Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@huseyinrahmi

Teessürünün şiddeti biraz geçince Rasih Bey’e takma dişleri, satrançlı dokumayı, dantelalı patiska parçasını gösterdiler. Dişlerin maktule ait olduğunu fakat diğer eşyayı tanımadığını söyledi ve müstantikle aralarında şöyle sual cevap başladı:

S: “Bu kesik başı tanıdınız.”

C: “Evet, şüphesiz biraderimin başıdır.”

S: “Biraderinizle ticaret ortaklığınız var mıydı?”

C: “Hayır, o büsbütün ve her suretle bizden ayrı yaşardı.”

S: “Neyle geçinirdi?”

C: “Pederden miras kalan emlaki vardı. Harp esnasında bulgurculuk etti. Çok para kazandı.”

S: “Biraderinizin ticaret refikleri veya tanıdığı, teklifsiz konuştuğu kimseler içinde bir Ermeni ve yahut o millete mensup bir aile var mıydı?”

C: “Hayır, bilmiyorum.”

Kanlı Aşharh gazetesi gösterilerek:

S: “Gazetenin kenarındaki şu Fransızca kelimelerin kimin el yazısı olduğunu tanıyabilir misiniz?”

Maktulün biraderi cümlelere büyük bir dikkatle bakarak:

C: “Tanımıyorum.”

S: “Bu sözlere ne mana veriyorsunuz?”

C: “Cinayetin saiki aşk olduğu görülüyor. Bu esrarengiz yazı kırıntılarının pek ateşli gençlerin parmaklarından saçıldığı hissolunuyor.”

S: “Biraderinizin ak saçlarıyla bu gençlerin arasında ne işi var?”

C: “Ah! İşte bendenizi en ziyade dağdar eden cihet burasıdır.”

S: “İzah eder misiniz?”

Rasih Bey, gözlerini kavanozların içindeki kesik uzuvların üzerinde dolaştırıp hatırasını toplamaya uğraşırken müstantik önündeki dosyayı karıştırarak:

“Affedersiniz, zihninizin insicamını bozacağım fakat buna lüzum vardır. Zevceniz Feride Hanım buraya müracaat etti. Bu şişedeki başı görünce size benzetti. Yalnız benzetmek değil, maktuliyetinize katiyen hükmetti. Kayınbiraderinden hiç bahsetmemiş olmasını şimdi biraz garip buluyorum. Ne dersiniz?”

C: “Müsaade buyurunuz. Vereceğim izahatla mesele kendi kendine tavazzuh eder.”

Rasih Bey, anlatacağı küçük hikâyenin aile esrarına ait cihetlerini mümkün mertebe kapalıca geçmek için küçük bir mülahazadan sonra başladı:

“Feride Hanım’la izdivacımız bir hayli sene oldu. Fakat zevcem henüz kayınbiraderiyle yüz yüze gelip görüşmedi.”

S: “Sebebi?”

C: “Sebebi pek elimdir efendim. Maktul Raif Bey’le bizim pederlerimiz bir fakat validelerimiz ayrıdır. Ölüleri hayır ile yâd etmek lazımdır ama adaletin sualleri karşısında maktul kardeşimin mütereddi hayatına ait bazı acı safhaları eşelemek ıztırarında kalmış olduğumdan dolayı Allah’tan merhamet ve kullardan af dilerim. Kardeşimi su-i hal ve şöhreti hasebiyle validem eve sokmazdı. Hatta aile arasında ismi bile anılmaz olmuştu. Sözü geçse bile ağızdan kulağa ‘Evlere şenlik ihtiyar çapkın,’ suretinde kapalı geçerdi. Arından ölen büyük yengem Nafia Hanım’ın irtihalinden sonra birkaç aşüfte aldı, bıraktı. Yaşça büyüğümdü. Lakin öyle bir iki kadınla kanaat edemezdi. Müteaddit metreslerle yaşadı. Hele uzun müddet Eleni isminde bir kadınla Ağahamamı civarında bir apartmanda hayat geçirdi. Zannederim ki son zamanlarda bıkarak onu da terk etti. En ateşli, en azgın delikanlılara rahmet okutturacak taşkınlıklar, inanılmayacak maceralar içinde ömür sürerdi. Bazen aylar hatta seneler geçer de nerede bulunduğundan haberimiz olmazdı. Nereye giderdi? Kırklara mı karışırdı, ne yapardı? Bilmezdik. Hal ve hareketinden sual edenlere kızardı. Hususi hayatının birçok kısımları bizce de katiyen meçhuldür. Bizi arayıp sormazdı. Kendini arayanlara da öfkelenirdi. Bu kadar senedir ki ticaretle meşgul oluyorum, bir kere idarehanemize uğramamıştır. Şeriklerim onun hiç yüzünü görmemişlerdir. Ne şekilde bir adam olduğunu bilmezler. Asıl zihnimi karıştıran cihet, kendinin İstanbul’da bulunmamasıydı. İşte yine tekrarlıyorum. Benim buradan hareketimden bir hafta evvel o İsviçre’ye gitmişti.”

