Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@huseyinrahmi

Bu esnalarda Kulekapısı’ndaki otel müsteciri Madam Moiz’e, yaşıyla mütenasip bir gusto ve tuvaletle temiz giyinmiş kırk beş-elli yaşlarında ağırbaşlı ve terbiyeli bir madam müracaat ederek kayıp Raif Bey’den bir haber sorar. Otelci kadın, ziyaretçinin ifadesindeki safiyeti ihlalden çekilerek:

“Raif Bey’i ne yapacaksınız madam?”

“Raif Bey, Suisse’e gitti. Bize adres bırakacaktı. Buradan pek acele hareket etmeye mecbur kalmış olmalı ki bize bir şey demeden gitti. Eğer sizde adresi varsa bana vermenizi çok rica ederim. Çünkü pek lazımdır.”

“Affedersiniz madam, niçin lazımdır?”

“Benim de orada bir yeğenim vardır. Aleksan. Freiburg’da idi, Luzern’e gitti. Onda hastalanmış diyorlar. Ne oldu bilemiyorum. Raif Bey onu görüp de bana bir haber edecekti. Ne ondan ne ondan hiçbir ses çıkmadı. Pek çok meraka kaldım.”

Madam Moiz, ziyaretçinin Raif Bey vakasına dair gösterdiği tecahüle aynı tecahülle mukabele ederek:

“Şimdiye kadar biz de kendisinden bir haber alamadık. Avrupa’daki adresini de bilmiyoruz. Fakat zannederim ki akşama sabaha bir haber gelir. Bize adresinizi bırakırsanız Raif Bey’den haber alır almaz bir kartpostalla size malumat veririz.”

“Teşekkür ederim. Adresim şudur: Samatya’da Taş Sokak’ta 3 numara, Madam Parsıh.”

Madam Moiz büyük bir dikkatle bu adresi yevmiye defterinin bir tarafına kaydeder. Madam Parsıh çekilir çekilmez otelci kadın hemen mantosunu sırtına, şapkasını başına geçirerek soluğu Polis Müdiriyet-i Umumiyesi’nde alır. Ermeni kadınının bu garip müracaatını olduğu gibi hikâye eder ve adresini verir.

Zabıta memurları bu Samatyalı Madam Parsıh namının maktulün eski metresi Eleni’nin ifadesinde de geçmiş olduğunu hatırlarlar. Bunda mutlak bir bit yeniği var lakin mesele şeklen muğlakça görünüyor. Remzi ve Seyit Efendilerin arasında münakaşa başlar. Seyit Efendi yine itminanlı bir sevinçle:

“Oh işte, bu defa sağlam ipucunu yakaladık.”

“Sağlamlığını neden anlıyorsun?”

“İş kendini gösteriyor. Bu cinayette aradığımız Ermeni’yi bulduk.”

“Hani ya nerede? Kimdir o Ermeni?”

“İsviçre’de Freiburg’da iken Luzern’e gidiyorum diyerek ortadan namını kaybeden Madam Parsıh’ın yeğeni Aleksan.”

“Şimdi bu Madam Parsıh cinayette methaldar mıdır?”

“Tamamıyla.”

“O halde nasıl oluyor da, zabıtanın onun Samatya’daki mevcudiyetinden hemen hiç haberi yokken Madam Parsıh, ayağıyla Kulekapısı Oteli’ne gelip de kendi adresini
ve Freiburg’dan Luzern’e giden yeğeninin ilmini haber veriyor?”

Seyit Efendi cevap vermek için biraz şaşalayıp yutkunarak:

“Kurnazlığından.”

“En tehlikeli bir zamanda gelip de kendi kendini zabıtaya ihbar etmek. Böyle kurnazlık olur mu?”

Aşharh gazetesinin kenarına o Fransızca ibareleri yazan eğer bu Aleksan değilse ben de hiçbir şey bilmiyorum.”

“Öyle kızarma, terleme, telaş etme. Ben Madam Parsıh’ın henüz yüzünü görmedim. Fakat aklıselim bana bu kadının masum olduğunu söylüyor.”

“Aynı aklıselimin delaletiyle Aleksan’ın masumiyetine de hükmediyor musun?”

“Onun için şimdilik bir şey diyemem.”

“Hah birader, şöyle bir parça yola gel! Maktul Raif Bey’in hayat tarzına ve kayboluşundaki esrara dair malumat almak için müstantiklik elbette Madam Parsıh’ın isticvabını ihmal etmeyecektir.”

“Evet, öyle lazım gelir.”

“Binaenaleyh kadının sorgusu başlamazdan evvel biz hemen Samatya’da Taş Sokak’taki 9 numaralı haneyi ziyarete koşmalıyız. Çünkü Madam Parsıh’ın bu cinayet hakkında gösterdiği derin tecahüle masumiyet manası vermek hatadır.”

