Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm: Muhsine’ye Olan Aynen Hasan’a da Olmuş

@huseyinrahmi

Gözlerimi açtığım zaman perdeleri güneşin ışıklarıyla büsbütün şen, aydınlık buldum. Vücudum o gece yüz sopa yemiş kadar kırgındı. Zahmetle döşeğimin içinde doğrularak bana azap yeri olan odamın köşe bucağına bir göz gezdirdim. Her şey yerli yerindeydi. Merakım yüklükte kaldı. Yüklüğün kapısını açtım! İçerisini dikkatle muayene ettim. Yüklüğün tavanı, kenarları gayet sağlam. Bir çivi, bir kıymık parçası bile yerinden oynamamış. Hiç delik deşik yok. Her tarafını yokladım. Taş gibi sağlam. Oda kapısına baktım. İçerden sürmeli duruyor.

O uğursuz peri yüke nereden geldi? Bunlara karşı kapının, bacanın, kilidin, sürmenin hiç para etmediğini artık anladım. Beni gece koruyan muskamı boynumdan çıkarıp öptüm. Duvardaki levhaya şükreden gözlerle baktım.

Bunların kutsal tesirleriyle o gece perinin âşıkane
taarruzundan kurtuldum. Fakat o cüretli perinin rivayetine nazaran muskayla levhanın koruyucu tesirlerinin hükümsüz kaldığı anlar, saatler de varmış. O zaman ne yaparım?

Herkes kalktı. Günlük işlerimizle uğraşmaya başladık. Bu gece uğradığım korku verici hali Kalfa’yla Abla’ya anlatayım mı? Onların da birer peri âşıkları varmış. Çeşmifelek neyse ne... Ama Abla’nın sevdalısı olan peri, acaba o da iyi saatte olsunların zenci cinsinden midir? Köşkün erkek cinleri sevda hususunda pek müşkülpesent görünmüyorlar. Allah yardımcım olsun. Bunların muhabbetleri pek öyle hoşa gider bir şey değil. Sevdiklerini çarparak zavallı Hanımefendi gibi edip bırakıyorlarmış. Yarabbim aklım, ırzım sana emanet! Sen beni bu belalı köşkten hayırlısıyla kurtar. Ev sahibi o bedbaht kadını da...

Burada itirafından sıkıldığım bir zaafımdan bahsedeceğim. Allah’ın bildiğini kuldan ne saklayayım? Akşamki delikanlı perinin o büyüleyici bakışları kalbimde ona karşı bir meyil uyandırdı. Ne olurdu Rabbim, bu bir
insanoğlu insan bulunaydı da bana kocalığı kısmet olaydı. Beni efsunladı mı ne yaptı? Kollarını açıp da baygın nazarlarıyla beni kucağına davet ettiği o âşıkane tavrını bir türlü aklımdan çıkaramıyorum. Bir periyle sevişmek pek tehlikeli bir macera olmakla beraber, kim bilir insana ne büyük bir haz ve sefa bahşedecek. Bu saadet dünyada pek az kadına nasip olur. Bir peri insana nasıl diller döker? Kendini sevdirmek için ne türlü âşıkane tavırlar takınır, saldırılar yapar? Zihnimden bu düşünceler geçerken:

Hay deli kahpe, hiç ecinni sevilir mi, diye kendimi azarlayarak başımı yumruklamaya başladım.

Ben çıldırıyor muydum? Böyle düşündüğüm için yoksa çıldırmış mıydım? Ah, o bana söyledi. “Benim büyüleme gücüme, âşıkane zaptıma bir kere düştün. Artık kurtulamazsın,” dedi. Bir peri sevdazedesi olup da artık ömrümün sonu tımarhanelerde mi geçecekti?

Okudum okudum, etrafıma üfledim. Tanrı’nın yardımına sığındım. Bu peri için yüreğimde derece derece şiddetlenen muhabbete rağmen dedim ki:

Peri ne kadar yalvarsa tılsımı benim elimde. Boynumdan muskayı çıkarmam ki...

Böyle bir zayıf anın, imkânını düşünerek Allahıma yalvardım:

Sen beni şaşırtma, duasıyla çok yalvardım.

Aklıma bir şey geldi. Acaba çiftlikte Hasan isminde gece bana görünen peri kılığında bir delikanlı var mıydı? O günkü garip bir tesadüf bu şüphemi kesin olarak halletti.

