Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm: Ağlatıcı Bir Yol

@huseyinrahmi

Muhsine Hanım ilk bozayı içip ikincisinin, leblebisiyle beraber çiçekliğin önüne konulmasını söyledikten sonra başladı:

Gençliğimde hoppaca bir kızdım. Fakat Rabbim saklasın, şimdikiler gibi, erkeklere ne dirseklerimi açıp gösterdim, ne göğsümü. Dünyayı, Konya’yı bilmezdim. Anam babam erken öldü. Fukaralık ayıp değil ya, bana mal mülk olarak damla bırakmadılar. Genç yaşımda komşu ellerine kaldım. Eş-dost gayret etti, cömertlik gösterdi. Herkes haline göre bir hediye verdi. Eşya düzdüler. Beni tellediler, pulladılar, herifin birine verdiler. Kör olası pek sarhoş ve soysuz çıktı. O arı, ben çiçek; o burgu, ben tahta. Rabbimin günü haşlar, canımı yakar. Yemeğin tuzu çok olmuş der, döver. Mintanımı çarpık biçmişsin der, döver. Kısacası, paya pay, üç sene dayağını yedim. Kahrını çektim. Artık illallah, canıma tak dedim. Bir gün, o evde yokken, bohçamı bağladım. Kaçtım, boşandım, kurtuldum. Bana ettiği yanına kalmadı. Kendisi de meyhane peykesinde can verdi, gitti.

Taze dul kaldım. İsteyenler çok oldu. Fakat kocadan canım yandı. Şimdiki kocam Hacı’yı buluncaya kadar neler çektim! Neler... Bir müddet kimseye varmadım. Elde yok, avuçta yok. Neyle geçineyim? Sığındığım el evlerinde insanı kırk yıl isterler mi? Bir kibar konağına hizmetçiliğe gitmeye karar verdim. Öyle bir yer bulundu. Gittim. Haftasında beyefendi beni merdiven aralığında sıkıştırdı. Kaçayım diyorum, herif ızbandut gibi kuvvetli. Kollarının arasından kurtulamıyorum. Bağırsan, çağırsan olmaz. Neyse, helali hoş olmasın, beyefendi benden birkaç öpücük aldı. Ertesi gün oradan tası tarağı topladım, kaçtım. Gene öyle, iki elim böğrümde, açıkta kaldım. Bir zaman daha orada burada süründükten sonra benim küçüklüğümü tanıyan ana dostu bir Ayşe Hanım vardı. Geldi, beni buldu. Yüzümü okşayıp öperek dedi ki:

Kızım senin bu yaşta böyle kimsesizliğine, yoksulluğuna yüreğim parçalanıyor. Sana münasip bir yer buldum, gider misin?

Temiz, namuslu bir yer olduktan sonra niçin gitmeyeyim anacığım?

Aaa, namuslarına yerden göğe kadar kefilim. Aylık da gayet boldur. Görülecek çok iş de yok, ama...

Ey, aması ne oluyor?

Sana verecek bazı nasihatlerim var. Bunlardan bir harf dışarıya çıkmayacaksın!

Eğer istediğim gibi bir kapıysa vereceğin talimattan dışarıya çıkmam, Emin ol.

Bu gideceğin yerde bir gözünü kör, bir kulağını sağır edeceksin. Göreceğin şeylerin aslını öğrenmek merakına kalkışmayacaksın. Gayriihtiyari sezdiklerini dışarıya ifşa etmeyeceksin. Onlar parada pulda değil, gayet emniyetli bir kadın arıyorlar. Dişini sıkar da oturur, kendini onlara beğendirip emniyetlerini kazanabilirsen, birkaç yıl içinde oradan zengin olup çıkarsın. Bir ev alıp başcağızını sokarsın. Bir yurdun olduktan sonra bekâr dikişi diksen geçinip gidersin.

Ay, korkarım. Orası öyle pek esrarlı bir yer mi?

Bak şimdiden merak etmeye başladın. Nene lazım senin âlemin esrarı?

