Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm: Kanlı Bir Dövüş

@huseyinrahmi

Döşeğime girdim. Fakat uyumak mümkün olmuyordu. Elimde olmadan zihnim, hep halatı dikiş iğnesinden geçirmekle, suyunu dökmeden kuyuyu baş aşağı etmekle, saymadan bir tepsi pirincin kaç tane olduğunu keşfe uğraşmakla, torununun memesini emerek büyüyen
büyük validenin yaratılma imkânına bir çare düşünmekle meşguldü. Bir tabip muayene etse, o gece aklımda mutlak yüzde otuz beş-kırk bir noksan, beni aklı başında olanlardan ziyade divanelere yaklaştıran fevkalade bir azalma bulurdu.

Şimdi perilere alışmış, onlara karışmış gibiydim. Hele bu akşamki imtihanda adeta yüz göz olduk. Bana yardıma gelen peri kimdi? Demek onların içinde beni de düşünen, koruyan vardı. Bu, sakın Hasan’ın perisi olmasın?

İmtihan meselelerinin zihnimdeki çatallığı çutallığı, şuur yıkıcılığı içinde Hasan’ın hayali bir ümit ve emel nuru gibi dolaşıyordu. Fakat ben bir daha onu nerede görebilecektim? Mutfak tamiri gibi bir fırsat her zaman ele geçer mi? Demir kapılarla kapalı bir hisar içinde gibi yaşıyorduk.

Bu akşam bizimle beraber periler de yorulmuş olmalı ki, ortalıkta çıt yoktu. Döşekte içim geçmekteyken hafif hafif oda kapıma vurulur gibi oldu. Hemen davranıp kulak verdim. Tıkırtı gayet çekingen bir şekilde tekrar etti.

Of, yine periler mi? Bu akşam da mı rahat ve huzur yok? Fakat bu gelen, perilerin terbiyeli takımından olacak ki, çekingen davranıyor. Kalktım, kulağımı kapıya verdim. Bir daha tıkırdadı, sordum:

Kimdir o?

Benim!

Sen kimsin?

Hasan!

Hakikaten ses, onunkine benziyordu. Yüreğim birkaç defa hopladı. Lakin böyle bir sesle, Hasan’ın hüviyetine itimat edemedim. Tekrar sordum:

Sakın sen cin Hasan olmayasın?

Hayır, Hasan’ın kendisiyim.

Korkuyorum Hasan. Senin hakikaten insan Hasan olduğuna nasıl inanayım?

Kapıyı açınca içeri gireceğimi göreceksin. Peri olsam levha, muska bulunan bir odaya girebilir miyim? Çabuk aç, tehlikedeyim.

İnsan olsun, cin olsun, Hasan” namında bir deli­kan­lının tehlikede kalmasına bir türlü gönlüm razı olmadı. Hemen başımı örttüm. Her türlü tehlikeyi göze alarak kapıyı açtım. Hasan içeri girdi. Kapıyı tekrar sürme­ledik.

Bu süratli girişiyle onun peri olduğuna dair şüpheye mahal kalmadığını anlayarak birden ferahladım.

Minder üstüne karşı karşıya oturduk. Helecanımızın şiddetinden ikimize de tutukluk gelmişti. Ben bu dilsizliği dağıtmaya uğraşarak:

Nasıl ve niçin geldin?

Seni merak ettim.

Neden?

Bu akşam haremin iç bahçesinde düdükler, davullar çalındı, horalar tepildi. Sizin oraya çıktığınızı biliyorum. Odana sağ salim dönüp dönmediğini anlamaya geldim.

Ee, içeriye nasıl girebildin?

Bir ağaca çıkarak harem bahçesine atladım. Bahçede gündüz seninle mutfağa getirdiğimiz merdiveni buldum. Onu köşke dayayarak orta kattaki pencerelerin birinden içeri girdim...

Yolda hiç periye falan tesadüf etmedin mi?

Hiç.

