@huseyineneskurul
|
Bir insanın canı ne kadar yanardı? Bir insan zamanı durdurabilir miydi? Zaman durursa ne olurdu? Her şey güzel olur muydu? Tüm bu saçmalıktan kurtulur muydum? Luke’u görebilir miydim? Saraydan çıkıp gerçek ailemin yanına gidebilir miydim? Her şey düzelir miydi? Zaman akıp geçiyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Babamı özlemiştim, Luke’u, Beatrix’i, Perla’yı, Lila’yı... Buradan kaçacaktım. Bunu aklıma kazımıştım. Ben bir suikastçıydım. Ben yıllardır aranan ama bulunamayan kayıp varistim. Toprak güç halkasını çalan bir suikastçıydım. Ben bir katildim. Evet, katildim. Ama hepsi babam içindi. Babam için canımı bile verirdim. Babam beni büyüten bir melekti. Kocaman kanatlarını ablam ve benim üzerime sımsıkı kenetlemişti. Kendi vücudu dışarıdan yaralar alsa bile bizi asla bırakmamıştı. Bırakmazdı değil mi? Bırakmazdı değil mi? Bırakmazdı değil mi? Ben kaçırıldığımda bile beni bırakmayan bir melek veni şimdi mi bırakacaktı. Bırakmazdı, babam beni seviyordu. İstemsizce gülümsedim ve aynadaki kendime baktım. Gözlerimin altı ağlamaktan çökmüş. Yüzümdeki makyajlar akmıştı. Hiçbiri umurumda değildi. Sadece buradan gitmek istiyordum. Aynanın önündeki peçeteyi alarak yüzümü silmeye başladım. Kapının tıklatılmasıyla derin bir nefes aldım. “Kim o.” dedim öfleyerek. “Kapıyı açar mısın, sabahtan beri bekliyorum öğlen oldu.” dedi Faith. Cevap vermeyecektim. Saraydan nefret ediyordum. Babamı istiyordum. Gözlerimden akmış olan rimelleri silince peçeteyi masaya koydum ve kendime tekrar baktım. Güzel miydim? Evet güzeldim ama bir o kadarda kirliydim. Yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırarak tabureden kalktım. Giymiş olduğum elbise simsiyahtı. Elbisenin tam belinde kırmızı güller kemer gibi arkadan birleşmişti. Kollarımın yarısını kaplayan siyah danteller vardı. Siyah kötülüğü temsil ederdi. Ve ben bu saraya geldikten sonra iyi olmayacaktım. Kimsenin benim gücümü kullanmasına izin vermeyecektim. Evet, bir planım vardı. Buradan kaçacaktım ama gücümü kullanmayı da öğrenecektim. Kapıyı açtığımda Faith kollarını önünde bağlamış bana ters ters bakıyordu. Gülümseyerek “Hiç bana öyle bakma, ben kendim hazırlanabilirim.” dedim. Derin bir nefes alarak gel anlamında elini salladı. Onun arkasından devam ettim. Saçları yine açıktı ama bugün saçları düzdü. Yeşil saçlarını arkadan birleştirmişti. Gözleri orman gibi yemyeşildi. Belkide ağaç elementi olabilirdi. “Faith, senin elementin ne?” diye sordum. “Benim elementim yok. Ben elementleri kullanamam ama sihir yapabilirim.” dedi sağ işaret parmağını daire şeklinde çizerken. Parmaklarından ışık çıkmıştı ama hemen kaybolmuştu. Ben soramadan “Sadece illüzyon büyüsü.” dedi gülümseyerek. Başımı sallamakla yetindim. Etrafıma tekrardan baktığımda önümüzde başka bir merdiven vardı ama beş tane merdiven vardı. Saray çok karışıktı. Çocukluğumdan beri burada olsaydım çok iyi saklanacak bir yerler bulurdum. Keşke Luke’ta burada olsaydı ve saklambaç oynasaydık. Kapının iki tarafında muhafızlar vardı. Faith bana bakarak “Kapıyı açın.” diye seslendi muhafızlara. Muhafızlar ikiletmeden kapıyı açtılar ve gelen ışığın etkisiyle gözlerimi ovdum. Salona girdiğimde bir sürü muhafız sıra sıra dizilmiş duvarların önünde