Ah anacığım, merak etmemek insanın elinde mi? İnsan mı öldürüyorlar, hırsızlık mı ediyorlar? Orası bir batakhane midir? Nedir?

Çılgın, şimdi ağzına tokadı vururum. Aklına getirdiğin şeylere bak. Ben seni hiç öyle yerlere götürür müyüm? Bunlar gayet zengin, gayet pek terbiyeli, gayet beyzade insanlar. Terbiyeli, tedbirli, ağzı sıkı, aklı başında bir hizmetçi arıyorlar.

O kadar ağzı sıkı olmaya neden lüzum var?

Bazı kibar konaklarında içerideki şeylerin dışarıya sızdığını istemezler. Çalçene birtakım mahalle karıları hizmetçiyiz diye oraya buraya gidiyorlar. Aldıklarını, bulduklarını rast geldikleri yerde söyleyerek lakırdı tellallığı ediyorlar. Bu dediğim yerde bu türlü çaçaron istemiyorlar. Keyfiyet bundan ibaret.

Bu konak nerede?

Üsküdar’dan biraz ötede.

A, demek ki denizaşırı...

Acemistan’a gidecek değilsin kızım. Üsküdar nere­de? Şuracıkta, burnumuzun dibinde... Sana hem yağlı bir kapı bulmalı hem de semt mi beğendirmeli? Boğaz­içi’ne, Bulgurlu’ya gitmeyiz diyen Arap aşçılar gibi sen de ahmaklık etme. Her hallerine ben kefilim diyorum. Beğenmezsen durmazsın. Seni pençenle halayıklığa satmıyorum ya? Yıkan, temizlen, arlan, paklan, en yeni
kıyafetini giy. Şöyle ağırbaşlı, çalışkan ve titiz bir hizmetçi haline gir. Vallahi az zamanda orada donanır, tövbe yoksulu olursun. Boğazın yemek, üstün kıyafet, cebin para görür. Oradan bana bir hizmetçi ısmarladılar. Anan rüyama girdi. Sen aklıma geldin. Sonra bana dua
edersin.

Ayşe Hanım’ın bu rica ve ikna edici sözleri karşısında teklifini kabul ettim ve ertesi gün gitmek için hazır bulunmaya söz verdim.

Sabah oldu. Erkenden Ayşe Hanım geldi. Bahçe kapısına indik. Bir kayığa bindik. Niçin herkesle beraber büyük kayığa binmediğimizi Ayşe Hanım’a sordum.

Bu kadar meraklı olma kızım. Her hesabımı sana söylemeye mecbur değilim, cevabını verdi.

Üsküdar’a çıktık. O tarihte Üsküdar’da şimdiki faytonlar, talikalar yoktu. İki yüksek makas üzerine oturtulmuş ve her tarafı pencereli, karpuz şeklinde yuvarlak arabalar vardı. Ayşe Hanım beni bir kenara çekip:

Sen burada dur, tembihinde bulunduktan sonra gitti. Bu arabacılardan biriyle pazarlık etti. Arabayı neresi için tuttuğunu işitemedim. Biz, yan yana, yuvarlak, antika bir çekmeceye benzeyen bu arabaya kurulduk.

Çarşıdan geçerken bir bakkal dükkânı önünde durduk; ekmek, peynir aldık.

Anneciğim, gideceğimiz konakta yiyecek yok mu? Yahut pek uzak mı gideceğiz?

Aman, kırk merak karı sus. Adım başında bana ahret sualleri sorma. Kır havasıyla şimdi acıkırız. Safra bastırmak için aldım, dedi.

Ben, Üsküdar’ı ömrümde ilk defa görüyorum. Çarşıyı geçtik. Etrafı kırlık, mezarlık, uzun bir yoldan gidiyorduk. Bir çeşmeye tesadüf ettik. Zincirli bakır tastan doya doya su içtik. Araba bir yokuşa saldırdı. Git git bitmez, git git bitmez...

Mevsim yaz sonuydu. Biraz sıcak vardı. Ulu bir çınarın altında uyuyan yeşil bir türbenin önünde eğlendik. Ayşe Hanım elini kaldırdı. Mırıl mırıl okudu. “Allah şefaatine nail eylesin” duasıyla ellerini yüzüne sürdü. Ben de, Rabbim kabul etsin, namaz surelerinden bildiklerimi okudum.

