@huseyinrahmi
|
Karşımıza iri, harap, üç katlı bir köşk çıktı. Köşkün önündeki bu bahçe harem ve selamlığı ayıran yüksek bir duvarla ikiye bölünmüştü. Bahçenin bu ikinci kısmında büyük büyük ağaçlar görünüyordu. İçeri girmezden evvel gördüğümüz iki kapıdan birinin, bahçenin öbür kısmına açıldığını anladım. Yürüdük. Binanın asıl kapısını çaldık. Bir hayli bekledikten sonra kapı açıldı. Bizi karşılamaya zayıf, uzun boylu, soluk benizli, avurdu avurduna çökmüş, ellilerinde bir halayık çıktı. Ayşe Hanım beni göstererek: Çeşmifelek Kalfa, işte size bir arkadaş getirdim. Huyuna, hulkuna, ırzına, namusuna, her şeyine kefilim. Ağzı bir mühürlü sandık gibi kapalıdır. Gördüğü, işittiği şey yine orada kalır. Sıkıntıdan döktüğüm terlerle yaşmağım yüzüme, gözüme yapışmıştı. Çeşmifelek Kalfa beni dikkatle gözden geçirdikten sonra: Teşekkür ederiz Ayşe Hanım, senin bulduğun kadın elbette fena olmaz. Biz de burada insan yüzüne hasret kaldık. Kuş uçmaz, kervan geçmez bu koca evin içinde bir Ruşen Abla, bir ben. Birbirimizin yüzüne baka baka, bıktık usandık. Ben kendimi tutamayarak: A, buranın hanımı yok mu, deyiverdim. Benim bu tedbirsiz sualim akabinde Ayşe Hanım şiddetle eteğimi çekti. Büyük bir pot kırdığımı anladım. Çeşmifelek Kalfa beni bir daha süzerek: O seninle ilgili bir konu değil efendim, dedi. Hanımefendi bana ait bir konu değilmiş. Ben acaba kime hizmet görecektim? İyice silinip süpürülmemiş büyük bir mermer taşlığın sonunda, çifte merdiven, bunların arasında ayna taşı tavus kuyruğu gibi yaprak yaprak açılmış büyük kurnalı bir musluk görünüyordu. Kalfanın işareti üzerine alt kattaki yan odalardan Kalfa odanın bir köşesinde duran ufak sarı mangalı erkân şiltesinin yanına çekti. Kahve cezvesini sürdü. Dereden tepeden lakırdıya girişti. Bu ihtiyar Çeşmifelek, fena bir kadına benzemiyordu. Eski bir kibar konağında büyümüş, esaslı bir terbiye görmüş olduğu her halinden belliydi. Adeta yiğit, konuşmasını bilen bir hanım gibi ağır ağır söylüyor, her söz ağızdan hesaplı, tartılı, düşünülmüş çıkıyordu. Ben yine bir pot kırmamak için söze karışmıyor, sade dinliyordum. Aman Yarabbi... Dağ başında, hemen kırk odalıya benzeyen bu koca köşkün içinde, yapayalnız bu iki kadın nasıl oturuyorlardı? Evin hanımefendisinin deli olduğunu işittim. O biçare kadın bu koca binanın acaba hangi odasında kapalıydı? Hanımefendi’ye dair sual-cevabın yasak olduğunu anladım. Arabacının söylediği lakırdıların doğru olup olmadığını sorup anlamak merakıyla çıldırıyordum. Bu koca evin içinde hangi hizmete tayin olunacağımı anlamadan orada kalmak hiç işime gelmiyordu. Kalfa, kahveleri pişirdi. Nazik bir tavırla fincanları elimize verdi. Ayşe Hanım, beni Çeşmifelek’e o kadar methetti, o kadar methetti ki ben adeta sıkıldım. Saydığı faziletlerin bende olduğuna en ziyade kendim şaştım. Bu kadının beni oraya kapılandırmakta büyük bir menfaati vardı ya, ne olduğunu anlamıyordum. Onun çaçaronluklarına ara verip bütün cesaretimi toplayarak Çeşmifelek’e dedim ki: Kalfacığım, eksik olmayınız. Sizden pek hoşlandım. Fakat müsaade ederseniz bir-iki sualim var. Kalfa, beni yine ağır ağır gözden geçirerek: Buyurunuz, dedi. Ben buraya kapılanacağım. Lakin hizmetimin neden ibaret olduğunu evvelce öğrenmek isterim. Üstesinden gelemeyeceğim bir işse beyhude burada kalmayayım. Göreceğin hizmet için hiç merak etme. Ağır bir işimiz yoktur kızım. Bana el ulağı olacaksın. Tahta, çamaşır, ortalık süpürmek gibi ev işleri. Bu koca evin her tarafı silinip süpürülmez. Birçok