Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm: Hanımefendi’nin Nefesi

@huseyinrahmi

O gece çektiğim azap bakiyesini belki cehennemin en can tüketen, en şiddetli cezalarına uğrayacak olanlar çekmeyeceklerdi. Hasan’ın bir tabura bedel beş kanlı cinin, öç almak isteyen kolları üzerinde ölüm çukuruna götürülmesinin feci manzarası, ömrümün bu en siyah matem levhası, gözlerimin önünden gitmiyordu.

Döşeğime giremedim. Kendimi yerden yere, duvardan duvara çarparak kalbimin durmayıp kanayan bu müebbet yarasını, bu can dayanmaz acısını maddi acılarla bastırmaya uğraşıyordum. Boğazı yarı kesilerek henüz ölmemiş bir koyunun son debelenmelerini andıran çırpınışlarla oradan oraya kendimi vurdum. Yerlerde süründüm.

Şafak attı. En kara günüm başlıyordu. Yarın akşam öldürülme sırasının bana geleceğini biliyordum. Evet, beni de öldüreceklerdi. Öldürsünler. Hakkımda büyük bir lütuf göstermiş olurlar. Ama Hasanımın o acı ayrılışıyla ta can evimde tutuşan ateşin şiddetine koca bir gün nasıl dayanacaktım? Öldüreceklerse bu sevabı o anda işlesinler.

Cinlerin hayalleri ateş dişli zebaniler gibi gözlerimin önünde dolaşmaya başladı. Bunlar peri oldukları halde Hasan’la bir müddet niye baş edemediler? Zavallı Hasancığımla Şevki Bey’in perisi arasında geçen konuşma, cin kavgasından ziyade adeta insan münakaşasına benziyordu. Hasan, hasmını ilahi azapla, mahkemeyle tehdide uğraşıyordu. İki aslan kardeşinin bu intikamı onlarda bırakmayacağını, her çeşit tedbiri aldığını söylüyordu. Bu sözler pek mühim esrara bağlı olabilir. Bu lakırdıların ben burada bir canlı şahidi oldum. Şevki Bey’in perisi elbette beni sağ bırakmaz.

Kalbimde uyanan bu şüphe üzerine yüklüğü açtım. İçinde ne varsa boşalttım. Var gücümle her tarafını tekmelemeye başladım. Hiçbir yerinden bir kıymık bile oynamadı. Bu altı kişinin rüzgâra karıştığı farz edilse bile buradan dışarıya geçmelerine imkân tasavvur edilemezdi.

Yarabbi... Yarabbi, ben ne büyük bir bela evine düşmüşüm!.. Bunlar cin mi, ifrit mi, şeytan mı? Yaratıkların hangi kötülerindendir?

Odamdan çıktım. Doğru Ruşen’in yanına gittim. Zavallı Arapcağız hem hazin hazin ağlıyor, hem dudaklarının arasından bir şeyler okuyordu. Şeytan’la Şah’ı da birer tarafına oturmuşlar, yüzüne bakıyorlardı. Hemen:

Ne var Abla, dedim.

Şahadetparmağını ağzına götürerek bana sükût işareti verdi. Sustum. Beş-on dakika kadar duasına devam ettikten sonra etrafına üfleyip püfledi. Matemli bir yüzle bana bakarak ağır bir telaffuzla:

Duymadın mı?

Neyi?

Bu sabah kavak ağacında üç defa baykuş öttü.

Bu neye alamettir?

Bu gece yine birisini boğdular... Bizden mi, erkeklerden mi?.. Elhamdülillah seni sağ gördüm. Acaba Çeşmifelek’le Hanımefendi de hayattalar mı?

Ben olanca avazımla matemimi salıvererek kendimi odanın ortasına attım. Ruşen şaşırdı:

Kız ne oluyorsun? Çıldırdın mı?

Çıldırdım Ablacığım... Çıldırmıştan da fenayım... Beni niçin boğmadılar da onu boğdular?

Ruşen, bütün bütün alıklaştı. Beni çeyrekleyerek okumak için üzerime geldi. Ben sesimin bütün kuvvetiyle bağırıyordum.

Bırak beni, okuma... Ben boğulmak isterim. Hepiniz bir araya toplanıp boğazımı sıkınız. Sevaptır. Beni çabuk öldürünüz, merhametiniz yok mu? Gebertiniz.

Bu acı feryatlarımı duyarak Kalfa da aşağıya koştu. Ruşen, Çeşmifelek’i görünce sevinçle göğsünü sıvayarak:

Oh, Rabbim, memnun oldum. Sen de sağmışsın kardeşim.

Kalfa — Bu feryatlar ne?

Ruşen — Kavakta öten kahkaha kuşunu duymadın mı?

Kalfa — Duydum. Yine evin içinde ne uğursuzluk oldu? Korkudan odamdan dışarı çıkamıyordum.

Ruşen — Hanımefendi sağ mı?

Kalfa — Sağ ama, besbelli o da baykuşu duymuş olmalı ki, üzüntüsünden haykırıyor, yeri göğü koparıyor. “Yine kime kıydılar?” ahlarıyla çırpınıyor, matem ediyor.

