@huseyinrahmi
|
Kalfa orta katta kaldı. Biz Ruşen’le taşlığa indik. Odalarımıza çekildik. Bütün garabetleri arasında bu perilerin bir âdeti pek ziyade tuhafıma gidiyordu. Dört candan ibaret bulunan harem halkının toplu olarak bir odada yatmasına acaba neden razı olmuyorlardı? Kendileri toplanıyorlar da her nedense insanların toplanmasından hoşlanmıyorlar. Bizi birer birer boğmak daha kolay olacağı için mi bu ihtiyatlılığı gösteriyorlar? Kapımı sürmeledim. Döşeğimi serdim. Kandilimi yakıp yattım. Fakat uyumak ne mümkün? Samsam’ın o tüylü suratı, cam gibi parlayan korkunç bakışı gözümün önüne geliyor. Hanımefendi’ye ettikleri, “Gara... Ron... Ron... Bom... Bom...” diye korkunç konuşma hâlâ kulaklarımda çınlıyordu. Kadın bu korkunç lisanı hangi bilinmez mektepten, hangi sihirli kitaptan tahsil etmişti? Zavallının bu kadar elim gariplikler ve tam bir esaret içinde yaşadığı halde nasıl olup da bütün bütün çıldırmayarak o yarım aklını hâlâ muhafaza edebildiğine şaşıyordum. Bir gün gelip de bu uğursuz yerden benim için kurtulmak mümkün olursa, bu gördüklerimi kimseye söylemememi sıkı sıkıya tembih ediyorlardı. Ne beyhude nasihat... Bu şeyler kime söylenir? Söylersem zırdeli diye beni hemen tımarhaneye kaparlar. Merdivenlerde bir koşuşma oldu. Aman yine başlıyorlar, dedim. Ben de titremeye başladım. O akşama kadar perilerle olan yakınlığım hemen hemen uzaktandı. Fakat bu gece yüz yüze gelecek bir devreye girdi. Onları bu gözlerimle, Ruşen’i, Çeşmifelek’i görür gibi şüphe götürmez, hakiki bir açıklıkla görmüştüm. Başka gecelere nispeten korkum kat kat arttı. Şimdi o tüylüler pencerelerin önüne, odanın etrafına dolarlarsa ne yaparım? Hanımefendi gibi lisanlarını bilmiyorum ki yalvararak şerlerinden kurtulayım? Gürültü yine azdı. Güzel bir erkek sesiyle bir mâni başladı. Güftesi açık Türkçeydi. Şöyle bağırıyordu:
Ah Samsam seni Bu gece sarsam seni Kucaklamakla doyamam Hap gibi yutsam seni.
Zampara ağızlı bir mâni. Fakat o sonundaki yutmak pisboğazlığı, sevgilisini çiğ çiğ yemek oburluğu böyle tabiat fevkinde hallere kadar bir cin ağzından çıksa da hiçbir sevgili için hoşa gidecek bir şey değildi. Cin hazretleri acaba bu çapkınlığı kime yapıyor? Herhalde bana olmamalı. Çünkü benim izdivacıma onlardan bir talip çıksaydı Hanımefendi’nin odasındayken cinlerin elçisi Samsam geldiği vakit elbette buna dair bir haber getirirdi. Galiba bir delikanlı peri, kendi cinsinden bir hanıma cin usulünce ilanı aşk ediyor, dedim. O, benim kalbimden geçen bu gizli suali keşfetmiş gibi yine mâni makamıyla şöyle cevap verdi:
Yandı sana yüreğim Muhsine, ah meleğim Tahammülüm kalmadı Aç yorganı gireyim.
Bu ilanı muhabbetin kendime olduğunu anlayınca bütün damarlarım korkudan şahlandı. Her tarafım birden trampet gibi atmaya başladı. Bu cüretkâr âşığın acele teklifine karşı yatağın içinde döndüm, döndüm, sırığına sarılan kapı perdesi gibi yorganın ortasında adeta sımsıkı bir tomar oldum. Sevdası taşkın bu kudurmuş cine karşı kullanacak yorgandan başka bir müdafaa vasıtam yoktu. Bu belalı sevdalı, mâninin üçüncü parçasına girişti:
Korkma benden güzelim Çık bahçeye gezelim Dünya gamını unut Gel hemen sevişelim. Benden evvelki hizmetçilerin niçin boğulduklarını şimdi anladım. Her korkuya, her kazaya, belaya göğüs germek mümkündü, ama perilerin böyle mâni makamıyla sevda felaketlerine uğramak, ırza, namusa saldırışlarına çaresiz razı olmak, bu tasavvur olunabilen her türlü belaların üstünde bir dehşetti. Küstah sevdalım, ateşli bir sesle Âşık Ömer gibi bir iniltiyle yalvarmaya girişti:
Garibinim Şahsenem Kara gözlü Muhsinem Sade öpüp dişlerim Billahi seni yemem...
