Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@huseyinrahmi

Tahkikat bu dereceye kadar geldi. Hayli ilerlemiş demekti. Lakin bu noktada yine durdu. O delikanlı ile güzel kadın veya kızın milliyetleri, hüviyetleri, şahısları, semtleri anlaşılamıyordu. Raif Bey’in teşrinisaninin altıncı günü katara bindiğini değil, Sirkeci’ye indiğini bir görene de tesadüf olunmuyor, Kuledibi’nden arabaya binerek Jozef’ten ayrıldığı dakikadan sonra artık izi bulunmuyordu.

İstanbul cihetine geçtiği ihtimali kuvvetli görünüyordu ama hangi semte? Kimin nezdine gittiğini keşfetmek falcılığa muhtaçtı. Biraderi Rasih Bey’den maktulün İstanbul’da hangi semtlerde tanıdıkları, dostları bulunduğunu, kimlerin nezdine gidebileceğini tahkike uğraştılar. Sadra şifa verecek bir şey öğrenemediler. Beyoğlu’nda Eleni’yi dost tuttuğu uzun müddet zarfında İstanbul’a pek geçmediği, artık orada görüşecek ahbabı kalmadığı anlaşılıyor ve binaenaleyh biçare adamın meçhul bir tarafta kapana düşürüldüğü zannı kuvvet buluyordu.

Eleni, kısa bir taharri neticesinde Tatavla’da akrabasından bir kocakarının ufacık evinde bulundu. Raif Bey tarafından terk edildikten sonra sefil bir hayata düşmüştü.
Fuhuş, turfanda ve nefis meyvelere arız olan kurtlara benzer. Vücutlarına düştüğü güzel kadınları çürütünceye kadar kemirir. En latiflerini az vakitte yıprandırır. Bu kurdun tahribiyle solanlar birkaç senede kendilerini boyayla, tuvaletle, fındıkçılık sanialarıyla gönül avcılıklarıyla satarlar. En kaşarlanmışlarının bu son ömürleri çok sürmez. Buruşmuş bir fahişe çehresine badananın verdiği kasvet insanı ne kadar sıkar. Bu ıstampalı harap hüsnü gören erkekler, hep bu külfetlerin kendilerinden bir bakış sadakası dilenmek için yapıldığını bilirler. Fakat elim bir istiskalle başlarını çevirirler.

Dün bütün varlarını yollarına fedadan çekinmedikleri, bazen onlar için intihara kalkıştıkları bu zavallı çehrelerden bugün kaçarlar, taravetlerini emmek için terütaze, yeni, masum simalar ararlar.

Pazarlarda bayat, çürük meyvelerin alıcıları olduğu gibi bu müsteskallerin de müşterileri bulunur. Fuhşun bâlâsı olmaz ama esfel-i safilini vardır. Beylerin, paşaların aguşlarından hamalların kucaklarına kadar sukut, beşeri haysiyetten müebbeden mahrumiyet... İşte fuhşun evveli ve sonu.

Yüzlerine dikilen tapınıcı gözlerin ateşleri sönmeye başladığını hissederek bu akıbeti gören filozof fahişeler vardır. İşte Eleni onlardan biriydi. Gençliğinde akranı içinde güzelliğiyle meşhurdu. Parlaklığı sönmeye yüz tutan ikindi devresinde Raif Bey’e çattı. Kadın turfandalığını yarıdan ziyade kaybetmiş olmakla beraber, yine ihtiyar zenperestin küçük kızı yerindeydi. Fuhuş günahkârlarının en son düştükleri dünya cehenneminden kurtulmak için bu geçkin fakat paralı sevdakârına dört elle sarıldı, bütün samimiyetiyle ona sadık kaldı. Sefahat âleminin cıvık eğlencelerinden müteneffir ve yangındı. Asude ve hatta kabil olabilse namuskârane bir hayat arıyordu.

