Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm: Ahu Baba Yahut Gulyabani

@huseyinrahmi

Benim o evdeki itibarımın ketumluğa bağlı olduğunu biliyordum. Vazifemin hepsi perilere hizmet etmekle beraber korku ve merak uyandıracak fevkalade hallere tesadüf ettikçe merak etmemek veya etmez görünmekti. Arkadaşlarıma bu işittiğim seslerden, saçmalardan, perilerden aldığım talimattan katiyen bahsetmem. Çünkü kalfayla Ruşen Abla bana imtihandan, filandan ve şimdiye kadar çalıştıkları saçma derslerinden kaçar numara aldıklarından hiç söz açmamışlardı.

Bilakis, itaatimi, söz dinleyişimi, hamaratlığımı, dıştan kayıtsızlığımı daha ileri götürdüm. Ama mecnun hanımefendinin geçirdiği esrarengiz hayatın, bu hapisliğinin içyüzüne vâkıf olmak için de meraktan çıldırıyordum. Benim için bu esrarın keşfine yardım edecek, o delirmiş kadının sözlerinden başka şimdilik tetkike yarayacak başka bir şey yoktu. Belki de o saçmalar arasında işe yarayacak akıllıca, manalı sözler, samimi itiraflar duyabilirdim.

Geceleri yatıncaya kadar kulaklarım kirişte, zihnim hep Hanımefendi’de olarak dolaşıyordum. Çünkü benim bu cinnet mektebine kaydım ve kabulüm icra edilmiş demekti. Derse başlamıştım. O gaipten gelen ses bana geceleri orada burada dolaşma diye emir vermedi. Yalnız süflilere basmaktan kaçınmamı tavsiye etti.

Bir akşam kulağıma o ses yine geldi. Hemen bir iş bahane ederek orta kata çıktım. Usulca o boş odaya girdim. Hanımefendi şöyle bağırıyordu:

Yine mi geldin? İlahi, boyun posun devrilsin. Son gelişin olsun. Seni Ahu Baba’lar götürsün. Benden ne istiyorsun? Artık verecek bir şeyim yok. Bir lokma, bir hırkayla kaldım. Beni tek başıma bir odaya kapadınız. Bir Arap’la sevimsiz bir Çerkez’den başka insan yüzü gördüğüm yok. Yıkıl oradan musibet. Defol zebella... Haydi mezarlığına git. Ölü eti ye. Ben daha ölmedim. Dev hortlağı. Seni bana musallat edenler Mevla’dan bulsunlar, leş yiyici... Çekil diyorum sana... Boğazına kor düşsün, kemiklerini emmek için kaç delikanlıya, kaç taze kıza kıydın? Benim de iki tane gül gibi hizmetçimi götürdün. Köylüler bir gün seni inşallah kurşunlar, sopalarla gebertecekler. Yiyeceksen Şevki’yle Salim’i ye. Onlar sana layık
gıdadır. Bakma öyle hain hain. İçeriye gelemezsin. Yanımda En’am-ı Şerif var. Dedemden kalma iki ağızlı zülfikâr yavrusu kılıç var. Gelme diyorum. Perilerin şahını çağırır, seni iki parça ettiririm. Gelme diyorum. Gulyabani, ay geliyor, üstüme yürüyor. Eşim dostum, koşun, beni bu zebaninin elinden kurtarın. Yetişin, ölüyorum... Paralıyor... Bittim...

Tüylerim diken diken oldu. Acaba yine bunlar deli saçması mıydı? Yoksa sahiden kadının üstüne yürüyorlar mıydı? Zavallı hatun, gül gibi iki hizmetçisinin ziyan oluşuna hâlâ üzülüyor. Şimdi demek nöbet bana geldi. Nerelere kaçayım? Kimden yardım isteyeyim? Ev sahibesinin feryatlarına, bağırıp yardım istemelerine bile kulak veren yok. Beni kurtarmaya kim koşacak?

Yalnız imtihana çalışmakla ben bu evden pek kolay canımı kurtaramayacağım. Cinlerin, perilerin hayırlı, şerli çeşitlerinden başka bir de Gulyabani yahut öteki adıyla Ahu Baba, ne olacak? İşte bu pek fena, pek amansız bir musibet... Hanımefendi’nin haykırdığı şu cümleler kulağımdan çıkmıyor: “Defol zebella, haydi mezarlığına git, ölü eti ye, hortlak, leş yiyici... Kemiklerini emmek için kaç delikanlıya kıydın? Benim gül gibi iki hizmetçimi götürdün.”

O anda zihnime pek korkunç bir şey geldi. Bazı cin tutmuş hanlar, hamamlar olur da oralarda koyun, inek, manda gibi canlı hayvanlar kurban ederler. Seneden seneye bu adaklar verilir. Sakın bu Gulyabani’nin adağı da her sene bir insan olmasın? Hizmetçi kadınları buna adak olarak yedirmesinler? Acaba ben buraya böyle bir adak kurbanı olmak için mi getirildim? İlahi Ayşe Hanım... Artık aleyhinde edecek beddua bulamıyorum.