yeri kapalı durur. Derleyip toplayacağımız kullandığımız bir-iki odadan ibaret. Dışarda kâhya, bekçi, bahçıvan gibi birkaç erkek var. Onlar kendi işlerini kendileri görürler. Biz, sabah akşam yalnız iki tabla yemek veririz. Yemeği de Ruşen Abla pişirir. İhtiyarladım. Halsiz kaldım. Ne kadar güç olmasa da artık hepsine yetişemiyorum. Sen bize can yoldaşı olacaksın. Merak etme, bütün işi sana bırakmam. Yine yarıdan fazlasını kendim yaparım... Benden evvel buraya hizmetçi aldınız mı? Evet. Bir-iki tane geldi, gitti. Pek terbiyesiz kadınlardı. Biz insandan pek o kadar iş istemeyiz. Bu evin bir âdeti vardır. Her gördüğünü bilmeye uğraşmamalı, her işittiğini merak etmemeli. Birkaç kere yutkunduktan sonra dedim ki: Peki kalfacığım, ama bizi buraya getiren arabacı yolda birtakım korkunç şeyler söyledi. Periler, cinler, gulyabaniler... Evet, bu köşkün öyle adı çıkmıştır, ben yalanı sevmem. Doğrusu bu... Köşkün perili olduğu hakkındaki bu sözlerin aslı var mıdır? Sana şimdi bu köşke gelen adam pek o kadar meraklı olmamalı, her şeyi anlamaya uğraşmamalı demedim mi? A, ben cinden, periden pek korkarım. Doğrusu bu hususta meraklıyım, yapamam. Mademki siz sözü doğru söylüyormuşsunuz, ne olduğunu bir parça anlatınız. Bazı geceler ufak tefek patırtılar, çıtırtılar olur. Fakat kimseye bir ziyanları yoktur. Biz kırk senedir buradayız. Hamdolsun, hiçbirimize bir şey olmadı. İşte bak, ben seni aldatmıyorum. Lakin bu evde kaldıktan sonra bu yolda uzun suallere kalkışırsan benden ve kimseden bir cevap alamazsın. İşin hakikati bu... Beni derin bir düşünme aldı. Kalfa o kadar tatlı ve doğru söylüyordu ki, sözlerinde bir yalan kokusu alamadım. O aralık içeriye Ruşen Kadın girdi. Şişman bir Arap... Bir tarafında bir fino köpeği, diğer yanında kuzguni siyah, iri bir kedi vardı. Bu iki arkadaşıyla yürüdü, kerevetin kenarında oturdu. O esnada Ayşe Hanım: Gidip bir aptes tazeleyeyim, diyerek dışarıya çıktı. Fino beni görünce kuyruğunu kavislendirerek hasmane bir vaziyetle havlaya havlaya beyaz dişlerini gösterdi. Ruşen Kadın: Sus, Şeytan... O yabancı değil. Bu azardan sonra, köpek kerevete yaklaşıp iki ayağı üstüne oturdu. Bana dikkatle bakmaya başladı. Kedi Ruşen Kadın, Çeşmifelek Kalfa’ya bir baş işareti etti. Kalfa, kendine mühim bir iş verilmiş gibi hemen odadan çıktı. Aşçı kadınla yalnız kaldık. Arap güler yüzle: Sefalar, uğurlar getirdiniz. İstanbul’da ne var ne yok bakalım? İyilik, ablacığım. Ah, cümlemiz iyi olalım. Nasıl, köşkümüzü beğendin mi, bizden hoşlandın mı? Beğendim. Hepsi pek âlâ. Eh, niye öyle durgun duruyorsun? Bu köşk için cinli, perili dediler de korkuyorum. Aman, düşündüğün şeye bak. Bu dünyada hiç perisiz yer olur mu? İki gözüm, onlar iyi saatte olsunlar, nerede yok ki burada olmasınlar? Onlara zarar etmeyene hiç fenalık yapmazlar. Arabacı söyledi. Burada bir-iki hizmetçi boğmuşlar... Elbette boğarlar. Destur demeden pencereden aşağı, onların başına tükürülür mü? Hiç gece faraşla bahçeye süprüntü dökülür mü? Hizmetçiler onları saymadı. Ötekiler de onları boğdular. Ruşen’in bu safça açıklaması üzerine: Ben burada durmam. Gideceğim, Ayşe Hanım nerede? feryadıyla hemen taşlığa fırladım. Arap arkamdan yetişerek: Ayşe Hanım nerede? O çoktan arabaya bindi, gitti. Şimdiye kadar Yalnız Servi’yi buldu. Yok, bir dakika durmam. Ben de gideceğim. Buraya gelen ayağıyla gelir, fakat kendi arzusuyla gidemez. Biz insanı salıvermeyiz. Seni buraya kim teslim ettiyse yine gelir, o alır. Başka türlü gidemezsin. |
0% |