Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm: Yedi Çobanlar Çiftliği

@huseyinrahmi

Bir hayli daha yol aldık. Nihayet Ayşe Hanım elini kaldırıp parmağını dikerek uzun bir düzlükten sonra kabarmış bir tepenin, hafif bir duman içindeki yeşil ağaçlarını göstererek:

Geliyoruz, işte orası... Yedi Çobanlar Çiftliği, dedi.

O yana baktım. İnce sislere gömülmüş bir ağaçlık... Bu ormancığın koyu yeşil kümeleri arasından dağınık damlar, duvarlar, irili ufaklı binalar, pencereler, bacalar gördüm. Yine yüreğimi derin bir korku sardı. Yedi Çobanlar Çiftliği... Bu isim, benim teessürle dolu kalbim için korkulu bir tevsimdi. Derhal gözlerimin önüne iri çapta, haydut bakışlı, silahlı yedi tane çoban dizildi. Ben bunların arasında o geceyi nasıl geçirecektim? Bunlar benden ne gibi hizmetler isteyeceklerdi? Yine gözlerim sulanarak dedim ki:

Ayşe Nineciğim, benim gibi çelimsiz bir kadın böyle yedi çobana birden nasıl hizmet edebilir? Yüz kuruşları da onların olsun, hepsi de... Ben şimdi geri dönmekten başka bir şey düşünmüyorum.

Hay Allah’ın budalası. Bugün seninle hakikaten derde çattım. Ne laf anlamaz kadınmışsın. Öyle yedi-sekiz çoban filan yok. Çiftliğin kırk yıldan beri adı öyle. Oraya şimdi çiftlik demek de hata. Büyük, viran bir yapı etrafında ufak tefek binalardan başka bir şey kalmamış. Sen orada kendin gibi, belki senden bin kat terbiyeli, ince kadınlar bulacak, onlarla oturacaksın. Çobanın, bahçıvanın seninle ne münasebeti olabilir?

Yine sustum. Ayşe Hanım, bu defa arabacıya döndü:

Haydi ağam, sen de dehdehini biraz sür. Gelin mi götürüyorsun? Pek nazlı gidiyoruz, dedi.

Arabacı kırbacını hayvanın kıçına yavaşça dokundurarak:

Gelin mi götürüyoruz vallahi ben de bilmem. Bir günlük yol. Bizim pehlivan da yoruldu. Baksana, körük gibi soluyor.

Ayşe Hanım — Ay, bu sıska beygirin adı Pehlivan mı?

Arabacı — Pehlivan olmasa Yedi Çobanlar Çiftliği’ne, öyle netameli yere nasıl gider?

Ayşe Hanım — Neden netameli oluyormuş?

Arabacı — Orası cinlerin, perilerin kumkuma yeridir. Geçenlerde oraya giden arabacı Veli’nin beygirini çarptılar. Hayvanın beş dakikada soluğu kesildi. Kurbağa gibi yamyassı oldu. Ezandan sonraya kalmaya gelmez.

— Haydi zevzek... Parayı çok alayım diye ağız
yapıyorsun. Köşkün içi adam dolu. Onlar nasıl oturuyorlar?

Nasıl oturduklarını Allah bilir. Oturup da rahat mı ediyorlar? Çiftlik sahibi Hanımefendi perilere karıştı, çıldırdı. İç bahçedeki havuzun kenarında her akşam cinler meclis kurarlarmış. Hanımefendi gidip onlarla oturur, konuşurmuş. Hanımdan başka, gece bahçeye çıkanları periler boğarlarmış. Oraya giden erkek, kadın hizmetçilerden hiçbiri sağ dönmez. Sular karardıktan sonra o civarda kimse dolaşamaz. Kurtları kuşları bile çarparlar.

Artık uydur uydur söyle bakalım. Allah kimseyi sizin dilinize düşürmesin. Siz arabacılar, köylüler bir yalana bin mübalağa katarsınız. Hanımefendi orada mı çıldırdı? O İstanbul’daki konağında aklını bozdu. Zengin kadın diye, tımarhaneye koymadılar. Hava değişimi olsun diye buraya, çiftliğine getirip kapadılar.

Korkudan yüreğim hop hop atmaya başladı. Ayşe Hanım’a sordum:

Ay, beni hizmetçiliğine götürdüğün Hanımefendi deli mi?

İnnallahe maassabirin... Öyle ona buna saldıran azgın deli değil... Biraz meraklı, sersemce bir kadın işte bu...

Arabacı hayvanına bir kırbaç daha savurduktan sonra biraz başını bize çevirerek:

Ya çiftliğin eski mezarlığından çıkan gulyabani!.. Minare kadar bir şeymiş. Geçenlerde ay ışığında üç atlıyı kovalamış. Biçareler Bulgurlu’ya zorla kaçıp baygın düşmüşler. İkisinin hayvanı çatlamış.

