Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm: Periler

@huseyinrahmi

Bir başıma tiril tiril kalakaldım. Şimdi ne yapacaktım? İlk tedbir olarak hemen koştum. Oda kapısını sürmeledim. Üzüntüden, korkudan, yorgunluktan bitap düşmüştüm. Her tarafım kesiliyordu. Yüklüğü açıp döşeği yapmak istiyor, fakat içinden acaba ne çıkacak korkusuyla açmaya korkuyordum. İkinci tedbirim de perdeleri indirmek oldu. Odanın bir köşesine büzüldüm. Bekliyor, nereden ne çıkacak diye gözlerimi her tarafta dolaştırıyordum. Bu gece bir taraftan hiçbir peri ortaya çıkmasa bile içinde bulunduğum büyük korku beni öldürmeye kâfiydi. Eşyadan duvarlara, yerlere akseden gölgeler bana hep korkulu hayaletler gibi alelacayip görünüyordu.

Bir patırtı olunca, kalbime kuvvet vermesi için elimle muskaya sarılıyor, “El-cinn’ül-ecin” levhasının manevi koruması altına iltica ediyordum.

Artık yorgunluğa tahammül edemeyerek döşeğimi yapmaya karar verdim. Bütün cesaretimi topladım. Yüklüğü açtım. Kaba bir yün döşekle temiz bir şilte, yastık, yorgan, her şeyi buldum. Döşeğimi levhaya yakın bir yere serdim, içine uzandım. Hiçbir taraftan “çıt” işitilmiyordu. Bir müddet derin bir suskunluk ve sükûn içinde etrafı dinledim. Perilerin bu akşam bana merhamet gösterdiklerine hükmettim. Her yana kulak kabarta kabarta adeta baygınlığa benzer bir hale düşmüştüm. Bu dalgınlığım ne kadar sürmüş, bilemiyorum. Kulağımın dibinde denecek bir yakınlıkla acı acı bir horoz öttü. Döşeğin içinden
birdenbire korkuyla fırladım. Sağıma, soluma baktım. Odada bir şey yok. Yanan Arap mumu yarıdan aşağı erimiş. Hep gölgeler dehşetli nazarlarım önünde raks ediyordu. Dışardan rüzgâr eser gibi bir gürültü oldu. Pencere önündeki hanımeli yaprakları birbirine geçercesine hışırdadı. Bu ilk sağanağı derin bir sükût takip etti. Acaba hakikatte bir şey yoktu da korkudan bana mı öyle geliyordu? O horoz sesi rüyada işitilmiş asılsız bir ses miydi?

Ben bu tereddütler içinde tedirgin olurken etrafımda bir sürü ördek vakvakası koptu. Vak... vak... vak... Tabiatın fevkinde denecek bir uyanıklık ortaya çıkarmış olan işitme gücüm bana bunları ta yanımda, hatta döşeğimin içinde, yorganımın arasında gibi işittiriyordu. Hemen yastıklarımı ittim. Yorganımı silktim. Bir şey görünmedi.

Yüreğim o kadar şiddetle çarpıyordu ki, bir daha ayılmamak üzere hemen bayılacaktım. Artık tereddüde mahal yoktu. Ördeklerin ötüştükleri bir hakikatti. Bunu uykuda değil, uyanık kulağımın açıklığıyla duymuştum. Bu uğursuz köşkün perileri, gece müsamerelerinin ilk faslına başlamışlardı.

O anda, Ruşen Kadın’ın bana olan tembihleri aklıma geldi. Hemen döşeğimi duvardan uzağa çektim. Acaba ben o gün uçkurumu kıbleye karşı mı bağlamıştım? Farkında değildim. Hemen şalvarımı çözdüm. Kıblenin aksi yöne dönerek tekrar bağladım. Bu tedbirden bir fayda görülmedi. Şimdi de gak, gak, gak, kazlar başladı. Fakat kaz sesleri bu defa dışardan, taşlıktan geldi. Şimdi bunu iyice fark ettim. Galiba bana bu gece çiftlik perilerinin kümes halkı hoş geldine geldiler, dedim. O anda gayet gevrek bir at kişnemesi işitildi. Anı müteakip merdivende paldır küldür bir koşuşma oldu.

Benden evvel bu köşkte boğulmuş olan iki hizmetçinin feci ölümlerini hatırlayarak aklımı kaybedecek bir hale geldim. İşte o zaman oda kapımın üzerine gürültülü müthiş bir davuldur başladı. Dan dan da dan dan...