İki taharri memuru sivil kıyafetle koltuklarının altlarına birer iri cüzdan sıkıştırarak Samatya’da Taş Sokak’ta 9 numaralı hanenin önünde durdular. Burası koyu malta rengine boyalı, beş altı odalı, kapısının pirinçleri pırıl pırıl ovulmuş, temiz bir evdi.

Zili çaldılar. Yaşlı hizmetçi kadın kanadı aralık ederek:

“Kimi araorsınız efendim? Mösyö Leon bunda yoktur.”

Remzi Efendi:“Mösyö Leon yoksa madamı görmek isteriz.”

“Valideleri bundadır.”

Yukarıdan merdivenin küpeştesine dayanmış bir kadın:

“Araksi kimdir onlar? Ne isteyorlar?”

“İki Osmanlı efendi. Size soruyorlar. Bilmem ki ne iş için gelmişlerdir?”

Yukarıdan:

“Sor. Ne ki isteyorlarsa desinler.”

Remzi Efendi kapının aralığından başını içeri uzatarak:

“Affedersiniz madam, biz belediye memuruyuz. Hanelerin vergilerine zam icra olunacak. Yeniden evleri gezip ölçerek kıymet takdir ediyoruz.”

Madam, sinirli bir şikâyet sedasıyla:

“Ah efendim vergisi, sigortası filanı fistekisi kiralık hanenin masrafını geçeor. Güya ki evimiz vardır. Ben dul bir kadınım, genç oğlumla şunda otururum. Her sene bu kadar parayı nerede bulup da vereceğiz?”

Remzi Efendi “Eh, ne yapalım. Biz de emir kuluyuz. Vazifemizi ifa ediyoruz. Nizam böyle.”

“Efendim, bu işe dibinden sağlam bir nizam koymalı. Böyle her sene vergilerin üzerine zam yapılır hiç? Ve bu işin sonu nereye varacak?”

Remzi Efendi: “Merak etme madam, genç oğlunuz inşallah çok para kazanır da size hiçbir düşünce bırakmaz.”

Madam: “Leon’umdan bir şikâyetim yoktur. Elmas parçası gibi temiz bir evlattır. Fakat para kazanmaya gelince orayı geçiniz. Şimdiki gençlere varsa ver yesinler. Benimki artist doğmuş bir çocuktur. Akşama kadar muşambaları boyar. O boyalar, fırçalar ve o şişelerin içinde bilmem ki ne çeşit yağlar, espirler hep bugün ateş pahasınadır. Gençliktir bu. Muzır bir şeye fikrini kaçırmadansa resimle meşgul olmasını hayırlı bulurum. Bu sebepten bir şey tınmayorum. Bu sene yaptığı dere içinde peri kızı tablosu sergiye kabul olunacakmış deyorlar.”

Madam Parsıh’ın bu lakırdıcılığı, saffeti zabıta memurlarının pek hoşlarına gitti. Onun hissiyatını ve bilhassa oğlu Leon hakkındaki gururunu okşayarak ağzından çok lakırdı alınabilirdi. Binaenaleyh Remzi Efendi en tatlı sesiyle

“Ermenilerin bozar’a istidatları ziyadedir. Bu milletten meşhur ressamlar, musikişinaslar, sahne artistleri gelmiştir. Mahdumunuz Mösyö Leon’un istikbalde bunlardan biri olmayacağını ne biliyorsunuz?”

Madam: “Ah efendi, ağzını pus edeyim. Bu tatlı dilin yüreğime bir okka bal koydu.”

Remzi Efendi: “Türkiye’de sanayi-i nefiseyi uyandıran Ermenilerdir. Ressam Civanyanlar, Dikran Çuhacıyanlar, Manakyanlar, Mari Nuvartlar... Hâlâ birçok evlerimizin duvarlarını bu sanatkârların tabloları süsler. Hâlâ Türk salonlarında çalınan piyanolarda milli opera namına Çuhacıyan’ın besteleri ruhlarımızı gıdalandırır.”

Madam: “Ah doğru özlü, şeker sözlü adam, sen evime hoş geldin sefa geldin. Eğer ki her Türk böyle senin gibi Ermenilerin kıymetini bileydi hiç biz sizilen ayırd olmaya
çabalanır idik? Benim büyük validem ferace, yaşmak koyar idi. Biz o kerteyecek Türkleşmiştik.”