Ben olanca avazımla:

O baykuşa söyleyiniz ötsün. Bu evde sağ bir fert kalmayıncaya kadar ötsün. Bu köşkün bir aile yurdu değil, cinlerin eline geçmiş bir mezarlık olduğunu âlem görsün. Durmayalım, ölelim. Onlar bizi boğmaya üşeniyorlarsa biz birbirimizi boğalım.

Çeşmifelek afallayarak Ruşen’e sordu:

Bu kadına ne oldu?

Bu gece o zavallının üzerine uğramışlar. Kendilerine karıştırmışlar. İyice bozmuş, abuk sabuk konuşuyor.

Ben yine haykırarak:

Abuk sabuk konuşmuyorum. Bozmadım. Ben de boğularak onun yanına gitmek istiyorum. Mezarı nerede, söyleyiniz.

Kalfa — Kimin mezarı kızım?

Ben — Nişanlımın!

Ruşen — Ne dediğini bilmiyor, pek fena çıldırmış.

Ben — Siz çıldırmışsınız. Ben neye çıldırayım? Ölmeden evvel iki aslan kaynımı görmek isterim.

Ruşen — Kız senin kocan var mıydı?

Ben — Yoktu.

Ruşen — Tövbe tövbe... Kocası olmayanın kaynı olur mu?

Ben — Pekâlâ olur.

Kalfa — Vah zavallı taze, aklı zıvanasından büsbütün çıkmış.

Ruşen — Sana bu gece hangi peri sataştı?

Ben — Şevki Bey’in perisi.

Ruşen — Hay Allah’a sığındım. Cinlerin en azgınına, en yamanına denk gelmiş.

Ben — En domuzuna.

Ruşen — Kız sus, seni şimdi boğarlar.

Ben — Boğsunlar diyorum. Yalvarıyorum. İşitmiyor musunuz? Bu dünyada ne kadar lanet, sövme, sayma, pislik, küfür varsa bu Şevki Bey’in ölüsüne, dirisine okuyup üfleyip göndereceğim.

Kalfa — Kız sus, kendinle birlikte bizi de mi boğdurtacaksın?

Ben — Boğulun diyorum karılar. Bu cinli kerhanede ne yaşıyorsunuz? Sizin hiç aklınız, kendinize saygınız, namusunuz yok mu? Ben buraya hizmetçiliğe mi geldim, perilere odalık olmaya mı? Bir tanesini gönlüm sevdi, o başka... Bir fenalığım varsa Cenabı Hak cezamı versin. Yemin ederim, eli elime değmedi. Nikâhtan sonra birbirimizin olacaktık. Benim orospu perim ile yedi deryayı, bilmem kaç dağı, tepeyi aşıp da gelen o Hint perisi deyyusu işimi bozdular.

Kalfa — Vah vah vah... Sözlerinden bir mana çıkmıyor ki. Set sepet diyor. Şimdi bu kadını ne yapalım Ruşen?

Ruşen — A, ben bilmem. Şaşırdım. Bu evin delilikleri adamdan adama bulaşır. Bilmez misin? Dışarda bir uşak çıldırdıydı. Delilik iki adama daha bulaştıydı. Şimdi bundan bize de geçerse ne yapalım? Zaten korka korka bir parçacık aklımız kaldı.

Kalfa — Korkma Ruşen, ben kaç senedir Ha­nım­efen­di’yle beraber gibiyim. Bana geçti mi?

Ruşen — Hanımefendi bunun yanında Kazasker Efendi gibi uslu akıllı kalır. Bu zırdeli olmuş.

Kalfa, elimden tutup beni muayene etmek isteyerek:

Bak bana kızım, Muhsineciğim. Ne oldu sana?

Ruşen telaşla — Yanına yaklaşma ayol. Sözüme inanmıyor. Bu evin deliliği kolera gibidir. Birbirine geçer. Biz çıldırırsak o yukarıdaki kadına kim bakar?

Kalfa — Benim aklıma bir şey geliyor. Hanımefendi’nin nefesi vardır. Bunu yanına çıkarıp da bir nefes ettirsek belki iyi gelir.

Ruşen — Bilmem vallahi... Delinin nefesi deliye iyi gelir mi? Haydi gidelim, hep okunalım. Hafifliktir.

Kalfa — Kızım Muhsine... Seni Hanımefendi’nin yanına götürüp bir nefes ettirelim, gider misin?

Ben — Giderim. Zaten ben o muhterem kadını ölmeden bir kere görmek istiyordum.

Kalfa bir koluma, Ruşen ötekine girdi. Hanımefendi’nin odasına çıktık. Yanına girdiğimiz zaman kadını, “kırk küp, kulpu gibi kırık küp” diye dil dolaştırıcı, çetrefil sözler ezberlemekle meşgul bulduk. Bizi görünce:

Akşama, sabaha doktorlar gelirler. Yine beni kekeme gibi söyletirler. Dersimi ezberliyorum, dedi.