Ayşe Hanım — Artık sus herif... Yanımdaki safdil
kadını korkutuyorsun. Baksana, beti benzi kül kesildi.

Arabacı — O gulyabaninin yemeği, çiftliğin mutfağından verilirmiş. Bir gece vermezlerse oralarını allak bullak edermiş. Ne kümeste tavuk bırakırmış, ne ahırda hayvan ne de ağılda koyun...

Ayşe Hanım — Çenen tutulsun. Yetişir dedim ya! Hiç minare kadar gulyabani, mutfak yemeğiyle doyar mı? Böyle şeyleri duyup da inanmak için... insan ne kadar ahmak olmalı.

Arabacı — Ben işittiğimi söylüyorum hanım...

Ayşe Hanım — İşittiğin sende kalsın!

Bu rivayetleri dinlerken her tarafıma soğuk bir ter yayıldı. Buz kesildim. Baygınlıklar geçiriyordum. İtiraza, konuşmaya mecalim kalmadı.

Ayşe Hanım, şimdi bana döndü:

Korkma kızım. Bu sözlerin hepsi masal. İşit de inanma. Bunlardan herhangi birinin aslı olsa ben seni oraya götürür müyüm? Ben senin hasmın, düşmanın mıyım? Akıl var, izan var. Artık buraya kadar geldik. Köşkün içindeki insanları bir kere gör. Hoşlandın, ne âlâ... Hoşlanmazsan seni getirdiğim gibi yine götürürüm.

Artık çiftliğe epey yaklaşmıştık. Ağaçlar, binalar daha belli görünmeye başladı. Biraz yokuş indik. Kurumuş dere gibi taşlık bir yerden geçtik. Bir tepe çıktık. Bir müddet de düzlükten gittikten sonra çiftliğin önüne geldik. Arabayla ağaçlığa girdik.

Arabacıdan işittiğim korkulu sözlerin tesiriyle midir nedir, burası bana ağaçları sık bir mezarlık gibi pek loş, pek kasvetli göründü. Bu gölgelerin arasından geçtikten sonra harman yerine benzer bir meydanlığa geldik.

Yanımızda bileziği taşlarla örülmüş, çapı büyük bir kuyu, çevresinde birkaç ihtiyar servi gördüm. Yine bir ağaçlığa girdik. Orada burada selamlık, hizmetçi daireleri, mutfak, ahır, kümes gibi binalar göründü. Tavuklardan, kazlardan, birkaç keçiden başka bir canlıya tesadüf etmedik. Karşıma uzun ve yüksek, harapça bir duvar çıktı. Duvarın cephesinde birbirine hemen hemen otuz arşın kadar mesafede sımsıkı kapalı iki büyük kapı vardı. Kapılar eski, boyaları uçmuş, fakat meşe ağacından
yapılmıştı.

Ayşe Hanım, sağ taraftaki kapıyı işaret etti. Araba orada durdu. O anda sarı aba poturlu, uzun boylu, dik bakışlı, birkaç haftalık kıranta sakalı uzamış, koca bıyıklı bağcı yahut bekçi gibi bir adam ortaya çıktı. Ayşe Hanım, zoraki denecek bir tebessümle bu adama:

Bekir Ağa, beyefendinin sipariş ettiği hizmetçiyi getirdim. Köşkün kapısını aç, dedi.

Bekir Ağa, beni derin derin bir-iki defa süzdükten sonra poturunun yan cebinden ucuna ip bağlı kocaman bir anahtar çıkararak kalın, sert bir sesle:

Malumatım var, cevabını verdi. Anahtarı deliğe soktu. Yüzünü buruşturur bir zorlukla, iki eliyle çevirdi. Kapının tek kanadı gacır gacır açıldı. Arabadan indik. Ayşe Hanım arabacıya dönüp:

Hayvanını çöz. Biraz dinlensin. Otlasın. İşimiz uymazsa yine geri döneceğiz...

Arabacı eliyle hayvanın boynundan akan terleri silerek:

Aman hanım, sakın geç kalmayınız.

Merak etme...

Arabacı beygirin iki kulağına yapıştı. Şiddetle bir çekti. Hayvan koşumlarının altında silkindi. Biz içeri girdik. Bekir Ağa, dışardan, aynı gıcırtıyla üzerimize kapıyı kapadı. Burası, duvar kenarlarında yaseminler, hanımelleri, asma çardakları, meyveli meyvesiz ağaçlarla bir ormancık haline gelmiş, bakılmamış, harap bir bahçeydi. Ben, perilerin, geceleri ev sahibesi hanımla etrafında meclis kurdukları havuzu arıyordum. Öyle bir şey görmedim. Arabacının yalanına hükmettim.

Loading...
0%