Remzi Efendi, Madam Parsıh’ın tabirince ağzının şekerlerini evden içeri saçarak merdivenden çıkmaya başladı. Mösyö Leon’un bir ressam taslağı olduğunu anlayınca gözlerinin önünde beliren muvaffakiyet ışığı sevinciyle Seyit Efendi’nin dizlerinin bağına bir çözüklük geldi. Genç Leon en büyük maharetini sergiye göndereceği su perisinde değil, kesik başın mazlum yüzünü boyamakta göstermişti.

Merdivenler muşambalı, yol keçeli, duvarlar ıstampalı, parmaklıklar, kapılar açık maun boyalı, eşya alelade olmakla beraber temiz ve bir intizam-ı mahsusla yerleştirilmişti.

Evvela orta katta hanenin en müzeyyen kabul mahalli olan salona girdiler. Ortada solgun renkli, ince dokunmuş bir Şark halısı, köşede bir piyano, onun arkasında yapma bir hurma ağacı, duvarlarda yağlı boya, kara kalem fotografi tablolar. Salon lüzumundan fazla ve ekseriya birbiriyle hiçbir ahenk teşkil etmeyen kıymetsiz cicili bicili eşyayla doldurulmuştu Duvarın en göze çarpan mutena bir mevkiinde eski Pakradonik sülalesinden zırhlar içinde bir Ermeni hükümdarı, yaldızlı bir çerçevenin ortasına kurulmuş oturuyor, onun mukabilindeki tablodan pos bıyıklı, gür kaşlı babayani bir Ermeni bakıyordu. Bu ikincinin aile babası müteveffa Parsıh olduğunu Remzi Efendi anladı. Sözü bu rahmetliye intikal ettirmek Madam Parsıh’ın gevezeliğine küşayiş verecek tatlı bir mevzu olacağını hissetti. Belediye memurları ceplerinden mesaha şeridi, defter, kalem çıkardılar. Remzi Efendi bir taraftan odaların enlerini, boylarını ölçüp birbirine darp etmekle meşgul görünmekle beraber latifelere karıştırarak ailenin tercüme-i haline, hanenin maişet-i hazırasına dair ince sualler soruyor ve madamdan safdilane cevaplar alıyordu. Zavallı kadın maişeten darda olduklarını, binaenaleyh hanenin vergisine yüksek bir şey zammetmemeleri ricasını her söz başında tekrarlıyordu. Tatlı tatlı konuşa konuşa odaları ölçerek üst kata Mösyö Leon’un atölyesine çıktılar. Duvarlar yağlı boya resimden görünmüyordu. Fakat bunların bir kısmı ressamın pek acemilik ve çocukluk zamanında boyamış olduğu sert ve havasız resim karalamalardı. Küçük, büyük sehpaların üzerinde yeni başlanmış, tabiatten istinsah olunma mübtedice empresyonist eserler vardı. Duvarın bir kısmını işgal eden uzun bir etajer, çoğu fersude Ermenice, Fransızca kitaplarla dolu idi. Bir masanın üzerine Fransızca, İngilizce, Almanca sanatkârane musavver gazeteler, mecmualar istif edilmişti. Bir ufak yazıhanenin bir köşesinde katlanmış, birkaç nüsha Aşharh gazetesi görünüyordu. Taharri memurlarının gözleri adeta helecanla bu nüshalara dikildi. Yine orada içi dolgun büyük bir karton duruyordu. Remzi Efendi, refikine göz ucuyla kartonu işaret ederek Madam Parsıh’ı lafa tuttu. Ve konuşa konuşa bir bahaneyle kadını odadan çıkardı. Ve dışarıda gördüğü bir tablo hakkında ondan tafsilat soruyor, madam da bütün saffetiyle bildiklerini tatlı tatlı anlatıyordu. Onlar dışarı
çıkınca Seyit Efendi hemen koştu, kartonun bağlarını çözdü. İçinde Aşharh gazetesinin o seneye mahsus ve o günkü tarihe kadar bir koleksiyonu toplanmış olduğunu gördü. Remzi Efendi’nin bu kartonu kendine işaret etmesindeki sebebi düşündü. Ve hemen intikal etti. Derhal gazeteleri karıştırarak içlerinde 4 Teşrinisani tarihli nüshayı aradı. Fakat bu nüsha yoktu. Sıra 3 Teşrinisani’den 5’e atlıyordu. Sevinçten Seyit Efendi’nin gözleri önünde pır pır bir şeyler uçuşuyor, elektriklenmiş gibi dudakları seğiriyordu. İşte hakikat bedaheten gözüktü. Kesik başı sarmış oldukları 4 Teşrinisani Pazartesi nüshası bu koleksiyondan alınmıştı. Yahut ki koleksiyona girmesi lazım gelirken o kanlı istimalden dolayı girmemişti. Binaenaleyh bu genç Leon cinayette ya katil veya muin-i katildi. Yani herhalde medhaldardı.

Loading...
0%