S: “Son defa kendisiyle nerede konuştunuz?”

C: “Şayian mutasarrıf olduğumuz bir arsanın satılma meselesinden dolayı kendini aradım. Beyoğlu’nda dolaşmadığım köşe bucak kalmadı. Nihayet Kulekapısı’nda bir apartmanda buldum. Pek asabi ve kederliydi. Bana dünyadan bıktığını ve kadınlara karşı derin bir infial ve istikraha düştüğünü, bundan sonra kadınsız ve kimsesiz tek başına yaşayacağını ve yanına bir dişi kedi bile yanaştırmayacağını, bir haftaya kadar İsviçre’ye, oradan Paris’e, Paris’ten Londra’ya ve sonra Amerika’ya gideceği, bu uzun seyahate çıkmak için işlerini tasfiye, hesaplarını kesmek ve yol çantalarını hazırlamakla meşgul olduğunu söyledi. İçi içine sığmıyordu. Yüreğinde büyük bir derdi olduğu, bir sırada göğsünden boşanan ahlardan, oflardan anlaşılıyordu. Bir aralık geldi. Şaşkın müteheyyiç ta karşımda durdu. Gözlerini kırpmadan istimdatkâr süzgünlüklerle bana dikti. İhtiyar ruhunda kaynayan ıstıraplarını bana göstermek istedi. Hah, dedim, hah şimdi açılacak, karanlık, viran kalbindeki esrarı hep ortaya dökecek. Fakat birdenbire gözlerini tepemden aşırarak tavanın bir köşesine sapladı. Sanki oradan görünmez bir nasihatçi ona ihtiyat ve ketumluk tavsiye etti. Yutkunarak derin bir sükûtla karşımdan çekildi. Gözlerini bulandıran gam bulutlarını dağıtmak için güneş aradı. Pencerenin önüne gitti. Çamlıca ufkuna doğru daldı kaldı. Dünyadan bizarlığına ve gönlünün bütün bu izmihlaline sebep kadın olduğunu, İstanbul’dan firarı da yine latif cins yüzünden düştüğü bir felaket ve şeamet hissinden başka bir şey olmadığını anladım. Sevda yıldırımının kocamaya yüz tutmuş yaşlı bir kütüğü vurması, genç bir ağaca
çarpmasından pek hazin ve mühlik oluyor. Çünkü açılan derin yara teselli ve iltiyam kabul etmiyor. Aynı maslahat için üç gün sonra yine kendisini görmek icap etti. Gittim, odasında buldum. Kollarını dirseklerine kadar sıvamış pasta hamuru yoğuruyordu. Aman ya Rabbi, bir iki gün zarfında uğradığı değişiklik beni hayrette bıraktı. İlk gördüğüm günkü yeise, hüzne bedel şimdi yüzünde taşkın bir neşe, bir inbisat, kalbine sığmayan bir sevinç vardı. Hamurunu ‘Seversin sevdiğim hem sevdirirsin’ şarkısıyla yoğuruyordu.

‘Birader, bu ne hal?’ dedim.”

“Sorma Rasih sorma. Ne olacak, bekârlık.”

“Daha dün kadından şikâyet ediyordunuz.”

