@huseyinrahmi
|
İlk merdiveni çıktık. Sofayı yürüdükten sonra dar geçide girdik. Bunun sonuna gelince Çeşmifelek cebinden bir anahtar çıkardı. Kapıyı açtı. Yine bir sofaya girdik. Bir merdiven daha çıktık. Bir camlı kapıdan geçtik. Yine bir sofaya geldik. Şeytan, birdenbire durdu. Elimizdeki şamdanın pek iyi aydınlatamadığı duvarlara, esrarengiz birer karaltı içinde görünen kapılara göz gezdirerek hırlamaya başladı. Ruşen, usulca kulağıma: Bu akşam sessiz geziniyorlar. Onları Şeytan hepimizden evvel duyar, dedi. Bizim de beyaz entarilerimiz, kabarık saçlarımız, korkarak desturlarla attığımız ölçülü adımlarımızla perilerden farkımız yoktu. Onlara karışmış gibiydik. Şeytan’ın hırıltıyla hatırlattığı tehlike üzerine hafiften hepimiz “Tur-u kuşiyye” duasına başladık. Bir kilitli kapı daha açıldı. Gölgelerimizden ürkerek yürüye yürüye Kalfa buradaki üç odadan birini açtı. İçeri girdik. İki mum yanıyordu. Odadaki eşya birbirine karışmış, altüst, hep darmadağın olmuştu. Orta yerde bir yatak. Yastıklardan biri çiçekliğin yanına, diğeri pencerenin önüne fırlatılmış. Çarşaf tortop döşeğin ortasında duruyor. Yorgan yüklüğün önüne sürüklenmiş. Testi devrilmiş. Akan sular yatağın etrafını ıslatmış. Pencerelerden birinin iki kanadı birden açılmış, perdesi koparılmış, sarkıyor. Fakat her tarafa bakındık, meydanda Hanımefendi yok. Çeşmifelek, büyük bir telaşla mumu önüne doğru tutarak dışarı çıktı. Diğer odaları, helayı aradı, kimseyi bulamadı. Eyvah, kadınım yok. Dizlerini döverek çırpınmaya başladı. Kadının nasıl kaybolduğuna dair bir emare keşfedebilmek için etrafımıza bakınıyorduk. Yere atılmış bir hırka, yastık üzerinde bir mendil gördük. Kalfa matemli bir sesle: Bakınız arkasından hırkasını da çıkarmışlar. Mendilciği de orada duruyor. Üçümüzü de büyük bir korku ve dehşet aldı. Kadın nereye kaybolmuştu? Demek periler bu evden istediklerini alıp götürüyorlar. Dairenin içini üçümüz birden bir daha dolaştık. Zavallı yok. Gözden kaybolmuş. Yarı can korkusu, yarı da hanıma acımanın tesiriyle hepimiz ağlamaya başladık. Çeşmifelek çırpına çırpına: Oldu mu bize olanlar? Hanımımı götürmüşler. Gözyaşlarımı entarimin yenlerine silerek dedim ki: Zavallı hatunun yüzünü görmedim, ama bu Ne yapalım? Biz de emir kuluyuz. Ben — Hanımefendi’nin ara sıra böyle kaybolup da sonra geri geldiği hiç olmuş mudur? Kalfa — Hayır, kaybolmaya ne lüzum var? Zaten daima perilerle beraber oturuyor. Onu buradan başka bir yere niçin götürsünler? Ruşen — A, olur ya... Olur ya... Belki gezmeye götürdüler; Kafdağı’nın arkasına seyrana çıkardılar. Kadının burada içi sıkılıp duruyordu. Ben — Yok, yok... Ahu Baba’yla aralarında geçen konuşmaya bakılırsa, Gulyabani, zavallı hanımı gezmeye değil, adeta yemeye götürdü zannederim. Ruşen — Öyle de olabilir. Biz, onlar için daima kafeste keklik. Yiyecek başka bir şey bulamazlarsa aç duracak değiller ya... Elbette bizimle geçinecekler. Ben — Bunlar götürdükleri insanların cesetlerinden hiçbir tarafta bir parça bırakmazlar mı? Ruşen — Öldürdükleri hizmetçilerden birinin kemikleri bulundu. Allah rahmet eylesin, pek semiz, yağlı bir kadındı. Testi kebabı yapmışlar. Ben — Pişirip de mi yiyorlar? Ruşen — Aman, her şeyi sorma öyle! Abla, yavaşça