Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@huseyinrahmi

Seyit Efendi odada kendi muhakemesinde tahakkuk eden cinai bedahet önünde helecanlar geçirmekteyken Remzi Efendi dışarıda Leon’un validesinden soruyordu:

“Madam, oğlunuz Aşharh gazetesi mi okur?”

Madam Parsıh istiğrapla:

“Siz Ermenice bilirsiniz?”

“Hayır, bilmem, bir parça harfleri tanır, ibare okurum. Yerde bu gazeteyi gördüm de onun için soruyorum.”

“Evet Aşharh okur. Çünkü bu gazete en ziyade literer ve artistiktir. Oğlum resim yapar, piyano çalar, poezi yazar. Bunda olaydı size bir melodi çaldırır idim. Öyle ezgin, öyle üzgün, öyle kıyak çalar ki dinler iken insanın yüreği cennete gider gelir.”

Madam Parsıh tekrar atölyeye girdi. O esnada Seyit Efendi tetkikini bitirip kartonu kapamış, bir kenarda düşünüyordu. Madam masanın üzerinden bir defter alarak:

“Oğlum Alfred de Musset’in poezi’lerini Ermeniceye tercüme ediyor. Âşıklık üzerinden, melankoli üzerinden insanın içine iğne gibi batar, tatlı tesirli şeyler vardır. İste Fransızcasını dinleyiniz:

Mes chers amis quand je mourrai

Plantez un saule au cimitère

J’aime son feuillage éploré

La pâleur m’en est douce et chère

Et son ombre sera légère

A la terre où je dormirai.

 

Madam bu şiirin Ermenice tercümesini okuduktan sonra, edayı mahsusla Türkçesine başladı: “Sevgili dostlarım, ben mefat olduğumda mezarlığa bir söğüt ekiniz ki onun bıngır bıngır ağlayan yarpaklarını severim. Onun soluk rengi bana hoş ve sevgili gelir. Ve onun gölgesi hafif düşecektir. Uyuyacağım torpağın üzerine.”

Remzi Efendi bu tercümeyi caliyeti fark olunmaz bir meftuniyetle alkışladı. Madam bu takdirlerin ruhu okşayan gururu içindeyken zabıta memuru sordu:

“Oğlunuz Mösyö Leon’dan başka hiç akrabanız yok mudur madam?”

“Akrabamız hemen kalmamış gibidir. Bir biladerim vardı, iki sene evvel mefat oldu. Şimdi bir yeğenim vardır. Aleksan. Sağlıksız bir çocuktur. Yarı ticaret yarı tebdil-i hava için Suisse’e gitti. Çok zaman vardır, ondan da bir haber alamıyorum. Meraktayım.”

“İsviçre’ye gideli ne kadar oldu?”

“Bir seneye yaklaşıyor.”

“Arada sırada İstanbul’a gelir gider mi?”

“Hiç gelmez. Fakat tuhaftır ki göya onu bundan iki ay evvel körpü üzerinde görmüşler. Hiç şüphe yok ki benzetmişlerdir. Aleksan İstanbul’a gelir de bana, halasına uğramadan gider hiç? Şüphe yoktur ki benzetmişlerdir.”

O, odada daha tetkik ve taharrisi icap eden şeyler olduğundan madamı kuşkulandırmamak için Remzi Efendi bu Aleksan bahsini derinleştirmedi. Başka söze atladı. Ne hela ne aralık, ne yük ne dolap, ne tavan arası ölçmedikleri hiçbir yer bırakmıyorlardı. Böyle ölçe konuşa alt kata indiler. Taşlığın, mutfağın, aralığın mesahaları bitti. Şimdi nöbet hizmetçi Araksi’nin odasına geldi. Küçük pencereli dar fakat temiz bir oda, bir köşede hizmetçi kadının ufak bir karyolası, pencerenin önünde mini mini bir kerevet yatağın karşısında bir masacık, üzerinde Mahmut Paşa’dan alınma kahve tepsisi kadar bir ayna. Diş tozu, fırçası, tarak ve saireden ibaret fakirane tuvalet edevatı.

Kerevetin üzerindeki örtüyü görünce taharri memurlarının gözleri büyüdü. Sanki odanın içinde bir şimşek çakarak arasından şeytanı görmüşler gibi birer hale geldiler. Çünkü bu mavi ve kırmızı satrançlı örtü kesik başı sarmış oldukları dokumanın bir aynı idi. Heyecandan Seyit Efendi’ye bacakları vücudunun ağırlığına tahammül edemeyecek kadar incelmiş gibi geliyordu. O, öyle nagehani bir sihirle gözleri dokumaya mıhlanmış dururken Remzi Efendi yatağa yaklaşarak yastık örtüsünün kenar dantelasını muayeneyle:

“Ne zarif dantela,” dedi.