duruyorlardı. Yemek masasına doğru yürüdüğümde ablamı gördüm. Gülümseyerek bana bakıyordu. Siyah saçlarını topuz yapmıştı. Kırmızı bir elbise giymişti. Her zamanki gibi en sevdiği renk kırmızıydı. Kral masanın başına oturmuş kraliçe ise karşısındaydı. Ablamın yanına oturduğumda karşıda iki kişilik boşluk olduğunu gördüm. Ben bir şey diyemeden kral konuştu. “Bugünden itibaren eğitim sarayında kalacaksınız. Tüm ihtiyaçlarınız hizmetliler tarafından karşılanacak. Bir ay kadar sonra krallığa takdim edileceksiniz ve her krallıktan kral, kraliçe, varisler ve soylular gelecek. Bu zamana kadar her gün kılıç ve sihir eğitimi alacaksınız.” dedi kral Dean. Masaya baktığımda haşlanmış yumurtalar,börekler, kekler, şaraplar, sular, pastalar, adını bilmediğim ekmekle yapılmış tarifler vardı. Haşlanmış yumurtayı elimle alarak tabağa koydum. Krala baktığımda gözlerini elimden ayırmıyordu. Tiksinmiş gibi bir ifade yaptığında gülümsemeden edemedim. Kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum. Kralın daha fazla sinir olması için tabağımdaki yumurtayı elimle alarak bir lokma aldım ardından bir lokma daha. Tüm yumurtayı bitirdiğimde parmağımda kalan yumurtanın sarısını dilimle aldım. “Harikaymış.” dedim yumurtayı bitirdiğimde. Kral bana tiksinerek bakarken kapı açıldı ve iki kadın içeriye girdi. Birisinin saçları siyahtı ve belinde uzun bir kılıç taşıyordu. Simsiyah savaş kıyafeti giyinmişti. Diğer kadına baktığımda ise üstünde krem renginde bir elbise vardı. Tüm bu güzelliğini bozan siyah bir palto giymişti. Neden onu giymişti ki? Saçları griydi. Göğüslerine kadar uzanan gri saçları vardı. Yaşlı yüzünün bazı kesimleri kırışıktı. Karşımda kalan iki sandalyeye oturduklarında gri saçlı olan bana gülümsedi. Ne yapacağımı bilemediğim için boş bakışlarla ona baktım. Kral gülümseyerek “Agatha, sizin kılıç öğretmeniniz. Violet ise size güçlerinizi kullanmayı öğretecek.” dedi. Agatha gülümseyerek “Merhaba, kızlar. Yemek yemelisiniz yoksa savaşamazsınız.” dedi. “Ben savaşmayı biliyorum zaten, ne gerek var ki.” dedim krala bakarak. Kral sinir olmuşcasına bana baktı ardından derin bir nefes aldı ve konuştu. “Savaşmayı bilseydin şuan burada olmazdın. Değil mi Jinx? Değil mi güzel kızım? Yoksa hala Felix’in yanında olurdun.” dedi. Babamın adını nasıl öğrenmişti? Bu nasıl olurdu? Ben söylememiştim o zaman kim söylemişti? Aramızda casus mu vardı? Ablam bunu yapmazdı. Ablama baktığımda sırtını sandalyeye yaslamadan elleri masada derin derin düşünüyordu. Sırtını sandalyeye yaslamadığı zaman gergin olurdu. Peki neden gergindi? Yoksa ablam mı söylemişti? Hayır o bunu yapmazdı? Babamı benim kadar ablamda seviyordu? Yutkunarak krala baktım. Gülümsüyordu. Pişkin pişkin gülümsüyordu. “Yakında sizi kaçıranları bulacağız ve gerekeni yapılacak. Onlarla ilgilenmemeniz lazım. Siz artık prensessiniz. Onlar sizden daha değersiz.” dedi kral. Bir anlık öfkeyle masadaki bıçağı alıp kralı öldürmek istedim ama yapmadım, yapamadım. Bunu yaparsam ne olacaktı? Ablam özgür olacaktı. Değil mi? Özgür olacaktı değil mi? Belki de bize ihanet etmişti ve zaten özgürdü. Hayır, hayır, hayır o yapmazdı. Derin nefes alıp masadan elimle bir yumurta daha aldım ve krala bakarak yemeye başladım. Yumurta bittiğinde böreklerden elimle