İlk oburluğuna şimdi pişman olarak beni yemeyeceğine yemin ediyordu. Ama kim inanır? Korkumdan yalnız yorgana değil, mümkün olsa altımdaki şilteye, döşeğe de sarılıp dürülerek kaplumbağa gibi bir tarafımı dışarda bırakmayacaktım. Birdenbire gürültü kesildi. Harap köşkün bütün boşluğu derin bir sükûta daldı. İçimden yana yana: Oh. Yarabbi şükür, diyerek dualar okumaya başladım. Ter buram buram her tarafımdan sızıyor, yorganın içinde nefes alamıyor, boğuluyorum. Azıcık açılsam âşık perinin, “Aç yorganı gireyim” yalvarışına uymuş olacağım. Cin hemen koynuma giriverecek zannediyorum. Nefes alamaz ve tahammül edilemez bir haldeki bu
Zım zım da zım zım Zım zım da zım zım.
Bu saz nağmesi başladıktan sonra yine o deminki ses:
Ben periyim sen insan Muhabbetime inan Gel, itaat et, inat etme Olursun sonra pişman Zım zım da zım zım Zım zım da zım zım.
Aman Allahım, yer yarılsa da ta bulunmaz derinliğine kadar geçsem. Peri yaklaştı, yalvarış sıklaştı. Derhal yine başımı çekip büzüldüm. Zımbırtı devam ediyor, fakat ben yorganın altında koşma mıdır, mâni midir nedir, bu beyitlerin manalarını anlayamıyordum. Eyvah, pek müşkül mevkide kalmıştım. Perinin âşıkane tehditlerini işitmek de
Sen bize hoş bakmadın Tütsümüzü yakmadın Hani ya şerbetimiz Bizden niye korkmadın? Zım zım da zım zım Zım zım da zım zım.
Bu kabahatimi yüz bin kere itiraf ederim. Ne diye tütsülerini, şerbetlerini bu akşam vermedim? Geldim geleli hakkımda ihmalli davranıyorlar, böyle şiddet göstermiyorlardı. Bir kabahatle işin bu kadar kötüleşeceğini nereden bileyim? Bu kusurumu nasıl affettirmeli? En ziyade beni korkutan şey sesin yüklükten gelmesiydi. Demek ben Hanımefendi’nin odasındayken peri gelip yüklüğe gizlenmiş. Fakat nasıl olur? Döşeğimi almak için yüklüğü açtığım vakit içinde kimsecikler yoktu. Böyle eli tamburalı bir mahluk bulunsaydı göremez miydim? Cin, peri pazarı bu. Onlara kilit, kürek olmazmış. Canları nereye isterse girip çıkarlarmış. Dehşet mi dehşet... Birdenbire perinin sazında bir şiddet peyda oldu. Nağmenin perdesi yükseldi.
Aşkından inliyorum Çık döşekten diyorum Kucağım açık kaldı Çabuk ol, bekliyorum. Zımmm zımmm da zımmm zımmm Zımmm zımmm da zımmm zımmm.
Bu perinin elinden nerelere sığınayım Yarabbim? Vücudum baştan aşağıya titriyordu. Artık nezaket haddini aşan bu âşıkane davete ne kuvvetle karşılık vereceğim? Perinin hiddeti gittikçe artıyordu:
Naza yoktur yüzümüz Dinlenmeli sözümüz Biz ne canlara kıydık! Seni de öldürürüz! Zımmm zımmm da zımmm zımmm Zımmm zımmm da zımmm zımmm.
Odanın hafif bir kandil ziyasıyla gölgeler oynatan loşluğu nazarımda dipdiri bir dehşet kesildi. Yine yorganın siperi altına çekildim. Yüklükte gürültü azdıkça azdı. Artık bu tehditkâr beyitleri bir müddet dinlemedim. Üzerime peri ağırlıkları çöküyor, yorganımın içinde beni oradan buradan didikliyorlar, çimdikliyorlar zannediyordum. Bu kadar korkuya bir insanın tahammül derecesini tecrübe ederek hayrette kalıyordum. Ben şimdiye kadar niçin bayılmadım? Niçin ölmedim? Tamburanın zım zımı duvarları inletiyor, kızgın peri bir boğa gibi bağırıyordu. Bu besteli, güfteli tehditlerin meallerini dinlemek bir bela, dinlememek daha fena... Öleceksem bari etrafımda neler olduğunu görerek, bilerek öleyim dedim. Başımı yine çıkardım. Azgın âşık, bu insan yiyici muhabbetinin son şiddetli mısralarına gelmişti:
Gamgam’a söyleyelim Haydi hücum edelim Bizden hiç de korkmuyor Şu kahpeyi yiyelim.
Vücudumdaki terler şimdi soğudu. Kendimi yorganın içinde buz cenderesinde zannediyordum. Perilerin işkenceleri üzerimde bilfiil başlamış gibi inleyerek döşeğin Laro... Gara... Goron... dedi. Bu manasız heceler, bunları ilk defa işittiğimden belki bin defa daha dehşet verici bir tesirle beynimde öttü. Dimağımı zedeledi. Ben, derece derece uyuşuyor, kendimden geçiyor, hiçliğe gömülüyordum. Adeta bütün zerrelerim havaya dağılıyor, eriyor, bitiyordu. Bütün asabımın, hayatımın üzerine yokluk sisleri çökmeye başladığı bu sırada bir takırtı daha oldu. Baktım, yüklüğün kapısı kapanmış, zebani çekilmiş. Bir iki geniş nefes almaya uğraşarak: Oh, dedim. Galiba bu kadar tehdidi kâfi gördüler.
|
0% |