Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@huseyinrahmi

Bir gün müdüriyet-i umumiyeye çopur, kıranta ve biraz da kıyafet düşkünü, tıknaz kısa boylu bir arabacı müracaat etti. Teşrinisaninin altıncı çarşamba günü Kuledibi Sokağı’ndan arabaya binerek meydandan sır olan müşteri hakkında pek mühim ifşaatta bulunacağını söyledi. Fakat tevali eden masallara bir bap daha ilave etmeye gelen bu herifin sözleri müdüriyet-i umumiyece geniş bir esnemeyle karşılanmakla beraber kendisine müdüriyetin mühim bir makam-ı resmî olduğu ve binaenaleyh oraya ifade namına abur cubur dinletmeye gelenlerin yalancılıkları derecesinde artık mücazat görecekleri anlatıldı. Fakat çopur arabacı bu ihtardan yılmayarak:

“Eğer efendim, bir kelime yalanım varsa hükûmete karşı boynum kıldan incedir. Vurunuz.”

S: “Söyleyeceğin sözleri eşhasıyla, şahitlerle, rivayetine sokacağın mevkilerle müdellelen ispat etmelisin. Kuru laflarla, kendi mücerret kavlinde kalacak ifadelerle hiçbir şey kazanamazsın.”

C: “Göstereceğim bazı yerler vardır. Şahıslara gelince, onların şekillerini de mümkün olduğu kadar tarif edeceğim. Bunları bulup söyletmek hükûmetin vazifesidir.”

S: “Söyle bakalım.”

C: “Teşrinisaninin altıncı çarşamba günü Kule Sokağı önünden geçiyordum. Beni bir otel hizmetçisi çevirdi. ‘Sirkeci Garı’na bir müşteri götüreceksin,’ dedi. ‘Peki,’ dedim. Yol çantasıyla beraber ihtiyarca bir efendiyi arabama aldım. Caddeye çıktık. Fakat müşterinin üzerinde bir acayiplik vardı. Bir düziye sağa bakıyor, sola bakıyor, başını çevirip arkaya bakıyor, birini mi arıyor? Yoksa bazı kimselerden korkup çekinerek görünmek istemiyor muydu? Anlayamadım. Arabayı sürdüm. Yokuş aşağı indik. Banka önünden geçtik. Karaköy Köprüsü’nü yarıladık. Arkamızdan bir ses geldi. Yaşlıca bir Hıristiyan kadın ‘Beyefendi, beyefendi...’ diye bize haykırıyordu. Müşterim bu sesi duyunca arabayı durdurdu. Beti benzi attı. Eli ayağı titremeye başladı. O hale geldi ki hemen hemen bayılacak sandım. Kadını arabaya aldı, bana ‘Çek,’ dedi. Ben yola devam ettim. Onlar arabada birinin dudakları ötekinin kulağında fısıl fısıl bir şey konuşuyorlar fakat pek ehemmiyetli, pek gizli bir maddeden bahsettikleri telaşlarından, tavırlarından anlaşılıyordu.”

S: “Lakırdılarından hiçbir kelime fark edemedin mi?”

C: “Köprü üstü çok gürültülüydü. Onlar da gayet yavaş görüşüyorlardı. Bir laf seçebilmek hemen mümkün değil gibiydi. O şamata arasında yalnız kulağıma bir iki söz çalındı. Karı ‘Sizi mutlak görmek istiyor,’ dedi. İsteyen kimdir? Tabii bilmiyorum. Müşterim bu teklife bir cevap verdi. Fakat ne dediğini anlayamadım.”

S: “Bu Hıristiyan kadın ne millettendi?”