Dışarda gündüz ışığı sanılacak kadar berrak, kuvvetli bir mehtap vardı. Işık, dışardan bulunduğum odanın kapalı perdelerine vurarak içerisini bayağı aydınlatmıştı. Birdenbire perdelerin üzerinde korkunç, iri ve cidden minare denecek boyda bir gölge gezindi. Ardından, kalpleri titretecek, gümbürtüye benzer bir homurdanma oldu. Korkumdan sıtma tutmuş gibi iki çenem takır takır birbirine vurmaya başladı.

Bedbaht kadının yardım haykırışları bu dev boylunun dehşeti nispetinde yükseldi. Rüyada mı, hakikat âleminde miyim, bilmiyorum. Her tarafımı bir kâbus sardı. Ne orada durmak ne de kaçmak cesaretini gösterebiliyordum. Bütün kuvvetimle kendimi sarsmaya, adımımı atmaya uğraşırken gölge bir daha göründü.

Kendimi son defa zorlayıp olanca avazımla başımı duvarlara, kapılara vurup dışarıya koşacağım sırada “Üzerime basma,” diye hemen ayaklarımın altından bir ses işittim. O kadar fenalaştım ki düşmemek için duvara dayandım. Yine o ses, “Yaslanma, şimdi seni çarparım,” mealinde tekrar etti. Aman Allahım, bu ne hal? Ne dehşet. Evvela ayaklarıma, sonra yukarı, tavana baktım, duvarlara baktım, meydanda bir şey yok. Gaipten muhtelif sesler gelmekteyken çıldırmış gibi kendimi dışarı atabildim. Hiç şüphe yok, artık bu defa şer isteyen perilerin kötülüğüne uğramıştım. Merdivenlerden tekerlene yuvarlana indim. En alt kattaki odaya bir kızıl deli saldırışıyla atıldım. Abla’yla Kalfa karşı karşıya oturuyorlardı. Benim bu
korkuma ve telaşıma karşı ikisinin de hoşnutsuzlukla kaşları çatıldı. Soğukkanlılıklarını hiç bozmadan sordular:

Ne var?

Bu uğursuz perili köşkte ne olmaz?

Canım, ne var?

Gündüz orta katta unuttuğum hırkamı almak için yukarı çıktım. Acı acı bir ses işittim. “Beni öldürüyorlar, boğuyorlar,” diye biri bağırıyordu. Ödüm koptu gitti.

İki kadın bakıştılar. Kalfa aynı soğukkanlılıkla dedi ki:

Biz sana bu evin içinde gürültüler, sesler işitirsen telaşlanma diye tembih etmedik mi?

Ruşen Abla, ihtiyatlı bir sesle:

Öyle ya!.. Periler bunlar... İstedikleri zaman bağırırlar. Bu evin iyi saatte olsunlarla dolu olduğunu bilmiyor musun?

Hakikaten dolu. Nereye adımımı atsam, “Üstüme basma,” diye azarlıyorlar. Fakat uzaktan işittiğim o ses, peri sesi değildi. Sizin, benim gibi bir kadın feryadıydı.

Ruşen Abla, kızgınlığından birkaç defa kalkıp oturarak:

Ayol, perilerin kadını yok mu? Sen onların sesi, insan bağırmasına benzemez mi zannediyorsun, cahil!

Hayır diyorum size. Bu, peri, cin sesi değil. O da cinlerden şikâyet ediyor. “Yetişin, beni kurtarın, eşim dostum yok mu?” diye bağırıyor. Sizin zerre kadar merhametiniz yok mu? Bu kadın kimse, imdadına koşalım. Biz baş edemezsek dışardaki heriflere haber verelim. Yüreğim parça parça oldu.

Beyazla Arap yine bakıştılar. Nihayet Çeşmifelek Kalfa acımasının derecesini gösterir dalgın bir yüzle:

Gidip bakayım bari...

Abla yanımda ağzından kaçırdığı sözün ehemmiyet derecesini tartmasına mâni olan bir hiddetle:

Nereye gideceksin canım? “Ay mehtabında” bağırdığı vakit yanına gitmeyin diye bize tembih etmediler mi? Bu gece Ahu Baba’nın gecesi. İşte o geldi. Zavallıcık, öteki de korkusundan bağırıyor.

Kalfa — İki-üç ayda bir defa doktor getirirlerdi.. Hayli zaman oluyor ki onu da getirmediler. Merhametim bırakmıyor. Haydi Ruşen gidelim. Zavallı kadın ne halde, bir görelim.

Ruşen — Ya sonra duyarlarsa bize ne yaparlar?

Kalfa — Kimden duyacaklar?

Ruşen, beni işaretle:

İşte bundan korkuyorum...