Mutfak bacasının birçok yerlerinden sıvaları düşmüş, tencerelerin üzerine topraklar dökülüyordu. Biraz tamire lüzum görülmüştü. Biz mutfakta Abla’yla çalışırken
bahçe tarafından kapı vuruldu. Ruşen’in hatırlatması üzerine kapıyı açtım. Ellerinde birer küfe harç, iki erkek içeri girmek istiyorlardı. Ruşen:

Biz başlarımızı örtelim de gelsinler, dedi.

Örtündük. Erkekler girdiler. Bir de ne göreyim? İçeri girenler bir duvarcıyla beraber, gece bana gelen peri Hasan değil mi? Helecandan dizlerimin bağı çözülmeye, gözlerim kararmaya başladı. Duvara tutunmasaydım düşecektim. Evet, Hasan!.. Yüklüğün içinden yana yakıla bana ateşli ilanı aşk eden o güzel delikanlı. Dizlerinde sarı aba potur, arkasında kırmızı basma mintan. Aynı aynına geceki şekil ve kılıkta. O tatlı bakış, o cazip tebessüm, o yiğitçe tavırlar, hep o... Peri olsun, insan olsun, ne olursa olsun. Ayrı ayrı doğmuş iki fert birbirine bu kadar benzeyemez. Kendi kendime:

Bunda bir iş var. Ya bu akşam bana görünen peri insandır. Yahut ki bu Hasan peridir. Bunun ikisi mümkün değil ayrı ayrı birer şahıs olamaz. İnsansa her tarafı sımsıkı, çivili, sağlam bir yüklükten gece nasıl meydana çıktı? Periyse, insanlar arasında insani bir hayat tarzıyla nasıl yaşıyor? dedim.

Bu muammanın katiyen çözümüne kadar ben meraktan ölecektim. Geceki âşıkane yalvarışına karşı kendimde uyanan meyil, Hasan’ı öyle poturuyla, mintanıyla, o büyüleyici bakışıyla gözlerimin önünde hakiki bir şekil ve maddiyette bulunca büsbütün kuvvetlendi. Şimdi şiddetle merak ettiğim bir ikinci nokta vardı: Bana âşık olan peri Hasan’ın bu insan kılığında da benim için bir muhabbeti var mıydı? Ona tıpatıp benzer olan perinin hakkımdaki aşkıyla, bu delikanlı, bu insan Hasan da duyuyor muydu? Bunu anlamak için çıldırıyordum.

Ruşen Abla’nın sebze soymakla, duvarcının ocağın sıvalarını muayene etmekle meşgul olduğu bir sırada Hasan bana gözünü dikti. Dikkatle baktı. Bu bakış yine o geceki büyüleyici bakıştı. Tatlı bir helecanla yüreğimde sıcak bir şeyin fıkırdadığını hissettim. Elimde olmadan gözlerim süzüldü. Hasan’ın bu âşıkane bakışına hafif bir tebessümle karşılık vermekten kendimi alamadım. O da baygın baygın gülümsedi. Şüphem kalmadı. Bu delikanlıyla aramızda kalpten kalbe bir muhabbet cereyanı vardı.

Duvarcı ustası elindeki malayla sıvanın çürük kısımlarına vurup vurup düşürüyordu. Hasan’a döndü:

Haydi bahçeden merdiveni al da getir, dedi.

Hasan bu fırsatı ganimet sayarak bana hitaben:

Merdiven büyüktür, yalnız zor gelir. Hemşire beraber gel de getirelim, teklifinde bulundu. Ben biraz şaşalayıp kaldım. Ruşen bu tereddüdümü görünce:

Haydi kız, beraber git. Hasan’dan ne sıkılıyorsun? O senin kardeşin, azarıyla beni yardıma yolladı. Bu
delikanlının adının Hasan olduğunu bir başka ağızdan da işitince büsbütün tuhaf bir hale uğradım. Arkasından yürüdüm. Bahçeye çıktık. Bir kısmı iri ağaçların gölgelerine gömülmüş koca, ıssız bahçe. Merdiven hayli uzaktaymış. Yan yana giderken göz ucuyla Hasan’a bakıyordum. Yüzü gecenin loşluğuyla seçemediğim pembe bir tazelikle güleç, koyu kumral bıyıkları gür bir çift kaş kadar dudak üstlerini süslemiş, ağzı, burnu biçimli, mert bakışlı, aslan gibi bir delikanlı. Yüreğim içimde hop hop oynuyordu.