alıp yedim ve kralın sinir olması için ellerimi masa örtüsüne sürdüm. Kralın yüzü tiksindiğinde kraliçenin gülümsediğini fark ettim. Kraliçe iyi birisi gibiydi. Belki de o da kraldan nefret ediyordur. Belki de o da kaçmak istiyordur her şeyden. Kraliçe sesli bir şekilde güldüğünde Agatha’da ona katıldı. “Belli ki bazılarımız görgü kurallarını bilmiyor. Onlara umarım en iyi şekilde öğretebilirsiniz kralım.” dedi Agatha ve sandalyeden kalktı. Başını eğerek odadan çıktıktan sonra Violet’de aynı şekilde çıktı. Ben de sandalyemden kalktıktan sonra ablamda kalktı ama kral onu durdurdu. “Sen kalıyorsun Bell. Seninle konuşacaklarımız var.” dedi kral. Ablama baktığımda sen git anlamında kapıyı işaret etti. Arkamı dönerken kraliçenin gülümsemesi kaybolmuştu. Aksine sanki bana yalvarır gibi bakıyordu. Salondan çıktığımda demir kapıların sesi tüm koridoru kapladı. Gözlerimle Faith’i aradığımda beyaz, altın kaplamalı taburede oturmuş beni bekliyordu. Beni görünce gülümseyip yanıma geldi. “Eee ne zaman gidiyoruz?” diye sordu. “Nereye ne zaman gidiyoruz?” dedim. “Eğitim sarayına, işin en eğlenceli kısmı burası. Orada bir sürü arkadaşın olacak.” dedi ellerini birbirine vurarak. “Bugün gideriz, umarım yolu biliyorsundur.” dedim. “Çoktan sana oda hazırlattım.” dedi sırıtarak. Keşke her zaman bende böyle gülebilseydim. Ama hayat bazen önümüze engeller çıkarıyordu. Değil mi? Hayat acımasızdı. Hayat bize istediklerimizi vermezdi.
Kral, Kraliçe ve Bella Kral, Jinx çıktıktan sonra tüm muhafızlara ve hizmetçilere işaret etti ve odadan çıkardı. “Bella, Bella, Bella. Bil bakalım bugün ne yapacağız? Dokuzuncu elementin gücünü bize söyleyeceksin. Yoksa Felix ve Luke’u öldüreceğim. Hem de bugün.” dedi kral. Bella gözlerini kocaman açarak ne yapması gerektiğini düşünmeye başladı. Dokuzuncu elementin ne olduğunu bilmiyordu. Krala babası ve Luke’un yerini söylememişti. Asla söylemezdi. Peki kral bunu nereden öğrenmişti? Kim söylemişti? Jinx asla söylemezdi. Jinx ailesine bağlıydı. Bella’dan daha fazla bağlıydı. Krala hiçbir şey demezse acı çekeceğini biliyordu. Geldiği ilk gün ki gibi kırbaç yemek istemiyordu. Bilmiyordu işte. Neden anlamıyorlardı? Bella arkasına yaslanınca ağzından ufak bir inleme kaçtı. Sırtı yara bere içindeydi. Tüm ailesini korumak için sessiz kalmıştı ve yine öyle yapacaktı. Ne kadar acı çektirirlerse o kadar sessiz kalacaktı. Krala öfkeli bir bakış attı. “Sana bir şey söyleyeceğime ölürüm daha iyi.” dedi krala gülümseyerek. Kraliçe bunun karşısında gözlerinden akan yaşı tutamadı. Kraliçe kraldan ölesiye nefret ediyordu. Ama yakında gerçekler ortaya çıkacaktı. Kral ölecekti. Kraliçe bunu biliyordu. Dokuzuncu elementin ne olduğunu görmüştü. Ama krala asla bir şey söylemezdi. Kraliçe bunların yaşanacağını biliyordu bunun için sessiz kalmayı tercih etti. Kral kızına öfkeyle baktı ve “Götürün, götürün şunu. Akşama kadar kırbaçlayın da aklı başına gelsin.” diye bağırdı. Muhafızlar kapıyı açarak içeriye girdiklerinde Bella’yı tuttular ama dokundukları anda ellerini geriye çektiler çünkü Bella çok sıcaktı. Gücünü kullanıyordu. Bella ellerini açtı ve avuçlarında alev şekil aldı. Krala bakarak öfkeyle bağırdı ve ellerini krala doğru kaldırdı. Ateş Bella’nın ellerinden krala doğru hızla