Çok cesaretlisin maşallah Hasan.

Biz böylece ancak bir iki lakırdı eder etmez, dışarda merdivenlerde bir iki tıkırtıdan sonra cin gürültüleri başladı. Hayvanatın her türlüsü ötüyor, böğürüyor, kişniyordu. Onlarla hayli zamandır olan tanışıklığıma rağmen yine betim benzim attı. Fark olunacak derecede titriyordum. Hem bu defaki korkum yalnız kendi canım için değil, daha çok sevgili Hasanımı düşünüyordum. Onun, benim yanımda olduğunu anlarlarsa kim bilir ne yaparlar, ne türlü cezalar vermeye kalkarlardı.

Hasan bu fevkalade korkumu gördü. Hemen belini açıp enli kuşağı içinden bir tabancayla bir koca kama göstererek:

Ben buradayım, ne korkuyorsun? Vallahi hepsinin canına okurum...

Aman Hasancığım, hiç perilere karşı kama, tabanca para eder mi?

Pekâlâ eder. Fakat vurmasının yolunu bilmeli.

Sen bir kişisin, onlar kim bilir kaç ecinni.

Kaç olursa olsun. Muskalı bir insan yüz cinle baş eder.

Ah, cahil çocuk ah... Hayatımın artık sana bağlı olduğunu bilmiyor musun? Böyle başkaldırmakla olmaz. Sakın kendini tehlikeye koyma. Bize saldırırlarsa onları ricayla, tatlılıkla savalım.

Duvarda levha, üzerimizde muskalarımız var. Bu odaya katiyen giremezler.

Muskaların tesirlerinin de hükümsüz olduğu saatler varmış. Bana senin perin öyle söyledi. Aman Hasancığım, aman... Lüzumsuz sertliğe, şiddete kalkışma.

Sen üzülme. Ben, evvel Allah seni de, kendimi de koruyabilirim.

Bir aralık gürültü kesildi. Çok sürmedi, yükün içinden doğru ince ince bir tambura sesi başladı. Biraz evvel gösterdiği yiğitliğe, cesarete rağmen bu tambura zımbırtısına karşı Hasan’ın da benzi attı. Dişlerinin arasından bir şeyler homurdanmaya başladı. Helecandan boğula boğula Hasan’ın kulağına eğilip yavaşça dedim ki:

Hasancığım, senin perin geliyor. Sana ne kadar benzediğini şimdi görerek hayrette kalacaksın.

O, cevap vermedi. Parmaklarının ucunu alnına götürerek derin bir düşünceye dalmış gibi ovaladıktan sonra o da benim kulağıma gayet yavaş:

Beni bu odada bir yere saklayabilir misin?

Etrafıma bakındım. Gözüme dolap ilişti. Evet, Ha­san’ın meydanda bulunmamasını ben ondan ziyade arzu ediyordum. Onu kurtarmak için her türlü tehlikeye razıydım. Yavaşça yine kulağına:

Sen dolaba gir. İçi büyüktür. Ben üzerine kilitleyip anahtarı bir yere saklayayım.

Dolaba girerim ama, sakın üzerime kilitleme.

Hemen Hasan’ı dolaba soktum. Kapısını kapayacağım esnada elimden tutarak:

Ne hal olursa olsun, sakın korkma ha. Ben burada, tetikte hazırım. Saçının bir teli için canımı feda ederim.

Başörtümü çıkardım. Güya odamda tek başınaymı­şım gibi döşeğime girdim. Tamburayla beraber mâ­ni­ler başladı. Bunlar gayet âşıkane bir yalvarış konusundaydı.

Zavallı saf Hasan. Perilere karşı lololo olur mu? Benim onu dolaba sakladığımı onlar keşfedemezler mi? Bakalım maceranın sonu nasıl bir cereyan sureti alacaktı? Galiba iş Hasan’la benim boğulmamızla bitecekti.