O da beni geceki haline benzer tutkun bir nazarla gizli gizli süzüyordu. Birdenbire durarak sanki her kelimesinden muhabbetler dalgalanan bir sesle dedi ki:

Muhsine Hanım, senden bir şey rica edeceğim. Doğru söyler misin?

Titrek bir sesle cevap verdim:

Söylerim. Ben zaten yalandan hoşlanmam.

Sen evvelden peri miydin, yoksa bu köşke geldikten sonra mı karıştın?

Ben ne evvelden periydim ne de elhamdülillah buraya geldikten sonra onlara karıştım.

Ya nasıl oluyor da dün gece odamın kapısı sürgülü olduğu halde yüklüğün içinden çıktın?

Bu acayip suale karşı kendimi tutamayarak bağırdım:

A, ben mi?

Evet, sen...

Aman hayırdır inşallah. Rüya görmüş olmayasın?

Hayır, rüya değil. Evvela bana gözükmeden yüklüğün içinde saz çaldın. Birçok beyitler okudun.

Hayretimden boğulacağım. Ben ömrümde elime saz almış bir kadın değilim. Hem kadın kısmı tambura çalar mı?

Ne güzel çalıyordun. Hâlâ sesi kulaklarımda duruyor.

Hay bütün belalardan sen sakla Yarabbim... Ne garip bir hal.

Evvela saçları burma burma yılanlara benzeyen çirkin, korkunç bir cadı şeklinde göründün. Beni dehşetten titrettin. Sonra şimdiki gibi güzel bir kadın simasına girdin. İşte arkanda yine bu beyaz entari vardı. Birtakım diller dökerek beni kandırmaya uğraştın. Ayıp değil ya... Serde delikanlılık var. Ben de dayanamadım, seni döşeğime davet ettim. Sonra boynumdan muskamı çıkarmamı, duvardaki levhayı kaldırmamı teklif ettin. O zaman senin güzel bir kadın kılığında kuduz bir cin olduğuna şüphem kalmadı. Seni kovdum. Sonra, “Yarın akşam yine gelirim. Sana ilgi duyuyorum, artık elimden kurtulamazsın,” tehditleriyle ortalık ağarmakta olduğu için çekilip gittin...

Vallahi şaşkınlığımdan şimdi öleceğim. Kardeşim, Hasan, sözlerime emin ol. Ben öyle sevdamı bildirmek için gece uşakların odasına gidecek namussuz bir kadın değilim. Dur, daha tuhafı var. Sen de biraz beni dinle. Söylemeye pek sıkılıyorum, ama ne belalara uğramakta olduğumuzu bilmen lazım. Çaresiz kaldım da işte onun için anlatıyorum. Dün gece sen de benim odama geldin.

Hasan, derin bir hayretle gözlerini açıp:

Ben mi?

Evet, sen... İşte aynen bu potur, bu mintanınla...

Pek yanılıyorsun.

Hiç yanılmıyorum. Rica ederim dinle.

Beni gece haremde kadınların odasına girip saldıracak kadar adi, namert bir adam mı zannediyorsun?

Benim ne zannım para etmez. Ben sana hakikati anlatıyorum. Eğer dün geceye kadar selamlıkta sana benzer, Hasan isminde bir delikanlı bulunduğundan haberim vardıysa iki gözüm su gibi önüme aksın... Allah’ın gazabına uğrayayım...

Beni çıldırtacaksın.

Beynim içinde pireleniyor. Benim de çıldırmama bir şey kalmadı. Yahut ikimiz de çıldırmışız da haberimiz yok. Dün gece seni o kadar ayan beyan gördüm ki eğer ressam olaydım, bütün hatlarınla resmini çizerdim.

Of, meraktan biteceğim.

Dinle kardeşim, dinle. Sen de evvela bana insanla canavar arasında pek korkunç bir şekilde göründün. Tambura çaldın. Yarısı âşıkane, yarısı yamyamca, kafiyeleri bozuk mâniler söyledin. Korkudan ölüyordum. Sonra muskamla levhayı odadan çıkarmamı teklif ettin. O zaman bütün bütün dehşete düştüm. Senin cin olduğundan şüphem kalmadı. Ortalık ağarıyordu. “Allah’ın gecesi çok, yine gelirim,” dedin, çekilip gittin. Kuzum
Hasancığım, bir daha gelirsen o kadar korkutma. Dehşetten bayılır, belki bir daha ayılmam.