“Herhangi bir çocuk sana ‘Artık şekerden bıktım. Bir daha yemeyeceğim,’ derse inanma. İnsan bazen canından da usanç getirir. Kadından bezginlik işte o kabildendir. Kadın, erkeğin mütemmimidir. Onsuz hilkat, tenasül hiçbir şey olamaz. Kadından boş kalınca gönlüm mezara dönüyor. Bazen çok hafiflikler eder fakat kadın daima masumdur. Onun nazını sefa edinmeyi bilmeyen erkek, bu dünyadaki rolünü, hayatın zevkini anlamamış demektir.

Artık, kadının senasında ardı gelmez bir ıttırattır tutturdu. Böyle kadın iptilasıyla kağşamış dimağların leh ve aleyhte söyleyecekleri sözlerde büyük bir isabet olamaz. Fakat ben, onun gönlünü hoş etmek için dünkü şiddetli poyrazın üzerine bugün kuvvetli ve sıcak lodosa
dönen bu köhne kalbin feveranlarını dinliyordum. O gittikçe coşarak aşkla, şevkle anlatıyor ve hararetlendikçe hızını hamurdan alarak önündeki kabı delecek gibi yumrukluyordu.

Nihayet yoruldu. Elini kaptan çekti, ince, süzgün bir tebessümle bir müddet dinlendikten sonra bana dedi ki: ‘Birader yoruldum. Bana biraz yardım etsene. Bu pasta gayet güzel oluyor. Fakat çok yoğurmak lazım, kesildim. Ah bu dermansızlığımın sebebini bilsen kaç gündür geçirdiğim heyecanlar.’

İhtiyatsızca ağzından kaçırmış olduğu bu birkaç kelimeden sonra kendini toplamaya uğraşarak sustu. Ve derhal lakırdıyı çevirerek yine başladı:

‘Beş-on gün evvel bu dünyadan bana nefret geldi, her şeye kızar, sinirlenir olmuştum. İşte hayattan bu bezginliğim arasında kadın ve erkek hizmetçilerimi savdım. Her işimi kendim görmeye karar verdim.’

‘Niçin ikisini birden savdınız. Birini alıkoymalıydınız.’

‘Dinle, sana hizmetçiler hakkındaki tecrübe ve nazariyelerimi söyleyeyim. Geçirdiğim bekârlık hayatında başıma her şey geldi. Eğer bir evde bir başına yaşar bir adamsanız sizin için bir hizmetçi, bir felaket, adeta büyük bir beladır. Sizi kıskıvrak kavrar, avucunun içine alır. Her bir esrarınıza hulul eder. Her hareketinize hâkim olur. Sizinle izdivaç kuruntularına kalkar. Sizi âlemden kıskanır. Yalnız evde yaşayan geçkin bekârların hemen daima hizmetçileriyle evlenmekte olduklarına belki dikkat etmişsindir. Binaenaleyh bu felaketi biraz hafifletmek için hizmetçinin iki olması lazım gelir. Fakat iki kadın birbiriyle geçinemezler. Biri erkek biri kadın olsa birbiriyle fazla geçinirler. Yani gayrimeşru bağdaşırlar. O zaman
sizin kendi hanenizdeki mevkiiniz pek ziyade garabet ve nezaket kesp eder. Sizin evdeki efendiliğiniz bir gölgeden ibaret kalır. Asıl efendilik uşağa intikal eder. Yemeğin âlâsını uşak yer. Şiltenin yumuşağında o yatar. Her şeyin kaymağından o tadar. İkisi her şeyde müttefik yaşarlar. Sizi soyarlar, soğana çevirirler. Maazallah evde, sandığınızda, dolabınızda yahut bankada paranız olduğunu sezinlerlerse ciddi tehlikeler içinde kalırsınız. İşte sizi hep bu belalardan kurtaracak candan, samimi bir kadındır. İşte bu meleği arayıp bulmalı. Hakiki saadet işte budur,’ dedi, yine sustu. Göğsünden kabaran esrarı yine bir bir yutuyor, her nedense bilmem bana bir türlü açılamıyordu.

Hamurun başından çekildi. Öyle kollar sıvalı, bir koltuğa oturdu. Fazla söylediğine nedamet etmiş gibi düşünüyor ve yüzünde, kalbindeki gizli sevincin tebessümleri saklanamaz bir tekerrürle uçuşuyordu.