Tamburalı peri yüklüğün arkasından tatlı tatlı yakarışlarla beni kucağına çağırıyordu. Gitmediğim için birdenbire hiddetlendi. Yamyamca beyitlere başladı. Âdetini biliyorum zaten. Küttedek yüklüğün kapısı açıldı. Şaşırdım. Dehşetli bakışlarım önünde meydana çıkıveren bu peri Hasan’ın perisi değildi.

Bu, kâtip kılığında, zayıfça, soluk benizli, orta boylu, İstanbullu bir delikanlı perisiydi. Soğuk bir gençti. Hiç hazzetmedim.

Yalvaran nazarını süzerek gayet düzgün bir telaffuzla:

Elmasım, üç kat göğü, yedi deryayı, dağları, sahraları aşarak buraya senin için geldim. Niçin yalvarışlarımı kabul etmiyorsun?

Dolaptaki Hasan’ın bu çelimsiz periyi haklayacağına hiç şüphem kalmadı. Hemen, tam bir cesaretle cevap verdim.

Yedi deryanın arkasından seni buraya kim davet etti? Gelmeyeydin. Sanki bu evde perinin kıtlığı varmış gibi!..

Efendiciğim, beni ta oradan buraya getiren senin güzelliğinin cazibesidir. Bir Hint perisi güzelliğini övdü. Aşkınla yerimde duramaz oldum, aklım başımdan gitti. Merhamet...

Ta Hint’ten buraya kadar benden başka bir güzel kadın bulamadın mı? Yazık senin periliğine.

Şekerim, gönül kimi severse güzel odur. Aşkla büyülenen kalpler, kendi ruhlarının tanıdıklarından başkasıyla ateşlerini teskin edemezler.

Ben bir hizmetçi kadınım. Bu kadar ince lakırdılardan anlamam. Bilgi ve anlayışça sen kendi kıratında bir peri bul da onu sev.

Canımın içi... Benim artık senden başkasına
muhabbet peyda edebilmeme ihtimal yoktur. Sevdiğim yalnız sensin. Ebedi olarak da sen olacaksın...

Benden bu kadar hoşlandıysan sana bir kolaylık söyleyeyim.

Ha şöyle, biraz yola gel Muhsineciğim.

Ben yola ize gelemem beyefendi. Bunu katiyyen aklından çıkar. Ben, bütün manasıyla namuslu bir kadınım. Bu noktaya iyice balmumu yapıştır.

Söyleyeceğin kolaylık nedir?

Mademki benden bu kadar hoşlanmışsın... Benim utanmaz, arlanmaz, hayâsız, kaltak bir perim var. Git, onu bul. O, senin aşkının hararetini söndürür de öte tarafa bile geçer. Sanki yarım elmanın yarısı o, yarısı ben. O kadar bana benziyormuş.

Sen perini nerede gördün?

O aşüfteyi cinler, şeytanlar görsün. Ben görmedim, söylüyorlar.

Kim söylüyor?

Orası da senin üstüne vazife değil.

Haber ver, rica ederim, kim söyledi?

İnnallahe maassabirin... Canım, peri değil misin? Anla! Size her şey malummuş, her şeyi açıkça görürmüşsünüz. Dur, daha lakırdımı bitirmedim. Bu kahpe, geceleri selamlıktaki heriflere gidip ben Muhsine’yim diye kendini tanıttıktan sonra anadan doğma soyunup onları koynuna çağırıyormuş.

Vay, sen geceleri selamlıktaki heriflere mi gidiyorsun?

Ne kafa! Ben değilim canım. O perim olacak süpürge karı gidiyormuş. Lakırdıyı anlasana... Sen de perilerin en kalın kafalı cinsindenmişsin ya!

Merak etme, anlarım.

Ne vakit? Yarın gece mi anlayacaksın? Bu da tuhaf...

Yarın gece, öbür gece, elbette anlarım.