Raif Bey, münasebetlerinin iptidasında Eleni’ye çok düşkünlük gösterdi. Fakat binbir çiçekten bal almaya alışmış, onun yıllanmış hercai gönlü kadının bu sıdk-ı vefasına karşı bir aksülamelle giderek ateşini kaybetti. Uzun bir vefaya karşı kalbimizin mukabelesi hemen daima nankörlük ve acı bir vefasızlıktır. Dünyanın gülünç hallerine had var mıdır? Genç, sadık kaldı. İhtiyar, azdı. O yaşta, mevsimsiz, sevda tosunluğu edenler için hazırlanmış kanlı uçurumlardan en müthişine düştü.

Eleni, ihtiyar âşığının gönlü ateş, elleri para saçtığı zamanlarda, edinebilmiş olduğu birkaç kırıntıyla o sığındığı bucakta yarı sefil fakat hamal camalla geçmiş hüsnünün pörsük busesini bir lokma ekmek mukabilinde satmaya mecbur kalmaksızın geçinebiliyordu.

Müstantiklik huzuruna celp olunup da eski dostu zavallı Raif Bey’in uğramış olduğu feci akıbeti öğrenince samimiyetinden şüphe edilmeyecek bir hararetle ağladı.

Hüngürtüler içinde diyordu ki:

“Yedi sekiz sene beraber yaşadık. Tıpkı karı koca gibiydik. Yalnız nikâhımız eksikti. Babam yerindeydi. Fakat nazik, kibar adamdı. Genç ve azgın hovardalardan canım çok yangın olduğu için bununla yaşamakta zevk değil, rahat duydum. Sonra o bana en kalpsiz gençlerin yapmayacakları hıyanetlerde bulundu. Allah biliyor hiç kıskanmıyordum. Çünkü ben onu kendim için, bir aman değil, bir baba biliyordum. Onu, benim hissim, benim merhametimle hiçbir kadın sevmez. Bu, onu anlamadı. Sandı ki bu yaştan sonra her kadın onun için ateşlenecektir. Genç kadınlar ancak parası için onun yüzüne bakmaya katlanabilirler. Kadınlar için çirkin bir genç, güzel ihtiyardan daima makbuldür. Bu onu bilmiyordu. İhtiyarladıkça daha egoist oluyordu. Pek şaşıyordum. Kendi ihtiyarladıkça bu adamda genç ama pek genç kızlar sevmek merakı artıyordu. Gide gide on beş on altı yaşında çocuklarla sevda yapmaya çalışıyordu. Şakaya bozarak bana kocakarı demeye başladı. Ben kızmıyordum, gülüyordum. Çünkü bu adam aklını kaybediyordu.”

Eleni dertleri deşilen lakırdıcı kadınlara mahsus bir teessür coşkunluğuyla yedi sekiz senelik nameşru hayatının haşivlerle dolu bir tarihçesini yaptı. Müstantik, bu taşkınlık arasından ipe sapa gelir bir söz ucu yakalayabilmek ümidiyle bu lakırdı kalabalığını dinledi. Lakin arkası gelmeyince nihayet her isticvabın iptidasında iradı âdet olan suallerden sonra sordu:

S: “Raif Bey’le ne zaman bozuştunuz?”

C: “Bir seneden ziyade var.”

S: “O vakitten beri hiç kendisini görmedin mi?”

C: “Hayır.”

S: “Vaktiyle onu baban gibi sevdiğini, ona çok acıdığını söylüyorsun, onun için ağlıyorsun da bir seneden ziyade bir müddettir bu adamın nerede olduğunu, ne yaptığını, hastalığını, sağlığını hiç sorup anlamamak olur mu?”

C: “O beni aramadıktan sonra ben onu niçin arayacağım? Bununla beraber hiç de aramadım değil. Birkaç defa nerede olduğunu, ne yaptığını anlamak istedim. Fakat baktım ki benden kaçıyor, gizleniyor. Sanıyor ki onu başka kadınlardan kıskanıyorum, ondan para istemeye geliyorum. Ben tahtaya, çamaşıra, hizmetçiliğe giderim de onun cin tutmuş parasını istemem. O elindekini avucundakini torununun torunu yerindeki kızlara yedirsin. Sonra işte onu böyle parçalasınlar.”

S: “Bu adamın ne kadar parası vardı? Nerede dururdu?”