Bir müddet birbirimize bakıştık. Nazarımın tecessüsünden kurtulmak için dedi ki:

‘Rasih, işte görüyorsun kesildim, kaldım. Bu hamuru böyle bırakırsak kesilecek. Bana yardım et. Haydi, göreyim seni, sıvan. Benden birkaç yaş gençsin. Şunu bana yuğuruver. Yirmi dakikalık, nihayet yarım saatlik bir iş. Evvela ellerini şurada muslukta yıka, hemen işe başla.’

İhtiyarladıkça kendine bir temizlik titizliği de gelmişti. Her elin yaptığını, yuğurduğunu yemiyordu. Teklifini reddedemedim. Sıvandım, yıkandım. Elimi hamura sokacağım esnada dedi ki:

‘Parmağından yüzüğünü çıkar. Şuradaki etajerin üst rafına, benimkinin yanına koy. Parmağında kalırsa halkanın bütün kirleri hamura çıkar.’

Yüzüğü çıkardım. Etajerin üst rafına onunkinin yanına koydum. Pasta hamurunu yuğurmaya başladım. Beş on dakika sonra hakikaten bunun çabuk yorgunluk veren bir iş olduğunu anladım. Fakat hiç şikâyet etmeyerek sonuna kadar devam ettim. Geldi, hamura baktı:

‘Teşekkür ederim Rasih. Kıvama gelmiş. Eline sağlık kardeşim,’ dedi.

Gittim. Tekrar ellerimi yıkadım. Yüzüğü etajerin üzerinden alarak yine parmağıma geçirdim. Halkalar birbirine pek benzediği için farkına varmaksızın onun yüzüğünü takarak kendiminkini de ona bırakmışım. Şimdi hakikat gözlerimin önünde tamamıyla tavazzuh ediyor. İşte yüzüklerimizin değişme sebebi bu. Ondan sonra birbirimizi görmedik. Bu kadar müddet geçti. Bu saate gelinceye değin onun halkası bende benimki onda kalmış olduğunun farkına varamadım. Belki onda da aynı hal vaki olmuştur.”

S: “Birbirinizden nasıl ayrıldınız?”

C: “Sarmaşarak vedalaştık. Sebebini teşrih edemeyeceğimiz derin bir teessürle ağlaştık.”

S: “Biraderinizdeki üç gün evvelki seyahat fikri yine baki miydi?”

C: “Evet. İki güne kadar yola çıkacağını ve hatta o pastayı yol için yaptığını da söylüyordu. Efendim hizmetçilerini savarak apartmanda bir can yalnız oturması, üç gün evvel hüzünler, yeisler içinde bir seyahate hazırlanırken sonradan kadınlar hakkındaki bedbinane fikirlerini değiştirerek birdenbire neşelenmesi, usanç getirdiği dünyadan yine zevk duymaya başlaması, hep bu garip haller onun gibi bir adamın hayat sonunda mühim sebeplere taalluk eder şeylerdir. Zavallı biraderim için böyle bir feci akıbet gizlendiğini bileydim o günü her ciheti iyiden iyiye tahkik etmeden hiç yanından ayrılır mıydım?”

S: “Kendisiyle son defa görüştüğünüz Kulekapısı’ndaki apartman malum?”

C: “Malum efendim.”

S: “Uzun müddet beraber yaşadığı metresi Eleni’yi bulmak?”

C: “O da pek müşkül bir keyfiyet değil.”

S: “Biraderinizin servetini ne kadar tahmin edersiniz?”

C: “En azı yirmi, yirmi beş bin lirası vardı sanırım.”

S: “Kadınlarla müsrifane yaşadığı halde?”

C: “Hayır pek müsrifane yaşamazdı. İdaresini bilir, sevdalı bir ihtiyardı. Gençliğinde bir müddet har vurup harman savurdu ama sonra idare cihetiyle aklını başına topladı. Son zamanlarda kendine adeta hısset-i piri gelmişti.”

S: “Paraları nerede dururdu? Bankalarda mı? Yoksa kısmen kendi nezdinde mi? Son zamanlarda bu nukudunu ne suretle istimal ederdi?”

C: “Bilmiyorum. Bu hususta kimseye bir şey sezdirmezdi.”

Loading...
0%