C: “Ermeni’ydi. Dili öyle çalıyordu. Eminönü’ne geldik. Kadın arabadan indi. El ele uzun uzun toka ettiler. Yine ağızdan kulağa fıslaştılar. Ermeni madam kalabalığın içine daldı, kayboldu. Müşterimin rengi yerine gelmedi. Onu anlayamadığım bir büyük telaş aldı. Ben Sirkeci’ye doğru hayvanları sürerken arabayı durdurtarak ‘Sirkeci’ye gitmeyeceğim, Balıkpazarı’na çek,’ dedi. Eh, araba benimdir ama keyif müşterinindir. Nereyi isterse elbette o tarafa çekeceğim. Balıkpazarı’na vurduk. Bir mağazaya uğradık. Bir şişe rakı, havyar, kutu kutu başka mezeler, meyveler, francalalar aldı. Sonra gittik, gittik. Unkapanı’nı bulduk. Müşteri dalgın, kendinden haberi yok. Yine sordum: Burası Unkapanı, daha gidecek miyiz? Başıyla ‘Çek’ işareti verdi. Çektim. Cibali, Fener, Ayakapı gidiyoruz. Bir hayli yol daha aldıktan sonra yine sordum. ‘Eyüp’e kadar gideceksin,’ dedi. İçimden ‘eh’ dedim. Bu gayetle acayip bir müşteri Sirkeci’ye, gara giderken birdenbire fikir değiştirip Eyüp Sultan’a dönmek istiyordu. Böyle işret tertibatıyla Hazret-i Halid’in semtine gidilir mi? Acaba divane midir? Yoksa pek sefih bir ahlaksız mıdır? Anlamak için yüzüne dik dik baktım. Benim şüphelendiğimi çakmış olmalı ki bu tuhaf hareketine karşı bir özür uydurmak için ‘Eyüp Sultan’a bir kurban adamıştım. O borcumu edaya gidiyorum,’ dedi. Rakıyla, mezelerle türbeye adak vermeye gitmek... Ortalık kararmıştı. Gece vakti kurban kestirmek... Hep bunlar bana tuhafın tuhafı ve pek günah şeyler gibi göründü. Eyüp’e kadar çektik. Arabadan indi. İstediğim ücreti pazarlıksız verdi. Yol çantasını aldı. Şişeyi, kutuları ceplerine yerleştirdi, yürüdü. Fakat benim içime kurt düştü. Düşünmeye başladım. Bu adam şüphesiz Sirkeci’ye gara gidecekti. O Ermeni karısı ne dediyse dedi, zihnini çeldi, yolu Eyüp’e çevirdi. Şehir uşağıyız. Bize de lololo olur mu? Bu işin içinde bir karı dalaveresi olduğunu anladım, ihtiyara bu akşam bir açmaz oynayacaklar ama bakalım nerede? Ne şekilde? Bu gece kurbanı hangi dergâhta kesilecek? Arabamı emin bir yere teslim ettim. Kendimi sezdirmeksizin bu garip adamcığın arkasına düştüm. Eyüp semti dünyadan ziyade ahrete benzer. Orada beş bin sekene varsa beş yüz bin de ölü vardır. Oraya namaz kılmaya, okumaya, duaya giderler. Böyle nevale düzüp zamparalığa gidilmez. Bu itikatsız ihtiyarın bu gece çarpılacağını anladım. O gider, ben giderim. Dere içlerine bir yerlere daldık. Evler, mezarlar birbirine karışmış. O semtin dünyası da harap, ahreti de. Evlerin kaplamaları dökülmüş, pencereleri çarpılmış, bahçe duvarları oraya buraya küme küme yıkılmış, doğru duran bir mezar taşı yok. Hepsi karanlıkta gecenin üzerine saldıracak gibi yola başını uzatmış. O selvilerin korkunçluğu... Simsiyah bir gulyabani ordusunun arasından geçiyorsun gibi yüreğin titrer. Ben ihtiyarın peşinden gidenken baktım ki benim arkamdan da birtakım karaltılar peyda oldu. Ulan bunlar ne? Cin mi? Hayalet mi? Hortlak mı? Hırsız mı? Öyle mezarlık arası, ıssız yerde her şey akla gelebilir. Ben önümde gideni gözetliyorum. Sanırsınız ki onlar da beni. Ben şimdi ihtiyarı takipten vazgeçtim. Canımı kurtarmak lazım. Ne yapayım? Sağa mı kaçayım? Sola mı? Öne mi? Arkaya mı? Aman Allah’ım sen bana kurnazlık öğret. Böyle kertelerde acele de iyi değildir. Ben bir kişiyim, onlar üç dört. Düşündüm. Bunlar benim için mi geliyorlar? İhtiyar için mi? Bir kere bu ciheti iyice kestirmek lazım. İhtiyar, esrara karışmış bir adam; benim ise Eyüp’te kimseyle bir alışverişim yok. Bunlar adi sokak hırsızları ise benim arkamdan da gelebilirler, ötekinin arkasından da. Böyle zamanda arabacılık da nazik, tehlikeli bir sanat oldu. Ben de ihtiyatsız değilim. Pantolonumun arka cebinde dolu bir altıpatlarım var. Hemen arkama el attım. Tabancamı tetiğe aldım.