Eh, benim bu gece söylediğimi sen yarın gece anla da, sonra konuşalım. Çekil git, artık yetişir. Geceniz hayırlı olsun.

Bu akşam koynuna girmedikçe kabil değil, buradan gitmem.

Demek ki benim namuslu bir kadın olduğum hakkındaki teminatıma inanmıyorsun.

İnanıyorum, fakat elbette tesirli yalvarışlarımla benim sevdamın ateşinden kalbine bir kıvılcım sıçrar, bana merhamet edersin.

Cin beyefendi, pek nafile yorulursun.

Muhsine Hanım, ben sana açıkça bir şey söyleyeyim mi?

Nafile yüreğini tüketme.

Dinle, dinle... Rica ederim. Bir insanın perisi temsil ettiği kimsenin ahlak ve iffetçe her surette tam bir örneği olur. Sen hafifmeşrep bir kadın olmasan perin de o kadar oynak olmaz.

Halt etmişsin.

Sen peri inadının ne olduğunu bilmiyorsun. İstediğimi elde etmedikçe bu gece bu odadan çıkmam diyorum sana. Sen de bu sözüme bal mumu yapıştır.

İstediğin kadar bekle. Ben bu uğursuz köşkte ne ayı gibi periler gördüm. Eğer şu göründüğün nazik şekilden daha ziyade büyümezsen tek başıma, Allah’a şükür, ben sana haddini bildiririm.

Ya bir gulyabani kadar karşında büyürsem?

O zaman yüke sığmazsın ki...

Yükleri parçalayamaz mıyım? Büyüyeyim mi?

Rica ederim büyüme. Bulunduğun şekilde kal. Çünkü gulyabani şekli hiçbir kadın nazarında rağbet ve muhabbet uyandırmaz.

Demek şimdiki halimle bir kadını celp edebilirim.

Belki benden başkalarını. Rica ederim, sizden bir şey soracağım.

Emret.

Benim bu evde tesadüf ettiğim periler hep ikiz. Sen Hint perisisin değil mi? Senin mutlaka bir insan tekin olacak... O kim? Yani sen kimin perisisin?

Bu köşkün efendisi Şevki Bey’in.

Tanıştığımıza vallahi memnun oldum. Ekmeğinizi yiyorum. Adınızı duyuyordum. Fakat henüz yüzünüzü görmemiştim. Şevki Bey’in perisi, asıl beyefendi nerede ikamet buyururlar?

İstanbul’da.

Şevki Beyefendi İstanbul’da oturur da perisi Hin­distan’da mı gezer?

Biz bir mekânda oturmaktan sıkılırız. Bir anda dünyanın bir ucundan öbür ucuna gezmek bizim için gayet ehemmiyetsiz bir uçuştur.

Benim perim olacak kaltak acaba şu anda nerededir?

Kim bilir Okyanusta mı, Çin’de mi?

Hay kahrolası sürtük hay. Ben bu köşkün dört duvarından dışarı çıkamıyorum, bak o nerelere gidiyor. Hep gittiği yerlerde namımı lekeliyor. Buna her nerede tesadüf edersen rica ederim terbiyesini ver.

Sen bana adağını yerine getir, ben de senin emrini yerine getireyim.

Benim adağım neymiş.

Bu gece bana itaat etmek. Bu perili köşkün kanunu böyledir. Hep yeni gelen kadın hizmetçiler birer defa adak olarak kendilerini cinlere bağışlarlar.

Tuhaf şey... Köşk namını verdiğiniz bu peri kuyusuna düşen bedbaht hizmetçiler her gece kendilerini bir periye peşkeş çekmek mecburiyetinde midirler?

Her gece mi?

Öyle ya... Her gece bu yüklükten başka erkek periler çıkıyor. Âşık Garip gibi hepsi de sazlı, destanlı...

Acayip şey? Anlat bakayım, kimler geliyor?

Bu köşkün beyinin perisinin de bu olan işlerden haberi yok mu?

İsimlerini biliyorsan söyle...