açık pencerenin önüne yaklaşıp dışarı bakarak: Bahçede Gulyabani yok. Gitmiş. Kalfa — İnşallah son gidişi olsun. Hanımı da işte o götürmüştür, hiç şüphe yok. Ruşen — Sus Kalfa, sus... Onlara her söz malum olur. Kızarsa şimdi gelir, bizi de götürür. Odanın ötesine berisine göz gezdirirken, o aralık yüklük kapısının önünde bir çift terlik gördüm. Hemen bağırarak: Şurada terlikler var, kimin onlar? Kalfa telaşla: Bizim Hanımefendi’nin. Çeşmifelek koştu, yüklüğü açtı: İşte burada... Burada baygın yatıyor. Zavallının betine benzine bakınız. Limon sarısı kesilmiş. Vah biçare kadıncığım, kim bilir ne büyük korkular geçirerek buracığa sığınmış... Biz de yüklüğün önüne koştuk. Katlanmış iki-üç şiltenin üzerinde beli bükük, başı sarkık vaziyette, evin etiketine uygun olarak beyaz entarili, çözük saçları yarı yarıya ağarmış, tombalakça, kırk beş-elli yaşlarında bir kadın yatıyordu. Vücudunda hareketten eser yoktu. Benzi o kadar uçmuş, sararmıştı ki, diri yahut ölü olduğunu ilk anda anlayamadım. Dişleri birbirine kenetlenmişti. Çeşmifelek, biçarenin sımsıkı yumulmuş ellerini kendi elleri içine alarak açmaya uğraştı. O zaman baygının vücudunda hafif bir ürperti görüldü. Gözkapakları aralandı. Sağ olduğunu anlayarak hepimiz birden bir sevinç çığlığı Döşeği düzelttik. Bu yarı ölü vücudu kaldırarak yatağına naklettik. Sirke getirdik, şakaklarına sürdük. Ağır ağır tekmil vücudunu ovmaya başladık. Yavaş yavaş kendine geldi. Uzun bir ıstırabın can dayanmaz yorgunluğuyla zor kıpırdayan gözlerini aheste aheste açtı. Hepimizi ayrı ayrı süzdü. Sonra bir şeyler mırıldandı, anlayamadık. Şeytan, birdenbire kapıya doğru bakarak hırıldamaya, Şah’ın gözleri ateş gibi parıldamaya başladı. Çok sürmedi, dış sofada bir curcunadır koptu. Hepimizin yüzü hanımefendinin yüzüyle aynı rengi aldı. Ruşen dedi ki: Yine ötekileri hiddetlendirdik. Bu vakitte gezinmemizi hiç istemezler. Hanımefendi’nin yardımına geldiğimize pek kızarlar. Bu kadının eti, kemiği, tekmil vücudu onlarındır. Zavallıyı iyice zapt etmişler. Bu vücuda başka bir el dokunursa kıskanırlar. Besbelli görüşmek istiyorlar. Bizim burada bulunduğumuza öfkeleri işte bundan dolayı. Ben — Peri olsunlar, Gulyabani olsunlar. Ne olurlarsa olsunlar. Hanımefendi onların hepsinin velinimeti demektir. Çünkü cümlesi bu çiftliğe sığınmışlar. Uşak, hizmetçi ne bulurlarsa burada onunla karın doyuruyorlar. Nankörlük lazım değil. Kadıncağıza bu kadar eziyet günahtır. Bu cinler, Ahu Baba’lar için yarın ahrette sorgu sual yok mudur? Bunlar cennete, cehenneme gitmez mi? Cenabı Hak iki gözüm mademki bunları yaratmış, elbette yaptıkları için de bir had, mükâfat, mücazat tayin etmiştir. Dışarda, sanki azgın boğalar böğürüyor, kudurmuş develer homurduyor, filler, aslanlar boğuşuyordu. Korkudan hemen sustum. Şimdi biz baygını bıraktık. Kendi canımızın kaygısına düştük. Çeşmifelek, acele kapıları sürmeledi. Ruşen Abla, cinlerin hiddetlerini teskin etmek için bildiği duaları okuyup etrafa üflüyordu. Bu dualar onları sanki bütün bütün kudurttu. Tos vurur gibi kapıları gümletmeye başladılar. Kalfa da bir müddet duaya katıldıktan sonra: Bu gece dışarıya nasıl çıkacağız? Ruşen — Rabbim bize acısın, yardımcımız olsun. |
0% |