Bir tarafım mezarlık, öbür yanım uzun bir tahta perde çekili büyük bir bostan. Tahta perdenin önünden ince bir su akıyor. Mezarlık tarafında harap, kocaman, yalnız, tek başına bir ev var. Önümden giden ihtiyar, bu periler, ölüler sarayına benzeyen evin önünde durdu. Ve iki kanatlı geniş kapısına parmağının ucuyla hafifçe bir iki defa vurdu. Kapı açıldı. Hemen içeri daldı. Kanat yine kapandı. Ben hiç tavrımı bozmayarak oradan geçen bir yolcu imişim gibi yoluma devam ettim. Fakat meraktan çatlıyorum. Böyle mezarlığın ortasında gece o yolda bir misafir kabul edecek bir hane bulunabilir mi? Arkamdan gelen heriflerde fiskos başladı. Derhal anladım ki onların dertleri benimle değil, içeri giren ihtiyarla. Ve bahusus mevkiyle hiç münasebet almaz günahlı bir ticaret yapan o viranhane ile. Kendime pek dikkat edilmediğini hissedince hiçbir şeyin farkında değilmişim gibi bir hayli yürüdüm. Tahta perdenin kopuk bir yerine geldim. Bu aralıktan geçebileceğimi tahminleyerek suyu atlayıp hemen bostana daldım. Geri döndüm. Yani tahta perdeye sine sine yine geldiğim tarafa yürüdüm. Harap evin tamam hizasını bulunca durdum. Herifler de evin önünde durmuşlar, pencerelere bakarak fısıl fısıl kumpas kuruyorlardı. Ben tahta perdenin arkasında onlara hiç görünmeden sözlerinden bazılarını arada bir seçebiliyordum. Biri ‘Bastıralım mı?’ diyor, öbürü ‘Bekleyelim, fitil iyice ispirto emsin,’ cevabını veriyordu. Sonra on bin liradan bahsettiler. Fakat
bunun esasını pek iyi anlayamadım. İnsana merak verecek böyle cani ağzı birçok şeyler konuşuyorlardı. Evin geniş sofasında hafif bir ışık gezindi. Pandomima haydutları gibi bu heriflerin her biri bir tarafa sinerek tahta perdeden uzaklaştılar. İhtiyarın bu tehlikeden haberi var mıydı? O zavallı adamı oraya celp eden kadın, bu cani tavırlı kimselerle birlik miydi?

Ben orada hep bu şeyleri görüyor, işitiyordum. Şimdi bana nasıl bir vazife düşüyordu? Orada durmalı mıydım? Savuşmalı mıydım? Zabıtaya haber mi vermeliydim? Fakat o aralık bostandan bir köpek havladı. Hayvan beni orada hissetti. Bulunduğum noktaya koşarak üzerime atlamaya başladı. Pek iri yarı bir şey değildi. Kendimi taşla maşla müdafaa ediyordum ama orada bir insan bulunduğunu öteki heriflere çaktırdı. Oradan çekilmişlerken kendilerini gözetleyenin kim olduğunu anlamak için yine tahta perdenin yanına geldiler. Dalaverelerini öğrenmeye geldiğimi anlayınca benim işimi bitirivereceklerine şüphe yoktu. Ben bütün kuvvetimi bacaklarıma verdim. Dikili zerzevatları çiğneyerek bostanın öbür cihetine koştum. İki bahçıvan sopalarla çıktılar. Ben öbür tarafın çürük tahta perdesinden bir delik bularak dışarı atıldım. Hemen arabaya koşarak kamçıladım. Canımı kurtardım.”

Loading...
0%