İsimleri de yere batsın, kendileri de. Samsam, Gamgam, Yamyam gibi, işte böyle karın ağrısı isimler...

Haydi haydi, vaktim yok.

Vaktin yok mu? Acelen ne? Hindistan’a mı gideceksin? Nereye gideceksen defol! Ben senin anladığın hizmetçilerden değilim.

İstediğimi almadan bir yere gitmem.

Şevki Bey’in perisi, sen hizmetkârlarından daha sırnaşıkmışsın ya... Defol diyorum sana...

Şimdi büyürüm ha!

Büyü, büyü de o uğursuz yüklük paralansın, musibetinden ben de kurtulayım.

Büyür büyür de bir gulyabani kesilirim. O zaman korkunç manzaramdan bayılırsın. Ben de yanına girerim. İyilikle razı ol... Beni ifrit etme.

Aman yavaş gel, yanıma giremezsin.

Neden?

Boynumda muskam var. Duvardaki levhayı görmüyor musun?

Şevki Bey’in perisi bir kahkaha salıvererek:

Aman, ne safdil kadınmışsın!..

Niçin?

Ben perilerin öyle muskadan, levhadan ürken çeşidinden değilim. İstediğim anda yanına gelebilirim.

Ne haddine, ne haddine!

İşte sözünü yalanlamak, iddiamı ispat için geliyorum.

Bu sözün akabinde Şevki Bey’in perisi yüklükten atladı. Yanıma geldi. Zangır zangır titreyerek tekmil cüretimi toplayıp:

Muskadan korkmuyor musun? Öyleyse sen perilerin en yezidi, en kâfirisin.

Anladın mı şimdi? Sözüm doğru muymuş? İstesem şu anda seni bir ineğe, bir devanasına, bir dişi gulyabaniye çevirebilirim.

Çenem tutuldu. Artık cevap veremiyordum. Peri devam etti:

İnat etme de, ikimiz de insan şeklinde kalarak kucaklaşalım. Aşkın lezzeti böyle çıkar.

İçimden, “İki gözüm Rabbim, sen beni koru. Şimdi bu kudurmuş peri beni ineğe çevirirse bütün köyün boğaları üzerime saldırır. Erkek perilerden korkarken bir de kırlardaki azgın tosunların çapkınca taarruzlarına mı uğrayacağım,” diye duaya başladım. Dudaklarımı zor kıpırdatarak:

İnek olmak istemem. Boğalardan pek korkarım, mırıltısıyla yalvarmaya başladım.

Şevki Bey’in perisi, bütün bütün neşelenerek:

İnek şekline soktuktan sonra seni kıra salıveririm. Dölünü alırım. Bu sene sütünle hem buzağını, hem de çiftlik ahalisini beslersin. İnek ahırında geviş getirdiğini görenler senin o zavallı, güzel Muhsine olduğunu anlayamazlar.

Sen sakla Rabbim. Sen sakla Rabbim...

Boğadan hoşlanmıyorsan insana razı ol.

Cin üzerime saldırdı. Alt alta, üst üste boğuşmaya başladık. O anda büyük bir gürültüyle dolabın kapısı açıldı. Hasan dışarıya fırladı. Şevki Bey’in perisi Hasan’ı görünce beni bıraktı. Evvela fena halde şaşırdı, bozuldu. Sonra fevkalade kızgın bir tavır alarak:

Vay edepsiz! Sen burada tek başına harem dairesinde bir kadının dolabında ne arıyorsun?

Hasan, aynı hiddetli tavırla:

Vay edepli bey? Sen burada tek başına namuslu bir hizmetçi kadının odasında ne geziyorsun?

Ben evimin içindeki hareketlerimden hizmetçilerime hesap vermeye mecbur değilim.

Efendilik, uşaklık, ev işlerine ait namuslu vazifeler sırasında aranır. Böyle karanlık işlerde mert bir hizmetkâr, namussuz bir efendiye haddini bildirmek hakkına sahiptir.