gitti ve krala çarptı. Kral yere düştüğünde karnı alev alev acıyordu. Bella yaptığından keyif alarak krala doğru yaklaştı. Kral büyük bir öfkeyle ayağa kalktı ve kullandığı kara büyü sayesinde kırmızı karanlık ellerinde şekil aldı. Kral yarattığı kırmızı karanlığı ip gibi kullanarak Bella’yı bağladı ve kırmızı karanlıktan dikenler çıkardı. Dikenler Bella’nın kolunu yararken Kral kahkaha attı. “Demek, gücünü kullanmayı öğrenmişsin. Yakında gücün benim için hizmet edecek bunu unutma.” dedi kral ardından muhafızlara götürün anlamında başını salladı. Bella odadan zorla kırbaçlanmaya götürülürken tek isteği krala bunların bedelini ödetmekti. Bella götürülürken çığlıklar attı. İki defa,üç defa, hayır onlarca, hayır yüzlerce çığlık attı babasının duyması için, ama babası gelmedi, gelemedi. Bella acı çekerken babası Bella ve Jinx’i kurtarmak için planlar yapıyordu. Kızları saraya girdiğinden beri saraya girmenin yollarını aramışlardı ama başarısız olmuşlardı. Sarayı koruyan çok güçlü bir büyü kalkanı vardı. Saraya yabancı kimse giremezdi. Luke bile saraya giremiyordu.
Jinx Faith bu kadar inatçı olmasaydı? Eğitim sarayına prenses elbisesiyle gidiyordum. Zaten eğitilecektik, orada savaş kıyafetleri giyecektim. Faith orada çıldıracaktı. Sırıtarak atın üstünde olan Faith’e baktım. Benden biraz öndeydi ama çok da değildi. Benim atımın rengi beyazdı. Luke’un parmaklıkları kesmek için yaptığı ışığı hatırladım. Aynı o ışık gibiydi. Etrafta ağaçlar vardı. Yemyeşil ağaçlar simetrik bir şekilde, yukarıya dönen bir biçimde kırpılmıştı. Yolumuz mermer döşeliydi. Mermerlerin kenarlarında çiçek saksıları vardı. Rengarenk çiçekler, farklı kokular vardı. Eğitim sarayı tam karşımızdaydı. Ah, en sevdiğim renk maviydi ve en sevdiğim çiçek mavi gelincikti. Mavi gökyüzü gibiydi, özgürlüktü. Sarayın girişi kocamandı. Muhafızlar sıra sıra dizilmiş sarayı koruyorlardı. Muhtemelen bir sürü soylu görecektim. Bundan emindim çünkü kılıç sesleri sarayın arkasından geliyordu. Hava kararmak üzereydi. Muhtemelen birazdan biterdi. Eğitim sarayı kocamandı. Muhafızların önünden geçerken kapıyı açtılar. Dışarısı biraz soğuktu ama içerisi sıcacıktı. İçeride de her kapının önünde muhafızlar vardı. Koridordaki duvarlarda tablolar yoktu. Sadece kılıç resimleri vardı. Kocaman bir odanın yanından geçerken odanın içinde bir tablo gördüm. Tabloda bir büyücü ellerini iki yana açmış ve arkasında kocaman bir ejderha vardı. Ejderhalar Aotrix’te yoktu. Ejderhalar genellikle Krixo Krallığı’nda yaşardı. Krixo Krallığı da zaten üç krallığı içinde barındırıyordu. Binlerce ejderha Krixo’daydı. Ejderhalar aslında insandı. Güçleri sayesinde ejderhaya dönüşebilen insanlara ejder denilirdi. Ejderlerinde element güçleri vardı. Tahtadan kılıç işlemeli bir kapının önünde durduğumuzda Faith muhafızlara işaret etti ve kapı açıldı. İçerideki her şey benim odamın aynısıydı. Yatak tam ortada, dolap köşede, ayna köşedeydi. Ve sol tarafta balkon, elbise odası, tuvalet vardı. “Yarından itibaren eğitimin başlayacak. Ablanda koridorun sonundaki odada kalacak. Şimdilik sen uyu.” dedi Faith ardından kapıyı kapattı. Odaya derin bir sessizlik hakimdi. Çok sıkılmıştım. Luke’u özlemiştim. Derin bir nefes alarak en sevdiğim şarkıyı söylemeye başladım.