Artık nefesim nefesime yetişmiyor, ecel terleri döküyordum. O esnada aklıma Ruşen Kadın’ın tavsiyeleri geldi. “Mavili kıyafet giyme,” demişti. Ay, benim arkamdaki entarinin ufak ufak mavi çizgileri vardı. Hemen entariyi arkamdan çıkarıp attım. Şalvarım da o renkti. Onu da sıyırıp fırlattım. Bir bez gömlekle kaldım. Davul yine devam ediyordu. Şimdi o tembihleri birer birer hatırlamaya uğraşıyordum. Daha ne demişti? “Akşamları saç örgülerini çöz.” Saçlarımı koparırcasına bir aceleyle çözdüm, dağıttım. Yine faydasız. Davul hâlâ çalınıyordu. Gitgide kapıyı menteşeleri üzerinde şiddetle sarsmaya başladılar. Artık anlıyordum. Öteki hizmetçiler gibi ben bunların üzerlerine süprüntü dökmeden, başlarına tükürmeden, bu gece beni bir kabahat işlemeden boğacaklardı. Ah, can pek tatlı şey... Kurtulmak için zihnimin olanca gücüyle dadının tembihlerini hatırlamaya çalışıyordum. O daha demişti ki: “Seni korkuttukları vakit ayaklarının başparmaklarının tırnaklarını birbirine sürt, iki elinle kulaklarının memelerini tut. Bir demir bulabilirsen üzerine bas. Emret ya cin, hazırım! diye bağır...”

Üzerine basmak için demiri nerede bulayım? Etrafıma bakındım. Dolabın üzerinde bir anahtar gördüm. Onu yere attım. Üzerine çıktım. İki elimle kulaklarımın memelerine yapıştıktan sonra ayaklarımın başparmaklarını birbirine sürtmeye başladım. Aman Allahım ne müşkül hareket! Ne zor iş... Ne yorgunluklu didinme... Benimse, zavallı ayakta durmaya takatım kalmamıştı. Ayak tırnakları kolaylıkla birbirine sürtülmüyor. Ellerim kulaklarımda olduğundan ikide birde pattadak odanın ortasına yuvarlanıyorum. Bu çalışmam bir tesir göstermedi. Gürültü bütün şiddetiyle devam ediyordu. Son nasihat olan, “Emret, hazırım ya cin” boyun eğiş nidasını bir türlü çıkaramıyordum. Çünkü ben hemen büsbütün çıplak bir kadın... Erkek midir, dişi midir ne türlü zebella olduğunu bilmediğim bir periye, “Emret, her şeye hazırım,” diye nasıl bağırayım?

Yoksa bu cinli köşk her türlü melunca tasavvurun ötesinde benim gibi masum kadınları avlamak için kurulmuş bir tuzak yeri, bir batakhane miydi?

İlahi ana dostu Ayşe Hanım... Sana ne kadar büyük bir nefretle, şiddetle lanet okusam yine senden hıncımı alamayacağım. Acaba kaç kuruş kazanmak için böyle ırzıma, canıma kıydın? Artık sana dünyada tesadüf edemezsem, yarın ahrette on parmağım yakanda olsun... Bu lanetlerimin sonunda can kaygısı her şeye üstün geldi. Yine kendimi kurtarma imkânını düşünmeye giriştim.

Ruşen Abla daha ne demişti: “Gözlerini yedi defadan ziyade kırpma.” Hay bu nasihat aklıma gelmez olaydı... Gözlerimi kırpmamaya uğraştıkça yedi değil, belki yirmi yedi defa birbiri üzerine açıp kapamadan duramıyordum. Bu, icrası imkânsız bir tavsiyeydi. Acaba Arap benimle eğlenmiş miydi?

Dışardaki curcuna, benim bu didinmelerime rağmen o kadar azdı ki, sürmesi hemen fırlayıverecek gibi bir
kuvvetle kapı zorlanıyordu. Didindim, didindim, didindim. Dedim ya, can pek kıymetli. Son çareye müracaatı da gö­ze aldım. Rabbim kusurumu bağışlasın, darısı ayıplayanların başına gelsin. “Hazırım ey cin! Emret, buyur...” davetiyle haykırdım. Oraya baygın düştüm. Ötesini bilmiyorum. Gözlerimi açtığım zaman ortalığı ağarmış gördüm. Hiç ses, seda yoktu. Odanın orta yerine serili olan döşeğimi ta kapı dibine kadar yeri değişmiş buldum. En ziyade dehşet ve şaşkınlığıma sebep olan şey, oda kapısının içeriden yine sürmeli bulunmasını görmek oldu.

Döşeğimi ta oradan buraya kadar kim sürükledi? Şüphesiz periler! Çünkü kapıdan başka odaya girecek bir delik yoktu. Bu hakikat meydandayken artık onlardan kendimi korumak için tedbir düşünmek kadar büyük budalalık olur mu? İşte tamamıyla onların elindeydim. Ne isterlerse gece bana yapabilirlerdi.

Vücudumun o akşam uğradığı hasar derecesini anlamak için kendimi bir yokladım. Elhamdülillah korku, üzüntü yorgunluğundan başka kendimde hissedilir bir fenalık görmedim.

Loading...
0%