Söylediğin lakırdıya bak. O benim elimde mi? Sana gelen ben değilim diyorum. İnanmıyor musun?

Bu evin perileri de, insanları da pek acayip. Hepsi birbirine karışmış. O gelen sen değilsen mutlaka senin perin olacak.

Besbelli.

Perinle münasebette bulunuyorsan ona söyle, bana o kadar işkence etmesin. Hem bir daha gözükmesin.

Bunda benim hiç kabahatim yok. Ben o alçağa nerede tesadüf edeceğim? Bana gözükmüyor ki...

Sana ne kadar benziyor... Görsen şaşırır, sen o musun, yoksa o sen midir, katiyen fark edemezsin, kendini kaybedersin.

Vay melun vay!.. Benim ağzımdan sana “âşıktaşlık” ediyor ha?

Aman melun deme. Belki kızdırırsın, sonra bana etmediğini bırakmaz.

Ben de senden rica ederim. Geceleri odamda yüklüğümün içinde meydana çıktığın vakit vücudunun en güzel yerlerini açıp bana gösterme. Erkeklik halidir bu. Belki dayanamam da bir günaha girerim.

Sus, ağzına biber doldururum. O nasıl lakırdı? Beni başı açık fahişe yerine mi koyuyorsun?

Estağfurullah Muhsineciğim. Senin ne kadar namuslu bir kadın olduğunu halinden anlıyorum. Sen buraya geleli hayli vakit oldu, eteğinin ucunu bile bir erkeğe göstermedin. Beni affet... Benim bu sözlerim, senin perin olan o kaltağadır. Yosma o kadar sana benziyor ki şaşırıp aldanmamak mümkün değil. Ben de ressam olaydım, senin en gizli yerlerinin tıpkı tıpkısına şurada haritasını çizerdim.

Yerin dibine girsin utanmaz kahpe...

Sen de perin için fena söz söyleme. Kızarsa sonra beni kim bilir ne belalara sokar.

Böyle arlanmaz bir perim olduğu için karşında utancımdan yerin dibine geçiyorum. Ne hayâsız karıymış o. Yanına ilk çıkışında soyunup her tarafını sana göstermiş. İlahi, yaşı yerlerde sayılsın. Namusumu bir paralık etti. Ona bakıp da sakın beni hafifmeşrep bir kadın zannetme.

Böyle bir zanda bulunamayacağıma dair demin sana kesin söz vermedim mi?

Şakaya gelmez, ırzdır bu. Belki görünüşte öyle söylersin de içinden yine şüphe edersin.

Korkma, etmem.

Senin perin de az sırnaşık utanmazlardan değil ha... Sözüme gücenme. Perine söylüyorum. O edepsizler şeklen bize tıpkı benziyorlar, ama elhamdülillah, ahlakça bizim onları zerre kadar andırır bir yerimiz yok. İşte ben de görüyorum. Sen de gayet mert bir çocuksun. Onlar ne rezalet ederlerse etsinler, bundan bize bir utanç gelmez. Biz ikimiz, dünya ve ahret, kardeş olalım.

Hasan bu son teklifime karşı derin bir sükût gösterdi. İçimden:

Acaba beni hemşireliğe kardeşliğe kabul için utanıyor mu, dedim.

Bir ağacın önüne yan uzatılmış merdivene yaklaştık. Hasan merdivene elini uzatmazdan evvel biraz mahcup, dalgın bir tavır alarak:

Sana söyleyecek son bir sözüm var. Bunu kalbimden kopan bir hakikat olarak kabul et.

Yüreğimi bir gümbürtü aldı. Kıpkırmızı kesildim. Dinliyordum. Hasan devam etti:

Senin perinin bana karşı gösterdiği dilbazlığa ben fena halde kapıldım. Gönlümde sönmez bir ateş alevlendi. O hayalet gözümün önünden gitti ama bu yanma ebedi. Seni çıldırasıya seviyorum.

