Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@huseyinrahmi

Katillere doğru uzanmak ümidini verecek, meydana pek mühim izler çıkmıştı. Tahkikata Kulekapısı Apartmanı’ndan başlanıldı. Hanenin apartmanlarını işleten Musevi bir kadın, Madam Moiz, kırk beş yaşının yüzüne çizdiği kayıtlara rağmen safran saçlarını fazla kabartmış, nazarlara akciğer gibi bir pembelik ve yumuşaklık arz eden şişman vücudunu dirseklerden ve yakadan fazla açmış, gerdanında yalancı inciler, kollarında bilezikler, her parmağında çifter yüzük, hanenin alt katında kırıtarak geziniyor ve meydanda su dolu kovalar, brok denilen Frenk güğümleri, saplı süpürgeler, göğsü önlüklü delikanlı bir hizmetçiye medhalin sabah tuvaletini yaptırtıyordu. Remzi ve Seyit Efendiler açık kapıdan içeri girdiler. Polis memurları tebdil-i kıyafet oldukları için kadın onlardan evvela hiçbir şey şüphelenmedi. Konuşmaya pek hevesli olduğunu gösterir bir gevezelikle söze kendi başlanarak:

“Kimi arıyorsunuz efendim? Apartman istiyorsanız boş yoktur. Gecelik oda vermeyiz. Bir hafta, on gün kadar beklerseniz boşalacak güzel iki apartmanım var.”

Remzi Efendi “Apartman aramıyoruz. Biz sıhhiye memuruyuz. Salgın tifüs, çiçek var. Hastalığı saklıyorlar. Apartmanlarınızı gezeceğiz. Bütün kiracılarınızı muayene edeceğiz. Haydi, önümüze düşünüz.”

Madam Moiz birdenbire telaşa düşerek:

“Hastalık, sağlık insanlar içindir. Fakat efendim benim evimde hastalık yoktur. Olsa saklamayı asla kabul etmem. Evet, yirmi beş gün evvel beşinci katta dokuz numeroda boğmaca öksürükten bir çocuk öldü. Belediyeden doktorlar geldiler. Muayene ettiler. Rapor verdiler. Cenaze kalktı. Ev içinde bütün dezenfeksiyon yaptılar. Vukuat bundan ibarettir. Ve üzerinden yirmi beş gün geçti. Allah’a şükür başka hasta zuhur etmedi.”

Remzi Efendi “Bütün apartmanlarınızı gezeceğiz. Aldığımız resmi emir böyledir. Bu sıhhat-i umumiyeye taalluk eder pek mühim bir meseledir. Bunda sizin ve bizim için de ağır mesuliyet vardır. Eğer tebliğimize muvafakat etmezseniz polis celbine mecbur olacağız madam.”

Madam Moiz’in pembe rengi küçük bir helecanla solarak:

“Hayır efendim, benim evimde polise lüzum yok. Ben istemem böyle şey. Şimdi gideceğim. Bütün apartmanlarda haber vereceğim. Bakacaksınız. Yalan söylemediğimi anlayacaksınız. Çünkü burada hasta yoktur.”

Otelci kadın bütün kiracılarına resmi emri haber verdi. Ufak bir sızıltı içinde hepsinin muvafakatini istihsalden sonra sıhhiye memurlarının önüne düştü. Dairelerini dolaştırmaya başladı. Onlar ince birer dikkatle şöylece oda kapılarından muhtasaran bakıp çekiliyorlardı. İntizamlı intizamsız odalar, salonlar, ailelerin hususiyetlerine ait açık saçık şeyler, karyolalarda yatan çiftler, kapı arkalarına sokulan yarı çıplak, saçları alan talan tuvaletsiz
kadınlar, lazımlıklarda oturan çocuklar gördüler. Lakin o hanede bir cinayet vuku bulduğu şüphesini uyandıracak hiçbir şeye tesadüf etmediler. Taharri memurlarının asıl maksatları kiracılardan çoğunun mümkün olduğu kadar simalarını tanımak ve hanede Ermeni aile bulunup bulunmadığını anlamaktı. Hemen bütün daireleri gözden geçirdiler. Yalnız üçüncü katta dört numaralı apartmanın kapısını sımsıkı kapalı buldular.

Seyit Efendi sordu:

“Burası niçin kapalı?”

“Anahtarı bizde yoktur.”

“Kimdedir?”

“Kiracısında.”

“Kiracısı nerededir?”

“Avrupa’ya gitti.”

“Milliyeti?”

“Türk.”

“İsmi?”

“Raif Bey.”

