bir nedenim yoktu. Gözlerimi kapattım ve uykuya daldım.
|
0% |