Eleni, safderunane bir tavırla haç çıkararak “Nah işte matofeo ne kadar parası vardır? Ve nerededir? Bilmem. Bana ne verdiyse onu yedim, onu giydim. Başka şey sormadım. Fakat görünüyordu ki zengin adamdır.”

S: “Raif Bey’le uzun müddet beraber yaşamışsın. Bütün âdetlerini, zaaflarını, kimlerle konuştuğunu, gizli, aşikâre dostlarını tanırsın. Onun uğradığı bu fena akıbet için ne dersin? Ne düşünürsün? Katili tanıtmaya, yakalatmaya medar olacak bize hiçbir söz söyleyemez misin?”

C: “Aklımın erdiğini söyleyeyim efendim. Ve söylemek
borcumdur. Cinayetin aslını keşfetmek istiyorsanız bu işin içinde genç kızlar, on altı, on yedi yaşında güzel kızlar arayınız. Eleni söylediydi dersiniz.”

S: “Son zamanlarda onunla görüşen genç kızlar tanıyorsan bize haber ver.”

C: “Tanımıyorum. Yalan söylersem günah olur. Bu adam kendine çok yazık etti. Böyle olacağı belliydi.”

S: “Neden belliydi?”

C: “Bu yaşta bir adamın ki parası vardır veyahut var diye adı çıkmıştır, mutlaka candan bir familya içinde yaşamalı, yanında ya karısı ya kızı ya kız kardeşi bulunmalıdır. Neler gördük, neler işittik. Zengin kocakarıları sevişmeye kalkıştıkları delikanlılar boğarlar. Böyle kimsesiz yaşayan ihtiyar erkekleri de düşkün oldukları genç kadınlar boğarlar veya boğdurturlar.”

S: “Maktulün eskiden beri iyi görüştüğü bir Ermeni ailesi tanıyor musun?”

Eleni, küçük bir kaş çatmasıyla düşündükten sonra:

C: “Bir tane tanıyorum. Madam Parsıh. Samatya’da oturur.”

S: “Bu nasıl bir kadındır?”

C: “Yaşlı ve gayet eyi, terbiyeli, namuslu bir kadındır. Bir de genç oğlu vardır, Leon. O da çok okumuş, akıllı, uslu, artist, filozof bir çocuktur.”

S: “Raif Bey’le ne zamandan beri ve ne münasebetle tanışıyorlardı?”

C: “Çok eskiden beri. Mösyö Parsıh sağken gençliklerinde ikisi bir yerde memuriyette bulunmuşlar. Sorduğunuz için bunu malumat kabilinden söylüyorum. Lakin cinayet hususunda bu aileden şüpheye düşmek ihtimali yoktur. Bunların evlerinde genç kız değil, taze bir hizmetçi bile görülmez.”

İfadesinin her sözünde saffet ve samimiyeti görülen Eleni icabında tekrar celp edilmek üzere salıverildi.

Cinayete dair yeni tafsilat almak için her lahza müddeiumumilik ve polis müdüriyetine başvuran gazete muhbirlerinden tahkikat gizleniyor, maktulün taayyün eden hüviyetine dair hiç malumat verilmiyordu. Meraktan pek üzülen halkı bu cinayet hakkında büsbütün havadissiz bırakmamak için gazeteler iki gün evvel yazdıkları satırların altını üstüne çevirip indî bir-iki kelime ilavesiyle karilerini oyalamaya uğraşıyorlardı. Ve sonra sırf matbaaların dahili mamulatından olan bu haberleri tekziben birbirlerine karşı “seninki yanlış benimki doğru” iddia garabetiyle epeyce dokunaklı ve müstehzi cümleler fırlatıyorlardı. Halk herhangi bir vakaya merak sardırırsa onu telleyen pullayan havadis tellalları, aracı borsası simsarları vardır. Ortaya uydurmasyondan öyle şaheserler çıkarırlar ki bu avam aldatıcı yalanlara karşı akıl ve muhakemece en mücehhez olan ihtiyatkârlar bile senede birkaç defa bu oltaların yemlerine tutulmaktan kurtulamazlar.

Loading...
0%