“Kendi Avrupa’ya gidiyor da apartmanı niçin kapatıyor?”

“İçeride eşyası vardır. Bir senelik kirayı birden verdi, kapattı. Zengin adamdır.”

Bu küçük isticvap esnasında Madam Moiz’in halinde hiçbir tereddüt, tevahhuş, korku eseri görülmedi. Kadın güler yüzle kayıtsız ve pek serbest cevaplar veriyordu.

Remzi Efendi refiki Seyit Efendi’nin kulağına bir şeyler fısıldayarak onu bir yere gönderdi. Kendisi Madam’dan bir sandalye istedi. Kilitli apartmanın kapısı önüne oturdu. Sıhhiye memurunun boş bir daire önündeki bu bekçiliği otelci kadına biraz garip görünmekle beraber hakikatten şüphelendiğini hissettirecek tavırlar almadı. Remzi Efendi kadını yanından ayırmamak için birtakım afaki sözlerle oyalamaya uğraşıyordu.

Çok geçmedi. Sokakta, hane kapısının önünde bir otomobil durdu. Adliye ve zabıta memurları yetişti. O zamana kadar kayıtsızlığını muhafaza eden Madam Moiz’i büyük bir telaş aldı:

“Ne var? Ne olmuş? Hırsızlık mı? Burası namuslu bir hanedir. Kimsenin bir kaybı yoktur. Çağırınız kiracıları sorunuz. Böyle memurlar, polisler gelecek kadar bu evde ne oldu efendim? Evimin adı çıkacak. Kiracılarım dağılacak, mahvolacağım.”

Kendisi için helecanı mucip bir tehlike olmadığı ihtar edilmekle beraber otelci kadının hanedeki kimselerden biriyle gizli bir ihtilatta bulunmamasına dikkat olunuyordu. Bu esnada celp edilen çilingir vasıtasıyla apartmanın kapısı açtırıldı. Ve Madam Moiz ile beraber hepsi içeri girdiler.

Apartman, bir medhal üzerinde üç odaydı. Salon, yatak, yemek odaları, bir küçük mutfak. İçerisi loştu. Kapalı panjurların birkaçını açtılar. Al zemin üzerine hurma yaprağı şeklinde sarı dallı Hereke kumaşı kaplı kanepe takımının üstü örtülüydü. Halı kaldırılmış, sandalyeler bir tarafa toplanmış. Her şey boş duracak bir eve mahsus itina ve intizamla derli toplu birer tarafa istif edilmişti. Yatak odasında gül rengi ipek cibinlikli sarı pirinç geniş bir karyola, ihtiyar bir adamın döşeğine değil, gençliğin çiçekler açan güzel kokulu rüyalarına dalan bir genç kızın sevda sığınağına benziyordu. Ve karşıda duran oymalı bir maun dolabın yüksek aynası, çözük saçları bellerinden aşağı salıverilmiş çıplak, latif endamlara makes olduğunu samit bir ifadeyle anlatır gibi duruyordu. Yemek odasında keza her şey bir intizam-ı mahsusla yerleştirilmiş, büfede tabaklar ve her takım yerli yerine dizilmişti.

Apartmanın hiçbir tarafında ne devrilmiş bir kap ne kırılmış bir bardak, ne büzülmüş, yırtılmış bir bez parçası, ne yerinden oynamış bir sandalye ne bir damla kan lekesi ne bir ayak izi ne şüpheyi çeken bir toz, bir kir, bir çamur, hiçbir şey, orada bir adam boğulduğuna delalet edecek hiçbir eser, en ufak bir nişanecik görülemiyordu. Kanepe, karyola, masa, sandalye altlarına, perde katlarına varıncaya kadar her tarafta karış karış tetkikat yapılırken Seyit Efendi, Remzi Efendi’yi bir köşeye çekerek:

“Burada hiçbir cinayet vuku bulmadığına yemin etsem başım ağrımaz.”

“Öyle görünüyor fakat meçhul üzerine kati hüküm caiz değildir.”

“Birader... Burası neresi, Langa’da Alacamescit viraneleri neresi? Katil burada parçaladığı bir vücudun başını, kollarını, bacaklarını niçin İstanbul’un ta öbür ucuna götürüp de kuyulara, mahzenlere, denizlere atsın? Bunu akıl kabul eder mi?”

“Katiller, sade fikirli kimseleri şaşırtmak için işte bazen böyle cinayetlerini aklın kabul etmeyeceği şekillerde tertip ederler.”

İki taharri refiki her türlü ihtimal üzerine zihin sevkine uğraşırken ötede Madam Moiz’in isticvabına başladılar.

Loading...
0%