Biçare kadın daha dün gece perilerin tam şuurlu olanları çıldırtacak imtihanlarından zeki bir talebe zaferiyle kurtulmuştu. Şimdi de doktorlara karşı bilmem hangi mecburiyetle vereceği, manasız “kem­küm”lerden ibaret saçma dersini ezberliyordu. He­pi­mizin yüzüne ayrı ayrı birer şefkat nazarı dolaştırdık­tan sonra:

Bu sabah üçünüzü bir arada yaşar gördüğüm için bahtiyarım. (Eliyle kavak ağacı tarafını işaret ederek), sabaha karşı yine orada ölüm habercisi olan o meymenetsiz hayvan uğursuz kahkahalarını salıverdi. Yine hangi mazlumun ölümüne gülüyorlardı bilmem. Ben hemen güllabilerimin ellerinden kurtulup kendimi yere atarak haykırdım:

Nişanlımın ölümüne!.. O çığırtkan bu akşam da benim idamım için gülecek... Sakın kederlenmeyiniz. Siz de beraber gülünüz...

Hanımefendi birdenbire, şaşırarak, üzgün bir ifadeyle:

Aaaa... Bu bedbahta ne olmuş? Ne söylüyor o?

Kalfa — Abuk sabuk efendim.

Ruşen — Dün akşam perilerin en yamanına uğramış. Allah saklasın, bir hindiymiş.

Hanımefendi — Kaz, ördek o kadar tehlikeli değil de hindi niçin bu kadar azgın oluyor?

Ruşen — Öyle hindi değil efendim. Bu bir Hint perisiymiş. Bilmem kaç denizaşırıdan gelmiş.

Hanımefendi — Vah vah vah... Ecnebi perileri insanı böyle fena çarpar. Bu kadıncağızın kabahati neymiş?

Ruşen — Kabahati büyük. Şerbetlerini, tütsülerini unuttu. Dün akşam imtihanda da iyi cevap veremedi.

Hanımefendi — Bunun acemiliğine insaf, merhamet etmek yok mu?

Kalfa — Kadınım, sizin böyle şeylere karşı pek tesirli nefesiniz vardır. Bu zavallıyı okusanız.

Hanımefendi — Gel kızım, nefes edeyim.

Hanımefendi’nin karşısında diz çökerek oturdum. Güya benim pek şiddetli başım ağrıyormuş gibi yumuşak ellerinin başparmaklarıyla alnımın ortasından şakaklarıma doğru başımı sıvaya sıvaya okumaya, yüzüme üflemeye başladı. Sonra ellerini omuzlarımdan aşağıya, indirip boydan boya tekmil vücuduma
sürerken:

Vah vah... Zavallının en ince damarlarına varıncaya kadar tekmil vücudunu kaplamışlar. Hint’ten kırbalarla su getirip bu kıza üç defa gusül ettirmedikçe bu kızın vücudundan çıkmazlar.

Ruşen — Hint’ten buraya kadar kırba kırba suyu kim taşıyacak efendim?

Hanımefendi — Cinlerin sakabaşısı Ebüldevran...

Kalfa — Onu nerede bulalım efendim?

Hanımefendi — Bu akşam davet ederiz. Güzellik
dağından biraz üzerlik, geyik ovasından biraz kekik, nardıçtan ardıç, kovacıktan kabacık tohumu getirtmeli. Elifbanın üç ve iki noktalı harflerinden nokta çalarak noktasız harflere eklemeli. Lâmelifleri ters çevirmeli, diğer harfleri ısırmasın diye “س” sinlerin dişlerini sökmeli, “ع” ayınların, “غ” gayınların ağızlarını bağlamalı, “ج” cimlerin, “ح” haların, “خ” hıların karınlarını doyurmalı, “ش” şınların, “ن” nunların teknelerine bal koymalı. Hepsini bir araya toplayarak bu kızı
tütsülemeli.

Ruşen — Ah iki gözüm hanımcığım, bakınız neler de biliyor. Siz azılı harflerin ağızlarını bağlayınız, karınları aç olanları ben doyururum.

Hanımefendi, vücudumu ovuştururken yavaşça kulağıma eğilerek:

— Kızım bu saçmalarıma bakma. Ben ne kadar abuk sabuk söyler, deli tavırları gösterirsem bu evin perileri o kadar memnun olurlar. Burada uslu akıllı durmaya gelmez. Onların maksatları bizim hepimizi çıldırtmak, kızıldeli yapmaktır. Elimden geleni icradan geri durmayarak seni kurtaracağım. Onların ellerine bırakmayacağım.

Ben — Hanımefendiciğim, nafile uğraşmayınız. Hint’ ten seksen kırba su getirtseniz beni kurtaramazsınız. Bana göstermeye çabaladığınız o büyük iyilikten dolayı size büyük fenalıklar gelmesi muhakkaktır. Bırakın beni boğsunlar, intikamlarını alsınlar.

Hasan’la olan âşıkane maceramı geçirdiğim son korkunç geceyi bütün tafsilatıyla hikâye ettim. Halin ola­ğanüstü vahametini anlayarak hepsi büyük bir dehşet içinde kaldı.

Loading...
0%