Şimdi Seyit Efendi’nin gözleri dokumadan dantelaya kaydı. Bu, baklava örnekli bir kroşe örgüsüydü.

Kesik başın sarıldığı patiska parçasının kenarındaki dantelanın tıpkısı.

Remzi Efendi’nin dantelayı beğenmiş görünmesine mukabil Madam Parsıh bifütur:

“He evet, örneği zarif bir danteladır. Bundan bir yatak takımımız vardı, eskidi, parçalandı. Şunda bunda
kullanıyorduk. Bizim Araksi ondan bir parça almış kendisine yastık örtüsü yapmış.”

Demek şöyle böyle istimaller arasında bu patiskanın bir parçası da kesik başı kefenlemekte kullanılmış. Fakat madamın ifadesindeki büyük saffet bundan hiç haberi olmadığını anlatıyordu.

Remzi Efendi kadının bu safderunluğundan daha ziyade istifade edebilmek için:

“Bakıyorum bu evin içinde sizinle Araksi’den başka bir kadın göremiyorum. Bu dantelaları kim örüyor? Salondaki yastıkları kim işliyor? Hep bunlar genç kız işi.”

Madam Parsıh, ekseri yaşlı kadınların genç kızlara karşı duydukları sulh kabul etmez bir adavetle:

“Rabbime bin şükürler, teşekkürler olsun ki evimizde genç kız yoktur.”

“Genç kızlardan hoşlanmıyorsunuz demek?”

“Onlardan ben hoşlanmışım hoşlanmamışım ehemmiyeti yoktur. Delikanlılar hoşlansın.”

“Niçin madam? Genç kızlardan ne fenalık gördünüz?”

“Şimdikilerden fenalık görmeyen var mı? Bizim gençliğimizde sokakta yüzünü, gerdanını, bileğini meydana koymak ayıp idi. Şimdi bacaklarını açmak moda oldu. Ben onları soğanın cücüğü gibi çırıl çıplah gördükcez ayıbımdan ter dökorum. Onlar hiç utanmak duymayorlar.”

“Mösyö Leon’u evlendirmeyecek misiniz?”

“Daha vakti vardır. Evvela para, sonra karı yavrum. Nerede arasan karı vardır. Fakat şimdicik parayı arayan hiçbir yerde bulamıyor.”

Kesik baş cinayetine bu evden bir el karıştığı hakkında kuvvetlice deliller teşkil eden bu gördüklerine dair konuşmak için taharri memurları Madam Pasıh’a güler yüzle veda ederek sokağa çıktılar. Seyit Efendi pür telaş:

“Ben sana demedim mi birader? Sen masumiyeti hakkında deliller arayarak Madam Parsıh’ı müdafaa ediyordun.”

“Yine de ederim. Medhaldar olmak şöyle dursun bu kadının cinayetten haberi bile yok.”

“Dokuma parçasıyla dantelalı patiskaya ne buyuracaksın?”

“Bu iki bez parçasının o evdeki mevcudiyeti bence o kadının mücrimiyetine değil, masumiyetine delalet eder.”

“Bu fikrini anlayamıyorum. Ne suretle masumiyetine delalet eder?”

“Eğer bu kadının cürümden haberi olaydı cinayette kullanılan eşyadan evde hiçbir örnek bırakmazdı. Caniler gerek acemi olsunlar gerek kaşarlanmış, cinayetin vukuu anında bilahare kendi aleyhlerinde ithama medar olabilecek bazı tedbirsizliklerde bulunabilirler. Fakat acele hareketi icap ettiren bu ilk tehlikeli anları geçirdikten sonra vakit mürur ettikçe onların bütün meşgaleleri cinayetlerine ait vesikaları, delilleri kâmilen ortadan yok etmeye münhasır kalır.”

“Cinayetin bu evde vukuunu da ret mi edeceksin?”

“O hususta düşünürüm.”

“Bunun için demek kati bir şey söyleyemiyorsun. Cinayetin bu evde vukuu farz edildiği surette Madam Parsıh’ın bundan haberdar olmaması kabil midir?”

“Kabildir. Cinayet kadının evde bulunmadığı bir zamanda işlenmiş olabilir.”

“Mösyö Leon hakkında ne düşünüyorsun?”

“Şimdilik bir şey diyemem.”

“İsviçre’deki Aleksan hakkında?

“Keza.”

“Hah şöyle biraz dediğime gel.”

“Fakat maktulün eski metresi Eleni’nin söylediği genç kızdan bu evde eser göremedik.”

“Akşama sabaha o da meydana çıkar.”

Loading...
0%