“Birlikte yaşadık, birlikte öleceğiz. Buluşalım sonsuz ağaçta, sonsuza kadar. Sen ağlayınca tüm gökyüzü ağlar, sen mutlu olunca güneş açar. Sen benimdin, ben senindim. Altımda çimenler, üstümde uçsuz bucaksız gökyüzü.” Luke’la küçükken çoğu zaman birlikte söylerdik şarkıları. Bu şarkıyı da birlikte söylemiştik. Keşke yanımda olsaydı ve birlikte söyleyebilseydik. Dolabın yanındaki pencereden dışarıya baktım. Buda neydi? Duvarlar buradan gözüküyordu ama duvarlarında ötesinde yeşil bir şey tüm sarayı kaplıyordu. Belki de Luke geliyordu. Hayır, şimdi gelmezdi. Odadan çıkıp muhafızlara baktım ve konuştum. “Dışarıda neler oluyor? O yeşil şey nedir?” dedim. “Prensesim, Kral Dean sizi ve hepimizi korumak için dışarıdan hiçbir kimsenin geçmemesi için kalkan ördü. Merak etmeyin hiçbir şekilde kırılamaz.” dediğinde kapıyı kapattım. Luke bu yüzden yanıma gelemiyordu. Demek ki beni bırakmamıştı. Kral korkuyordu. Ama asıl canavarı içeride saklıyordu. Yatağa oturdum ve uzandım. Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Üstüme iyi ki saraydan çıkmadan önce geceliğimi giymiştim. Gözlerim kapandığında rüyamda Luke’u görmeyi diledim. Kim bilir, şimdi ne yapıyordu?
Luke Jinx bir sarayın önünde duruyordu ve koşarak Luke’tan kaçıyordu. Luke, Jinx’in peşinden koşuyordu ama yetişemiyordu. En sonunda Jinx’i yakaladı ama Jinx yere düştü. Jinx ölüyordu. Ağzından kanlar geliyordu. Luke yataktan doğrulduğunda derin nefesler alıp verdi. Jinx gitmişti ve tek başına kalmıştı. Luke, Jinz gittiğinden beri tek başına ormanın içindeki ağaç evde kalmaya başlamıştı. Jinx’i kurtaramıyordu ve bu ona acı veriyordu. Kalbini yakıyordu. Luke, dağılmış sarı saçlarını arkaya doğru yatırdı ve botlarını giydi. Masadaki sürahiden bardağa su koyup içti. Askılıkta asılı olan hırkasını alıp evden çıktı. Evin dışarısı sessizdi. Ormanın derin ve ferah kokusu Luke’u rahatlatıyordu. Luke derin nefesler alarak karanlığa baktı. Kim bilir Jinx ne yapıyordu? Sarayda mutlu muydu? Beni bıraktığı için sevinmiş miydi? Diye düşündü Luke. Keşke bir ailem olsaydı, keşke daha güçlü olsaydım. Her şey benim yüzümden oldu diye içinden geçirdi Luke. Gözleri karanlığa daha fazla daldı ve tedirgin olduğu zamanlarda yaptığı hareketi yaptı. Boğazından çıkarmadığı kolyesini tutuyordu. Kolyesinin ucunda demir bir yuvarlağın içinde aslan simgesi vardı. Felix, Luke’u bulduğunda bu kolye boynundaymış. Ama Luke hiçbir şey hatırlamıyordu. Kimsesi yoktu, yapayalnızdı. Bu hayatta tek başınaydı. Luke dizlerinin acımasını umursamadan kendini yere bıraktı. Luke’un dizleri kanıyordu ama Luke kalbindeki acıdan daha fazla acıttığını düşünmüyordu. Luke’un bilmediği bir şey vardı. Luke’un boynundaki kolye Fealon Krallığı’nın simgesiydi ve iki prensleri vardı. Ama küçük prens abisiyle ormanda yürüyüşe çıktığında tek başına gelmişti.
|
0% |