Yine yola düzüldük. Artık evler seyrele seyrele hemen hemen yok oldu. Tamamıyla bir kırlıktan gidiyorduk. Arada bir öküz arabasına, atlı, eşekli adamlara tesadüf ediyorduk. Arabada sallana sallana içim, bağrım birbirine karıştı.

Daha çok var mı? diye sordum.

Ayşe Hanım’ın sükûtuna rağmen arabacı:

Dur bakalım, daha yola yeni düzüldük, cevabıyla korkumu artırdı. Artık gide gide insana değil, ine, cine bile tesadüf edemez olduk. Gözlerimizin önünde dağlar, tepeler açıldıkça açılıyordu. Ah alnımın kara yazıları... Bu karı acaba beni nerelere götürüyordu? Benim ona sorduğum suallere karşılık Ayşe Hanım hafiften, “Açıl dağlar, açıl... yari göreyim” nakaratlı bir şarkı tutturdu. O söylüyor, ben gözyaşlarımı kalbime içirerek sessizce ağlıyordum.

Hayvan yoruluyor, arada bir dinleniyorduk. Uzaktan denizleri, bayırları gördükçe bütün bütün garipseyerek artık kendimi tutamaz oldum. Ayşe Hanım hiddetlendi:

Ah bebeciğim, emziğini mi istiyorsun? Koskoca kadın böyle hüngür hüngür ağlamaya sıkılmıyor musun? Merhametten maraz ortaya çıkar, derler ya, çok doğru bir lakırdıymış. Artık bir kere yola çıktık. Ağlasan da gideceğiz, bayılsan da gideceğiz. Ben bu kadar masraf ettim. Geri dönmek olmaz. Bu paraları kimden alacağım? Bari sus da arabacıyı kendine güldürme... azarlarında bulundu. O ıssız yerlerde ağlamak, sızlamak ne para eder? Bir etrafıma bakındım, tamamıyla bu kadının eline, insafına kalmış olduğumu anladım. Arkamızdan İstanbul, Üsküdar kaybolmuştu.

Bir müddet daha gittik. Uzaktan bir köy göründü. Kendimi hemen arabadan atıp o tarafa kaçmak istedim. Bu telaşımı gören Ayşe Hanım alaylı bir gülüşle:

Muhsine, deliliği bırak. Sen çağda taze bir kadın, tek başına bu ıssız yerlerden o köye kadar nasıl gider? Kendini hancılara, bağcılara ziyafet mi çekeceksin? O köyü buradan öyle görüp de yakın bir yer zannetme, bir saat sürer.

Teşebbüsümün pek delicesine olduğunu anlayarak niyetimden vazgeçtim. Fakat bir türlü üzüntümü teskine muvaffak olamadım. Ellerimi yüzüme kapayarak hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Beni satmaya mı, öldürmeye mi, işte her nereyeyse götüren o kadın bu helecanlarımdan biraz insafa geldi. Yüzünü, sesini tatlılaştırarak:

Benim gibi bir ana dostundan sana hiçbir fenalık gelmez. Korkma, seni boğazlamaya götürmüyorum. Tırink tırink aybaşlarında yüz tane kuruş alması kolay mı? İstanbul’da böyle bir kapı bulmak mümkün mü? Ne yapalım, Cenabı Hak işte sana böyle takdir etmiş. Kısmetini böyle biraz uzacık yerden verecek. Yapacağım iyiliğe beni pişman etme. Çok şükür, işte altımızda araba... geldik. Çok bir yer kalmadı. Beğenip de oturursan ne âlâ, hoşlanmazsan yine beraber döneriz. Ben seni zorla orada zincirlere bağlayıp bırakmayacağım ya!..

Bu sözlerden sonra, yüreğime su serpilir gibi oldu. Sustum. Sessiz bir tevekkülle etrafıma bakmaya başladım.

Yine dere tepe demeyip gidiyorduk.

 

Loading...
0%