Vay, sen mi bana haddimi bildireceksin?

Kudretimce.

Haydi defol, terbiyesiz. Beni günaha sokma. Yarın terbiyeni verir, hesabını görürüm.

Seni burada masum, namuslu bir kadınla yalnız bırakıp bir yere gitmem.

Hah hah hay... Dolabına bir delikanlı gizleyen bir kadının bana iffetinden bahsediyor.

Şevki Bey’in perisi! Ağzından çıkanı kulağın işitsin.

Vay!

Kurt kudurunca kaplanı paralayabilir. Bu kadının iffeti hakkında karşımda ağza tek söz alınmasına tahammül edemem. Çünkü nişanlımdır.

Peri, müstehzi bir kahkaha salıvererek:

Ne yapalım ki Muhsine Hanım senle nişanlanmazdan evvel benim odalığım olarak yatağıma girdi.

Yalan söylüyorsun, alçak! Dolaptan ben hepsini duydum.

Sen dolapta bu gece bulundun. Ben her akşam buraya Şevki Bey’in perisi suretinde gelmem ya... Senle nişanlanan bu hanım senden evvel birçok cinlerle gerdeğe girdi. Geç kalmışsın, ahmak!

Hasan hakikaten kudurmuş bir kurt şiddetiyle Şevki Bey’in perisi üzerine saldırdı. Yakasından tutarak dut ağacı silker gibi bir iki sarstı. Perinin çenesini omuzlarına çarptı. Hasan’ın gözleri gittikçe dönerek:

Bu lanetli çiftlikte birkaç kadının kanına girdiniz. Fakat bunun kılına dokundurmayacağım. Alimallah bu batakhaneyi tekmil cinleriyle birlikte yakarım. Bir fert kurtulmaz. Senin ne Rabbilâlemin’in huzuruna ne de mahkeme heyeti karşısına çıkacak yüzün vardır. Şevki Bey’in perisi! Haydi önüme düş de edebinle buradan çık. Bir daha da bu kadının odasında
görünme!

Hasan, o kadar çocukça söylüyorsun ki, sana karşı bir hasım mevkiinde bulunduğum halde bile bu
ahmaklığına acıyorum. Bu evden ne senin ne de bu kadının dirisi çıkmaz.

Öyleyse ben seni şuracıkta becerivereyim de senin uğursuz ellerinde ölmektense cellat elinde can vereyim.

Bu sözünün akabinde Hasan, kükremiş aslan gibi, perinin üzerine saldırdı. Altına aldı. Hırpalamaya başladı, fakat o aralık peri bir ıslık öttürdü. Yükten dört tane tüylü peri canavarı çıktı. Hasan’ın üzerine atıldılar. Odanın ortasında bu altı can arasında müthiş bir boğuşmadır başladı. Bu azap mahallinde geçirdiğim elim gecelerin bu en korkunç, en yürek dayanmaz, en vahşi sahnesiydi.

Hasan, kuvvetli yumruk ve tekmeyle hepsine erip yetişiyor, kiminin karnına, kiminin kafasına, kiminin beline, kiminin göğsüne indirdiği darbelerle her birini bir tarafa fırlatarak kendisine karşı hücumları defediyordu. Yazık ki Hasan tek, onlar beş kişiydiler. Bu kanlı dövüşme epey sürdü. Nihayet Hasan yenik düştü. Biçare çocuk:

Benim iki tane aslan gibi biraderim var. İntikamımı sizde bırakmazlar. Her çeşit tedbiri aldım. Ben sizin elinizde değilim, siz benim elimdesiniz. Sonra görürsünüz, feryatlarında bulunuyordu. Beşi birden üzerine çullandılar. Hasancağızın sesi kesildi. Kargatulumba ederek yüklüğün içine çektiler. Yüklük kapısı kapandı. Artık bir ses işitilmez oldu.

Loading...
0%