İkisi de şüpheli birer nazarla gözlerini bana diktiler. Ağlayarak hemen eteklerine kapanıp dedim ki:

İki gözüm kalfalarım. Benden hiç korkmayınız. Benim sizden başka insan yüzü gördüğüm var mı ki bu eve ait esrarı açığa vurayım? Galiba benim bu evden dirim değil, ölüm çıkacak. Nihayet Ahu Baba’yı gördüm. Aslını değil, gölgesini. Hay yaradana sığındım. O ne boy!.. O ne pos... O ne kavuk, o sakal... Meretin gölgesi böyle, ya kendisi nasıl olacak? Mezarlıkları dolaşmış galiba. Dişine, midesine layık bir şey bulamamış. Açlıktan kükreyip duruyor. Hanımefendi’nin tarifine göre melunun âdeti körpe vücutlarla karnını doyurmak olacak ama bugün nasılsa aç kalmış da kartlığına bakmayarak biçare kadını yemek için üzerine hücum ediyor.

Ruşen — İşte iyi bildin. Biz sana söylemedik, ama sen sezginle anladın. Bu eve gelenin dirisi çıkmaz. Fakat boşboğazlık etmezsen bir şey olmaz. Bu tehlike yalnız senin için değil, aynen bizim de başımızda... Dilimizi tutmazsak bizi de boğarlar. Kurtulmak bizim için de mümkün değil. Ölünceye kadar perilerin dertlerini çekip hizmet edeceğiz. Ne yapalım? Kaderimiz böyleymiş. Biz dilimizi yuttuk. İşte bak, kaç senedir bize bir şey yapmıyorlar. Dilimizi yine tutarsak inşallah ecelimize kadar yaşarız. Buradaki cinlerin en korkuncu Gulyabani’dir. Bunun geldiğini, göründüğünü kimseye söylememeli. Bize öyle tembih ettiler. Sonra kendin bilirsin!..

Kim tembih etti Abla?

Orası lazım değil. Üstüne vazife olmayan şeyleri sorma.

Uzun bir konuşmadan sonra iki hizmetçi bağıran kadının yanına gitmeye karar verdiler. Odadan çıkacakları esnada ayaklarına kapanıp dedim ki:

Beni burada yalnız bırakmayınız. Ben kendi kendime korkudan ölürüm. Ne olacaksam sizinle beraber olayım.

Bu ricama karşı Arap gözlerini açtı. Şiddetli bir itirazla:

Olmaz, olmaz, Allah esirgesin. Hanımefendi’nin yanına seni götürmek olmaz.

Gözyaşlarımla ortalığı ıslatarak:

Mademki ölümü, dirimi bu eve adamış, ben de sizin gibi bir fedaiyim, sadakatimden niçin şüphe ediyorsunuz? Ancak ketumluğumla yaşayabileceğimi bilirken, hiç verdiğiniz emre muhalif bir harekette bulunabilir miyim? Ben de geleyim. Size yardım ederim. Böyle tehlikeli zamanlarda çokluk, kalbe kuvvet verir.

Ruşen, sorar gibi Çeşmifelek’in yüzüne bakarak:

Yeni hizmetçiyi yanına çıkardığımızı Hanımefendi kendi söyleyiverirse?

Kalfa, düşünceli bir yüzle:

Deli desinler, ne derlerse desinler. Benim hanımım çok düşünceli, terbiyeli, ağır bir kadındır. Eminim, o kimseye bir şey söylemez. Bizden başka bir insan yüzü daha gördüğüne memnun olur.

Ruşen biraz yumuşuyordu. Omuz silkerek:

Ben karışmam. Sen bilirsin... Sonra bir belaya uğrayıp da pişman olmayalım.

Kalfa — Zaten yeni hizmetçinin katiyen Hanımefen­di’nin yanına çıkarılmaması için bize bir emir yok. Haline, şanına dikkat edilecek. Emniyet edilebilir, terbiyeli bir kadınsa o da bizim gibi her işe bakacak. Gulyabani çıktığı zaman Hanımefendi’nin yanına gitmemiz hepimize yasak. Tembih böyle. Sebebini bilmiyorum ama bize verilen kesin emir bu. Muhsine’nin bizimle beraber çıkması, ikinci derecede bir kabahat gibidir.

Ruşen, şaşkınlığından iki tarafına sallanarak:

Rabbim hayırlar versin. Alnımıza iyi yazılar yazılsın. Ben, artık bilmem, bilmem...

Kalfa — Bu kadının feryadına nasıl can dayanır? Onu öldüreceklerse bizi de beraber öldürsünler. Ekmeğini yiyoruz. Haydi çıkalım... Vakit geçirmeyelim.

Ruşen (bana dönerek) — Hanımımızı görsen çok hazzedersin. Ne natıkalı bir kadındır. Her şeyi bilir. Âlimdir. Perilerin dillerinden bile anlar. Onlarla cin lisanıyla görüşür.

Kalfa, şamdanı aldı. Önümüze düştü. Biz de arkasından yürüdük. Gulyabani’den tiril tiril korkmakla beraber Hanımefendi’yi, o zavallı kadını göreceğim için seviniyordum. Arkamıza Şah’la Şeytan da takıldı. Biz evde kaç cansak hep beraber o bedbahtı kurtarmaya gidiyorduk.

Loading...
0%