Hasan’ın bu itirafından o kadar memnun oldum ki, sanki o anda göğsümün bütün uzuvları bu büyük saadetin verdiği inbisatla şişti. Sevincimden nefes alamaz bir hale geldim. Lakin kadın olduğum için bu itirafa karşı hemen sırıtıvermeyerek ciddi bir vaziyetle nazlanır gibi görünmek lüzumunu hissettim. İffetli bir vakar takınarak dedim ki:

Hasan, ağzından çıkanı kulağın işitsin... İffetinden şüphe edilir bir kadın olmadığımı sana kaç defa tekrar ettim. Perimin hayâsızlığından cesaret alarak bana karşı bu ağızlara kalkışma, rica ederim...

Affedersin, sana fena bir ağız kullanmadım. İffetini ben senden ziyade takdir ettiğim için sana olan muhabbetim daha ziyade büyüdü. Allah’ın emri, peygamberin kavliyle izdivacına talibim. Reddetme, beni öldürürsün. Köy delikanlıları mert oğlu mert ve sözlerinin eri olurlar.

Bu cümleleri öyle bir saflıkla söyledi ki, duyduğum saadet duygusundan ağlamaklı oldum. Fakat sözü yine şakaya bozarak:

Aman Yarabbi... Sen de tıpkı perine benziyorsun. O da akşam bana işte böyle yeminle izdivaç teklifinde bulundu.

Hasan birden parlayarak:

Sakın benden başkasına izdivaç vaadinde bulunma. Peri olsun, her kim olursa olsun, yalnız onu değil, bütün dünyayı yakarım.

Artık dayanamadım:

Mert çocuk... Bir kadın için itirafı müşkül olmakla beraber söyleyeyim ki akşam senin perine karşı şiddetli bir meyil de bende uyandı. Aynı macera, aynı tecelli, aynı garip hal ikimizde birden olmuş.

O, hemen ağzımı tutmak için elini uzatarak:

Söyleme, söyleme... Perim değil ya, kim olursa olsun, bir diğeri hakkında ağzından “meyil” sözünü işitmek istemem... Ben seni perimden değil, gözümden bile kıskanıyorum. O alçağın benim şeklime girerek seni baştan çıkarması ihtimalini tasavvur ettikçe beynim yanıyor.

Siz erkekler ne kadar bencil oluyorsunuz? Ya ben seni kendi perim olan o kahpe karıdan kıskanmaz mıyım? Kaltak ne kadar da oynak, ne kadar da dilbazmış... Ya bu gece yine karşına gelir de soyunup dökünerek, arzulu nazarını celbe uğraşırsa sonra belki beni bırakıp onu seversin.

Elmasım, bunu hiç merak etme. Sen tıpkı osun. Aynen birbirine benzeyen iki kadından namuslusu, iffetlisi dururken niçin hayâsızını tercih edeyim?

Onun sana o kadar açık saçık görünmesini istemem.

Öyleyse emret. Gece karşımda göründüğü zaman o yellozun göğsüne bir tabanca sıkayım.

Yok, yok, olmaz... Sonra o dişi perinin erkeğini kızdırırsın belki. O da gelip beni vurur. Hem bu erkek, kadın iki periyi birbirimizden kıskandığımız gibi onların da aynen birbirlerinden bizi kıskanmadıkları ne malum? Hasan, bu bizimki pek belalı bir muhabbet. Biz yalnız kendi kendimize kalsak âlâ. Fakat aşkımızın arasında böyle dolambaçlı, erkekli dişili iki peri vücudu bulundukça bir şaşırmaya uğramak tehlikesi bizim için her zaman var. Rabbim saklasın.

Zannederim ki ben seni alınca sana gelen erkek peri de bana görünen kadın periyi alır, bu suretle tehlike kalmaz.

Bu belalı köşkten kurtulup da birbirimizi nasıl alacağız.

Orası bana ait bir keyfiyet. Sen yalnız bana varmaya söz ver. Ötesi kolay. Söz veriyor musun?

Veriyorum.

Ama benim sözüm şaka değildir. Her ne müşküle tesadüf edersek, yılmayacağız. Ölüm var, ayrılık yok.

Ben de tekrar ettim:

Ölüm var, ayrılık yok...

Dönüşümüzün uzamasından meraka düşmemeleri için başından, ucundan merdiveni tutup mutfağa girdik.

Loading...
0%